radikal
New member
Hırsız, haddizatında kendi ihtiyacından daha çok, nefsinin hased ile yanmasından dolayı hırsızlık yapar. “Bende yok, o halde; onda neden olsun ki!” mantığıdır bu. Açlık için hırsızlık yapan çok nadirdir. Hele hele Müslümanlığın yaşandığı bir beldede yaşıyorsa, hemen hemen imkansızdır. Mezarlıkta acından ölen bir tane mevta bulunmaz. Ama nefsinin esiri olarak yaşamış bir çok mevta mevcuttur.
Bir de din hırsızları vardır ki; bunlar, kendilerinde olmayan, karşısındaki insanda müşahede ettiği iman olgusuna takılır. Bu gibi hırsızlar da buna hased eder. Karşısındaki, muhabbet ile namaz kılar, vecd ile Kur’an okur, aşk ile Peygamberine ittibaa eder. Neredeyse, Kur’an pusulası ile bire-bir peygamber yaşantısını günlük hayatına derc eder. O’nun (s.a.v.) gibi yürümeye çalışır, O’nun (s.a.v.) gibi tane tane konuşmak ister, O’nun (s.a.v.) gibi eş olmaya azm eder, O’nun (s.a.v.) gibi baba olmaya çalışır… Bunu gören din hırsızı da böyle yapmak ister, ama; itikadındaki eksiklikler nedeni ile başarılı olamaz. Eğer kendi nefsinin bu konuda eksikliğini görürse ne ala. Göremez ise; işte bu noktada inkara gider.
“Kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını arttırmıştır ve yalancılık ettikleri için bunlara elim (gayet acı) bir azap vardır!” (Bakara : 10)
Mügmin vasıflı insanların Din’i ve ictimai hayatındaki düsturlarını, haram – helal ölçülerini, itikadi bilgilerini sorgular. Hiçbir zaman bire-bir anlatım ile anlayamaz, yaşayamayacağını bildiği için anlamak istemez. “Yaşayan bilir, bilen yaşar!” cümlesini, çocukken oynadığı tekerlemelerden bir kesit olarak algılar. Bu gibi insanların biyografilerine bakıldığı zaman görülecektir ki, bu inkar edegeldikleri konuya daha öncesinde azami gayret sarfetmişlerdir. Bir yerde eksiklik ve noksanlık olduğu için başarılı olamamışlar ve sonuçta kolay olan tarafı seçmişlerdir: var olanı inkar etmek!
Artık bu noktadan sonra kendisinde eksik olan bütün yönleri sorgulama eğilimine girer. Gayb’a imanı bilmez, gayb’ı sorgular. Kader’i anlamaz, Kader’i sorgular. Velhasıl derin ve tehlikeli ne kadar sular varsa hepsinde sörf yapmaya çalışır. Sörf tahtası (itikadı) olmadığı için de her seferinde başarısız olur. Bu sefer kendi inanış şeklini benimsetmeye çalışır. Bunun davasını güder. Felsefesini haklı çıkartmak adına eğer, büker, ta ki istediği anlamı çıkarıncaya kadar uğraşır. Çok ciddi araştırmalar yapar, bir nevi ilim erbabından eksiksizdir. Edindiği ilim kendisine daha da perde olur, gerçeği göremez hale gelir.
“Yine bunlara ‘Nasın (insanların) iman ettiği gibi iman edin!’ denildiği zaman; ‘Ya!...Biz o süfeha’nın (budalaların) iman ettikleri gibi mi iman ederiz?’ derler. Ha!...Doğrusu süfeha kendileridir ve lakin bilmezler!” (Bakara : 13)
En büyük destek, ezelden beri gönüllü yardımsever! şeytan aleyhillane yolu ile gelir. Kafir şeytanın mesleği inkar, mayası da hased olması nedeni ile bu gibi insanları kendi yoluna çeker. Doğru yol çizgisinden artık çoktan sapılmış ve tali yollara girilmiştir. Şeytan her yönden çalışır, kah namaz kıldırır, kah Kur’an okutturur, kah zikir ettirir. Ama sisli havada değişmeyen gerçek vardır; yol görünmez olmuştur. İstidraç (gerçeğin zıttı) yaşam tarzı olmuştur artık bu gibi insanların. Nereye kadar, elbette bu şekilde devam ettiği sürece ölene kadar!
