On ikinci yüzyılda Kuzey Afrika'da yetişen büyük velîlerden. Şâziliyye adı verilen tasavvuf yolunun kurucusudur. İsmi, Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr, künyesi, Ebü'l-Hasan, lakabı Nûreddîn'dir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem torunu hazret-i Hasan'ın soyundan olup şeriftir. 1196 (H.592) senesinde Tunus'un Şâzile kasabasında doğduğu için Şâzilî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 1256 (H.654) senesinde hac yolculuğu sırasında Hamisre'de vefât etti. Kabri, Hamisre mevkiindeki Ayzâb sahrâsındadır.
Küçük yaştan îtibâren doğduğu Şâzile kasabasında ilim öğrenmeye başlayan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, önceleri kimyâ ilminde uzun çalışmalar ve araştırmalarda bulundu. Bu ilimde iyi yetişmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvararak duâ ediyordu. Bu esnâda, aldığı mânevî bir işâretle, tasavvuf yoluna yöneldi. Din ilimlerinin hepsinde mütehassıs ve derin âlim oldu. Hepsinin inceliklerine ve sırlarına kavuştu. Tefsîr, hadîs, fıkıh, usûl, nahiv, sarf, lügat ilimleri yanında, zamânın fen ilimlerinde de yüksek âlim oldu. Zamânındaki âlimler ve diğer insanlar onun ilimdeki bu yüksek derecesi karşısında üstünlüğünü kabûl ettiler.
Zâhirî ilimlerde bu derece yüksek olan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, tasavvufa karşı alâka, ilgi duydu. Birçok velînin sohbetinde bulunup, onlardan istifâde etmeye çalıştı. Bu sebeple pek çok seyâhat yaptı. Bir defâsında Irak'a giderek buradaki âlimlerden Ebü'l-Feth Vâsıtî'nin sohbetlerinde bulundu. O sıralarda zamânın en büyük velîsini arıyordu. Bir gün, Ebü'l-Feth Vâsıtî hazretleri ona dönerek; "Sen onu Irak'ta arıyorsun. Halbuki aradığın kimse, senin memleketindedir. Oraya dön, orada bulacaksın." buyurunca, geri memleketine döndü.
Büyük velîlerden olan Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin, aradığı zât olduğunu anladı. İbn-i Meşîş hazretleri, Rabat (Ribâte)' deki bir dağda mağarada yaşamaktaydı. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, onun huzûruna çıkmak için, dağ eteğinde bulunan çeşmeden gusl abdesti aldı. Kendindeki bütün meziyetleri ve üstünlükleri unutarak, yâni tam bir boş kalb ve ihtiyaç ile huzûrlarına doğru yürüdü. İbn-i Meşîş hazretleri de mağaradan çıkmış, aynı şekilde ona doğru yürüyordu. Karşılaştıklarında hocası selâm verip, Resûlullah efendimize kadar uzanan nesebini tek tek saydıktan sonra ona: "Yâ Ali, bütün ilim ve amelinizden soyunarak tam bir ihtiyaç ile buraya çıktınız ve bizdeki dünyâ ve âhiret servet ve zenginliğini aldınız." buyurdu. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî diyor ki: "Onun bu hitâbından sonra, bende fevkalâde bir korku hâsıl oldu. Hak teâlâ kalb gözümü açıncaya kadar mübârek huzûrlarında oturdum. Sohbetlerine devâm ettim." Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, hocasının yüksek derecesini bildirirken şöyle buyurdu: "Bir gün hocamın huzûrunda oturuyordum. Kendi kendime; "Acaba hocam İsm-i âzamı biliyor mu?" dedim. Bu düşünce ile meşgûl iken dış kapıda bulunan oğulları, bana bakıp; "Ey Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, şeref ve îtibâr, İsm-i âzamı bilmekle değil, belki İsm-i âzama mazhâr olmakladır." dedi.
