Doğru Kitap Hangisi?
ü İslami metinler olarak sunduğu “nass”lar hem tarihen hem içtutarlılık olarak %100 kesinlikte, çelişkisizlikte ve sağlamlıkta olmalı.
İslam çelişkisiz, tutarlı bir bütünselliğe sahip olduğundan diğerlerinden farklı bir konuma sahip. Eğer İslam adına ortaya konan söylemler İslam’ın kendi öz tutarlılığının aksine bu bütünsellikten kopuk bir dizi doğruları savunuyorlarsa çelişik ve parçalanmış bir düşünceyi İslam adına ifade ediyorlar demektir ki bu durum İslam’ın kendisini değil bu söylemlerin İslamliğini sorgulamamıza sebep olur. Tevhid ve Adalet tasavvurları problemli olanların “delil” tasavvurlarının da sağlıklı olması beklenemez. O halde Tevhid ve Adalet’te mutlak tenzihi savunmayan, Allah ile yarattıkları arasındaki mutlak zıtlığı/ontolojik ayrışmayı çiğneyen her türlü iddia Allah’tan bize sunulan “hucciyet” (delillendirme) konusunda da çelişkiye düşer. Hatırlanacak olursa Mesihiler ve Yahudiler de sadece Allaha iman etme iddiasındaydılar bu anlamda müslümandılar ilah anlayışları deforme olduğundan kulların yorumları ve anlayışlarıyla Allah’ın sözleri arasında “mutlak bir tenzih” gerçekleştiremediler. Birbirini besleyen bir döngü olarak bu karışımla oluşturdukları “kitap/kaynak”lar da onların sorunlu tasavvurlarını yaşatır oldu. Böylece yola müslüman olarak başlayanlar bu kimliklerine o kadar yabancılaştılar ki Musacı ya da İsacı oldular ama bu durumlarıyla Musa ve İsa’nın yolundan ayrılmış, kraldan çok kralcı olmuş oldular. Bugün onları başkalaşımlarının sonucu olarak Yahudi ve Mesihi olarak adlandırıyoruz.
Aynı süreci onlardan sonra gelen müslümanlar da yaşadılar, çünkü sünnetullah kimseye has muamele yapmaz, kim onu olumlu yönde işletirse aynı sonucu alır, durum olumsuz sonuçlar için de geçerli... İslamoğlu hoca’nın “Yahudileşme ve Hristiyanlaşma temayülleri” olarak tanımladığı zaaf noktası İslam’ın kriteri, ölçüsü olarak insanlara Allah’ın kitabıyla birlikte kulların yorumlarının sunulmasına yol açtı. Allah’ın dini ile kulların bu dinden anladıklarını eşit seviyede değerlendirme yanılgısı bununla durmadı iş netlikten bulanıklığa sürüklenen bir kaynak kargaşasına, ölçülerin çatışmasından ölçüsüzlüğe yol açtı.
Ölçü dediğimiz şey ekseni oluşturur, siz bu eksen sayesinde kıblenizi bulur, doğruyla yanlışı ayırt edebilirsiniz. Eğer ölçünüzü karıştırırsanız hakka batıl, batıla hakk deme karmaşasına düşersiniz. Bu anlamda ölçünün kesinlik taşıması gerekir. Bir bilginin ölçüt, belirleyen olması için onun sağlıklı kanallardan %100 kesinlikte bize ulaşması gerekir. Buna ulema “Subut-i Kat’i”lik demektedir. İkinci husus ise “Delalet-i Kat’i”lik olarak tanımlanan anlamın iç tutarlılığıdır. Bu şartlar objektif tarihçilerin şahitliğiyle ve mütevatir biçimde aktarımıyla Subut-i Kat’ilik şartlarını taşıyan tek ölçüt “Kur’an”dır. Bununla birlikte içtutarlılık yani Delalet-i Kat’ilik şartlarını da yine Kur’an taşımaktadır. Bu sebeple İslam düşüncesindeki tek ölçüt/furkan Kur’an’dır. Bu tespitimiz Kur’an dışındaki diğer kaynakları toptan reddetmemizi gerektirmez. Aksine diğer tüm kaynakları bu tek ölçüt dairesinde değerlendirmemizi, ölçüye uyanlardan faydalanmamızı uymayanlardan uzaklaşmamızı gerektirir.
