Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dîvân-ı İlahî'de Durmak

noanda

New member
Katılım
1 Tem 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Namaz” Fars dilinden Türkçe’ye geçmiş bir kelime, duâ ve ibâdet anlamında. Namazın Arapça karşılığı olan “salât” kelimesinin de iki anlamı var: Biri yine duâ, diğeri ise “ateşe vurmak”.

Namaz duâdır. Namaz kılan bütün organlarıyla Allah’a duâ ederken âzâları âdetâ dil kesilir. Kul, bütün âzâlarının katıldığı bir lisan ile gönülden duâ edince duâsına icâbet edilmesi bir vaad-i ilâhîdir. Nitekim Allah Teâlâ “ Bana duâ edin ki Ben duânıza icâbet edeyim.” (Gafir, 40/60) buyurmaktadır.
Bu âyet-i kerimede mutlak bir duâ emri var. Mutlak emir, gönülden duânın, şartsız kabûlüne delildir. Kime duâ ettiğinin şuûrunda olan bir kul, duâ edince perdeler açılır ve dileği yerine getirilmek üzere “divân-ı ilâhî” ye iletilir.

Namaz ateşe vurmaktır. Nasıl eğri ağaçtan baston ve asâ gibi şeyler yapılacağında ateşe vurulup ısıtılarak düzeltilirse, insanın nefs-i emmâreden kaynaklanan eğrilikleri namaz sâyesinde zâhir olan azamet-i ilâhiyye nûrlarıyla ısıtılıp düzeltilir.

Bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Namaz tevâzudur, yalvarmadır, günahtan pişmanlıktır ve ellerini kaldırıp “Allah’ım!” diye yakarmadır. Kim böyle yapmazsa namazı eksiktir.” (krş. Tirmizi, Salat, 166, İbn Hanbel, I, 211)
Namaz divân-ı ilâhîde durmak olduğu kadar Allah’ı unutmamak ve O’nunla beraber olmaktır. Nitekim Kur’an’da: “Beni zikretmek için namaz kıl!” (Tâhâ, 20/14) “Gâfillerden olma !” (el-A’râf, 7/205) buyurulmaktadır. Namazın farz kılınışı, hac ve menâsiki ile diğer emirlerin hepsi, Allah’ı hatırlatmak O’nun zikrini ikâme etmek içindir. (bk. Mevsûa etrâfi’l-hadis, III, 539) Bu yüzden namazın şuûr hâlinde ve huşû içinde olması gerekmektedir.

HUŞUA ERMEK İÇİN
Bahâeddîn Nakşibend -kuddise sirruh-’a sordular:
“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?”
O da cevâben:
“–Dört şeyle, buyurup şunları beyân etti:
1. Helâl lokma,
2. Abdest sırasında gafletten uzak durmak,
3. İlk tekbîri alırken kendini huzûrda bilmek,
4. Namaz dışında da Hakk’ı aslâ unutmamak, yâni namazdaki huzûr, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devâm ettirebilmek.”

NAMAZA BÖYLE DUR
Hâtem-i Esam Hazretleri, namazın hakkıyla edâsı hakkında şöyle der:
“Evvelâ namaz için gerekli hazırlığı en güzel şekilde yerine getir.
Kâbe’yi iki kaşının arasına, Sırat’ı ayaklarının altına, cenneti sağına, cehennemi soluna al! Arkanda Azrâîl’in, senin tatlı canını almak için beklediğini tefekkür ile «bu namaz ömrümün son namazı» diyerek korku ve ümîd hâlinde Cenâb-ı Rabbü’l-âlemîn’in huzûruna dur!
Tahkîk ile tekbîr al! Ağır ağır ve mânâsını düşünerek Kur’ân oku! Tevâzû ile rukû, huşû ile secde eyle! Bedenin, namazın tabiî erkânına devam etsin, ancak rûhun dâimâ secde hâlinde kalsın ve o vuslattan bir nefes ayrılmasın!..”
 

noanda

New member
Katılım
1 Tem 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Râsulullah'ın Namazı

Râsulullah'ın Namazı

Namaza büyük ehemmiyet veren Resûl-i Ekrem Efendimiz, onu kılarken derin bir aşk, vecd ve istiğrak hâlinde olurdu. Rabbi’nin huzûrunda olduğunun şuurunda ve bunun gerektirdiği tâzim ve haşyet duyguları içinde namaz kılardı.
Abdullâh bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Efendimiz’in huşûunu şöyle anlatmaktadır:
“Bir keresinde Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 158)

İnsanın vücûdu, dili ve kalbiyle huşû içinde kıldığı ve kendisini bütünüyle Allâh’a verdiği namaz, muhabbetullâha nâil olmak ve O’nun sonsuz rahmetini harekete geçirmek için mühim bir sebeptir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-namazın büyük bir huşû ve saygı içerisinde, yalvarıp yakararak kılınması gerektiğini şöyle ifâde etmişlerdi:

Zira Efendimiz, kıyâmı uzun olan namazların daha faziletli olduğunu söylerdi. (Müslim, Müsâfirîn, 165) Dolayısıyla Efendimiz, nâfile kıldığı namazları dilediğince uzatır ve Allâh Teâlâ ile berâberlikten doyumsuz bir zevk alırdı. Bir gün nâfile namaz kılmakta olan Efendimiz’e tâbî olan Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

“Bir gece Allâh Resûlü ile berâber namaza durdum. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden, «Yüzüncü âyete gelince rukûya varır.» dedim. Yüzüncü âyete geldikten sonra da okumasını sürdürdü. «Herhalde bu sûre ile iki rekât kılacak» diye zihnimden geçirdim. Okumasına devam etti. «Sûreyi bitirince rükûya varır» diye düşündüm. Ancak yine bitirmedi, Âl-i İmrân sûresini okumaya başladı. Bitirince de Nisâ sûresine başladı. Ağır ağır okuyor; tesbih âyetleri geldiğinde «sübhânallâh» diyor, duâ âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze âyeti geldiğinde de Allâh’a sığınıyordu. Sonra rükûya vardı. «Sübhâne Rabbiye’l-Azîm» demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra «Semiallâhu limen hamideh. Rabbenâ leke’l-hamd» diyerek (doğruldu). Rükûda durduğuna yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede «Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ» diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta sürdü.” (Müslim, Müsâfirîn, 203)

Mevlânâ diyor ki;
Mevlâna -kuddise sirruh- insanı Allâh’a vâsıl eden gerçek namaz hâlini ve bu duyguları diğer vakitlerde de muhâfaza edebilenlerin durumunu şöyle terennüm eder:
“Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Halbuki âşıklar, dâimâ namazdadırlar! O gönüllerindeki aşk, başlarındaki ilahî sevgi, ne beş vakitle yatışır, ne de beş yüz bin vakitle geçer gider! «Beni az ziyâret et!» sözü, âşıklara göre değildir. Gerçek âşıkların canları pek susuzdur! «Beni az ziyâret et!» sözü balıklara uyar mı? Onların canları, deniz olmadıkça yaşayabilir mi? Bu denizin suyu pek korkunçtur; ama, balıkların mahmurluğuna göre bir yudumcuktur! Bir an için ayrı düşmek, âşığa bir sene gibi gelir.” (Mesnevî, beyt: 2669-74)
(Üsve-i Hasene shf. 123)
 
Üst Alt