Türkiyede birisi için Dine yönelmiş, ibadete başlamış deyince neden akla gelen Namaza başlamış, örtünmüş oluyor?
Keza Dini bırakmış, ibadeti terk etmiş denince de neden Artık namaz kılmıyormuş, başını da açmış denmek istendiği anlaşılıyor?
Yani din ve ibadet denince neden namaz, oruç, hac, başörtüsü, cüppe, sakal vs. birkaç şeklî ibadet ve görüntüden başka bir şey düşünülemiyor?
Çünkü din ve ibadet anlayışımızın içi boşaltılmış ve muazzam bir anlam kaymasına uğramıştır.
Halbuki bir adam namaz kıldığı halde imansız, bir kadın başı açık olduğu halde iman sahibi olabilir. Bir cüppe içinde ahlaksız, saçları arkadan bağlanmış bir kafanın içinde de asil ve erdemli bir düşünce bulunabilir.
Artık namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, başını örtmek vb. ritüel ve figürler iyi bir Müslüman olmanın değil; nereye, hangi kampa, hangi mahalleye mensup olduğunuzun göstergesi haline gelmiştir. Peygamber zamanındaki işlevlerini kaybetmiş, dahası sahici özelliklerini yitirmişlerdir.
Kişinin iyi bir Müslüman olduğunun anlaşılması için artık başka şeylere bakılmalıdır.
İyi bir Müslüman olmak için, her şeyden önce iyi bir insan olmak lazımdır. Bu da iyilik, güzellik, doğruluk yolunda (sırat-ı müstakim) yürümekle, sevgi ve merhametle (rahmet) dopdolu olmakla, sözün namusu ile yaşamakla (sıdk), hakka hukuka tacavüz (zulüm) etmemekle, kalbi adalet ile çarpmakla, saf bir yürek temizliğine sahip olmakla (ihlas), güzel ahlak sahibi olmakla (hüsn), her türden kötülükle aktif mücadeleyle (cihad), komşusu açken tok yatmamakla ve insanların elinden ve dilinden emin olduğu bir kişilik sahibi olmakla mümkündür.
Din ve ibadetin özünü bunlar oluşturur.
Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek vs. bunları sağlar, bunlara vesile olur, bunları doğurur. Doğurmuyorsa yaptığınız tapınak dini ve ibadetidir.
***
Demek ki M. İkbalin tabiriyle İslamda dini düşüncenin yeniden inşasına şiddetle ihtiyaç vardır.
Yani din ve ibadet anlayışı yeniden yapılandırılmalıdır.
Aslında bu ihtiyaç tarih boyunca hiç eksilmemiştir.
Tarih boyunca peygamberlerin, birçok bilge ve filozofun tapınak dinleriylebaşlarının derde girmiş olması tesadüf olabilir mi?
Buddha Hint din adamları Brahmanlara karşı çıktı. Zerdüştü eski İran din adamları sınıfı Moğlar öldürttü. Maniyi Mecusi din adamları astırdı. Musayı eski Mısır din adamları sınıfı olan Hamanlar tekfir etti. İsayı Yahudi Haham sınıfı yargılayıp çarmıha gerdirdi. Sokrates Delhi tapınağının fetvasıyla öldürüldü. Hz. Muhammedin daha ilk günden Mekkedeki en azılı düşmanı rahip Ebu Amir idi. Kâbe çetesini suikasta kışkırtan, Mescid-i Nevbevinin karşısına Mescid-i Dırarı yaptıran da bu rahip Ebu Amirden başkası değil miydi?
Bir peygamberin en azılı düşmanı nasıl bir din adamı olabiliyor?
Bu ne yaman bir çelişkidir?
Ali Şeriatinin dediği gibi dine karşı din var, görmüyor musunuz?
Biz hangisinin din ve ibadet anlayışı üzereyiz?
