Ahmed Ali Aksoy
F. Gülen Hocaefendinin Favorit Mecmuasındaki Mülâkâtı ve Bazı İfâdeleriyle Alâkalı Mülâhazalarımız
Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Mûsevîlik arasın-da başlayan, hattâ eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüslerinin olumlu netice-ler verdiği müşâhede olunmaktadır." (F.Gülen, Zaman, 04 Ekim 2004)
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onla-ra söylenmesi gerekeni söyle¬mektedirler. Bir Müslüman, yani dinle¬rin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyleyece¬ğinden farklı olacağını düşünmüyo¬rum (F.Gülen, Favorit, Nîsân 2009)
Kâfire kâfir demek müminin vazi¬fesi değil. Kâfir demek insanın insan¬lığına saygısızlıktır. (F.Gülenle 11 Gün. s. 87)
Biz renk körleriyiz (F. Gülenden naklen M. Şener)
Bütün dinler buluşuyor, biz hepi¬miz kardeşiz (4. Türkçe Olimpiyad finali)
---------------------------------------------------------------
Malumları, son zamanlarda Tür-kiyenin gündemine giren ve üze-rinde harâretli tartışmaların cereyan ettiği mevzûlardan birisi de Dinler-arası Diyalog ve Hoş¬görü hare-keti olmuştur. Daha evvel pek âşinâ olmadığımız bu nev zuhûr mevzû, bilhâssa 1995den sonra süratli bir inkişâf kaydetmiştir. Bunda, F.Gü len hocaefendinin son derece aktif bir rol oynadığı da herkes tarafın-dan bilinmekte ve kabûl edilmekte-dir.
Dinlerarası Diyalog ve Hoş¬görü hareketi; F. Gülen hocaefen-dinin; dînî bir cemâatin lideri olup, geniş bir nüfûz sâha¬sına sâhip olduğu; maddî-mânevî sevk ve idâresinde muhâfazakâr gazete, mecmua, radyo ve televiz¬yon gibi mühim neşir vâsıtalarıyla berâber dershâneler, kolejler ve üniversite-lerin de bulunduğu; kezâ, sevenlerinin yurt içinde ve yurt dışında bir hayli aktif faaliyetler ifâ ettikleri; mühim bir finans müesse¬sesine sâhip bulunduğu da dikkate alındı-ğında, daha da ayrı bir ehemmiyet arz etmektedir.
Tabii bu arada Dinlerarası Di-yalog ve Hoşgörü hareketi ile alâkalı olarak zihinleri meşgûl eden; vuzûha kavuşmasını arzu ettiğimiz bazı sisli ve mübhem noktala-rın varlığı da, tevil ve inkârı mümkin olmayan bir vâkıa olarak cümlenin mâlumu olsa gerek.
Meselâ, Vatikana gidilerek Pa-panın ziyâret edilmesi ve; Dinler-arası Diyalog İçin Papalık Konse-yi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyo-ruz; İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlar-dır. gibi ifâdeler On dört asırlık İslâm târihininin hiçbir safhasında emsâline rastla¬nılmayan bir ziyâret olup, son derece hayret ve endişey-le karşılanmışdır.
.
Bunların, yani bu sisli ve mübhem noktaların, birtakım istifhamlara sebebiyet verdiğini; kezâ bunlara karşı bazı ithâm ve iddiâların mevcûdiyetini de ifâde etmeliyiz
Yine bu ithâm ve iddiâları ciddiye aldığımızı, daha doğrusu ciddiye almak mecburiyetinde bu-lunduğumuzu ve bunların tatmin edici cevablarının gâyet sarîh ve net olarak ortaya konulmasında mutlak zarûret olduğunu da ifâde etmek isteriz. Zira, zihinlerde mey¬dana gelen birtakım şübhe, tereddüd, hatta teşevvüşler var ki, bunlar, doğrudan halkımızın imân ve itikâdâtının sıhhat ve fesâdıyle alâkalıdır. bu cihetle de hayâtî ehemmiyet arzetmektedir.
Evet, yukarıda işaret ettiğimiz hususlarla alâkalı olarak, Gülen hocaefendinin, Ukraynada münteşir Favorit mecmuasıyla Nisân 2009da yaptığı mülakattaki, iki süâle karşı verdiği cevabı merkeze alıp, sonra da bu cevablarla şöyle veya böyle alâkalı gördüğümüz bazı hususları zikrederek mevzûyla alâkalı mülahazalarımızı arz etmek istiyoruz.
Süâl: Hz. Îsânın kişiliği İs¬lâm Dininde nasıl yorumlanmaktadır?
