Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dünyanın cadılığı (büyücülüğü) hakkında misâller ve dünya ehlinin gafleti

CE_Neferi69

New member
Katılım
27 Ocak 2009
Mesajlar
423
Tepkime puanı
852
Puanları
0
Konum
Almanya / Baden-Württemberg
DÜNYANIN CADILIĞI (BÜYÜCÜLÜĞÜ)
HAKKINDA MİSÂLLER VE DÜNYA
EHLİNİN GAFLETİ


Kimyâ-i Saâdet - İmam Gazâli
ÜÇÜNCÜ UNVAN / DÖRDÜNCÜ FASIL

BİRİNCİ MİSÂL: Dünyanın birinci büyücülüğü
şöyledir: Kendini sana devamlı kalacak şekilde
gösterir. Halbuki o, hareket eder ve devamlı senden
kaçar. Fakat tedricî [azar azar] ve gayet yavaş
hareket eder. Dünya, kendisine baktığın zaman
hareketsiz görünen ve fakat daima yürüyen bir
gölgeye benzer. Bilirsin ki, ömrün devamlı gidiyor
ve tedrici olarak her an biraz daha azalıyor, işte o
dünyadır, senden kaçıyor, sana veda ediyor [senden
ayrılıyor], sen ise bunu anlamıyorsun!

BAŞKA MİSÂL: Büyülerinden biri de, kendini
sana veriyor şeklinde göstermesi, seni kendine âşık
etmesi, seninle kalacağını, bir başkasına
varmayacağını imâ etmesidir. Halbuki sonra aniden
sana düşman kesilir. Bu, erkekleri aldatıp, kendine
âşık eyleyen, sonra evine götürüp öldüren,
zehirleyen zalim bir dul kadına benzer.
Isa (aleyhisselâm) keşfinde dünyayı ihtiyar bir
kadın şeklinde görüp sordu: «Kaç kocan vardır?».
Dünya, «O kadar çok ki, sayamam», dedi. «Öldüler
mi, yoksa seni boşadılar mı?» buyurdu. «Hayır!
Belki hepsini ben öldürdüm», dedi. İsâ
(aleyhisselâm) bunun üzerine, «Bu ahmaklara
şaşarım ki, diğerlerine ne yaptığını görürler de yine
seni isterler, hiç ibret almazlar» buyurdu.

BAŞKA MİSÂL: Dünyanın büyülerinden biri de,
dışını süsleyip, belâ ve mihnetleri örtmesi, dışına,
yüzüne bakan cahilleri aldatmasıdır. Çirkin yüzünü
örten, ipekli ve süslü elbiseler giyen ihtiyar bir
kadına benzer. Uzaktan onu görenler ona âşık
olurlar. Ama yüzünden örtüyü kaldırınca pişman
olur, üzülürler. Onun rezilliğini görürler. Hadîs-i
şerifte geldi ki: «Kıyamet günü dünyayı yeşil
gözlü, dişleri dökülmüş ihtiyar, çirkin bir kadın
şeklinde getirirler; İnsanlar ona bakınca: Allah
korusun! Bu nedir? Böyle rezil, böyle çirkin derler.
Onlara denir ki: Bu, uğruna birbirinizi
kıskandığınız, birbirinize düşman kesildiğiniz, kan
döktüğünüz, sıla-i rahmi terkettiğiniz, ona
aldandığınız dünyadır. Sonra onu Cehenneme
atarlar. Der ki: Yarabbi, beni sevenler nerededir?
Allahü Teâlâ onların da getirilip Cehenneme
atılmasını emreder.»

BAŞKA MiSAL:
Bir kimse dünyada
bulunmadığından önceki ezeli ve içinde
bulunmayacağı âtideki seneleri ve ezelle ebed
arasındaki bu birkaç günü [kendi ömrünü] hesap
ederse, dünyanın bir sefer yolu olduğunu, birinci
menzilinin beşik, son konağının mezar ve bunun
arasında kaç konak bulunduğunu anlar. Her yıl, bir
konak gibi; her ay bir fersah (yaklaşık olarak altı
kilometre] gibi; her gün, bir mil gibi ve her nefes
bir adım gibidir. O ise durmadan yürüyor. Kiminin
bu yoldan bir fersahı kalmış, kiminin daha az,
kiminin daha çok kalmış. O ise daima burada
kalacakmış gibi gamsız ve düşüncesiz
oturmaktadır. On sene sonra bile kendine lâzım
olmayacak şeyleri düşünmekle meşgul olur.
Halbuki on güne varmaz, toprak altında olacaktır.

