sen Mehdi Resule Aşağılayıcı sözler söyleyeceksin ben sessiz kalacağım öylemi ?
Her devirde Resuller çoğunluk tarafından yalanlanmış
TEVBE-33: Huvellezî ersele
resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Müşrikler kerih görseler bile; resûlünü, dîn üzerine, dînin bütününü (bütün özelliklerini) izhar etmesi (ortaya çıkarması) için hidayetle, hak dîn ile gönderen, O’dur.
sevgili kardeşlerim bu kitab ALLAH IN SÖZÜ bütün zamanlara hitab edr ve diyorki biz her kavime kendi lisanıyla elçiler göndeririz kitabı öğretsin diye
İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min
resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, hikmet sahibi’dir.
MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten
resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra
Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase
resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez.Ve
Biz,bir resûl göndermedikçe “azap edici” olmadık.
sevgili kardeşlerim gidin meallere bakın nerede resul geçiyorsa adamlar peygamber diye yazmışlar
kurana göre nebi peygamber
resul elçi demektir
neden mi
böyle yapmışlar
yaşayan ve kıyamete kadar da var olacak olan resulleri örtmek için
ahzab 40 a dikkatle bakın kardeşlerim
peygamberimiz S.A.V son nebi son resul değil
AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve
hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve
Nebîlerin (Peygamberlerin) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Bu kitab Allah ın kitabıdır ve en üst seviyede sadece Allah ın öğretmenleri tarafından öğretilir
Sevgili okuyucular, Allah'a ruhunuzu olmeden evvel ulastirmayi dilediniz. Dilediginiz anda dalâletten kurtuldunuz. Hacet namazi ile Allahtan mursidinizi sormaniz ve mursidinize ulasmaniz uzerinize farz. Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ buyurmaktadır:
“Veste’ınu bissabri vessalâh. Ve inneha lekebiratün illâ alel haşi’ın.” 2/Bakara-45
(
Allah’tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu, (hacet namazı ile kişiyi Allah’a ulaştıran mürşidi sormak) huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Buradaki istiane, Allah’ın özel yardımı, olan Allah’ın tayin ettiği mürşiddir.
(Rabbimiz, Allah'a ulasmayi diledikden sonra, sizin hidayetinize vesile olacak mursidi otomatik olarak nasip eder ve buldurur)
Buna dair ayetler; 1- Kasas-50. Allahû Tealâ buyuruyor;
"Fein lem yesteciybû leke fa'lem ennemâ yettebi'ûne ehvâehüm, ve men edallü mimmenittebe'a hevâhü bigayri hüden minallah, innallahe lâ yehdiylkavmezzâlimiyn."
Eğer sana (senin hidayete erdirme davetine) icabet etmezlerse (uymazlarsa), o zaman bil ki onlar hevalarına (nefislerine) tâbî olmuşlardır.
Allah'tan (Allah'ın tayin ettiği) hidayetçiye değil de hevasına (nefsine) tâbî olan kişiden daha çok dalâlette olan kim vardır? Muhakkak ki Allah zalim kavimleri hidayete erdirmez.
Demek ki, davetçiye (Allah'ın davetçisine, Allah'ın hidayetçisine) tâbî olmayan herkes dalâlette. Kur'ân-ı Kerim'in pek çok âyetinde bu konu geçiyor. Hidayetçiler diyor ki; Bana tâbî ol ki, seni hidayet yoluna ulaştırayım. Bütün hidayetçiler aynı şeyi söylüyorlar: "Bana tâbî olun ki, sizi Sırat-ı Müstakiym'e ulaştırayım." Peygamber Efendimiz (S.A.V) de herkese aynı şeyi söylüyor. "Bana tâbî olun ki, sizi hidayete erdireyim." Erdirmiş mi? Bütün sahâbeyi erdirmiş. Zümer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde bütün sahâbenin hidayete erdiği (ruhlarını Allah'a ulaştırdıkları) kesin. Öyleyse sevgili okuyucular, şimdi olayın bu noktasında birinci âyet-i kerime, Kasas-50
Kim mürşidine değil de kendi nefsine tâbî olmaya devam ederse, kendi nefsine tâbî olursa (hevasına tâbî olursa) onların hepsi dalâlettedir. Mürşidine tâbî olmayan dalâlette.
2- Taha-123
"Kaâlehbitâ minhâ cemiy'an ba'duküm liba'dın adüvv, feimmâ ye'tiyenneküm minniy hüden femennittebe'a hüdâye felâ yadıllu ve lâ yeşkaâ."
Birbirinize düşman olarak oradan hepiniz aşağı inin. Bizden size
yaşadığınız devrede hidayetimiz geldiği zaman, kim hidayetçimize tâbî olursa o dalâlette kalmaz ve şâkî de olmaz.
Sadece hidayetçiye tâbî olanlar hidayete ererler, diyor.
3- Kehf-17
"Men yehdillâhü fehüvelmühted, ve men yudlil felen tecide lehü
veliyyen mürşidâ."