( )
Hz. Îsâya ve Hz. Muham¬mede, Kurana ve İncile inan¬mayan bir Musevî yine Musevî-dir; Hz. Muhammede ve Kurana inanmayan bir Hıristi¬yan yine Hıristiyandır ama, Hz. Îsâya, Hz. Musaya, Hz. Davuda, Hz, Sü-leymana, Hz. İbrahime, kısaca herhangi bir peygambere, bunun gibi İncile, Tevrata, Zebura inanmayan bir kimse asla Müs-lüman olamaz; bunlardan birine bile inanma¬mak, kişiyi İslâm dai-resinin dı¬şına çıkarır.
Bundan dolayıdır ki, İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dış-layıcı olma¬mış, onları kucakla-mış, birinci sorunun cevabında arz edilmeye çalışıldığı üzere, onların men¬suplarını Ehl-i Kitap olarak te¬lâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır.
Ehemmiyetine binân şu ifâde¬lere dikkatleri çekmek istiyoruz:
Hz. Îsâya ve Hz. Muham¬mede, Kurana ve İncile inan¬mayan bir Musevî yine Musevî-dir ,
Hz. Muhammede ve Kurana inanmayan bir Hıristi¬yan yine Hıristiyandır cümlele¬rinin, hâsıl-ı tahsîlden başka bir mâna ifâde etmediğini, ancak büyük bir hakikatin ketmedildiğini ifâde etmek isteriz. Hakikati sak¬lamak ve ifâde etmekden imtinâ etmek, takdir edersiniz ki, büyük bir vebâl ve talihsizlikdir.
Şimdi bir de bu ifâdeleri, aşağı¬daki süâle karşı verilen şu cevab ile beraber mütâlea edelim:
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum
Yani, onların söylediklerinin bir Müslümanın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı ola¬cağını düşünmüyormuş Hocae-fendi.
İşte o süâl ve cevabı:
Süâl: Bütün dünya insanlığı için faydalı gayretlerde bulunan biri olarak, Odessalı Hıristiyan¬lara ne söylemek ve onlardan ne gibi dileklerde bulunmak ister¬siniz?
Cevap: Estağfirullah, bin de-fa estağfirullah. Yukarıda arz etmeye çalıştığım gibi, kimseye bir şey söyleme, yol gösterme mevkiinde değilim. İnsanlık için faydalı gayretlerde bulunduğum şeklindeki sözünüzü de sadece bir dua ve sizlerin bir teveccühü, hüsnüzannı olarak kabul edebili¬rim.
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum. Hz. Îsâ gibi, bizim nazarımızda ülül-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler ara¬sında en büyük beş peygamber¬den biri olan bir zatın ardından gitmek, onu takip etmek, yapıla¬bilecek en güzel şeylerdendir.
Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri ola¬rak ifâdesinin oldukça muğ¬lak ve sisli bir ifâde olduğunu; zihinlerinde tevhîd-i edyân takın-tısı olanlara medâr olacak birtakım vehim ve vesvese¬lere sebebi-yet vereceğini ifâde etmeliyiz. Yani, günümüzdeki muharref Yahudilik ve Hıristiyanlık ile İslam dini arasında bir temel birliğinden bahsetme-nin abes olduğunu söylemeye hiç hâcet var mıdır, bilmem ki?
Az-çok tahmin ediyoruz; Efen-dim, Hocaefendi, onunla yok şunu kasdetmişdi, yok bunu kasdetmişdi diyerek bir takım mazeretlere sığınmak sûretiyle teselli bulmak ve avunmak iste¬yenler olacakdır. Ancak bunlara, nâfile tesellilerden ibârettir diyebili¬riz.
Sormak İstiyoruz:
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum diyen Hocaefen-diye, müsaadeleriyle şu hususu ehemmiyetle sormak iste¬riz:
Odessalı Hıristiyanların reh-berleri, din büyükleri diye işâret ettiğiniz papazların, Odessalı Hıristiyanlara, Hz. Îsânın ilah olduğunu, hem de üç ilahdan biri olduğunu bugüne kadar söy-ledikleri gibi, bugün dahi söylemek-te olduklarını, hiç mi duymadınız, hiç mi işitmediniz?!. Duymadığınızı, işitmediğinizi kabul etmek mümkin olmadığına göre, bunu neyle izah edeceksiniz?
İsterseniz, Odessalı Hıristi¬yanların rehberleri, din büyük¬leri Hıristiyanlara neler söylü¬yorlarmış, bir görelim.