·Kaynağı İlahi olan Din’in ölçütü de ilahi olmalıdır.
·İlahi olan bu bilgi tarihsel olarak kesin bir biçimde bize ulaşmalıdır ki biz onun gerçekten ilahi olduğunu bilebilelim.
·İçtutarlılığa sahip olmalı, çelişkiden beri olmalıdır ki ilahi bir metin böyle olmak zorundadır.
Bu ilkeleri dünyadaki tüm kutsal metinlere uygulayabiliriz. Hangisi bu sınavdan gerçek anlamda geçebiliyorsa o metin iman edilecek, furkan yapılacak metindir. Bugün itibariyle bu sınavdan sadece Kur’an geçebilmektedir. Kur’an’ın Eski Ahid ( Hz. Musa’ya verilen 5 Kitap ve İsrailoğulları nebilerine verilen vahiyler) ve Yeni Ahid (İnciller ve Havarilere atfedilen metinler)’i nesh etmesindeki mantık ta burada yatmaktadır. Çünkü içlerinde Tanrısal mesajdan izler taşısalar da güvenilirlikleri hem tarihsel hem de içmetin tutarlılığı açısından sağlıksızlaştığından furkan/kriter olma özelliğini kaybettiklerinden %100 kesinlikte bir İlahi mesajla nesh edilmişlerdir. Nesh’in varoluş amacı, çelişkili iki metinden daha sağlamının zayıf olanı ortadan kaldırmasıdır. “Dinde netliğin ve kesinliğin olması için net ve kesin olanın bulanık olanın belirleyiciliğini iptal etmesi” anlamına gelen “Nesh” bu sebeple Kur’an’ın içinde değil dışında anlamlıdır. Aslında Kur’an’ın nesh edici bu özelliği “koruma” devam etmektedir (ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine aklen ve naklen inanıyoruz.) Çünkü korunmamış bir metin furkan olamaz ve bu yeni bir mesajı gerekli kılar.
İslam çelişkisiz, tutarlı bir bütünselliğe sahip olduğundan diğerlerinden farklı bir konuma sahip. Eğer İslam adına ortaya konan söylemler İslam’ın kendi öz tutarlılığının aksine bu bütünsellikten kopuk bir dizi doğruları savunuyorlarsa çelişik ve parçalanmış bir düşünceyi İslam adına ifade ediyorlar demektir ki bu durum İslam’ın kendisini değil bu söylemlerin İslamliğini sorgulamamıza sebep olur. Tevhid ve Adalet tasavvurları problemli olanların “delil” tasavvurlarının da sağlıklı olması beklenemez. O halde Tevhid ve Adalet’te mutlak tenzihi savunmayan, Allah ile yarattıkları arasındaki mutlak zıtlığı/ontolojik ayrışmayı çiğneyen her türlü iddia Allah’tan bize sunulan “hucciyet” (delillendirme) konusunda da çelişkiye düşer. Hatırlanacak olursa Mesihiler ve Yahudiler de sadece Allaha iman etme iddiasındaydılar bu anlamda müslümandılar ilah anlayışları deforme olduğundan kulların yorumları ve anlayışlarıyla Allah’ın sözleri arasında “mutlak bir tenzih” gerçekleştiremediler. Birbirini besleyen bir döngü olarak bu karışımla oluşturdukları “kitap/kaynak”lar da onların sorunlu tasavvurlarını yaşatır oldu. Böylece yola müslüman olarak başlayanlar bu kimliklerine o kadar yabancılaştılar ki Musacı ya da İsacı oldular ama bu durumlarıyla Musa ve İsa’nın yolundan ayrılmış, kraldan çok kralcı olmuş oldular. Bugün onları başkalaşımlarının sonucu olarak Yahudi ve Mesihi olarak adlandırıyoruz.