Allah kimi kendisine hidayet etmişse (kimin ruhunu kendisine ulaştırmışsa) o muhakkak ki hidayete ermiştir.
Kim de dalâlete düşmüşse onun için bir velî mürşid bulunmaz.
Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişiye hiçbir zaman hidayetçi gelmez. O kişi hidayete hiçbir zaman eremez, ebediyyen dalâlette kalır. Bunun için burada kimler dalâletteyse onlar için bir velî mürşid olmadığından hidayete ermemişlerdir. Neden? Aramamışlardır. Bakınız Cin Suresinin 14. âyet-i kerimesi ne söylüyor:
"Ve ennâ minnelmüslimûne ve minnelkaâsitûn, femen esleme feülâike teharrev reşedâ."
Muhakkak ki bizlerden Allah'a teslim olanlar da var (kalpleri) kasiyet (bağlamış) olanlar da var. Kim (Allah'a) teslim olmayı dilerse mürşidini arar.
Aramazsanız o zaman hidayete eremezsiniz. Kehf Suresinin 17. âyet-i kerimesinde söylendiği gibi dalâlette kalırsınız sevgili okuyucular, mürşidinize ulaşmayı dilemedikçe.
4- Casiye-23
"Efere'eyte menittehaze ilâhehü hevâhü ve edallehullahü alâ ilmin ve hateme alâ sem'ıhî ve kalbihî ve ce'ale alâ basarihî gışâveh, femen yehdiyhi min ba'dillâh, efelâ tezekkerûn."
Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim), Allah onları bir ilim üzere dalâlette bırakır, onların kalplerindeki sem'i (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah'tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâla düşünmez misiniz?
Onlar kendilerine nefslerinin hevasını ilâh edinenlerdir, diyor. Ve adlarını veriyor: Dalâlette olanlar...
Sevgili okuyucular, sadece mürşidlerine tâbî olmayanlar dalâlettedirler. Allahû Tealâ zaten açık hükmünü de veriyor onların kâfir olduklarına dair. "Onların kalpleri mühürlüdür" diyor. Kalpleri mühürlü olan bütün insanlar, kalplerinin mührü açıldığı güne kadar kalbin içindeki küfür kelimesiyle yaşarlar. Kimin kalbinde küfür yazılıysa Kur'ân-ı Kerim onlara "kâfirler" diyor.
- 5- Cuma-2
"Hüvelleziy be'ase fiyl'ümmiyyiyne resûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtihî ve yüzekkiyhim ve yü'allimühümülkitâbe velhikmete ve in kânû min kablü lefiy dalâlin mübiyn."
Onlara onların içinde Allah'ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından Resûl' be'as eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah'tır. Ondan evvel (bu Resûl'e tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler. Tâbiiyet dalâletten kurtulmanın temel şartı.
6- Al-i İmran-164
"Lekad mennallahü alel mü'minîne iz be'ase fîhim
resûlen min enfüsihim yetlûaleyhim âyâtihi ve yüzekkihim ve yü'allimühümülkitâbe velhikmeh, ve in kânû min kablü lefî dalâlin mübîn."
Andolsun ki mü'minlerin (başlarının) üzerine (resûl'lerin ruhları) bir ni'met olmak üzere kendi zamanlarında kendi içlerinden bir Resûl be'as ederiz, onların aralarında (her kavmin içinde) onlara Allahın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir.
Ondan evvel (bu mürşid Resûl'lere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Sevgili okuyucular, "Bu Resûl'e tâbî olmadan evvel onlar apaçık bir dalâlet içindeydiler" diyor Allahû Tealâ. Tâbî olmamak Allahû Tealâ'nın dalâlette olma işareti. Daha evvel de söylediğimiz gibi her kavimde şu anda resûller yaşıyor. O resûle veya onların yetiştirmiş olduğu çevredeki bütün mürşidlerden Allah'ın gösterdiği herhangi birine, tâbî olmak meseleyi çözüyor.
7- Ahkâf-32
"Ve men lâ yücib dâ'ıyallahi feleyse bimu'cizin fiyl'ardı ve leyse lehü min dûnihîevliyâ', ülâike fiy dalâlin mübiyn."
Allah'a davet edene icabet etmeyen (tâbî olmayan) kişi dünya üzerinde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostu da yoktur.
Onlar (Allah'ın davetçisine tâbî olmayanlar) açık bir dalâlet içindedirler.
8- Nahl-36
"Ve lekad be'asnâ fiy külli ümmetin
resûlen eni'büdullahe vectenibûttâguût, feminhüm men hedallahü ve minhüm men hakkat aleyhiddalâleh, fesiyrû fiyl'ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetülmükezzibiyn."
Ve andolsun ki biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde Resûl'ler be'as ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah'a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu (resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu).
Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Yani tâbî olanlar olmuşlar, hidayete ermişler. Tâbî olmayanlar mı? Onlar da tâbî olmadıkları için üzerlerine dalâlet hak olmuş.