İşte onların imân esas¬ları:
"Görünen ve görünmeyen varlıkları Yaradanı, yeri ve göğü yaratan, Her şeye Kadir Tanrı Baba'ya inanıyorum. Tanrının biricik Oğlu tek Rab ve ezelde Baba'dan doğmuş olan Mesih İsâ'ya inanıyorum: O Tanrı'dan gelen Tanrı, Nur'dan Nur, Ger¬çek Tanrı'dan Gerçek Tanrı'dır. Yara-tılmış olmayıp, Baba ile aynı öz-dedir ve her şey onun aracılı¬ğıyla yaratılmıştır ." (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Fransızca'dan tercü-me eden: Dominik Pamir, s. 64)
Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri ola¬rak, onların (yani papazların) söyledik-lerinin bir Müslümanın söyledi-ğinden ve söyleyeceğin¬den farklı olacağını düşünmüyo¬rum diyen-lerin, diyebilenlerin, tam bir küfür ve şirk mani¬festosu olan bu ifâ-delere dikkat ve basîretle nazar buyurmalarını isteriz.
Ve ayrıca şunu sormak isteriz; bu ifâdelerde, zımnen küfrü takrir etmek gibi bir tehlikeyi îhâm eden mânâ yok mudur? Bunu sez-mek için dehâ sahibi olmak mı la-zım geliyor acaba?!. Neticesi son derece muhâtaralı bir vartaya düş-me tehlikesinden hiç mi endişe edilmiyor?
Hemen yukarıda görüldüğü üze-re bir müslümanın söylediği ve söyleyeceği ile, onların (papaz-ların) söyledikleri ve söy¬leyecekleri o kadar farklıdır ki; müslümanın söylediği ve söy¬leyeceği imân ve tevhîd olup, onların (papazların) söyle¬dikleri ve söyleyecekleri ise mutlak küfür ve şirkden ibâretdir. Kurânın ifâdesiyle birisi nûr, diğeri ise zulümâtdır. Hocaefendi hakkında, nûr ile zulümât arasındaki o azîm farkın farkına varamamasını tasavvur etmek mümkin olmadı¬ğına göre, bunun izahı ne ve nasıl olabi-lir ki? Cevabının ne olduğunu elbet-te bilmek isteriz.
Evet, fark o derece katî, o derece sarîhdir ki; ebyenü mi-neş- şems. Binaenaleyh böyle bir söze terettüb edecek dinî-şerî hükümden Allaha sığını¬rız.
Yine şu ifâdedeki vehâmete dik-katleri çekmek isteriz:
Hz. Îsâ gibi, bizim nazarı¬mızda ülül-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler arasında en büyük beş peygamberden biri olan bir zatın ardından git¬mek, onu takip etmek, yapılabi¬lecek en güzel şeylerdendir.
Demek ne demekdir? Evet, bun-lar bir müslümana karşı söyle¬nebilir. Ancak buradaki muhatablar ise Hıristiyanlardır.
Bu söz, onlara zımnen: Küfrünüze devam edebilirsiniz!. Manasını tazammun etmez mi?
Bu ifâde de, itikâdî cihetten son derece tehlikeli bir ifâdedir. Zira Hıristiyanlar, ardından git¬tiklerini vehmettikleri zâta yani Hz. Îsâya ülûhiyyet pâyesi ver-mek suretiyle Onu ilâh ola¬rak kabul etmektedirler.
Bu sebeble mutlak kafir oldukları Kurân: 5/72,73; 9/30da sarâhaten beyân buyrulmaktadır
Andolsun ki, Allah kesin¬likle Meryem oğlu Mesîhdir diyenler kâfir olmuşlardır . (Kurân: 5/72)
Andolsun Allah üçün üçün¬cüsüdür diyenler de kâfir ol¬muşlardır (Kurân: 5/73)
Vâkıa bu iken:
Hz. Îsâ gibi ( ) bir zatın ar¬dından gitmek, onu takip etmek, yapılabilecek en güzel şeyler¬dendir. demek ne demekdir? Evet, bunlar bir müslümâna karşı söylenebilir. Ancak buradaki muha-tablar ise Hıristiyanlardır.
Bu söz, onlara zımnen: Küf¬rünüze devam edebilirsiniz! mânasını tazammun etmez mi? Ve yahut da, hafizenallah- küfre rıza küfürdür hükmüne girerse?! Böy-le bir felakete nasıl cüret edi¬lebilir?!. Bunlar hiç kale alınmıyor mu?
Avâmm-ı nâs (aslı yazılacaksa m iki defa yazılmayacak mı?))bunu nasıl anlar, neye hük¬mederler?
