Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Düşünüyorum Öyleyse Müslümanım

stigmata

New member
Katılım
2 Haz 2007
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
bursa
Meselenin özüne geçmeden, 1400 yıl önce Arap yarımadasından yükselen sesin sahibine ve o devrin şartlarına kısaca bir göz daha atalım.
1-Hz. Muhammed�in yaşadığı devirde, bilimin gelişmediği, teknolojiden söz etmenin de mümkün olmadığı açık bir gerçektir. Ne uzay bilimleri ile ilgili bir bilgi vardır; ne de yer bilimleri ile insan anatomisi hakkında ciddî, elle tutulur bir bilgi mevcut değildi. Bu bilimlerin yerine bâtıl inançlar, hurafeler vardı. O günün sosyal, kültürel, sanayi ve bilimsel yapısını bugünkü imkânlarla karşılaştırdığımızda, bugünün imkân ve olanaklarının belki milyonda biri bile o zaman yoktu.

2-1400 yıl önce Arap yarım adasından yükselen sesin sahibi, Arapça ifade ile ümmî yani okuryazarlığı olmayan bir insandır. Okuryazar olmadığı için de peygamberlik vazifesi ile görevlendirilmeden önce ne bilim adamı, ne ilim adamı ne de edebiyatçıdır.

3-Bugün elimizde bulunan Kur�an metninde en küçük bir bozulma ve tahrifat olmamıştır. Hz. Muhammed�in zamanındakinin aynıdır. Daha açık bir ifade ile bugün elimizde bulunan Kur�an metni ile bundan 1400 yıl önceki Kur�an metni arasında bir nokta dahi farklılık yoktur.

4-Arap yarımadasından o nurlu sesin yükseldiği devirde, insan haklarından söz etmek mümkün değildi. Hakkın hâkimiyeti değil, gücün hâkimiyeti vardı. Her yerde derebeylikler, krallıklar hüküm sürmekte, kölelik sistemi en verimli devrini geçirmekteydi.Zulüm, insanlık dışı uygulamalar en ileri safhadaydı.

İşte bütün dünya bu şart ve ahvalde iken Arap yarımadasından bir gün bir ses yükselir. Şimdi bu sese, 1400 yıl sonra bir daha kulak verelim; bakalım bugüne, bizlere ne haber veriyor? O devrin şartlarını göz önüne alarak, bu sesten çıkan sözleri, bir insanın kendi aklı ve mantığı ile bulup söylemesinin imkânı var mı yok mu şimdi hep birlikte göreceğiz.
BAKALIM NEDEMİŞ ??
1-Bu ses diyor ki:

�Güneş, ay ve dünya bir hesap ile dönmektedirler.�

Kur�an-ı Kerîm�de Enbiya sûresi 33. âyet-i kerîmede:

�O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.�

Yasin sûresi 38. âyet-i kerîmede:

�Güneş, kendi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah(c.c.)�ın takdiridir.�

Ve Yasin sûresi 40. âyet-i kerîmede:

�Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.� buy-rulmaktadır.

O devrin imkânlarını göz önüne aldığımızda bir insanın uzaydan haber vermesi, uzayda meydana gelen hâdiseleri bir bir sayması imkânsızdır. 20. yüzyılın modern gelişmiş teknik imkânları ile elde edilen bilimsel gerçekleri, 1400 yıl önce okuryazarlığı olmayan birinin haber vermesi bir insanın yapabileceği bir iş midir?
2-Bu ses başka neler diyor:

�Evren sürekli genişliyor.�

Kur�an-ı Kerîm�de Zâriyat sûresi 51. âyet-i kerîmede:

�Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.� buyrulmaktadır.

Evrenin sürekli genişlediği, 20. yüzyılda yapılan bilimsel çalışmalarda anlaşılmıştır. Evrenin sürekli genişlediğini uzay bilimci Hubble tespit etti. Tespit aracı da gelişmiş bir teleskoptu. Bu sese kulak tıkayanlara sorarız: 1400 yıl önce evrenin sırları öğrenilmek için nasıl bir teleskop kullanılmıştı?
3-Bu seste, bak daha neler var:
�Zaman izafî bir kavramdır, içinde yaşadığımız dünya günleri sadece bu dünyaya aittir.�
Kur�an-ı Kerîm�de Secde sûresi 5. âyet-i kerîmede:

�Allah(c.c.), gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin saya geldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O�nun nezdine çıkar.�

Hakka sûresi 4. âyet-i kerîmede:

�Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.� buyrulmaktadır.