***
Modern dünyanın insanı bu yaman çelişkiyi unuttu. Bütün dinler, modern öncesi ortaçağ dünyasının fenomenleri olarak görüldüğünden, nasıl olsa günümüzde hiç birisi de işe yaramayacağından hangisi olsa fark etmezdi. Eh, İslam da dinlerden bir din olduğuna göre aynı şeydi
İşin ilginç olan yanı Müslümanlar da bu argümanı içselleştirerek, modern dünyaya karşı bütün dinleri aynı kefeye koyarak savunur hale geldi. Dünya tarihi ikiye ayrılıyordu artık: Aydınlanma öncesi dinlerin hakim olduğu kutsalın ve geleneğin dünyası ve Aydınlanması sonrası seküler modern dünya
Kendilerini nasıl da Aydınlanma olarak kabul ettiriyorlar Herkes sorgusuz sualsiz bu ayrımı ve tanımı nasıl da kullanıyor. Durun bakalım, siz kendinizi nasıl Aydınlanma olarak görüyorsunuz? İnsanlık tarihini sizden önce ve sonra diye nasıl ikiye ayırıyorsunuz? Hem siz kim oluyorsunuz? diye sormuyor. Boyuna modernite öncesi kutsalın , dinlerin ve geleneksel dünyanın nasıl daha da iyi olduğu anlatmaya çalışıyor.
Böyle olunca Buddha ile Brahmanın, Zerdüşt ile Moğun, Mani ile Mecusinin, Musa ile Hamanın, İsa ile Hahamın, Muhammed ile Ebu Amirin arasındaki yaman çelişki kayboluyor.Tam da modernin istediği ve yapmaya çalıştığı gibi, hepsini aynı kefede bir sepete dolduruyoruz. Artık, Eh din işte, ha haham ha peygamber ne fark eder oluyor
Dolayısıyla din ve ibadet anlayışımız bir Hindunun, bir Yahudinin, bir Hıristiyanınkinden farksız hale geliyor. Nasıl ki papaz kilisede isehoca da camide oluyor. Din ve ibadet birkaç ritüelden (tanımlanmış şekli ve törensel hareketler) ibaret hale geliyor.
***
Böylesi bir din ve ibadet anlayışına itiraz etmeliyiz.
Öncelikle İslamı diğer dinlerle aynı kefeye koyup, moderniteyle karşılaştırıp durmaktan vazgeçmeliyiz. Onu kendi indiği çağdaki ve daha da önceki dinlerle karşılaştırılmalıyız. Bu bize çok şey öğretecek ve modernite karşısında donanımlı hale getirecekti. Çünkü İslam insanlıkta olduğu gibi özellikle dinî dünyada büyük bir reformdu.
Aksi halde İslam adına modern dünyaya hiç bir şey söyleme hakkımız olmayacak. Çünkü vakti zamanında reforma uğrattığımız birçok şeyi, sırf modern bizi onlarla aynı kefeye koyuyor diye moderne karşı savunur hale getiriliyoruz; al sana bir yaman çelişki daha
Bunun için İslamda dini düşüncenin yeniden inşası kaçınılmaz hale gelmiştir. Çünkü İslam, reforma uğrattığı diğer dinlerle aynı kefeye kona kona neredeyse buhar olup uçmak üzere
Bunların en başında da din ve ibadet anlayışımız geliyor.
Din ve ibadet anlayışımızın birkaç şekli ibadet etrafında dönüp duran birtotolojiye (kısır döngü/anlamsız tekrar) haline gelmesi bunun en iyi göstergesi değil mi?
***
Eskiler buna zahir demiş ve söz konusu bu kısır döngüyü/anlamsız tekrarı aşmak için batın diye bir yeniden anlamlandırma faaliyetine girişmişler. Fakat burada da ipin ucu kaçınca tekrar zahire sarılma yönelimi başlamış ve bu böyle devam edip gelmiş. Vakıa, dini düşünce tarihimiz aynı zamanda bu gidip gelmenin/gerilimin de tarihidir.
Oysa zahir ile batın, teşbih ile tenzih, dünya ile ahiret Hz. Peygamberin akıl, ruh ve gönül dünyasında billurlaşarak birleşmişti. Dinin kemale ermesi yani en olgun hale gelmesi bir açıdan da bu demekti.
İnşa çağında yapmamız gereken esas iş, işte böylesi bir akıl, ruh ve gönül dünyasını yeniden kurmaktır. Bu nedenle ihya çağlarının saf zahirci, batıncı, teşbihçi veya tenzihçi ekollerinden sadece birisinin körü körüne takipçisi olamayız. Yeniden kurmak, tekrar yapılandırmak derken kastettiğimiz bundan başkası değildir.