Bunların dikkate alın¬ması icap etmez mi? Ya birilerinin hatalı anlamasına sebebiyet veri¬lirse? Buna terettüb edecek dinî ve şerî hüküm hiç hesâb edilmiyor mu acaba?
Hasbeten lillah şunu hatırlatmak isteriz:
Bu ifâdelerle kimlere, ne mal-zemeler verildiğinin farkın¬dalar mı acaba?!.
Yine diyorlar ki:
İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olma-mış, onları kucaklamış, ( ) onla-rın mensuplarını Ehl-i Kitap ola-rak telâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır.
Bunun da son derece muğlak bir ifâde olduğunu söylemek iste¬riz. Bu ifâdeye ileride yine dönece¬ğiz. Ancak burada şu kadarını ifâde etmek isteriz:
Daha düne kadar talebelerin ba-rındığı apartman dâirelerinde bütün talebelere okutulup takrir edilen Çağdaşlık mı İnhirâf mı isimli kitabın 184. sahifesinde aynen şu ifâdelere yer alıyordu:
Hz. İbrâhimden sonra risâlet, Hz. İshâkın soyundan yürümüş ve gelen her peygam¬ber İslâmı temsil etmiş olmakla birlikde, Tevrâtı tahrif eden, tev-hidi şirke dönüştüren İsrâiloğulları büyük çoğunlu¬ğuyla Hz. Îsâya da inanmayıp, neticede Yahudiler olarak ehl-i kitab olma durumuna düşmüş¬lerdir. Hz Îsâdan sonra, ona iman ve ittibâ edenler de za¬manla büyük ihtilaflara düşmüş ve neti-cede İncil tahrifata uğra¬dığı, hat-ta elde Hz. Îsâya nâzil olan İncil diye bir kitab kalma¬dığı gibi, tevhîd de teslise dö¬nüştürülmüştür.
Bu paragrafda geçen iki nok¬taya dikkatleri çekmek isteriz:
Bir; tevhidi şirke dönüştüren İsrâiloğulları
İki; tevhîd de teslise dönüş¬türülmüştür.
Hocaefendinin İslâm, ken¬dinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olmamış, onları kucaklamış derken İslâma kimleri kucaklatmış oluyor; dikkat buyurula:
Tevhidi şirke dönüştüren müşrikleri; tevhîdi teslise dö¬nüştüren ve Allah kesinlikle Meryem oğlu Mesîhdir diyen kâfir/müşrikleri
Kendileri, on dört asırlık İslâm tarihinde bir ilke imza atmak sûre¬tiyle Papaları, patrikleri, haham¬ları kucaklamakda bir beis görmeyebilirler. Kendileri onları kucakladı diye, elbette İs¬lâmın da onları kucaklaması icap etmez.
Hocaefendi; onların men¬suplarını Ehl-i Kitap olarak te¬lâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır derken de tevhîdi şirke dönüştüren, tevhîdi de teslise dönüştürenler için, yani lafın Türkçesi müşrikler için Ehl-i Kitap olarak telâkki etmiş, kendi-lerine ona göre davranmış¬tır demek sûretiyle onlara, ol¬duklarından başka bir statü ver¬meye gayret etmiş oluyor ki, bu ifade ile verilmek istenilen mesaj, ne yazık ki, doğru değildir; haki¬katleri hevâ ü hevese fedâ etmekdir. Bununla kimlerin gönlü¬nün alınacağı, kimlerin memnun edileceği, izâhdan vâreste olsa gerek.
Dinî meselelerde, hele de bu meseleler itikâda taallük eden meseleler ise, orada bu gibi tavizkâr davranışlar aslâ tecviz edilemez.
Kurâna rağmen Ehl-i Kitab için herhangi bir statü tayin ve tesbit etme cüreti, hiç kimsenin haddine düşmemişdir.
Esasen Hocaefendi ve ondan mülhem olsa gerek, en yakınındaki kadro arasında Ehl-i Kitab ile alâ-kalı olarak Kitab ve Sünnet ile telifi mümkin olmayan yepyeni bir telakki ve zihniyetin hâkim oldu¬ğunu görü-yor ve bu sakîm zihniye¬tin kabûlü için olağan üstü gayret¬lerin sahne-lendiğini müşâhede ediyoruz.
Bu cümleden olmak üzere, Hocaefendi'nin mânevî başkanı bulunduğu "Gazeteciler ve Ya¬zarlar Vakfı KADİP" bünyesinde yapılan bir konuşmadan aşağıya nakledeceğimiz hususlar, iddiamızı teyid eder mahiyettedir.