Kendisi anlattı ki: "Bir arkadaşımla bir mağarada bulunuyor ve Allahü teâlânın muhabbetiyle yanmayı ve O'na kavuşmağı istiyorduk. Yarın kalbimiz açılır, velîlik makamlarına kavuşuruz derdik, yarın olunca da, yine yarın açılır derdik. Yarınlar gelip geçiyor ve bir türlü bitmiyordu. Bir gün birden heybetli bir zât yanımıza girdi. Ona; "Kimsin?" dedik. Abdülmelik'im, yâni Melik olan Rabbimizin kuluyum dedi. Velîlerden olduğunu anladık. "Nasılsınız?" dedik. "Yarın olmazsa, öbür yarın kalbim açılır diyenin hâli nasıl olur? Allahü teâlâya, sırf Allah için ibâdet etmedikçe, vilâyet ve kurtuluş yoktur." dedi. Bu söz üzerine gafletten uyandık. Tövbe ve istigfâr ettik. Bunun üzerine kalblerimiz Allahü teâlânın muhabbetiyle doldu."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin hocasına olan teslimiyeti tam ve mükemmel bir hâle gelince, karşılaşacağı birçok sıkıntıları, hocası kendisine haber verdi. Şöyle vasiyet etti: "Hak teâlâyı bir an unutup gaflette olma. Dilini halkın diline ve kalbini halkın kalbine benzetmekten sakın, bütün uzuvların ile İslâmiyete uy. İslâma uygun olmıyan şeylerden sakın. Farzları yerine getirmeye devâm et. İşte o vakit Allahü teâlânın velîliği sende tamâm olur. Allahü teâlânın haklarını yerine getirmekten başka hiçbir şeyi halka hatırlatma. İşte o zaman verâ ve takvâya yâni haram ve şüphelilerden kaçmaya tam uymuş olursun.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri Şâzile kasabasında yerleştikten sonra, gerçekten birçok mihnet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Hocalarının haber verdiği sıkıntılar açıkça meydana geldi. Sonra İskenderiyye'ye yerleşti. Doğudan ve batıdan binlerce âlim ve hak âşığı ziyâret ve sohbetlerine akın etti. Meselâ devrin büyük âlimlerinden İzzeddîn bin Abdüsselâm. Takıyyüddîn bin İbn-i Dakîk-ül-Iyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-üs-Salâh, İbn-ül-Hâcib, Celâleddîn bin Usfûr, Nebîhüddîn ibni Avf, Muhyiddîn bin Sürâka ve Muhyiddîn-i Arabî'nin talebesi el-Âlem Yâsîn bunlar arasındaydı. Ayrıca Kâdı'l-kudât Bedreddîn ibni Cemâ'a da sohbetlerine kavuşmakla iftihâr ederlerdi. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî gibi evliyânın büyüklerinden olan birini yetiştirmiştir.
İbn-i Hâcib, İbn-i Abdüsselâm İzzeddîn, İbn-i Dakîk-ül-İyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-i Sâlih ve İbn-i Usfûr gibi büyük âlimler, Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin meclisinde bulunmak arzusuyla, Kâhire'deki Kemâliye Medresesinde, muayyen vakitlerde hazır bulunarak Şifâ ve İbn-i Atiyye kitaplarını okurlardı. Dersten çıktıktan sonra da onunla berâber yaya yürürlerdi.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî; "İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın fıkıh meclisi, Abdülazîm Münzirî'nin hadîs meclisi, senin tasavvuf meclisinden daha kıymetli bir meclis yoktur diye bana müjde verildi." buyurdu.
Hızır aleyhisselâm bir gün kendisine; "Ey Ebü'l-Hasan! Allahü teâlâ, seni kendisine dost edinmiştir. Kalsan da, gitsen de, O seninle berâberdir." dedi.
Bir gün Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, zühdden, dünyâya rağbet etmemekten bahsediyordu. Fakat üzerinde yeni ve güzel bir elbise vardı. O mecliste üzerinde eski elbiseler olan bir fakir; kalbinden; "Ebü'l-Hasan, hem zühdden anlatıyor, hem de üzerinde yeni elbiseler var. Bu nasıl zâhidliktir? Hâlbuki asıl zâhid benim." diye geçirdi. Bu kimsenin kalbinden geçenleri anlıyan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, onu yanına çağırarak; "Senin üzerindeki elbiseyi görenler, seni zâhid sanarak hürmet ederler. Bundan dolayı sende bir gurur, kibir hâsıl olabilir. Hâlbuki benim üzerimdeki elbiseyi görenler, zâhid olduğumu anlayamazlar. Böylece ben, hâsıl olacak gururdan kurtulurum." buyurdu. Bunu dinleyen fakir, yüksek bir yere çıkarak oradaki insanlara; "Ey insanlar!Yemîn ederim ki, biraz önce kalbimden Ebü'l-Hasan hazretleri hakkında uygun olmayan şeyler düşünmüştüm. Kalbimden geçeni anlıyarak, beni huzûrlarına çağırıp nasîhat ettiler. Şimdi hakîkatı anlamış bulunuyorum. Şâhid olunuz ki, huzûrunuzda tövbe istigfâr ediyorum." dedi. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî o kimseye yeni bir elbise giydirip; "Allahü teâlâ sana seçilmişlerin muhabbetini versin. Sana hayırlar, bereketler ihsân eylesin." diye duâ eyledi.
