Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Din ve İbadet Anlayışımız (1)

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Türkiye’de birisi için “Dine yönelmiş, ibadete başlamış” deyince neden akla gelen “Namaza başlamış, örtünmüş” oluyor?

Keza “Dini bırakmış, ibadeti terk etmiş” denince de neden “Artık namaz kılmıyormuş, başını da açmış” denmek istendiği anlaşılıyor?

Yani din ve ibadet denince neden namaz, oruç, hac, başörtüsü, cüppe, sakal vs. birkaç şeklî ibadet ve görüntüden başka bir şey düşünülemiyor?

Çünkü din ve ibadet anlayışımızın içi boşaltılmış ve muazzam bir anlam kaymasına uğramıştır.

Halbuki bir adam namaz kıldığı halde imansız, bir kadın başı açık olduğu halde iman sahibi olabilir. Bir cüppe içinde ahlaksız, saçları arkadan bağlanmış bir kafanın içinde de asil ve erdemli bir düşünce bulunabilir.

Artık namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, başını örtmek vb. ritüel ve figürler iyi bir Müslüman olmanın değil; nereye, hangi kampa, hangi mahalleye mensup olduğunuzun göstergesi haline gelmiştir. Peygamber zamanındaki işlevlerini kaybetmiş, dahası sahici özelliklerini yitirmişlerdir.

Kişinin iyi bir Müslüman olduğunun anlaşılması için artık başka şeylere bakılmalıdır.

İyi bir Müslüman olmak için, her şeyden önce iyi bir insan olmak lazımdır. Bu da iyilik, güzellik, doğruluk yolunda (sırat-ı müstakim) yürümekle, sevgi ve merhametle (rahmet) dopdolu olmakla, sözün namusu ile yaşamakla (sıdk), hakka hukuka tacavüz (zulüm) etmemekle, kalbi adalet ile çarpmakla, saf bir yürek temizliğine sahip olmakla (ihlas), güzel ahlak sahibi olmakla (hüsn), her türden kötülükle aktif mücadeleyle (cihad), komşusu açken tok yatmamakla ve insanların elinden ve dilinden emin olduğu bir kişilik sahibi olmakla mümkündür.

Din ve ibadetin özünü bunlar oluşturur.

Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek vs. bunları sağlar, bunlara vesile olur, bunları doğurur. Doğurmuyorsa yaptığınız tapınak dini ve ibadetidir.

***

Demek ki M. İkbal’in tabiriyle “İslam’da dini düşüncenin yeniden inşasına” şiddetle ihtiyaç vardır.

Yani din ve ibadet anlayışı yeniden yapılandırılmalıdır.

Aslında bu ihtiyaç tarih boyunca hiç eksilmemiştir.

Tarih boyunca peygamberlerin, bir çok bilge ve filozofun “tapınak dinleriyle” başlarının derde girmiş olması tesadüf olabilir mi?

Budha Hint din adamları Brahmanlara karşı çıktı. Zerdüşt’ü eski İran din adamları sınıfı Moğlar öldürttü. Mani’yi Mecusi din adamları astırdı. Musa’yı eski Mısır din adamları sınıfı olan Hamanlar tekfir etti. İsayı Yahudi Haham sınıfı yargılayıp çarmıha gerdirdi. Sokrates Delhi tapınağının fetvasıyla öldürüldü. Hz. Muhammed’in daha ilk günden Mekke’deki en azılı düşmanı rahip Ebu Amir idi. Kabe çetesini suikasta kışkırtan, “Mescid-i Nevbevi”nin karşısına “Mescid-i Dırar’ı” yaptıran da bu rahip Ebu Amir’den başkası değil miydi?

Bir peygamberin en azılı düşmanı nasıl bir din adamı olabiliyor?

Bu ne yaman bir çelişkidir?

Ali Şeriati’nin dediği gibi “dine karşı din var”, görmüyor musunuz?

Biz hangisinin din ve ibadet anlayışı üzereyiz?

***
Modern dünyanın insanı bu yaman çelişkiyi unuttu. Bütün dinler, modern öncesi ortaçağ dünyasının fenomenleri olarak görüldüğünden, nasıl olsa günümüzde hiç birisi de işe yaramayacağından hangisi olsa fark etmezdi. Eh, İslam da dinlerden bir din olduğuna göre aynı şeydi…

İşin ilginç olan yanı Müslümanlar da bu argümanı içselleştirerek, modern dünyaya karşı bütün dinleri aynı kefeye koyarak savunur hale geldi. Dünya tarihi ikiye ayrılıyordu artık: Aydınlanma öncesi dinlerin hakim olduğu kutsalın ve geleneğin dünyası ve Aydınlanması sonrası seküler modern dünya…

Kendilerini nasıl da “Aydınlanma” olarak kabul ettiriyorlar Herkes sorgusuz sualsiz bu ayrımı ve tanımı nasıl da kullanıyor. “Durun bakalım, siz kendinizi nasıl Aydınlanma olarak görüyorsunuz? İnsanlık tarihini sizden önce ve sonra diye nasıl ikiye ayırıyorsunuz? Hem siz kim oluyorsunuz?” diye sormuyor. Boyuna modernite öncesi kutsalın , dinlerin ve geleneksel dünyanın nasıl daha da iyi olduğu anlatmaya çalışıyor.