F. Gülen Hocaefendinin Favorit Mecmuasındaki Mülâkâtı ve Bazı İfâdeleriyle Alâkalı Mülâhazalarımız
Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Mûsevîlik arasın-da başlayan, hattâ eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüslerinin olumlu netice-ler verdiği müşâhede olunmaktadır." (F.Gülen, Zaman, 04 Ekim 2004)
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onla-ra söylenmesi gerekeni söyle¬mektedirler. Bir Müslüman, yani dinle¬rin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyleyece¬ğinden farklı olacağını düşünmüyo¬rum (F.Gülen, Favorit, Nîsân 2009)
Kâfire kâfir demek müminin vazi¬fesi değil. Kâfir demek insanın insan¬lığına saygısızlıktır. (F.Gülenle 11 Gün. s. 87)
Biz renk körleriyiz (F. Gülenden naklen M. Şener)
Bütün dinler buluşuyor, biz hepi¬miz kardeşiz (4. Türkçe Olimpiyad finali)
---------------------------------------------------------------
Malumları, son zamanlarda Tür-kiyenin gündemine giren ve üze-rinde harâretli tartışmaların cereyan ettiği mevzûlardan birisi de Dinler-arası Diyalog ve Hoş¬görü hare-keti olmuştur. Daha evvel pek âşinâ olmadığımız bu nev zuhûr mevzû, bilhâssa 1995den sonra süratli bir inkişâf kaydetmiştir. Bunda, F.Gü len hocaefendinin son derece aktif bir rol oynadığı da herkes tarafın-dan bilinmekte ve kabûl edilmekte-dir.
Dinlerarası Diyalog ve Hoş¬görü hareketi; F. Gülen hocaefen-dinin; dînî bir cemâatin lideri olup, geniş bir nüfûz sâha¬sına sâhip olduğu; maddî-mânevî sevk ve idâresinde muhâfazakâr gazete, mecmua, radyo ve televiz¬yon gibi mühim neşir vâsıtalarıyla berâber dershâneler, kolejler ve üniversite-lerin de bulunduğu; kezâ, sevenlerinin yurt içinde ve yurt dışında bir hayli aktif faaliyetler ifâ ettikleri; mühim bir finans müesse¬sesine sâhip bulunduğu da dikkate alındı-ğında, daha da ayrı bir ehemmiyet arz etmektedir.
Tabii bu arada Dinlerarası Di-yalog ve Hoşgörü hareketi ile alâkalı olarak zihinleri meşgûl eden; vuzûha kavuşmasını arzu ettiğimiz bazı sisli ve mübhem noktala-rın varlığı da, tevil ve inkârı mümkin olmayan bir vâkıa olarak cümlenin mâlumu olsa gerek.
Meselâ, Vatikana gidilerek Pa-panın ziyâret edilmesi ve; Dinler-arası Diyalog İçin Papalık Konse-yi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyo-ruz; İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlar-dır. gibi ifâdeler On dört asırlık İslâm târihininin hiçbir safhasında emsâline rastla¬nılmayan bir ziyâret olup, son derece hayret ve endişey-le karşılanmışdır.
.
Bunların, yani bu sisli ve mübhem noktaların, birtakım istifhamlara sebebiyet verdiğini; kezâ bunlara karşı bazı ithâm ve iddiâların mevcûdiyetini de ifâde etmeliyiz
Yine bu ithâm ve iddiâları ciddiye aldığımızı, daha doğrusu ciddiye almak mecburiyetinde bu-lunduğumuzu ve bunların tatmin edici cevablarının gâyet sarîh ve net olarak ortaya konulmasında mutlak zarûret olduğunu da ifâde etmek isteriz. Zira, zihinlerde mey¬dana gelen birtakım şübhe, tereddüd, hatta teşevvüşler var ki, bunlar, doğrudan halkımızın imân ve itikâdâtının sıhhat ve fesâdıyle alâkalıdır. bu cihetle de hayâtî ehemmiyet arzetmektedir.
Evet, yukarıda işaret ettiğimiz hususlarla alâkalı olarak, Gülen hocaefendinin, Ukraynada münteşir Favorit mecmuasıyla Nisân 2009da yaptığı mülakattaki, iki süâle karşı verdiği cevabı merkeze alıp, sonra da bu cevablarla şöyle veya böyle alâkalı gördüğümüz bazı hususları zikrederek mevzûyla alâkalı mülahazalarımızı arz etmek istiyoruz.
Süâl: Hz. Îsânın kişiliği İs¬lâm Dininde nasıl yorumlanmaktadır?