BAŞKA MİSÂL: Dünyayı sevenler, onda
buldukları lezzetlerle âhirette rezillik ve sıkıntı
çekenler; çok fazla yağlı yemekler yeyip, tatlı
şerbetler içip midesini bozan, sonra da midesinde,
nefsinde ve kazuratındaki rezaleti görüp utanan,
pişman olan; lezzetleri geçti, rezilliği kaldı diyen
kimse gibidir. Yemek ne kadar iyi olursa ağırlığı da
o kadar çok olduğu gibi, dünya lezzetleri de ne
kadar çok olursa sonu o kadar rüsvay ve rezil
olmaktır. Bunun böyle olduğu can verirken belli
olur. Zira nimeti, bağı - bostanı, cariye ve köleleri,
altını ve gümüşü çok olanların, ölürken bunlardan
ayrılık emeli; az olanlarınkinden daha çok olur. Bu
elem ve azap ölümle yok olmaz. Hattâ daha da
artar. Çünkü, o sevgi kalbin sıfatıdır. Kalb ise
kendi yerinde olur, ölmez.

BAŞKA MİSÂL: Dünya işlerinden insanın
karşılaştığı kendisine az görünür, bununla
meşguliyetinin uzun sürmeyeceğini zanneder.
Belki de işlerinin yüz tanesinden bir tanesi ortaya
çıkar ve ömrü o işte geçer! İsâ (aleyhisselâm)
buyuruyor: «Dünyayı arayan, deniz suyu içene
benzer. Ne kadar çok içerse, daha çok susar, içer
içer, nihayet ölür. Fakat susuzluğu, harareti
eksilmez». Bizim Peygamberimiz (aleyhi
efdâlüssalâti ve ekmelüttehıyyât) buyuruyor: «Bir
kimsenin suya girip ıslanmaması mümkün
değildir» (1}.

BAŞKA MİSÂL: Dünyaya gelen; misafirler için
odalar süslemek, onları grup grup çağırmak,
önlerine üzerinde kuru yemişler bulunan altın
tabak, öd ve buhurlu mangal koyup çeşitli güzel
kokular arasında tatlı yediren ve geriye, başkaları
geleceği için, tabak ve mangalı bırakıp meyveleri
yenen bir misafirperverin evinde misafir olmaya
benzer. O hâlde onun âdetini bilen ve akıllı olan
herkes öd ve buhurun kokusuna bürünür, meyveyi
yer, tabak ve mangalı bırakır, şükür eder ve gider.
Ahmak olan bunları kendisine verdiklerini
zannedip alıp götürmek ister. Gideceği zaman
elinden aldıklarına üzülür, canı sıkılır, feryad eder.
İşte dünya da böyle; yolcuların azıklarını bedava
alacakları, fakat içerde olanlara tama'
etmeyecekleri misafir konağıdır.

BAŞKA MİSÂL: Dünyayı sevenler, dünya işleri ile
meşgul olup âhireti unutanlar; gemide bulunup, bir
adaya yanaşıp kazâ-yı hacet ve taharet için dışarıya
çıkanlar gibidir. Kaptan, bağırır ve der ki; «Hiç
kimse fazla kalmasın. Temizlikten başka bir şeyle
meşgul olmasın. Gemi hemen kalkacak». Onlar
adaya dağılırlar. Akıllı olanlar, çabucak temizlenip
geri dönerler. Gemiyi boş bulup daha güzel ve
uygun bir yer tutup oraya otururlar. Diğer bir grup,
adanın güzelliğine, acayipliğine şaşar, kalırlar. Onu
seyre koyulurlar. Ondaki çiçeklere, tatlı tatlı öten
bülbüllere, etraftaki süslü çakıl taşlarına bakar
kalırlar. Geri dönünce, gemide rahat bir yer
bulamazlar, dar ve karanlık yerde otururlar. Oranın
sıkıntısını çekerler. Diğer bir grup, yalnız bakmakla
kalmayıp, o süslü güzel çakıl taşlarını, çiçekleri
toplarlar, beraberinde götürürler; gemide yer
bulamazlar, dar bir yere sıkışır, kalırlar ve çok defa
o çakıl taşlarını omuzları üzerinde taşırlar. Bir iki
gün geçince o güzel renkler solar, kararır, onlardan
nahoş kokular gelmeye başlar. Atacak yer
bulamazlar. Pişman olurlar, onların yükünü ve
sıkıntısını omuzlariyle çekerler. Bir başka grup,
adanın güzelliğine şaşar ve öyle kalırlar. Gemiden
uzak kalıp gemiyi kaçırırlar. Kaptanın sesini
duymazlar. Adada kalırlar. Böylece bazısı açlıktan
ölür. Bazısını yırtıcı hayvanlar öldürür. Birinci
grup takva sahibi mü'minlere benzer, sondakiler de
kâfirlere. Zira kendilerini, Allahü Teâlâ'yı ve
âhireti unuttular. Bütün varlıklarını dünyaya
verdiler. Ayet-i kerimede, «Âhirete nisbetle, dünya
hayatını daha çok sevdiler» (2), buyuruldu.
Aralarında bulunan iki grup, âsiler gibidir, imanın
aslını korudular, fakat dünyadan el çekmediler. Bir
kısmı fakirlikten pay aldı. Bir kısmı çok nimetler
toplayıp, yükü ağır oldu.

(1) C. Zühd, 3: H. Rİkâk, 2.
(2) 16 - Nahl: 107.
 
Üst Alt