Zaman yani günlerimiz izafî bir kavramdır. Bu tespit bilimsel olarak fizikçi Einstein�ın tespitidir. Einstein�ın bu buluşuna �İzafiyet Teorisi� denilmektedir. Zaman her ortamda, her yerde, her hızda farklıdır ve değişkendir. Saatler farklı işlemekte, günler farklı algılanmaktadır. Bu durum her ne kadar 20. yüzyılda bulunmuş olsa da 1400 yıl önce bir ses dünya günlerinden farklı günlerin olduğunu tüm insanlığa haykırıyordu.

4-Kulak ver bu sese, bak şimdi nereden haber veriyor:

Denizler birbirine karışmasın, karışıp da özellikleri bozulmasın diye aralarına perde çekilmiştir.�

Kur�an-ı Kerîm�de Rahmân sûresi 19 ve 20. âyet-i kerîmelerde:

�İki denizi birbirine kavuşturmak için salıvermiştik. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.�

Furkan sûresi 53. âyet-i kerîmede:

�Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi
salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O�dur.� buyrulmaktadır.

Belli denizlerin kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu bulunmaktadır. Denizlerin farklı özelliklerde olmaları onların farklı canlıları bünyelerinde barındırmalarına sebep olmaktadır. Ünlü deniz bilimci Cousteau: �İki denizin birleştiği noktada, birbirine karışmasını engelleyen harika bir su perdesi ile karşı karşıya kaldık.� diyordu. Bu durum Cebel-i Tarık Boğazı�nda tespit edilmişti. Aynı tezi bir başka bilim adamı Aden Körfezi ile Kızıldeniz�in birleştiği Mendep Boğazı�nda tespit etmişti. Onlar bu tespitlerini 20. yüzyılın modern imkânları ile yapabilmişlerdi. Durum böyleyken, bundan 1400 yıl önce Arap yarımadasından çıkan bir ümmî insan, denizin yüzlerce metre derinliklerinde yaşanan bu olağanüstü plan ve projeleri nereden ve nasıl bilebiliyordu?

5-Bu ses daha neler söylüyor:

�Anne rahminde, insanın gelişimini safha safha haber vermektedir.�

Kur�an-ı Kerîm�de Kıyamet sûresi 37. âyet-i kerîmede:

�O, (rahim yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?�

Secde sûresi 7 ve 8. âyet-i kerîmelerde:

�O Allah(c.c.) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir.�

Mü�minûn sûresi 13. âyet-i kerîmede:

�Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik.�

Enbiya sûresi 14. âyet-i kerîmede:

�Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan hâline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah(c.c.) pek yücedir.�

İnsanın anne karnında hangi safhalarda yaratıldığını modern bilim şöyle izah etmektedir:

�Menideki milyonlarca spermlerden sadece bir tanesi anne rahminde döllenmeye sebep teşkil eder. Spermler anne rahmindeki yumurta ile buluştuğunda, fallop adı verilen bir tüple rahimde yolculuğa başlar. Embriyonun, rahimdeki yolculuğu sona erince kan damarlarının yoğun olduğu ve iyi beslenebilecekleri bir yere tutunur, yani asılır. Modern tabirle, embriyo, rahim duvarına takılır. Burada geçirilen belli bir süreden sonra embriyo bir parça et hâline gelir. Bu et parçası insan iskeletini meydana getiren kemiklere dönüşür, ardından da meydana gelen kemikler etlenmeye başlar, yani kemiklere et giydirilir.�

Anne karnındaki bir başka olay da şöyle haber verilmektedir:

Kur�an-ı Kerîm�de Zümer sûresi 6. âyet-i kerîmede:

�...Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor...� buyrulmaktadır.

Anne rahmindeki bu gelişim bir başka bilimsel ifade ile şöyle izah edilmektedir: Anne karnında üç evre geçirilir:

1) Fallop borusundaki evre: Spermle yumurta birleştiklerinde bu boruda yolculuk yaparlar.

2) Rahim duvarında asılı durulan evre: Bu, bir et parçası hâline dönüşünceye kadar süren zaman dilimidir.

3) Amniyon kesesindeki evre: Bu, kemikleşen etin ve kemiklere sarılan etlerin daha iyi muhafazası için içi sıvı ile dolu özel bir kesede doğuma kadar kalınan süredir. Çağımızın modern bilimi bir insanın anne rahminden doğuma kadarki sürecini bu şekilde açıklıyor. Peki, bundan 1400 yıl önce dünyaya yayılan bu ses, bu bilimsel gerçekleri nereden öğrendi dersiniz?

Ve bende dedim ki : DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE MÜSLÜMANIM...
 
Üst Alt