( )
Hz. Îsâya ve Hz. Muham¬mede, Kurana ve İncile inan¬mayan bir Musevî yine Musevî-dir; Hz. Muhammede ve Kurana inanmayan bir Hıristi¬yan yine Hıristiyandır ama, Hz. Îsâya, Hz. Musaya, Hz. Davuda, Hz, Sü-leymana, Hz. İbrahime, kısaca herhangi bir peygambere, bunun gibi İncile, Tevrata, Zebura inanmayan bir kimse asla Müs-lüman olamaz; bunlardan birine bile inanma¬mak, kişiyi İslâm dai-resinin dı¬şına çıkarır.
Bundan dolayıdır ki, İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dış-layıcı olma¬mış, onları kucakla-mış, birinci sorunun cevabında arz edilmeye çalışıldığı üzere, onların men¬suplarını Ehl-i Kitap olarak te¬lâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır.
Ehemmiyetine binân şu ifâde¬lere dikkatleri çekmek istiyoruz:
Hz. Îsâya ve Hz. Muham¬mede, Kurana ve İncile inan¬mayan bir Musevî yine Musevî-dir ,
Hz. Muhammede ve Kurana inanmayan bir Hıristi¬yan yine Hıristiyandır cümlele¬rinin, hâsıl-ı tahsîlden başka bir mâna ifâde etmediğini, ancak büyük bir hakikatin ketmedildiğini ifâde etmek isteriz. Hakikati sak¬lamak ve ifâde etmekden imtinâ etmek, takdir edersiniz ki, büyük bir vebâl ve talihsizlikdir.
Şimdi bir de bu ifâdeleri, aşağı¬daki süâle karşı verilen şu cevab ile beraber mütâlea edelim:
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum
Yani, onların söylediklerinin bir Müslümanın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı ola¬cağını düşünmüyormuş Hocae-fendi.
İşte o süâl ve cevabı:
Süâl: Bütün dünya insanlığı için faydalı gayretlerde bulunan biri olarak, Odessalı Hıristiyan¬lara ne söylemek ve onlardan ne gibi dileklerde bulunmak ister¬siniz?
Cevap: Estağfirullah, bin de-fa estağfirullah. Yukarıda arz etmeye çalıştığım gibi, kimseye bir şey söyleme, yol gösterme mevkiinde değilim. İnsanlık için faydalı gayretlerde bulunduğum şeklindeki sözünüzü de sadece bir dua ve sizlerin bir teveccühü, hüsnüzannı olarak kabul edebili¬rim.
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum. Hz. Îsâ gibi, bizim nazarımızda ülül-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler ara¬sında en büyük beş peygamber¬den biri olan bir zatın ardından gitmek, onu takip etmek, yapıla¬bilecek en güzel şeylerdendir.
Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri ola¬rak ifâdesinin oldukça muğ¬lak ve sisli bir ifâde olduğunu; zihinlerinde tevhîd-i edyân takın-tısı olanlara medâr olacak birtakım vehim ve vesvese¬lere sebebi-yet vereceğini ifâde etmeliyiz. Yani, günümüzdeki muharref Yahudilik ve Hıristiyanlık ile İslam dini arasında bir temel birliğinden bahsetme-nin abes olduğunu söylemeye hiç hâcet var mıdır, bilmem ki?
Az-çok tahmin ediyoruz; Efen-dim, Hocaefendi, onunla yok şunu kasdetmişdi, yok bunu kasdetmişdi diyerek bir takım mazeretlere sığınmak sûretiyle teselli bulmak ve avunmak iste¬yenler olacakdır. Ancak bunlara, nâfile tesellilerden ibârettir diyebili¬riz.
Sormak İstiyoruz:
Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬manın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum diyen Hocaefen-diye, müsaadeleriyle şu hususu ehemmiyetle sormak iste¬riz:
Odessalı Hıristiyanların reh-berleri, din büyükleri diye işâret ettiğiniz papazların, Odessalı Hıristiyanlara, Hz. Îsânın ilah olduğunu, hem de üç ilahdan biri olduğunu bugüne kadar söy-ledikleri gibi, bugün dahi söylemek-te olduklarını, hiç mi duymadınız, hiç mi işitmediniz?!. Duymadığınızı, işitmediğinizi kabul etmek mümkin olmadığına göre, bunu neyle izah edeceksiniz?
İsterseniz, Odessalı Hıristi¬yanların rehberleri, din büyük¬leri Hıristiyanlara neler söylü¬yorlarmış, bir görelim.