Bunları yaptıkça, kibr yüklenir, kibr bindikçe üzerine gerçek olandan daha da uzaklaşır. Artık istediği anlamı bulamayacak olursa, eksiltir, çoğaltır bir şekilde anlam yüklemeye çalışır. Buna yapmaya yetkili görür kendisini. İnsanlık buna muhtaçtır, o’nun tarafından kurtarılmayı beklemektedir. Attığı her adımda daha da gerçeğe yaklaştığını sanarken, gerçeğin fersah fersah ötesinde kaldığını göremez.
“Ayetlerimden uzaklaştıracağım yeryüzünde o haksızlıkla büyüklenenleri ki her ayeti görseler de ona iman etmezler, rüşd yolunu görseler de onu yol tutmazlar ve eğer sapıklık yolunu görürlerse onu yol tutarlar. Öyle! Çünkü onlar ayetlerimizi tekzib etmeyi (yalanlamayı) adet edinmişler ve hep onlardan gafil olagelmişlerdir. Halbuki ayetlerimizi ve ahiret’e kavuşacaklarını tekzib edenlerin bütün amelleri heder (bir hiç) olagelmiştir. Her halde çekecekleri sırf kendi amellerinin cezasıdır!” (A’raf : 146 – 147)
Ayetlerin ne geliş sırası, ne geliş zamanındaki izlediği yol, ne şu, ne bu. Zahirde kaldığı için her söylenilenin görünürde de var olması gerekliliği, düstur olmuştur artık. Her şey ispat ile yükümlüdür. Şeytan; kendisinin aslında çok iyi bildiği, bizzat; hakkel yakin olarak yaşadığı gerçeği bunlara yeni bir şeymiş gibi telkin eder: La İlahe İllallah. Bundan sonraki bölüm ise faso, fisodur. Peygamber, peygamberdir. Ötesi olmamıştır, olmayacaktır. Sonuç itibari ile O’da kuldur. Yüce Allah’ın (cc) Zat’ı Kibriya’sının olduğu yerde O’nun ve diğerlerinin adının anılması dahi kalın bir şirk’tir! Rabbi Zülcelal’in yarattığı kul sayısınca kendine varılması içinde yol yarattığını idrakden yoksundur. Tek yol vardır, kendi yolu. Kendi yolunda ise, yolun en başında oturmuş şeytan vardır. Bu şeytan; kendisinden başka mürşit (öğretmen) kabul etmediği için, bütün mürşidleri inkar eder, kendine uyanları da inkar ettirir. Peygamber (s.a.v.) o’na göre mürşit değildir, görevli, vazifeli bir kuldur. Görevi bitmiş, emaneti teslim etmiştir. Bu görevi ifa ederken kullandığı yolun izlenmesi yine şirk’tir. Kur’an’ın açıklanması, tebliğ edilmesi için kullanılan sözcükler (hadisler) güzel söz, yaşama aktarılması için verilen örnekler (sünnet) kişiye özel örneklerdir. Din’i hükümler, haram helal ölçüsü O’na sorulamaz! Bunları tekzib eden ayetleri ise her halukarda görmezden gelmek; varoluşçuluğun dayanılmaz hafifliğidir!
