DİRİLTTİĞİMİZ ORANDA DİRİLECEĞİMİZ MEKÂNLAR
CÂMİLERİMİZ VE BİZ
Kur’ân-ı Kerim, hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında bugün câmi diye isimlendirilen ibâdet edilen yerler karşılığında mescid kelimesi geçmektedir. Secde yeri demek olan mescid, müslümanların cemaatle ibâdet ettikleri yer olduğu gibi, aynı zamanda, özellikle Rasûlullah devrinde, sosyal faâliyetlerin her çeşidinin odak noktası, çeşitli hizmetlerin görüldüğü ana merkezdir, üstür. Kavram olarak; içerisinde Allah’a ibâdet etmek üzere yapılan bütün yapılara verilen addır. Hicrî IV. Milâdî X. yüzyılın başlarından bu güne “câmi” kelimesi, mescid anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Laik düzenlerde topluma yön veren tüm kurumlar, beşerî diktaların tekelindedir. Sokakları, meydanları, okulları, mahkemeleri, meclisleri... dinin düzenlemesine müsâade etmeyen demokratik, laik ve dine saygılı(!), ama irticâya amansız düşman rejimler, câmilerde bile dinin tümüyle hâkim olmasını istemezler. Tümüyle Allah'a ait ve O’nun için olması gereken mescidler, tâğûtî düzenlerde “Allah’ın evi”nden ziyade “devlet dairesi”ne benzerler.
İslâm’da câmiler sadece namaz kılınıp “dağılınan” yerler değil; kendisinde devamlı “toplanılan” mekânlardı. “Câmi”, kelimesi, bilindiği gibi “toplayan” demektir; İnsanları açtığı bağrında toplayıp cemaat haline getiren yerdir câmi. Câmi, aynı zamanda bir kıyam merkezi, savaş yeri, istişâre meclisi, devletin idare edildiği mekân, yönetenlerle yönetilenlerin yüz yüze görüşüp dertleştikleri, hesaplaştıkları mahal, bir okul, kimsesizler yurdu, bir huzur evi...dir. Kalp, insanın merkezi; Kâbe, arzın merkezi, yeryüzü mescidinin temsilcisi sayılır. Başta namaz olmak üzere her çeşit ferdî ve sosyal ibâdetin, eğitim ve kültürün, değişik sanatların ve çeşitli güzelliklerin de etrafa halka halka yayıldığı bir merkez vardır müslümanların medeniyetlerinde. Bu güzellik merkezleri câmilerdir.
CAMİNİN MÜSLÜMAN HAYATINDAKİ YERİ
Kâinattaki varlıkların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler (13/Ra’d, 15; 16/Nahl, 49). Evren, tüm varlıklar için bir mesciddir. İnsanlardan bazıları da inanarak ve isteyerek secde ederler. Kendi tercihiyle secde eden insana Allah (c.c.), sünnetullaha uymak zorunda olup secde eden kâinatı, tüm yeryüzünü mescid yapmıştır. "Yeryüzü bana mescid kılındı..." (Nesâî, Mesâcid 42, hadis no: 2, 56)
Yeryüzünde ilk inşâ edilen mescid, Mescid-i Haram’dır (3/Âl-i İmrân, 69). Peygamberimiz, daha Medine’ye gelmeden Kubâ Mescidini, Medine’ye gelince de ilk iş olarak Mescid-i Nebevî’yi yaptırdı. Medine mescidinden sonra Peygamberden örnek alan müslümanlar gittikleri her yere mescidler, câmiiler yapmışlardır. Onları din hayatının vazgeçilmez temeli olarak kabul etmişlerdir. Çünkü müslümanları eğiten mescidler olduğu gibi, dinlerini sağlıklı bir şekilde yaşamalarına yardımcı olan da oralardır. "Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır." (Müslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
Mescidlerin süslenmesi, gösterişli olması önemli olmadığı gibi, doğru da değildir. Önemli olan, oralara temiz giyimli, takvâ ahlâkı üzere ve cemaat şuuruyla gidebilmek, mescidlerde dirilebilmektir. Günümüzde mescitlerin aşırı süslenmesi, buna rağmen cemaatin yeterli İslâmî şuura sahip olmaması gerçekten acıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) mescidlerin süslenmesini hoş karşılamamaktadır (İbn Mâce, Mesâcid 2, hadis no: 739-741). Mescidler, takvâ üzerine kurulur ve insanlar orada arınmaya çalışırlarsa gerçek fonksiyonlarını yaparlar. Gösteriş ve övünme için veya Allah’ın rızâsı dışında başka bir gâye için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Hele hele müslümanların arasını açmak için (nifak için) yapılan mescidler ‘dırar’ (zararlı) mescididir (9/Tevbe, 107-108).