İşte onların imân esas¬ları:
"Görünen ve görünmeyen varlıkları Yaradanı, yeri ve göğü yaratan, Her şeye Kadir Tanrı Baba'ya inanıyorum. Tanrının biricik Oğlu tek Rab ve ezelde Baba'dan doğmuş olan Mesih İsâ'ya inanıyorum: O Tanrı'dan gelen Tanrı, Nur'dan Nur, Ger¬çek Tanrı'dan Gerçek Tanrı'dır. Yara-tılmış olmayıp, Baba ile aynı öz-dedir ve her şey onun aracılı¬ğıyla yaratılmıştır ." (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Fransızca'dan tercü-me eden: Dominik Pamir, s. 64)
Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri ola¬rak, onların (yani papazların) söyledik-lerinin bir Müslümanın söyledi-ğinden ve söyleyeceğin¬den farklı olacağını düşünmüyo¬rum diyen-lerin, diyebilenlerin, tam bir küfür ve şirk mani¬festosu olan bu ifâ-delere dikkat ve basîretle nazar buyurmalarını isteriz.
Ve ayrıca şunu sormak isteriz; bu ifâdelerde, zımnen küfrü takrir etmek gibi bir tehlikeyi îhâm eden mânâ yok mudur? Bunu sez-mek için dehâ sahibi olmak mı la-zım geliyor acaba?!. Neticesi son derece muhâtaralı bir vartaya düş-me tehlikesinden hiç mi endişe edilmiyor?
Hemen yukarıda görüldüğü üze-re bir müslümanın söylediği ve söyleyeceği ile, onların (papaz-ların) söyledikleri ve söy¬leyecekleri o kadar farklıdır ki; müslümanın söylediği ve söy¬leyeceği imân ve tevhîd olup, onların (papazların) söyle¬dikleri ve söyleyecekleri ise mutlak küfür ve şirkden ibâretdir. Kurânın ifâdesiyle birisi nûr, diğeri ise zulümâtdır. Hocaefendi hakkında, nûr ile zulümât arasındaki o azîm farkın farkına varamamasını tasavvur etmek mümkin olmadı¬ğına göre, bunun izahı ne ve nasıl olabi-lir ki? Cevabının ne olduğunu elbet-te bilmek isteriz.
Evet, fark o derece katî, o derece sarîhdir ki; ebyenü mi-neş- şems. Binaenaleyh böyle bir söze terettüb edecek dinî-şerî hükümden Allaha sığını¬rız.
Yine şu ifâdedeki vehâmete dik-katleri çekmek isteriz:
Hz. Îsâ gibi, bizim nazarı¬mızda ülül-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler arasında en büyük beş peygamberden biri olan bir zatın ardından git¬mek, onu takip etmek, yapılabi¬lecek en güzel şeylerdendir.
Demek ne demekdir? Evet, bun-lar bir müslümana karşı söyle¬nebilir. Ancak buradaki muhatablar ise Hıristiyanlardır.
Bu söz, onlara zımnen: Küfrünüze devam edebilirsiniz!. Manasını tazammun etmez mi?
Bu ifâde de, itikâdî cihetten son derece tehlikeli bir ifâdedir. Zira Hıristiyanlar, ardından git¬tiklerini vehmettikleri zâta yani Hz. Îsâya ülûhiyyet pâyesi ver-mek suretiyle Onu ilâh ola¬rak kabul etmektedirler.
Bu sebeble mutlak kafir oldukları Kurân: 5/72,73; 9/30da sarâhaten beyân buyrulmaktadır
Andolsun ki, Allah kesin¬likle Meryem oğlu Mesîhdir diyenler kâfir olmuşlardır . (Kurân: 5/72)
Andolsun Allah üçün üçün¬cüsüdür diyenler de kâfir ol¬muşlardır (Kurân: 5/73)
Vâkıa bu iken:
Hz. Îsâ gibi ( ) bir zatın ar¬dından gitmek, onu takip etmek, yapılabilecek en güzel şeyler¬dendir. demek ne demekdir? Evet, bunlar bir müslümâna karşı söylenebilir. Ancak buradaki muha-tablar ise Hıristiyanlardır.
Bu söz, onlara zımnen: Küf¬rünüze devam edebilirsiniz! mânasını tazammun etmez mi? Ve yahut da, hafizenallah- küfre rıza küfürdür hükmüne girerse?! Böy-le bir felakete nasıl cüret edi¬lebilir?!. Bunlar hiç kale alınmıyor mu?
Avâmm-ı nâs (aslı yazılacaksa m iki defa yazılmayacak mı?))bunu nasıl anlar, neye hük¬mederler?