“Bir de Peygamber size her ne emr verirse tutun, nehy ettiğinden de sakının ve Allah’tan korkun; çünkü Allah şedid’ul İkab’dır!” ( Haşr : 7)
Din hırsızlarının, bu ayetleri gördükleri halde görmezden gelmelerinin tek nedeni; kendi inançlarının red olunacağını bilmelerinden kaynaklanır. Nefsleri bunu bildiği halde, firavun misali inatlarında devam ederler. Çünkü nefs; kendileri için İlah hükümüne girmiştir bir kere, geriye dönüş olamaz! İlahlığı kendisine rol olarak seçen bir nefs, nasıl olsun ki bir peygamberi mürşit (öğretmen) yada vekil kabul etsin ?
“Gördün mü o ilahını hevası (arzusu) ittihaz edeni ? Artık ona sen mi vekil olacaksın ?” (Furkan : 43)
Zaten vekil kabul etmediği için, bu Din’i O’nun (s.a.v.) yolundan gitmeyerek, kendi çabaları ile öğrenmeye çalıştığı için değilmiydi bu sapkınlığı ? Sonuç; gerçeği değiştirmiyor.
Bir de onlara “uyun peygambere” denildiği zaman, kılıf olarak şunları söylerler: “Biz Kur’an’da var olan peygambere uyuyoruz.” Kur’an’da var olan Peygamber; uzaydamı yaşadı ? Bu halkının, ümmedinin içinde yaşamadı mı ? (Haşa!) ahrazmıydı, hiç konuşmadı mı?
Davette ısrar etmenin faydası var gerçeğine binaen: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin, işitip durduğunuz halde ondan dönmeyin!” (Enfal : 20)
Hırsızların ceza olarak, elleri ile yaptıklarının karşılığı olarak zahiri ve manevi açıdan kesintiye uğramaları bir emr’dir. Bu emr’in uygulanma safhası ve zamanı henüz gelmeden, en başta yapmanız gerekeni yapın: Euzubillahimeneşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
“Muhammed sizin ricalinizden hiç birinin babası değil ve lakin Allah’ın Rasulü ve Peygamberlerin hatemidir (mühürüdür). Allah her şeye alim bulunuyor.” (Ahzab : 40)
Not: Söylemler aynı olduğu için; bu yazı sadece 1-2 kişiye yazılmış gibi algılanmasın. Şahıs bazlı değil, umuma (kendim dahil) yönelik bir yazıdır.
Bir de din hırsızları vardır ki; bunlar, kendilerinde olmayan, karşısındaki insanda müşahede ettiği iman olgusuna takılır. Bu gibi hırsızlar da buna hased eder. Karşısındaki, muhabbet ile namaz kılar, vecd ile Kur’an okur, aşk ile Peygamberine ittibaa eder. Neredeyse, Kur’an pusulası ile bire-bir peygamber yaşantısını günlük hayatına derc eder. O’nun (s.a.v.) gibi yürümeye çalışır, O’nun (s.a.v.) gibi tane tane konuşmak ister, O’nun (s.a.v.) gibi eş olmaya azm eder, O’nun (s.a.v.) gibi baba olmaya çalışır… Bunu gören din hırsızı da böyle yapmak ister, ama; itikadındaki eksiklikler nedeni ile başarılı olamaz. Eğer kendi nefsinin bu konuda eksikliğini görürse ne ala. Göremez ise; işte bu noktada inkara gider.
“Kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını arttırmıştır ve yalancılık ettikleri için bunlara elim (gayet acı) bir azap vardır!” (Bakara : 10)
Mügmin vasıflı insanların Din’i ve ictimai hayatındaki düsturlarını, haram – helal ölçülerini, itikadi bilgilerini sorgular. Hiçbir zaman bire-bir anlatım ile anlayamaz, yaşayamayacağını bildiği için anlamak istemez. “Yaşayan bilir, bilen yaşar!” cümlesini, çocukken oynadığı tekerlemelerden bir kesit olarak algılar. Bu gibi insanların biyografilerine bakıldığı zaman görülecektir ki, bu inkar edegeldikleri konuya daha öncesinde azami gayret sarfetmişlerdir. Bir yerde eksiklik ve noksanlık olduğu için başarılı olamamışlar ve sonuçta kolay olan tarafı seçmişlerdir: var olanı inkar etmek!