Böyle olunca Budha ile Brahman’ın, Zerdüşt ile Moğ’un, Mani ile Mecusi’nin, Musa ile Haman’ın, İsa ile Haham’ın, Muhammed ile Ebu Amir’in arasındaki yaman çelişki kayboluyor. Tam da modernin istediği ve yapmaya çalıştığı gibi, hepsini aynı kefede bir sepete dolduruyoruz. Artık, “Eh din işte, ha haham ha peygamber ne fark eder” oluyor…

Dolayısıyla din ve ibadet anlayışımız bir Hindu’nun, bir Yahudi’nin, bir Hristıyan’ınkinden farksız hale geliyor. Nasıl ki “papaz kilisede” ise “hoca da camide” oluyor. Din ve ibadet birkaç ritüelden (tanımlanmış şekli ve törensel hareketler) ibaret hale geliyor.

***
Böylesi bir din ve ibadet anlayışına itiraz etmeliyiz.

Öncelikle İslam’ı diğer dinlerle aynı kefeye koyup, moderniteyle karşılaştırıp durmaktan vazgeçmeliyiz. Onu kendi indiği çağdaki ve daha da önceki dinlerle karşılaştırılmalıyız. Bu bize çok şey öğretecek ve modernite karşısında donanımlı hale getirecekti. Çünkü İslam insanlıkta olduğu gibi özellikle dinî dünyada büyük bir reformdu.

Aksi halde İslam adına modern dünyaya hiç bir şey söyleme hakkımız olmayacak. Çünkü vakti zamanında reforma uğrattığımız bir çok şeyi, sırf modern bizi onlarla aynı kefeye koyuyor diye moderne karşı savunur hale geiliyoruz; al sana bir yaman çelişki daha…

Bunun için İslam’da dini düşüncenin yeniden inşası kaçınılmaz hale gelmiştir. Çünkü İslam, reforma uğrattığı diğer dinlerle aynı kefeye kona kona neredeyse buhar olup uçmak üzere…

Bunların en başında da din ve ibadet anlayışımız geliyor.

Din ve ibadet anlayışımızın birkaç şekli ibadet etrafında dönüp duran bir “totolojiye” (kısır döngü/anlamsız tekrar) haline gelmesi bunun en iyi göstergesi değil mi?

***

Eskiler buna “zahir” demiş ve söz konusu bu kısır döngüyü/anlamsız tekrarı aşmak için “batın” diye bir yeniden anlamlandırma faaliyetine girişmişler. Fakat burada da ipin ucu kaçınca tekrar “zahire” sarılma yönelimi başlamış ve bu böyle devam edip gelmiş. Vakıa, dini düşünce tarihimiz aynı zamanda bu gidip gelmenin/gerilimin de tarihidir.

Oysa zahir ile batın, teşbih ile tenzih, dünya ile ahiret Hz. Peygamber’in akıl, ruh ve gönül dünyasında billurlaşarak birleşmişti. Dinin kemale ermesi yani en olgun hale gelmesi bir açıdan da bu demekti.

İnşa çağında yapmamız gereken esas iş, işte böylesi bir akıl, ruh ve gönül dünyasını yeniden kurmaktır. Bu nedenle ihya çağlarının saf zahirci, batıncı, teşbihçi veya tenzihçi ekollerinden sadece birisinin körü körüne takipçisi olamayız. Yeniden kurmak, tekrar yapılandırmak derken kastettiğimiz bundan başkası değildir.

***

Din ve ibadet anlayışımıza buradan girerek baktığımızda bir taraftan zahiri bir donma yaşanırken, diğer taraftan da batini bir buharlaşma yaşandığını görüyoruz. Donmayı ve buharlaşmayı asli haline yani hayat veren bir suya nasıl dönüştürebiliriz? Esas mesele budur.

Bugün din ve ibadet anlayışı iyice daraltılmış, camiye, kandil gecelerine ve sayısı üçü beşi geçmeyen birkaç ritüele indirgenmiş durumdadır.

Müslüman zihnin din ve ibadet denince aklına cami, ezan, kandil, türbe, şeyh, yeşil sarık, başörtüsü, cin, peri, masal, mücize, kehanet, sır, musalla taşı, mezarlık ve yalnız -o da şekli kalmış- üç ibadet ritüeli; namaz, oruç ve hac neden geliyor sanıyorsunuz?

Oysa din ve ibadet bunlar mı demek?

***
Çünkü modern dünya da dini böyle anlıyor. Onlara göre esasında din, modern dünyada bunlardan başka bir şey değildir. Modern öncesi ortaçağlardan kalma büyülü bir dünya…Bunlar artık modern insanın sadece akıldışılığa, sır ve gizeme duyduğu merakı gideren birer “fenomen” olabilirler. İnsanları rahatlatırlar da. Sosyolojik olarak yararlı da olabilirler. Dine başkaca anlamlar yükleyip bu çerçevenin dışına çıkarmaya kalkmak mümkün değildir.