Mescidler müslümanlar için birer merkez durumundadırlar. Hem ibâdet yerleri, hem toplanma, hem de eğitim yerleridir. Mescidler günün her saatinde bu işlevlerini yapmalıdır. Müslümanların hayatı ile mescid arasında sıkı bir bağ vardır. Yüce Peygamber lisânıyla gönlü mescide bağlı olan gençler övülmüş, cemaatle namaz teşvik edilmiş, cemaatle kılınan namaz yirmi yedi derece üstün tutulmuştur. Orada yüksek sesle konuşmak, alışveriş yapmak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki oralarda sadece belli konuşmalar yapılır, müslümanların dünya işleriyle ilgili konuşulmaz. Şüphesiz müslümanların bir araya gelme yeri olan mescidlerde müslümanların sorunlarından konuşulmaksızın söz açmak mümkün değildir. Dünya kelâmı konuşmadan, ibâdet de eksik olacaktır; âhirete ancak dünya kapısından geçilebileceği için, dünya kelâmının hayırlıları, hayırlı yerlerde daha çok konuşulacaktır.
Müslüman toplumu ve onlardaki İslâmî hayatı ve şuuru mescidler ayakta tutar. Mescidler bu görevlerini yapamaz duruma gelince, sıradan birer bina durumuna veya tarihî eser konumuna düşerler. Bugün bazı ülkelerdeki mescidler, devlet kurumu gibi, resmî daire şeklinde işlev görmekte, oradaki tüm faâliyetler, tâğûtî rejimler tarafından ücretli köleler eliyle ve resmî kanunlarla belirlenen esaslarla yönlendirilmektedir. Özellikle Avrupa ülkelerindeki Türklerin açtığı mescidler ya belli bir hizbin (grubun), yahut bir siyasî rejimin elindedir. Herkes elinde tuttuğu mescidi kendi anlayışının, kendi ideolojisinin propaganda yeri olarak kullanabilyor. “Falancıların mescidi, filancıların mescidi” deniyor. Halbuki Kur’an'a göre, mescidler sadece Allah'ındır, Allah içindir; orada sadece O'na çağrı yapılır (72/Cinn, 18).
Gayrı müslimlerin eline geçen İslâm topraklarındaki mescidlerin pek çoğu yakılıp yıkıldı veya amaçları dışında kullanılır oldu. Onlardan geriye ya birer enkaz, ya da hazin hâtıralar kaldı. Bize düşen görev camiileri, mescidleri amacına uygun kullanmak, görünür veya görünmez işgalle, amacından saptırılan mescidleri kurtarmak ve mescidleri hayatımızın merkezine yerleştirip kurtulmaktır.
Kur’an’da mescidlerin Allah için yapılan binalar olduğu vurgulanarak, kullanılışında da sadece Allah'a ibâdete tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hıristiyanlar kiliselerinde, yahûdiler de havralarında Allah'a şirk koşup O’ndan başkasına da duâ edip yalvararak, başkasını imdada çağırarak mâbedlerini puthaneye çevirdikleri gibi, mü’minlerin de mescidlerde böyle yapmamaları kesin bir dille ihtar edilir: “Mescidler, şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte başkasını/başkasına çağırmayın, başka kimseye duâ edip yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).” (72/Cinn, 18). Bu âyetteki “mescidler” kelimesi şu şekillerde tefsir edilmiştir: 1) Namaz kılmak için binâ edilmiş yerler, câmiler, 2) Namaz ve ibâdet yalnız câmilere ve belli yerlere hasredilmiş olmadığından, bütün yeryüzü, 3) Bütün mescidlerin kıblesi olduğundan, “Mescid-i Harâm”, 4) Secde ederken yere temas eden organlar. Dolayısıyla, Mescid-i Haram ve içinde namaz kılınan bütün câmi ve mescidler Allah’ın olduğu gibi, tüm yeryüzü mescidi de, insanların yaratıcısı önünde kulluk ve şükür simgesi olarak secde ettiği organları da Allah’ındır; Allah için ve Allah yolunda kullanılmalıdır.