Artık bu noktadan sonra kendisinde eksik olan bütün yönleri sorgulama eğilimine girer. Gayb’a imanı bilmez, gayb’ı sorgular. Kader’i anlamaz, Kader’i sorgular. Velhasıl derin ve tehlikeli ne kadar sular varsa hepsinde sörf yapmaya çalışır. Sörf tahtası (itikadı) olmadığı için de her seferinde başarısız olur. Bu sefer kendi inanış şeklini benimsetmeye çalışır. Bunun davasını güder. Felsefesini haklı çıkartmak adına eğer, büker, ta ki istediği anlamı çıkarıncaya kadar uğraşır. Çok ciddi araştırmalar yapar, bir nevi ilim erbabından eksiksizdir. Edindiği ilim kendisine daha da perde olur, gerçeği göremez hale gelir.
“Yine bunlara ‘Nasın (insanların) iman ettiği gibi iman edin!’ denildiği zaman; ‘Ya!...Biz o süfeha’nın (budalaların) iman ettikleri gibi mi iman ederiz?’ derler. Ha!...Doğrusu süfeha kendileridir ve lakin bilmezler!” (Bakara : 13)
En büyük destek, ezelden beri gönüllü yardımsever! şeytan aleyhillane yolu ile gelir. Kafir şeytanın mesleği inkar, mayası da hased olması nedeni ile bu gibi insanları kendi yoluna çeker. Doğru yol çizgisinden artık çoktan sapılmış ve tali yollara girilmiştir. Şeytan her yönden çalışır, kah namaz kıldırır, kah Kur’an okutturur, kah zikir ettirir. Ama sisli havada değişmeyen gerçek vardır; yol görünmez olmuştur. İstidraç (gerçeğin zıttı) yaşam tarzı olmuştur artık bu gibi insanların. Nereye kadar, elbette bu şekilde devam ettiği sürece ölene kadar!
Bunları yaptıkça, kibr yüklenir, kibr bindikçe üzerine gerçek olandan daha da uzaklaşır. Artık istediği anlamı bulamayacak olursa, eksiltir, çoğaltır bir şekilde anlam yüklemeye çalışır. Buna yapmaya yetkili görür kendisini. İnsanlık buna muhtaçtır, o’nun tarafından kurtarılmayı beklemektedir. Attığı her adımda daha da gerçeğe yaklaştığını sanarken, gerçeğin fersah fersah ötesinde kaldığını göremez.
“Ayetlerimden uzaklaştıracağım yeryüzünde o haksızlıkla büyüklenenleri ki her ayeti görseler de ona iman etmezler, rüşd yolunu görseler de onu yol tutmazlar ve eğer sapıklık yolunu görürlerse onu yol tutarlar. Öyle! Çünkü onlar ayetlerimizi tekzib etmeyi (yalanlamayı) adet edinmişler ve hep onlardan gafil olagelmişlerdir. Halbuki ayetlerimizi ve ahiret’e kavuşacaklarını tekzib edenlerin bütün amelleri heder (bir hiç) olagelmiştir. Her halde çekecekleri sırf kendi amellerinin cezasıdır!” (A’raf : 146 – 147)
Ayetlerin ne geliş sırası, ne geliş zamanındaki izlediği yol, ne şu, ne bu. Zahirde kaldığı için her söylenilenin görünürde de var olması gerekliliği, düstur olmuştur artık. Her şey ispat ile yükümlüdür. Şeytan; kendisinin aslında çok iyi bildiği, bizzat; hakkel yakin olarak yaşadığı gerçeği bunlara yeni bir şeymiş gibi telkin eder: La İlahe İllallah. Bundan sonraki bölüm ise faso, fisodur. Peygamber, peygamberdir. Ötesi olmamıştır, olmayacaktır. Sonuç itibari ile O’da