Siz olsanız sosyal hayatı ve hele de devleti sırla, gizemle, kehanetle, rüyayla, din adamları sınıfının keşf ve kerametleriyle, İkbal’in tabiriyle “donmuş kalmış 590 yıllık metinlerle”, Akif’in tabiri ile “700 yıllık eserlerle avarelik ederek” yönetir misiniz?

Siz dininizi böyle anlıyorsanız dönüp moderne niye kızıyorsunuz? Modern de dinin esasında bunlardan başka bir şey olmadığını söyleyip duruyor.

Peki nedir o halde din? Ne manaya geliyor ibadet?

***

İslam’ı “dinlerden bir din” olarak görenler, onun “ibadetlerini” de kaçınılmaz olarak diğer dinlerin ibadetleri gibi bir ibadet olarak görürler…

Nasıl ki diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı ve kendilerine özgü dini kıyafetleri, tütsülü, buhurlu ayinleri, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri vs. var, İslam da bu dinlerden biri olduğuna göre, onda da bunlar var hatta olmak zorunda…(!)

Böyle düşünenlerin, İran kisrasının karşısına çıkan sahabenin “Baldırı çıplak çöl bedevileri sarayıma kadar niye geldiniz?” diye sorulunca “İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten (onlara kulluk ve kölelik yapmaktan) kurtarmaya geldik” cevabından bir şey anlayacaklarını sanmıyorum.

Çünkü bunu söyleyen sahabenin dilindeki “din” ve “ibadet” hiç de bizimkine benzemiyor.

Bu, tamı tamına İslam’ın “lailahe illallah” evrensel çağrısını yansıtan ve o günkü dünya kamuoyunu sarsan bir sözdür…

O günkü dünyanın batısına ve doğusuna hakim Bizans ile Sasani imparotorluklarının saraylarında yankılanan ve “çok büyük bir tehdit” olarak algılanan bir sözdür…

Bu iki imparatorluk geleneğinin asırlardır bölgeye hakim olmak için ürettikleri iki din olan Yahudilik ve Hristıyanlığın tapınaklarında da yankılanan ve “meslek dışı” bir yerden (sokaktan) gelen bir tehdit olarak algılanmış bir sözdür…

O günkü Mekke’de Ebu Lehep gibilerinin başını çektiği Allah, Kabe, din ve ibadet istismarına dayalı tefeci bezirgan düzenine (Yeda Ebu Lehep) “yıkılsın, yokolsun, kahrolsun” (tebbet) diye haykıran gerçekten de çok büyük bir tehdit ve asla affedilmeyecek bir sözdür…

O sahebenin dilindeki “din” ve “ibadet” kelimeleri, Kur’an’ın kullandığı anlama paralel olarak kral saraylarında, ruhban tapınaklarında ve bezirgan sofralarında, evet, böyle algılanmıştır. Tehdit değerlendirmesi gayet yerindedir, aynen algıladıkları gibidir. Bunu bizim söylememize gerek yok, tarihe bakın, olanlara bakın aynen algıladıkları gibi olduğunu görecekseniz. Yani korktukları şeyin başlarına geldiğini göreceksiniz.

Peki ya şimdi…

Tarihi süreç içinde tersine bir gelişme yaşandığını görüyoruz.

İndiği çağda zaten kullanılmakta olan din ve ibadet kelimelerini sarayların, tapınakların ve bezirganların dünyasından çekip alan ve ona bambaşka bir yön veren (aslına döndüren) Kur’an’ın, tarihi süreç içinde mehcur bırakılmasıyla (terkedilmesiyle), diğer ümmetlerin girdiği deliklere bizimde girdiğimizi ve dönüp dolaşıp onların din ve ibadet anlayışını benimser hale geldiğimizi görüyoruz.

Bu nedenle olsa gerek “İslam dinlerden bir din değildir” veya “Allah-insan ilişkisi efendi-köle ilişkisi değildir” dediğimizde meramımızı anlamakta zorlananlar oluyor.

Peki nedir o halde İslam’da din ve ibadet?

(devam edecek)

Recep İhsan ELİAÇIK
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
Allah'a övgüler olsun,İnsanların din anlayışları vardır,herkezin ki kendine hastır,herkez anlayabildiği kadarı ile dinini yaşayabiliyor
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Siz olsanız sosyal hayatı ve hele de devleti sırla, gizemle, kehanetle, rüyayla, din adamları sınıfının keşf ve kerametleriyle, İkbal’in tabiriyle “donmuş kalmış 590 yıllık metinlerle”, Akif’in tabiri ile “700 yıllık eserlerle avarelik ederek” yönetir misiniz?

Siz dininizi böyle anlıyorsanız dönüp moderne niye kızıyorsunuz? Modern de dinin esasında bunlardan başka bir şey olmadığını söyleyip duruyor.

Peki nedir o halde din? Ne manaya geliyor ibadet?

(Recep Hoca'nın yüreğine sağlık yine döktürmüş...)
 
Üst Alt