KALBİN ZİKİRLE NURLANMASI
Ancak zikirdir ki, manevi (nefsimize ait) kalbimizde Allah'a açılan kapının üzerindeki Hatem'in (mührün, perdenin) o kapıdan ayrılmasını ve şeytana açılan kapıyı kapatmasını sağlayabilir. Zikirden önce şeytanın kapısı açık, Allahû Tealâ Hz.nin kapısı kapalı olduğu için kalbimize sadece zulmet girerken ve kalbimizi daha karanlık yaparken zikirle birlikte Allah'ın kapısı (Takva kapısı) açılmakta, şeytanın kapısı (Füccur kapısı) kapanmaktadır.
Takva kapısı açık kaldıkça oradan sadece Allah'ın rahmet adını verdiği Nur'u, kalbimize girecek ve onu dolduracaktır. Kalbimize, zikir yaptığımız sürece devamlı rahmet (nur) ulaşır. Asağıdaki âyet-i kerîme bu gerçeği açıklamaktadır. Huşû müessesesi zikirle artar ve aynı oranda artar.
Bilindiği gibi zikirden vazgeçmek, şeytana ait kapıyı açacağından O'nun bize musallat olmasını mümkün kılar.
43/ ZUHRUF-36: Ve men yağşü an zikrirrahmâni nükayyıd lehü şeytânen fehüve lehü kariyn.
Kim Rahman'ın zikrinden yüz çevirirse Biz ona şeytanı musallat ederiz. Ve onun için şeytan arkadaştır.
Ve böylece şeytanın nüfuz sahası içinde oluruz. Şeytanın niyeti ise hiçbir zaman insanların hayrına değildir.
MAİDE-91: Şeytan süphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister.
Bu âyet-i kerîme çok açık bir şekilde Allah'ı zikretmekle (Allah'ın ismini tekrar etmekle) namaz'ın ayrı ayrı şeyler olduğunu ifade etmektedir.
Zikrin namazdan ve zekâttan ayrı bir ibadet olduğunu Nur Sûresi'nin 37. âyet-i kerîmesi de açıklıyor:
NUR-37: Ricalün lâ tülhîhim ticâratün ve lâ bey-un an zikrillâhi ve ikâ missalâti ve itâizzekâti yehâfûne yevmen tetekallebü fihilkulûbü vel-ebsâr.
Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar. Bunlar kalplerinin ve gönül gözlerinin şeytana döneceğinden korkarlar.
Bu âyet-i kerîmede işaret edilen husus, zikrin, gönül gözünün açılmasına vesile olduğu ve zikir sırasında kalpte mevcut olan bir mührün (perdenin) şeytana dönük kapıyı kapatmak suretiyle, devamlı Allah'a dönük kapının açık olmasını sağladığı hususudur. Çünkü âyet-i kerîmenin devamında, zikrin yapılmaması halinde, şeytana açık olan kapıdan şeytanın zulmâni karanlığı girerek kalp aynasının üzerini perdeleyeceği anlatılmaktadır.
Kişi zikrettikçe İndi İlahi'den ikişer ikişer o kişinin kalbine gelir. Eğer o kişinin göğsü teslime açılmış ise;
6/ EN'AM-125: Femen yüridillâhü en yehdiyehü yeşrah sadrehü lil'islâm, ve men yürid en yudıllehü yec'al sadrehü dayyikan haracâ, ke'ennemâ yassa''adü fiyssemâ', kezâlike yec'alûllâhürricse alelleziyne lâ yü'minûn.
Allah kimi hidayete erdirmeyi (ruhunu Allah'a ulaştırmayı) dilerse onun göğsünü teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi sıkıntılı kılar. Allah mü'min olmayanların üstüne işte böyle azap bırakır.
39/ ZÜMER-22 : Efemen şerehallahü sadrehü lil'islâmi fehüve alâ nûrin min rabbihî, feveylün lilkaâsiyeti kulûbühüm min zikrillâh, ülâike fiy dalâlin mübiyn.
Allah'ın göğsünü İslâm'a açtığı ve Rabbinden (kalbine gelen ) bir nur üzere olan kişi kalbi kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) gibi midir. Vay onlara ki kalpleri kasiyet bağlamıştır, zikir sebebiyle, (zikir yapmadıkları için) onlar açık bir dalâlet içindedirler.
Yukarıdaki âyetler; Allah'ın nurlarının kalbe ulaşması için göğsümüzün şerh edilmesi gerektiğini, göğsümüzden kalbimize nur yolunun açılması gerektiğini izah etmektedir.