Küçük yaştan îtibâren doğduğu Şâzile kasabasında ilim öğrenmeye başlayan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, önceleri kimyâ ilminde uzun çalışmalar ve araştırmalarda bulundu. Bu ilimde iyi yetişmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvararak duâ ediyordu. Bu esnâda, aldığı mânevî bir işâretle, tasavvuf yoluna yöneldi. Din ilimlerinin hepsinde mütehassıs ve derin âlim oldu. Hepsinin inceliklerine ve sırlarına kavuştu. Tefsîr, hadîs, fıkıh, usûl, nahiv, sarf, lügat ilimleri yanında, zamânın fen ilimlerinde de yüksek âlim oldu. Zamânındaki âlimler ve diğer insanlar onun ilimdeki bu yüksek derecesi karşısında üstünlüğünü kabûl ettiler.
Zâhirî ilimlerde bu derece yüksek olan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, tasavvufa karşı alâka, ilgi duydu. Birçok velînin sohbetinde bulunup, onlardan istifâde etmeye çalıştı. Bu sebeple pek çok seyâhat yaptı. Bir defâsında Irak'a giderek buradaki âlimlerden Ebü'l-Feth Vâsıtî'nin sohbetlerinde bulundu. O sıralarda zamânın en büyük velîsini arıyordu. Bir gün, Ebü'l-Feth Vâsıtî hazretleri ona dönerek; "Sen onu Irak'ta arıyorsun. Halbuki aradığın kimse, senin memleketindedir. Oraya dön, orada bulacaksın." buyurunca, geri memleketine döndü.
Büyük velîlerden olan Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin, aradığı zât olduğunu anladı. İbn-i Meşîş hazretleri, Rabat (Ribâte)' deki bir dağda mağarada yaşamaktaydı. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, onun huzûruna çıkmak için, dağ eteğinde bulunan çeşmeden gusl abdesti aldı. Kendindeki bütün meziyetleri ve üstünlükleri unutarak, yâni tam bir boş kalb ve ihtiyaç ile huzûrlarına doğru yürüdü. İbn-i Meşîş hazretleri de mağaradan çıkmış, aynı şekilde ona doğru yürüyordu. Karşılaştıklarında hocası selâm verip, Resûlullah efendimize kadar uzanan nesebini tek tek saydıktan sonra ona: "Yâ Ali, bütün ilim ve amelinizden soyunarak tam bir ihtiyaç ile buraya çıktınız ve bizdeki dünyâ ve âhiret servet ve zenginliğini aldınız." buyurdu. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî diyor ki: "Onun bu hitâbından sonra, bende fevkalâde bir korku hâsıl oldu. Hak teâlâ kalb gözümü açıncaya kadar mübârek huzûrlarında oturdum. Sohbetlerine devâm ettim." Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, hocasının yüksek derecesini bildirirken şöyle buyurdu: "Bir gün hocamın huzûrunda oturuyordum. Kendi kendime; "Acaba hocam İsm-i âzamı biliyor mu?" dedim. Bu düşünce ile meşgûl iken dış kapıda bulunan oğulları, bana bakıp; "Ey Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, şeref ve îtibâr, İsm-i âzamı bilmekle değil, belki İsm-i âzama mazhâr olmakladır." dedi.