Bunların dikkate alın¬ması icap etmez mi? Ya birilerinin hatalı anlamasına sebebiyet veri¬lirse? Buna terettüb edecek dinî ve şerî hüküm hiç hesâb edilmiyor mu acaba?
Hasbeten lillah şunu hatırlatmak isteriz:
Bu ifâdelerle kimlere, ne mal-zemeler verildiğinin farkın¬dalar mı acaba?!.
Yine diyorlar ki:
İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olma-mış, onları kucaklamış, ( ) onla-rın mensuplarını Ehl-i Kitap ola-rak telâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır.
Bunun da son derece muğlak bir ifâde olduğunu söylemek iste¬riz. Bu ifâdeye ileride yine dönece¬ğiz. Ancak burada şu kadarını ifâde etmek isteriz:
Daha düne kadar talebelerin ba-rındığı apartman dâirelerinde bütün talebelere okutulup takrir edilen Çağdaşlık mı İnhirâf mı isimli kitabın 184. sahifesinde aynen şu ifâdelere yer alıyordu:
Hz. İbrâhimden sonra risâlet, Hz. İshâkın soyundan yürümüş ve gelen her peygam¬ber İslâmı temsil etmiş olmakla birlikde, Tevrâtı tahrif eden, tev-hidi şirke dönüştüren İsrâiloğulları büyük çoğunlu¬ğuyla Hz. Îsâya da inanmayıp, neticede Yahudiler olarak ehl-i kitab olma durumuna düşmüş¬lerdir. Hz Îsâdan sonra, ona iman ve ittibâ edenler de za¬manla büyük ihtilaflara düşmüş ve neti-cede İncil tahrifata uğra¬dığı, hat-ta elde Hz. Îsâya nâzil olan İncil diye bir kitab kalma¬dığı gibi, tevhîd de teslise dö¬nüştürülmüştür.
Bu paragrafda geçen iki nok¬taya dikkatleri çekmek isteriz:
Bir; tevhidi şirke dönüştüren İsrâiloğulları
İki; tevhîd de teslise dönüş¬türülmüştür.
Hocaefendinin İslâm, ken¬dinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olmamış, onları kucaklamış derken İslâma kimleri kucaklatmış oluyor; dikkat buyurula:
Tevhidi şirke dönüştüren müşrikleri; tevhîdi teslise dö¬nüştüren ve Allah kesinlikle Meryem oğlu Mesîhdir diyen kâfir/müşrikleri
Kendileri, on dört asırlık İslâm tarihinde bir ilke imza atmak sûre¬tiyle Papaları, patrikleri, haham¬ları kucaklamakda bir beis görmeyebilirler. Kendileri onları kucakladı diye, elbette İs¬lâmın da onları kucaklaması icap etmez.
Hocaefendi; onların men¬suplarını Ehl-i Kitap olarak te¬lâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır derken de tevhîdi şirke dönüştüren, tevhîdi de teslise dönüştürenler için, yani lafın Türkçesi müşrikler için Ehl-i Kitap olarak telâkki etmiş, kendi-lerine ona göre davranmış¬tır demek sûretiyle onlara, ol¬duklarından başka bir statü ver¬meye gayret etmiş oluyor ki, bu ifade ile verilmek istenilen mesaj, ne yazık ki, doğru değildir; haki¬katleri hevâ ü hevese fedâ etmekdir. Bununla kimlerin gönlü¬nün alınacağı, kimlerin memnun edileceği, izâhdan vâreste olsa gerek.
Dinî meselelerde, hele de bu meseleler itikâda taallük eden meseleler ise, orada bu gibi tavizkâr davranışlar aslâ tecviz edilemez.
Kurâna rağmen Ehl-i Kitab için herhangi bir statü tayin ve tesbit etme cüreti, hiç kimsenin haddine düşmemişdir.
Esasen Hocaefendi ve ondan mülhem olsa gerek, en yakınındaki kadro arasında Ehl-i Kitab ile alâ-kalı olarak Kitab ve Sünnet ile telifi mümkin olmayan yepyeni bir telakki ve zihniyetin hâkim oldu¬ğunu görü-yor ve bu sakîm zihniye¬tin kabûlü için olağan üstü gayret¬lerin sahne-lendiğini müşâhede ediyoruz.
Bu cümleden olmak üzere, Hocaefendi'nin mânevî başkanı bulunduğu "Gazeteciler ve Ya¬zarlar Vakfı KADİP" bünyesinde yapılan bir konuşmadan aşağıya nakledeceğimiz hususlar, iddiamızı teyid eder mahiyettedir.