Keza Dini bırakmış, ibadeti terk etmiş denince de neden Artık namaz kılmıyormuş, başını da açmış denmek istendiği anlaşılıyor?
Yani din ve ibadet denince neden namaz, oruç, hac, başörtüsü, cüppe, sakal vs. birkaç şeklî ibadet ve görüntüden başka bir şey düşünülemiyor?
Çünkü din ve ibadet anlayışımızın içi boşaltılmış ve muazzam bir anlam kaymasına uğramıştır.
Halbuki bir adam namaz kıldığı halde imansız, bir kadın başı açık olduğu halde iman sahibi olabilir. Bir cüppe içinde ahlaksız, saçları arkadan bağlanmış bir kafanın içinde de asil ve erdemli bir düşünce bulunabilir.
Artık namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, başını örtmek vb. ritüel ve figürler iyi bir Müslüman olmanın değil; nereye, hangi kampa, hangi mahalleye mensup olduğunuzun göstergesi haline gelmiştir. Peygamber zamanındaki işlevlerini kaybetmiş, dahası sahici özelliklerini yitirmişlerdir.
Kişinin iyi bir Müslüman olduğunun anlaşılması için artık başka şeylere bakılmalıdır.
İyi bir Müslüman olmak için, her şeyden önce iyi bir insan olmak lazımdır. Bu da iyilik, güzellik, doğruluk yolunda (sırat-ı müstakim) yürümekle, sevgi ve merhametle (rahmet) dopdolu olmakla, sözün namusu ile yaşamakla (sıdk), hakka hukuka tacavüz (zulüm) etmemekle, kalbi adalet ile çarpmakla, saf bir yürek temizliğine sahip olmakla (ihlas), güzel ahlak sahibi olmakla (hüsn), her türden kötülükle aktif mücadeleyle (cihad), komşusu açken tok yatmamakla ve insanların elinden ve dilinden emin olduğu bir kişilik sahibi olmakla mümkündür.
Din ve ibadetin özünü bunlar oluşturur.
Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek vs. bunları sağlar, bunlara vesile olur, bunları doğurur. Doğurmuyorsa yaptığınız tapınak dini ve ibadetidir.
***
Demek ki M. İkbalin tabiriyle İslamda dini düşüncenin yeniden inşasına şiddetle ihtiyaç vardır.
Yani din ve ibadet anlayışı yeniden yapılandırılmalıdır.
Aslında bu ihtiyaç tarih boyunca hiç eksilmemiştir.
Tarih boyunca peygamberlerin, birçok bilge ve filozofun tapınak dinleriylebaşlarının derde girmiş olması tesadüf olabilir mi?
Buddha Hint din adamları Brahmanlara karşı çıktı. Zerdüştü eski İran din adamları sınıfı Moğlar öldürttü. Maniyi Mecusi din adamları astırdı. Musayı eski Mısır din adamları sınıfı olan Hamanlar tekfir etti. İsayı Yahudi Haham sınıfı yargılayıp çarmıha gerdirdi. Sokrates Delhi tapınağının fetvasıyla öldürüldü. Hz. Muhammedin daha ilk günden Mekkedeki en azılı düşmanı rahip Ebu Amir idi. Kâbe çetesini suikasta kışkırtan, Mescid-i Nevbevinin karşısına Mescid-i Dırarı yaptıran da bu rahip Ebu Amirden başkası değil miydi?
Bir peygamberin en azılı düşmanı nasıl bir din adamı olabiliyor?
Bu ne yaman bir çelişkidir?
Ali Şeriatinin dediği gibi dine karşı din var, görmüyor musunuz?
Biz hangisinin din ve ibadet anlayışı üzereyiz?