Kendisi anlattı ki: "Bir arkadaşımla bir mağarada bulunuyor ve Allahü teâlânın muhabbetiyle yanmayı ve O'na kavuşmağı istiyorduk. Yarın kalbimiz açılır, velîlik makamlarına kavuşuruz derdik, yarın olunca da, yine yarın açılır derdik. Yarınlar gelip geçiyor ve bir türlü bitmiyordu. Bir gün birden heybetli bir zât yanımıza girdi. Ona; "Kimsin?" dedik. Abdülmelik'im, yâni Melik olan Rabbimizin kuluyum dedi. Velîlerden olduğunu anladık. "Nasılsınız?" dedik. "Yarın olmazsa, öbür yarın kalbim açılır diyenin hâli nasıl olur? Allahü teâlâya, sırf Allah için ibâdet etmedikçe, vilâyet ve kurtuluş yoktur." dedi. Bu söz üzerine gafletten uyandık. Tövbe ve istigfâr ettik. Bunun üzerine kalblerimiz Allahü teâlânın muhabbetiyle doldu."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin hocasına olan teslimiyeti tam ve mükemmel bir hâle gelince, karşılaşacağı birçok sıkıntıları, hocası kendisine haber verdi. Şöyle vasiyet etti: "Hak teâlâyı bir an unutup gaflette olma. Dilini halkın diline ve kalbini halkın kalbine benzetmekten sakın, bütün uzuvların ile İslâmiyete uy. İslâma uygun olmıyan şeylerden sakın. Farzları yerine getirmeye devâm et. İşte o vakit Allahü teâlânın velîliği sende tamâm olur. Allahü teâlânın haklarını yerine getirmekten başka hiçbir şeyi halka hatırlatma. İşte o zaman verâ ve takvâya yâni haram ve şüphelilerden kaçmaya tam uymuş olursun.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri Şâzile kasabasında yerleştikten sonra, gerçekten birçok mihnet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Hocalarının haber verdiği sıkıntılar açıkça meydana geldi. Sonra İskenderiyye'ye yerleşti. Doğudan ve batıdan binlerce âlim ve hak âşığı ziyâret ve sohbetlerine akın etti. Meselâ devrin büyük âlimlerinden İzzeddîn bin Abdüsselâm. Takıyyüddîn bin İbn-i Dakîk-ül-Iyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-üs-Salâh, İbn-ül-Hâcib, Celâleddîn bin Usfûr, Nebîhüddîn ibni Avf, Muhyiddîn bin Sürâka ve Muhyiddîn-i Arabî'nin talebesi el-Âlem Yâsîn bunlar arasındaydı. Ayrıca Kâdı'l-kudât Bedreddîn ibni Cemâ'a da sohbetlerine kavuşmakla iftihâr ederlerdi. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî gibi evliyânın büyüklerinden olan birini yetiştirmiştir.
İbn-i Hâcib, İbn-i Abdüsselâm İzzeddîn, İbn-i Dakîk-ül-İyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-i Sâlih ve İbn-i Usfûr gibi büyük âlimler, Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin meclisinde bulunmak arzusuyla, Kâhire'deki Kemâliye Medresesinde, muayyen vakitlerde hazır bulunarak Şifâ ve İbn-i Atiyye kitaplarını okurlardı. Dersten çıktıktan sonra da onunla berâber yaya yürürlerdi.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî; "İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın fıkıh meclisi, Abdülazîm Münzirî'nin hadîs meclisi, senin tasavvuf meclisinden daha kıymetli bir meclis yoktur diye bana müjde verildi." buyurdu.
Hızır aleyhisselâm bir gün kendisine; "Ey Ebü'l-Hasan! Allahü teâlâ, seni kendisine dost edinmiştir. Kalsan da, gitsen de, O seninle berâberdir." dedi.
Bir gün Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, zühdden, dünyâya rağbet etmemekten bahsediyordu. Fakat üzerinde yeni ve güzel bir elbise vardı. O mecliste üzerinde eski elbiseler olan bir fakir; kalbinden; "Ebü'l-Hasan, hem zühdden anlatıyor, hem de üzerinde yeni elbiseler var. Bu nasıl zâhidliktir? Hâlbuki asıl zâhid benim." diye geçirdi. Bu kimsenin kalbinden geçenleri anlıyan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, onu yanına çağırarak; "Senin üzerindeki elbiseyi görenler, seni zâhid sanarak hürmet ederler. Bundan dolayı sende bir gurur, kibir hâsıl olabilir. Hâlbuki benim üzerimdeki elbiseyi görenler, zâhid olduğumu anlayamazlar. Böylece ben, hâsıl olacak gururdan kurtulurum." buyurdu. Bunu dinleyen fakir, yüksek bir yere çıkarak oradaki insanlara; "Ey insanlar!Yemîn ederim ki, biraz önce kalbimden Ebü'l-Hasan hazretleri hakkında uygun olmayan şeyler düşünmüştüm. Kalbimden geçeni anlıyarak, beni huzûrlarına çağırıp nasîhat ettiler. Şimdi hakîkatı anlamış bulunuyorum. Şâhid olunuz ki, huzûrunuzda tövbe istigfâr ediyorum." dedi. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî o kimseye yeni bir elbise giydirip; "Allahü teâlâ sana seçilmişlerin muhabbetini versin. Sana hayırlar, bereketler ihsân eylesin." diye duâ eyledi.