Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Din toplum ilişkisi

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
12-11-2004 tarihli Radikal gazetesinde Uygar Aktan imzalı bir yazı çıktı, şöyle başlıyordu: Sayın Gündüz Aktan'a, 9, 12, 14 Ekim tarihlerinde 'Kuruluş İdeolojimiz ve İslam' başlıklı üç makalemi köşesinden yayımladığı için teşekkür ederim. Bu arada Yeni Şafak gazetesi yazarı Sn. Hayrettin Karaman, 17, 22, 24 ve 29 Ekim'de bu makalelere karşı bir yazı dizisi yayımladı. Bunlara ilişkin yorumlarımı aşağıda sunuyorum.

Evet Sayın U. Aktan uzun yazısına böyle başlıyor, ben de bu yazıdan itibaren birkaç yazıda onun söylediklerine (siyah harflerle vereceğim) ilişkin düşüncelerimi sunacağım.

"Sn. Karaman'ın bana cevap verirken, Cumhuriyet'in temel inanış sistemi olan Hanefi-Maturidi akait üzerinde durmasını beklerdim. Buna karşılık Sn. Karaman'ın görüşleri Seyyid Kutub'un (ölm. 1966) 'Yoldaki İşaretler' adlı kitabındaki ideolojiyi çağrıştırıyor.

"Merhum Seyyid Kutup bir müslüman düşünce ve hareket adamı idi, iki müslümanın düşünceleri arasında benzerliklerin bulunması tabîîdir. Ama ben onu da başkalarını da taklit etmiyorum, kendim öğreniyor, düşünüyor, bir sonuca varıyor ve yazıyorum.

Benim yazdıklarımın Hanefî-Mâtürîdî akaid ile ne kadar örtüştüğünü anlamak için yazarın, takdir ettiği, beğendiği Adliye Vekili Seyyid Bey'in (büyük ebatlı olan) Usûl-i Fıkıh kitabını okuması yeterlidir. Orada Seyyid Bey, hem Mutezile, hem de Hanefî ve Mâtürîdîlerin şu konuda birleştiklerini anlatıyor: Dini kurallar akla dayanılarak konamaz, aklın iyilik (husün) ve kötülüğü(kubuh), hayır ve şerri bilmesi başkadır, şer'î hükmün bu bilgiye dayanması başkadır. Birinci konuda (aklın bilmesi konusunda) İslam mezhepleri arasında farklı görüşler vardır, ama dini hükmün akla dayanmadığı, vahye dayandığı konusunda "Mutezile, Eş'arî ve Mâtürîdî" mezhepleri arasında ittifak vardır. (Kendilerine peygamber ve şeriat gelmemiş bulunan toplulukların akıl yoluyla bilecekleri hükümler ile din bakımından da yükümlü olacakları konusundaki ihtilaf burada bizi ilgilendirmiyor; çünkü biz ortada Kur'an ve Sünnet var iken hüküm neye dayanacak sorusu üzerinde duruyoruz.)

"Sn. Karaman bu üç unsurun (tekfîr, hicret, cihad) ilk ikisini benimsemişe benziyor. 'Laikler'le iç içe değil, yan yana yaşamayı mümkün kılacak ayrı alanlar yaratmayı savunuyor. "Biz sizi değiştirmeye kalkmayacağız, ama siz de bizim manevi hicretle çekildiğimiz alana girmeyin" der gibi. Cumhuriyet ile 'barışma' seçeneğini çoktan unutmuş, bir çeşit 'mütareke' öneriyor. Bunu da İslam ile Cumhuriyet'in uzlaşabileceğinden değil, İslam'a aykırı bulduğu bu düzenin altında yaşamaya mecbur kalışından ötürü, Cumhuriyet'e 'tahammül' ettiğinden yapıyor."

Ben ısrarla "müslümanların cumhuriyetle bir problemleri yok, problem ve uyuşmazlık sekülerlik ve laiklikle ilgili" dediğim halde bana verilen cevabın cumhuriyet karşıtlığına dayandırılması, karşı tarafın zayıflığını ve asıl konudan kaçtığını gösteriyor.

Tekfîr (iman ile küfrün, müslüman olmakla olmamanın sınırlarını belli etmeye yönelik çalışmalar ve yorumlar Mâtürîdîler dahil) bütün mezheplerde vardır; fark sınırı geniş veya dar tutmakla ilgilidir. Hanefî fıkıh kitaplarına bakarsanız "harama helal, helale haram diyenlerin de tekfir edildiklerini" görürsünüz.

Hicret belli bir mezhebin ilkesi değildir; dinin korunmasını istediği değerlerin korunabilmesi için gerektiği ve imkan bulunduğu zaman hicretin lazım olduğunu söylemeyen alim yok gibidir.

Cihad oldukça geniş bir kavramdır; maddi ve manevi değerlerin korunması için devamlı olarak manevi cihad yapılır, ama emir bi'l-maruf nehiy ani'l-münker (meşru olanı yaptırmak, meşru olmayanı engellemek) için el ve dil ile müdahale etmek ile güce dayalı maddi cihad imkanlara ve alınacak sonuçlara bağlıdır, bu da yine bütün mezheplerde vardır. Bunları selefilelere, "tevhid, ahlak ve adalet"i de Mâtürîdîlere ait kılan bir sınıflandırma keyfîdir, İslam ilmi geleneğine uygun değildir.

"Kutub gibi Sn. Karaman'ın da öngördüğü düzende, hayatın her alanında toplumun karşılaşacağı bütün sorunları Allah'ın maksadına uygun olarak çözümleme görevini müçtehitler (İslam âlimleri) üstlenecek. Ekonomi, hukuk, dış ve iç politika, strateji, bilim, teknoloji, eğitim vb. tüm alanlardaki tüm çalışmalar, kararlar ve uygulamalar, bu konuları hakkıyla bilmesi mümkün olmayan ulemanın onayına tâbi olacak."

İctihad ve bunun toplum ilişkilerini de içine alması konusu Eş'arîlere veya Kutup'a ait bir kural, bir kabul değildir; bütün Sünnî mezhepler bunu böyle kabul etmişlerdir. "Bu konuları hakkıyla bilmesi mümkün olmayan ulemâ" ifadesi gülünçtür; çünkü ulema (din alimleri), bütün "ilimler-arası ilişkiler ve yardımlaşmalar"da olduğu gibi dinin hükmünü açıklayacakları konuda o konunun uzmanlarına başvurur, bilgi alırlar. Nitekim -dün olduğu gibi- biz bugün de bunu yapıyoruz, ilmi toplantılarda hemen bütün toplum problemlerine din yönünden bakıyoruz, ilgili bilim dallarından alimleri ve uzmanları da dinliyoruz, doğru bilgi sahibi olduktan sonra dinin hükmünü açıklıyoruz.
 
Üst Alt