9- Zümer-23
"Allahü nezzele ahsenelhadîys, kitâben müteşâbihen mesâniy, takşa'ırru minhü cülûdülleziyne yahşevne rabbehüm, sümme teliynü cülûdühüm ve kulûbühüm ilâ zikrillâh, zâlike hüdallahi yehdiy bihi men yeşâ, ve men yudlilillâhü femâ lehü min hâd."
Allah ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât) kitaba müteşabih (benzer) olarak indirir. Bu (nurlar)dan insanların derileri (tüyleri) ürperir ve Rab'lerine karşı huşû sahibi olurlar, sonra Allah'ın zikri ile (bu nurlar) kişinin derilerini (vücudunu) ve (nefsinin) kalbini yumuşatır (titretir, aydınlatır, tezkiye eder ve böylece kişinin ruhunu Allah'a ulaştırır ve onu hidayete erdirir). İşte bu Allah'ın hidayetidir ki, Allah dilediği kişiyi (nefsini Allah'ın nurlarıyla tezkiye ederek ve böylece Zat'ına ulaştırarak) hidayete erdirir.
Kimi de dalâlette bırakırsa onun için bir hidayetçi yoktur. (Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için, hidayetçi dilemedikleri için Allahû Tealâ onlara hidayetçiyi ulaştırmıyor.)
10-Araf-186
"Men yudlilillâhü felâ hâdiye leh, ve yezerühüm fiy tuğyânihim ya'mehûn."
Allah kimi dalâlette bırakırsa onun için hidayetçi yoktur. Allah onları isyanları (azgınlıkları) içinde şaşkın bir halde bırakır.
Bakınız bir tarafta Allahû Tealâ dilediğini hidayette bırakır diyor, bir tarafta da dalâlette bıraktıklarının Allah'ın Zat'ına davetine isyan edenlerin olduğunu söylüyor. Mürşidin davetine isyan edenlerin, mürşide ulaşmayanlar, ulaşmayı talep etmeyenler olduğunu söylüyor. Öyleyse kimler mürşidlerine ulaşmaz bir uslûp içerisindeyse onlar Allah'a asi olmuşlardır, isyan etmişlerdir ve ruhlarını Allahû Tealâ'ya doğru yola çıkartabilmeleri için onların mutlaka mürşidlerine tâbî olmaları gerekiyor. Çünkü gördük ki, mürşidin ruhu başının üzerine gelmedikçe kişinin ruhu vücudundan ayrılmıyor. Öyleyse kişinin ruhunun Allah'a doğru yola çıkabilmesi, kişinin mürşidine tâbî olmasına bağlıdır. Kim tâbî olmazsa onun ruhu Allah'a doğru yola çıkamaz. Kişinin kurtuluşu da hiçbir şekilde mümkün değildir. Ve o kişi ebediyyen dalâlette kalır. Şimdi Allahû Tealâ diyor ki, Rad Suresinin
25. âyet-i kerimesinde;
"Velleziyne yankudûne ahdallahi min ba'di miysâkıhî ve yakta'ûne mâ emerallahü bihî en yûsale ve yüfsidûne fiyl'ardı ülâike lehümüllağnetü ve lehüm sûüddâr."
Onlar misaklerini yerine getirdikten sonra (ruhlarını Allah'a ulaştırdıktan sonra) Allah'ın ahdini (yemin, misak ve ahdlerini) bozarlar, ve Allah'ın O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi (vuslattan sonra ruhlarının Allah ile bağlantılarını) keserler (fıska düşerler) ve (böylece) yeryüzünde fesat çıkarırlar. (Başka insanların Allah'a verdikleri 3 yeminlerini yerine getirmelerine mâni olurlar ve böylece Allah'ın emirlerine karşı çıktıkları için fesat çıkarırlar.) Lânet onların üzerinedir. Onlar için ne kötü bir yurt var (cehennem).
Kimler bunlar? Mürşidlerine ulaşmadıkları için ruhları vücutlarından ayrılmamış olanlar. Allah'ın emrine isyan etmiş olanlar. Yeryüzünde fesat çıkaranlar. Sevgili okuyucular, bunların hepsinin Allahû Tealâ cehenneme gideceğini söylüyor.
Şimdi buradan bir sonuca varıyoruz. 10 tane âyet-i kerime, mürşidine ulaşamayan kişinin dalâlette olduğunu söylüyor. Ve Sırat-ı Müstakiym'in üzerinde bulunamayanların da dalâlette olduğunu Fatiha Suresi kesin olarak ifade ediyor.
"Elhamdülillahi rabbil alemin errahmanirrahim maliki yevmiddin iyyake na'büdü ve iyyake nestain ihdinassıratalmüstakım sıratellezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim veleddâllin."
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adır. Rahmân'dır, Rahîm'dir. Dîn günü'nün MALİK' idir. Allahım ! Yalnız Sana kulluk eder, ve yalnız Sen'den İSTİANE isteriz. (Bu istianen ile) bizi SIRAT-I MÜSTAKİYM'e hidayet et (ulaştır). O (SIRAT-I MÜSTAKİYM) ki; üzerlerine ni'met verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (mürşidlerine ulaşamayanların) yolu değil.