kuldur. Yüce Allah’ın (cc) Zat’ı Kibriya’sının olduğu yerde O’nun ve diğerlerinin adının anılması dahi kalın bir şirk’tir! Rabbi Zülcelal’in yarattığı kul sayısınca kendine varılması içinde yol yarattığını idrakden yoksundur. Tek yol vardır, kendi yolu. Kendi yolunda ise, yolun en başında oturmuş şeytan vardır. Bu şeytan; kendisinden başka mürşit (öğretmen) kabul etmediği için, bütün mürşidleri inkar eder, kendine uyanları da inkar ettirir. Peygamber (s.a.v.) o’na göre mürşit değildir, görevli, vazifeli bir kuldur. Görevi bitmiş, emaneti teslim etmiştir. Bu görevi ifa ederken kullandığı yolun izlenmesi yine şirk’tir. Kur’an’ın açıklanması, tebliğ edilmesi için kullanılan sözcükler (hadisler) güzel söz, yaşama aktarılması için verilen örnekler (sünnet) kişiye özel örneklerdir. Din’i hükümler, haram helal ölçüsü O’na sorulamaz! Bunları tekzib eden ayetleri ise her halukarda görmezden gelmek; varoluşçuluğun dayanılmaz hafifliğidir!
“Bir de Peygamber size her ne emr verirse tutun, nehy ettiğinden de sakının ve Allah’tan korkun; çünkü Allah şedid’ul İkab’dır!” ( Haşr : 7)
Din hırsızlarının, bu ayetleri gördükleri halde görmezden gelmelerinin tek nedeni; kendi inançlarının red olunacağını bilmelerinden kaynaklanır. Nefsleri bunu bildiği halde, firavun misali inatlarında devam ederler. Çünkü nefs; kendileri için İlah hükümüne girmiştir bir kere, geriye dönüş olamaz! İlahlığı kendisine rol olarak seçen bir nefs, nasıl olsun ki bir peygamberi mürşit (öğretmen) yada vekil kabul etsin ?
“Gördün mü o ilahını hevası (arzusu) ittihaz edeni ? Artık ona sen mi vekil olacaksın ?” (Furkan : 43)
Zaten vekil kabul etmediği için, bu Din’i O’nun (s.a.v.) yolundan gitmeyerek, kendi çabaları ile öğrenmeye çalıştığı için değilmiydi bu sapkınlığı ? Sonuç; gerçeği değiştirmiyor.
Bir de onlara “uyun peygambere” denildiği zaman, kılıf olarak şunları söylerler: “Biz Kur’an’da var olan peygambere uyuyoruz.” Kur’an’da var olan Peygamber; uzaydamı yaşadı ? Bu halkının, ümmedinin içinde yaşamadı mı ? (Haşa!) ahrazmıydı, hiç konuşmadı mı?
Davette ısrar etmenin faydası var gerçeğine binaen: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin, işitip durduğunuz halde ondan dönmeyin!” (Enfal : 20)
Hırsızların ceza olarak, elleri ile yaptıklarının karşılığı olarak zahiri ve manevi açıdan kesintiye uğramaları bir emr’dir. Bu emr’in uygulanma safhası ve zamanı henüz gelmeden, en başta yapmanız gerekeni yapın: Euzubillahimeneşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
“Muhammed sizin ricalinizden hiç birinin babası değil ve lakin Allah’ın Rasulü ve Peygamberlerin hatemidir (mühürüdür). Allah her şeye alim bulunuyor.” (Ahzab : 40)
Not: Söylemler aynı olduğu için; bu yazı sadece 1-2 kişiye yazılmış gibi algılanmasın. Şahıs bazlı değil, umuma (kendim dahil) yönelik bir yazıdır.