Eğer bir kişi âmenu olmuşsa (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dilemişse); Allah onun kalbindeki vakrayı, ekinneti ve hicab-ı mestureyi kaldırıp ihbat koyacak, o kişinin kalbini kendisine döndürecek, göğsünden kalbine ulaşan nur yolu açacak, kalbin içine ulaşan rahmetiyle huşu oluşturacak. Bu huşuyla o kişi mürşidinin önünde tövbe alacaktır. Bu tövbe ile Allah o kişinin kalbindeki mührü açacak, kalbin içindeki "küfür" yazısını alarak "imân" yazacaktır. Artık bu kişi için zikir yaptığı zaman kalbin nurlanmasını engelleyen hiçbir engel kalmamıştır. Zikir yaptıkları halde kalpleri kararanlardan değildir. Yedi kalp şartının sahibi olması sebebiyle ;
1. Allah kalpteki ekinneti alır,
2. Allah kalbin içine ihbatı koyar,
3. Allah kalbi kendisine döndürür,
4. Allah göğüsten kalbe bir nur yolu açar,
5. Allah kalpte bulunan mührü açar,
6. Allah kalbin içinde bulunan küfrü alır,
7. Allah kalbin içine imânı yazar.
Mürşidin önünde tövbe almış bu kişi zikir sebebiyle amilüssalihata başlamıştır.
25/ FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât, ve kânallahü gafûren rahıymâ.
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü'min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.
Bu zikir insanın kalbine nurların ikişer ikişer girmesini sağlar. Bütün insanların kalbi başlangışta kapkaranlıktır. Kasiyet bağlıdır. Ondokuz afetle kaplıdır. Ama zikrederek Allah'ın nurlarını davet eden kişinin kalbinde bakınız neler olmaya başlar;
39/ ZÜMER-23 : Allahü nezzele ahsenelhadîys, kitâben müteşâbihen mesâniy, takşa'ırru minhü cülûdülleziyne yahşevne rabbehüm, sümme teliynü cülûdühüm ve kulûbühüm ilâ zikrillâh, zâlike hüdallahi yehdiy bihi men yeşâ , ve men yudlilillâhü femâ lehü min hâd.
Allah ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât) kitaba müteşabih (benzer) olarak indirir. Bu (nurlar)dan insanların derileri (tüyleri) ürperir ve Rablerine karşı huşu sahibi olurlar, sonra Allah'ın zikri ile (bu nurlar) kişinin derilerini (vücudunu) ve (nefsinin) kalbini yumuşatır (titretir, aydınlatır, tezkiye eder ve böylece kişinin ruhunu Allah'a ulaştırır ve onu hidayete erdirir). İşte bu Allah'ın hidayetidir ki, Allah dilediği kişiyi (nefsini Allah'ın nurlarıyla tezkiye ederek ve böylece Zat'ına ulaştırarak) hidayete erdirir. Kimi de dalâlette bırakırsa onun için bir hidayetçi yoktur.
Bu sebeple nurlar Kur'an'ın ayetleri muhafaza etmesi gibi kitaba müteşabih olarak ikişer ikişer gelir. Ve kalbi huşuya ulaştırır, aydınlatır , titretir.
Taşıyıcı nur olan rahmet, fazl ve salâvatı kalbe ulaştırır. Fazllar ruhtaki hasletleri temsil etmektedir. İmân kelimesinin etrafına yerleşir. Çünkü imân kelimesinin bir çekim alanı mevcuttur, fazlların orada kalıcı olabilmeleri için. Zikir arttıkça nurlanma, aydınlık kalıcı olarak artar. Afetler azalır. Kişinin nefsini ıslah etmesi olayı budur.
Daimi zikre ulaşmış olan kişi kalbinde hiç karanlık kalmamış, bütün afetlerinden kurtulmuş olan kişidir.
3/ ÂL-İ İMRAN-191: Ellezine yezkürûnallahe kıyâmen ve ku'ûden ve alâ cünûbihim, ve yetefekkerûne fi halkıssemâvâti vel'ardı, rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ, sübhâneke fekınâ azâbennâr.
O (ulûl'elbab) ki (lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri) onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki); " Ey Rabbimiz! Sen bunları batıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tespih (tenzih) ederiz. Bizi ateş azabından koru."
Zikir Müzemmil suresinin 8. ayeti ile üzerimize farz kılınıyor. Ahzab suresi 41. ayetinde daha çok zikir emri ile karşılaşıyoruz. Ve Ali İmran 191 ve Nisa 103'de görüldüğü gibi zikrin aralıksız yapılması üzerimize farz kılınmıştır.
33/ AHZAB-41: Yâ eyyühelleziyne âmenûzkürullahe zikren kesiyrâ.
Ey îmân edenler , Allah'ı çok zikredin.