Mescid inşâ etme, îmar, tamir ve koruma hakkının sadece mü’minlerin, imanını eylemleriyle isbat eden, namazı ikame edip zekâtını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan müttakî mü’minlerin hakkı olduğu, böyle şerefli bir görevi ancak böyle şerefli insanların yapabileceği Kur’an’da ifade edilir (9/Tevbe, 18). Allah'a şirk koşanların, şirklerini itiraf eden veya davranışlarıyla bunu kabullenenlerin Allah’ın mescidlerini imar ve inşâ etmeye, hakları ve yetkileri yoktur; onların pis ellerini ve haram paralarını böyle mübârek yere bulaştırmaları yakışık almaz ve buna izin verilmemelidir (9/Tevbe, 17). Bu iki âyet, aynı zamanda mescide taraftar olup olmamayı, imanla küfrü ayıran bir alâmet olarak gösteriyor şeklinde de değerlendirilebilir. Mescidin îmarı ile ilgili ifade, mescidlerin fizikî imarları gibi, aynı zamanda cemaate katılarak mânevî îmar ve hayatiyetine katkıda bulunmayı, bir iman ve takvâ alâmeti olarak görmemizi de gerektirir.
Allah’ın mescidlerinde ve yeryüzü mescidinde Allah’ın zikredilmesine, O’nun hatırlanıp hatırlatılmasına engel olanlardan, maddî ve mânevî yönden mescidleri harâb edenlerden daha büyük zâlim olmaz. En büyük zulüm, kişileri Allah’dan alıkoymaktır (2/Bakara, 114). Bâzı âlimler, Hz. Peygamber’in, “yeryüzü bana mescid kılındı” hadisini delil göstererek ibâdet edilen tüm yerlerin mescid olduğunu, "Allah'ın mescidlerinde O'nun adının zikredilip anılmasına engel olan ve mescidlerin harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!...” (2/Bakara, 114) âyetini de “Allah’ın dinine muhâlefet edenden daha zâlim kime olabilir?” şeklinde açıklar (Lisânü’l-Arab, “scd” md.). Sadece Allah'a ibâdet edilmesi (1/Fâtiha, 5) gereken yeryüzü mescidinde Allah'a açıkça isyan edilmesi ve sadece Allah'a kulluk yapmak isteyenlere engeller çıkarılması, işkenceden daha büyük zulüm, insanın en doğal haklarına tecâvüzdür.
CÂMİLERİMİZ VE BİZ
Kur’ân-ı Kerim, hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında bugün câmi diye isimlendirilen ibâdet edilen yerler karşılığında mescid kelimesi geçmektedir. Secde yeri demek olan mescid, müslümanların cemaatle ibâdet ettikleri yer olduğu gibi, aynı zamanda, özellikle Rasûlullah devrinde, sosyal faâliyetlerin her çeşidinin odak noktası, çeşitli hizmetlerin görüldüğü ana merkezdir, üstür. Kavram olarak; içerisinde Allah’a ibâdet etmek üzere yapılan bütün yapılara verilen addır. Hicrî IV. Milâdî X. yüzyılın başlarından bu güne “câmi” kelimesi, mescid anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Laik düzenlerde topluma yön veren tüm kurumlar, beşerî diktaların tekelindedir. Sokakları, meydanları, okulları, mahkemeleri, meclisleri... dinin düzenlemesine müsâade etmeyen demokratik, laik ve dine saygılı(!), ama irticâya amansız düşman rejimler, câmilerde bile dinin tümüyle hâkim olmasını istemezler. Tümüyle Allah'a ait ve O’nun için olması gereken mescidler, tâğûtî düzenlerde “Allah’ın evi”nden ziyade “devlet dairesi”ne benzerler.
İslâm’da câmiler sadece namaz kılınıp “dağılınan” yerler değil; kendisinde devamlı “toplanılan” mekânlardı. “Câmi”, kelimesi, bilindiği gibi “toplayan” demektir; İnsanları açtığı bağrında toplayıp cemaat haline getiren yerdir câmi. Câmi, aynı zamanda bir kıyam merkezi, savaş yeri, istişâre meclisi, devletin idare edildiği mekân, yönetenlerle yönetilenlerin yüz yüze görüşüp dertleştikleri, hesaplaştıkları mahal, bir okul, kimsesizler yurdu, bir huzur evi...dir. Kalp, insanın merkezi; Kâbe, arzın merkezi, yeryüzü mescidinin temsilcisi sayılır. Başta namaz olmak üzere her çeşit ferdî ve sosyal ibâdetin, eğitim ve kültürün, değişik sanatların ve çeşitli güzelliklerin de etrafa halka halka yayıldığı bir merkez vardır müslümanların medeniyetlerinde. Bu güzellik merkezleri câmilerdir.