Aynı süreci onlardan sonra gelen müslümanlar da yaşadılar, çünkü sünnetullah kimseye has muamele yapmaz, kim onu olumlu yönde işletirse aynı sonucu alır, durum olumsuz sonuçlar için de geçerli... İslamoğlu hoca’nın “Yahudileşme ve Hristiyanlaşma temayülleri” olarak tanımladığı zaaf noktası İslam’ın kriteri, ölçüsü olarak insanlara Allah’ın kitabıyla birlikte kulların yorumlarının sunulmasına yol açtı. Allah’ın dini ile kulların bu dinden anladıklarını eşit seviyede değerlendirme yanılgısı bununla durmadı iş netlikten bulanıklığa sürüklenen bir kaynak kargaşasına, ölçülerin çatışmasından ölçüsüzlüğe yol açtı.
Ölçü dediğimiz şey ekseni oluşturur, siz bu eksen sayesinde kıblenizi bulur, doğruyla yanlışı ayırt edebilirsiniz. Eğer ölçünüzü karıştırırsanız hakka batıl, batıla hakk deme karmaşasına düşersiniz. Bu anlamda ölçünün kesinlik taşıması gerekir. Bir bilginin ölçüt, belirleyen olması için onun sağlıklı kanallardan %100 kesinlikte bize ulaşması gerekir. Buna ulema “Subut-i Kat’i”lik demektedir. İkinci husus ise “Delalet-i Kat’i”lik olarak tanımlanan anlamın iç tutarlılığıdır. Bu şartlar objektif tarihçilerin şahitliğiyle ve mütevatir biçimde aktarımıyla Subut-i Kat’ilik şartlarını taşıyan tek ölçüt “Kur’an”dır. Bununla birlikte içtutarlılık yani Delalet-i Kat’ilik şartlarını da yine Kur’an taşımaktadır. Bu sebeple İslam düşüncesindeki tek ölçüt/furkan Kur’an’dır. Bu tespitimiz Kur’an dışındaki diğer kaynakları toptan reddetmemizi gerektirmez. Aksine diğer tüm kaynakları bu tek ölçüt dairesinde değerlendirmemizi, ölçüye uyanlardan faydalanmamızı uymayanlardan uzaklaşmamızı gerektirir.
·Kaynağı İlahi olan Din’in ölçütü de ilahi olmalıdır.
·İlahi olan bu bilgi tarihsel olarak kesin bir biçimde bize ulaşmalıdır ki biz onun gerçekten ilahi olduğunu bilebilelim.
·İçtutarlılığa sahip olmalı, çelişkiden beri olmalıdır ki ilahi bir metin böyle olmak zorundadır.
Bu ilkeleri dünyadaki tüm kutsal metinlere uygulayabiliriz. Hangisi bu sınavdan gerçek anlamda geçebiliyorsa o metin iman edilecek, furkan yapılacak metindir. Bugün itibariyle bu sınavdan sadece Kur’an geçebilmektedir. Kur’an’ın Eski Ahid ( Hz. Musa’ya verilen 5 Kitap ve İsrailoğulları nebilerine verilen vahiyler) ve Yeni Ahid (İnciller ve Havarilere atfedilen metinler)’i nesh etmesindeki mantık ta burada yatmaktadır. Çünkü içlerinde Tanrısal mesajdan izler taşısalar da güvenilirlikleri hem tarihsel hem de içmetin tutarlılığı açısından sağlıksızlaştığından furkan/kriter olma özelliğini kaybettiklerinden %100 kesinlikte bir İlahi mesajla nesh edilmişlerdir. Nesh’in varoluş amacı, çelişkili iki metinden daha sağlamının zayıf olanı ortadan kaldırmasıdır. “Dinde netliğin ve kesinliğin olması için net ve kesin olanın bulanık olanın belirleyiciliğini iptal etmesi” anlamına gelen “Nesh” bu sebeple Kur’an’ın içinde değil dışında anlamlıdır. Aslında Kur’an’ın nesh edici bu özelliği “koruma” devam etmektedir (ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine aklen ve naklen inanıyoruz.) Çünkü korunmamış bir metin furkan olamaz ve bu yeni bir mesajı gerekli kılar.