***
Modern dünyanın insanı bu yaman çelişkiyi unuttu. Bütün dinler, modern öncesi ortaçağ dünyasının fenomenleri olarak görüldüğünden, nasıl olsa günümüzde hiç birisi de işe yaramayacağından hangisi olsa fark etmezdi. Eh, İslam da dinlerden bir din olduğuna göre aynı şeydi
İşin ilginç olan yanı Müslümanlar da bu argümanı içselleştirerek, modern dünyaya karşı bütün dinleri aynı kefeye koyarak savunur hale geldi. Dünya tarihi ikiye ayrılıyordu artık: Aydınlanma öncesi dinlerin hakim olduğu kutsalın ve geleneğin dünyası ve Aydınlanması sonrası seküler modern dünya
Kendilerini nasıl da Aydınlanma olarak kabul ettiriyorlar Herkes sorgusuz sualsiz bu ayrımı ve tanımı nasıl da kullanıyor. Durun bakalım, siz kendinizi nasıl Aydınlanma olarak görüyorsunuz? İnsanlık tarihini sizden önce ve sonra diye nasıl ikiye ayırıyorsunuz? Hem siz kim oluyorsunuz? diye sormuyor. Boyuna modernite öncesi kutsalın , dinlerin ve geleneksel dünyanın nasıl daha da iyi olduğu anlatmaya çalışıyor.
Böyle olunca Buddha ile Brahmanın, Zerdüşt ile Moğun, Mani ile Mecusinin, Musa ile Hamanın, İsa ile Hahamın, Muhammed ile Ebu Amirin arasındaki yaman çelişki kayboluyor.Tam da modernin istediği ve yapmaya çalıştığı gibi, hepsini aynı kefede bir sepete dolduruyoruz. Artık, Eh din işte, ha haham ha peygamber ne fark eder oluyor
Dolayısıyla din ve ibadet anlayışımız bir Hindunun, bir Yahudinin, bir Hıristiyanınkinden farksız hale geliyor. Nasıl ki papaz kilisede isehoca da camide oluyor. Din ve ibadet birkaç ritüelden (tanımlanmış şekli ve törensel hareketler) ibaret hale geliyor.
***
Böylesi bir din ve ibadet anlayışına itiraz etmeliyiz.
Öncelikle İslamı diğer dinlerle aynı kefeye koyup, moderniteyle karşılaştırıp durmaktan vazgeçmeliyiz. Onu kendi indiği çağdaki ve daha da önceki dinlerle karşılaştırılmalıyız. Bu bize çok şey öğretecek ve modernite karşısında donanımlı hale getirecekti. Çünkü İslam insanlıkta olduğu gibi özellikle dinî dünyada büyük bir reformdu.
Aksi halde İslam adına modern dünyaya hiç bir şey söyleme hakkımız olmayacak. Çünkü vakti zamanında reforma uğrattığımız birçok şeyi, sırf modern bizi onlarla aynı kefeye koyuyor diye moderne karşı savunur hale getiriliyoruz; al sana bir yaman çelişki daha
Bunun için İslamda dini düşüncenin yeniden inşası kaçınılmaz hale gelmiştir. Çünkü İslam, reforma uğrattığı diğer dinlerle aynı kefeye kona kona neredeyse buhar olup uçmak üzere
Bunların en başında da din ve ibadet anlayışımız geliyor.
Din ve ibadet anlayışımızın birkaç şekli ibadet etrafında dönüp duran birtotolojiye (kısır döngü/anlamsız tekrar) haline gelmesi bunun en iyi göstergesi değil mi?
***
Eskiler buna zahir demiş ve söz konusu bu kısır döngüyü/anlamsız tekrarı aşmak için batın diye bir yeniden anlamlandırma faaliyetine girişmişler. Fakat burada da ipin ucu kaçınca tekrar zahire sarılma yönelimi başlamış ve bu böyle devam edip gelmiş. Vakıa, dini düşünce tarihimiz aynı zamanda bu gidip gelmenin/gerilimin de tarihidir.
Oysa zahir ile batın, teşbih ile tenzih, dünya ile ahiret Hz. Peygamberin akıl, ruh ve gönül dünyasında billurlaşarak birleşmişti. Dinin kemale ermesi yani en olgun hale gelmesi bir açıdan da bu demekti.
İnşa çağında yapmamız gereken esas iş, işte böylesi bir akıl, ruh ve gönül dünyasını yeniden kurmaktır. Bu nedenle ihya çağlarının saf zahirci, batıncı, teşbihçi veya tenzihçi ekollerinden sadece birisinin körü körüne takipçisi olamayız. Yeniden kurmak, tekrar yapılandırmak derken kastettiğimiz bundan başkası değildir.