CAMİNİN MÜSLÜMAN HAYATINDAKİ YERİ
Kâinattaki varlıkların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler (13/Ra’d, 15; 16/Nahl, 49). Evren, tüm varlıklar için bir mesciddir. İnsanlardan bazıları da inanarak ve isteyerek secde ederler. Kendi tercihiyle secde eden insana Allah (c.c.), sünnetullaha uymak zorunda olup secde eden kâinatı, tüm yeryüzünü mescid yapmıştır. "Yeryüzü bana mescid kılındı..." (Nesâî, Mesâcid 42, hadis no: 2, 56)
Yeryüzünde ilk inşâ edilen mescid, Mescid-i Haram’dır (3/Âl-i İmrân, 69). Peygamberimiz, daha Medine’ye gelmeden Kubâ Mescidini, Medine’ye gelince de ilk iş olarak Mescid-i Nebevî’yi yaptırdı. Medine mescidinden sonra Peygamberden örnek alan müslümanlar gittikleri her yere mescidler, câmiiler yapmışlardır. Onları din hayatının vazgeçilmez temeli olarak kabul etmişlerdir. Çünkü müslümanları eğiten mescidler olduğu gibi, dinlerini sağlıklı bir şekilde yaşamalarına yardımcı olan da oralardır. "Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır." (Müslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
Mescidlerin süslenmesi, gösterişli olması önemli olmadığı gibi, doğru da değildir. Önemli olan, oralara temiz giyimli, takvâ ahlâkı üzere ve cemaat şuuruyla gidebilmek, mescidlerde dirilebilmektir. Günümüzde mescitlerin aşırı süslenmesi, buna rağmen cemaatin yeterli İslâmî şuura sahip olmaması gerçekten acıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) mescidlerin süslenmesini hoş karşılamamaktadır (İbn Mâce, Mesâcid 2, hadis no: 739-741). Mescidler, takvâ üzerine kurulur ve insanlar orada arınmaya çalışırlarsa gerçek fonksiyonlarını yaparlar. Gösteriş ve övünme için veya Allah’ın rızâsı dışında başka bir gâye için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Hele hele müslümanların arasını açmak için (nifak için) yapılan mescidler ‘dırar’ (zararlı) mescididir (9/Tevbe, 107-108).
Mescidler müslümanlar için birer merkez durumundadırlar. Hem ibâdet yerleri, hem toplanma, hem de eğitim yerleridir. Mescidler günün her saatinde bu işlevlerini yapmalıdır. Müslümanların hayatı ile mescid arasında sıkı bir bağ vardır. Yüce Peygamber lisânıyla gönlü mescide bağlı olan gençler övülmüş, cemaatle namaz teşvik edilmiş, cemaatle kılınan namaz yirmi yedi derece üstün tutulmuştur. Orada yüksek sesle konuşmak, alışveriş yapmak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki oralarda sadece belli konuşmalar yapılır, müslümanların dünya işleriyle ilgili konuşulmaz. Şüphesiz müslümanların bir araya gelme yeri olan mescidlerde müslümanların sorunlarından konuşulmaksızın söz açmak mümkün değildir. Dünya kelâmı konuşmadan, ibâdet de eksik olacaktır; âhirete ancak dünya kapısından geçilebileceği için, dünya kelâmının hayırlıları, hayırlı yerlerde daha çok konuşulacaktır.
Müslüman toplumu ve onlardaki İslâmî hayatı ve şuuru mescidler ayakta tutar. Mescidler bu görevlerini yapamaz duruma gelince, sıradan birer bina durumuna veya tarihî eser konumuna düşerler. Bugün bazı ülkelerdeki mescidler, devlet kurumu gibi, resmî daire şeklinde işlev görmekte, oradaki tüm faâliyetler, tâğûtî rejimler tarafından ücretli köleler eliyle ve resmî kanunlarla belirlenen esaslarla yönlendirilmektedir. Özellikle Avrupa ülkelerindeki Türklerin açtığı mescidler ya belli bir hizbin (grubun), yahut bir siyasî rejimin elindedir. Herkes elinde tuttuğu mescidi kendi anlayışının, kendi ideolojisinin propaganda yeri olarak kullanabilyor. “Falancıların mescidi, filancıların mescidi” deniyor. Halbuki Kur’an'a göre, mescidler sadece Allah'ındır, Allah içindir; orada sadece O'na çağrı yapılır (72/Cinn, 18).
Gayrı müslimlerin eline geçen İslâm topraklarındaki mescidlerin pek çoğu yakılıp yıkıldı veya amaçları dışında kullanılır oldu. Onlardan geriye ya birer enkaz, ya da hazin hâtıralar kaldı. Bize düşen görev camiileri, mescidleri amacına uygun kullanmak, görünür veya görünmez işgalle, amacından saptırılan mescidleri kurtarmak ve mescidleri hayatımızın merkezine yerleştirip kurtulmaktır.
Kur’an’da mescidlerin Allah için yapılan binalar olduğu vurgulanarak, kullanılışında da sadece Allah'a ibâdete tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hıristiyanlar kiliselerinde, yahûdiler de havralarında Allah'a şirk koşup O’ndan başkasına da duâ edip yalvararak, başkasını imdada çağırarak mâbedlerini puthaneye çevirdikleri gibi, mü’minlerin de mescidlerde böyle yapmamaları kesin bir dille ihtar edilir: “Mescidler, şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte başkasını/başkasına çağırmayın, başka kimseye duâ edip yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).” (72/Cinn, 18). Bu âyetteki “mescidler” kelimesi şu şekillerde tefsir edilmiştir: 1) Namaz kılmak için binâ edilmiş yerler, câmiler, 2) Namaz ve ibâdet yalnız câmilere ve belli yerlere hasredilmiş olmadığından, bütün yeryüzü, 3) Bütün mescidlerin kıblesi olduğundan, “Mescid-i Harâm”, 4) Secde ederken yere temas eden organlar. Dolayısıyla, Mescid-i Haram ve içinde namaz kılınan bütün câmi ve mescidler Allah’ın olduğu gibi, tüm yeryüzü mescidi de, insanların yaratıcısı önünde kulluk ve şükür simgesi olarak secde ettiği organları da Allah’ındır; Allah için ve Allah yolunda kullanılmalıdır.
Mescid inşâ etme, îmar, tamir ve koruma hakkının sadece mü’minlerin, imanını eylemleriyle isbat eden, namazı ikame edip zekâtını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan müttakî mü’minlerin hakkı olduğu, böyle şerefli bir görevi ancak böyle şerefli insanların yapabileceği Kur’an’da ifade edilir (9/Tevbe, 18). Allah'a şirk koşanların, şirklerini itiraf eden veya davranışlarıyla bunu kabullenenlerin Allah’ın mescidlerini imar ve inşâ etmeye, hakları ve yetkileri yoktur; onların pis ellerini ve haram paralarını böyle mübârek yere bulaştırmaları yakışık almaz ve buna izin verilmemelidir (9/Tevbe, 17). Bu iki âyet, aynı zamanda mescide taraftar olup olmamayı, imanla küfrü ayıran bir alâmet olarak gösteriyor şeklinde de değerlendirilebilir. Mescidin îmarı ile ilgili ifade, mescidlerin fizikî imarları gibi, aynı zamanda cemaate katılarak mânevî îmar ve hayatiyetine katkıda bulunmayı, bir iman ve takvâ alâmeti olarak görmemizi de gerektirir.
Allah’ın mescidlerinde ve yeryüzü mescidinde Allah’ın zikredilmesine, O’nun hatırlanıp hatırlatılmasına engel olanlardan, maddî ve mânevî yönden mescidleri harâb edenlerden daha büyük zâlim olmaz. En büyük zulüm, kişileri Allah’dan alıkoymaktır (2/Bakara, 114). Bâzı âlimler, Hz. Peygamber’in, “yeryüzü bana mescid kılındı” hadisini delil göstererek ibâdet edilen tüm yerlerin mescid olduğunu, "Allah'ın mescidlerinde O'nun adının zikredilip anılmasına engel olan ve mescidlerin harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!...” (2/Bakara, 114) âyetini de “Allah’ın dinine muhâlefet edenden daha zâlim kime olabilir?” şeklinde açıklar (Lisânü’l-Arab, “scd” md.). Sadece Allah'a ibâdet edilmesi (1/Fâtiha, 5) gereken yeryüzü mescidinde Allah'a açıkça isyan edilmesi ve sadece Allah'a kulluk yapmak isteyenlere engeller çıkarılması, işkenceden daha büyük zulüm, insanın en doğal haklarına tecâvüzdür.