Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

::::::::Davette Metod Ve üslup:::::::::

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr




Şimdi ortaya atılan soru şudur: Rasul (s.a.v.)'in Mekke'deki hayatı sırasında yaptığı her hareket ve söylediği her söz Allah'ın ona inzal buyurduğu vahiy olarak değerlendirilerek öylece gereğinin yapılması vacip olarak mı sayılacak? Yoksa bazı fiiller ve sözler vahiy olarak değerlendirilmeyip vücubiyet sahasının dışında mı bırakılacak.?

İşte metot, üslub ve araç (vesile) konusunu bu başlık altında inceleyeceğiz.

Ortaya atılan diğer bir soru da şudur: Metodun -ki o şer’i ahkâmın bir yekünüdür- tecrübe ile elde edilebilecek bir şey olduğuna, denendikten kısa bir müddet sonra faydalı olduğu görüldüğünde doğru olduğu kabul edilen, aksi takdirde hatalı olduğu anlaşılabilen bir şey olduğuna hükmetmemiz yerinde midir? Metot hakkında bu kanaat doğru mudur?

Birinci Soruya Geri Dönelim

Allah Sübhanehu Teâla Müslümanlardan Rasul (s.a.v.)'in bütün söz ve efaline ittiba etmelerini, ayrıca her söz ve davranışını esas almalarını talep etmektedir. Zira Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

“O heva ve hevesinden konuşmaz. O kendisine inzal olunan vahiyden başkası değildir.” Necm 3-4

“Rasul size neyi getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetti ise ondan sakının.” Haşr-7 İşte buradaki “neyi” edatı umum ifade eder. Binaenaleyh Rasul (s.a.v.)'in getirdiği (bize tebliğ ettiği) dinin dışında hiç bir mesele yoktur. Şu var ki bu umum lafzını tahsis eden şer’i delilin istisna ettikleri şeyler mevcuttur.

Gerçekten ittiba etmek konusunda Rasul (s.a.v.)'in bazı fiil ve sözlerini ayıran deliller mevcuttur.

- Meselâ; Rasul (s.a.v.) şöyle demiştir: “Dünya ile ilgili işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz.” Müslim-Fedail 4358 Dünya işleri ile kasdedilen ziraat, sanat, keşif ve icad, tıp ve mühendislik eğitim-öğretimi v.b. hususlardır. Bütün bunlar vahyin konusu dışındadır. Rasul (s.a.v.) bu mevzularda kendisinin diğer insanlardan bir farkı ve üstünlüğü olmadığını bize bildirmiştir. Hurma ağaçlarının aşılanması hadisesinde olduğu gibi.

- Rasul (s.a.v.)'in bazı fiilleri vardır ki yalnız kendisine has olduğu ve başkasının o fiillere iştirak edemeyeceği sabit olmuştur. Meselâ; kuşluk namazı yalnız kendisine vacip kılınmıştır. Visal orucu ve dörtten fazla kadınla evlenmek yalnızca ona mübahtır.. İşte bu ve buna benzer Rasul (s.a.v.)'e has olduğu sabit olan amellerde ona ittiba edilmez.

- Ayrıca bir takım davranışlar da vardır ki insan olmanın bir gereği olarak herkes onları yapar. Örneğin oturmak, yürümek, yeme, içme v.b. şeyler bu sınıfa girer. Öyle ki bu fiiller Rasul (s.a.v.)'e mübah olduğu gibi bütün ümmete de mübahtır.

- Diğer taraftan Rasul (s.a.v.) şer’i hükmü icra ve infaz ettiğinde onu muhtelif üslub ve araçlar kullanarak icra etmiştir. Demek oluyor ki şer’i hüküm, icra ve infazı gerekli olan Allah'ın hükmüdür. Şer'i hükmün infaz keyfiyetine gelince, yani üslub ve araçlar söz konusu olduğunda o, Rasul (s.a.v.)'in şahsına bırakılmıştır. Rasul (s.a.v.) da her insan gibi onu harama götürmeyen güzel bir üslub ve vesilelerle infaz etmiştir.

Bunu şöyle bir örnekle izah edelim: Allah (C.C.) şöyle buyurmuştur:

“Emrolunduğun şeyi (kafalarını) çatlatırcasına anlat.” Hicr-94 Bu emir, yerine getirilmesi gereken bir şer’i hükümdür. Şeriat onun icra ve infazı için mahdut bir keyfiyet göstermemiştir. Rasul (s.a.v.) Allah'ın emrine uyarak müşriklerin kafalarını çatlatırcasına emrolunduğunu tebliğ etmesi, aksi yönde hareket etmesi mümkün olmayan bir emirdir. Ancak ayet bu emrin infaz keyfiyeti konusunda Rasulullah'ı bağlayıcı bir hususu bildirmemiştir. Rasul (s.a.v.)'in davranışlarını (efalini) kendine esas kılarak İslâm Devleti'ni kurmak isteyen cemaat için de adı geçen mevzuda bağlayıcı bir üslub yoktur. Kaldı ki Rasul (s.a.v.) bazen "Safa" tepesine çıkardı, bazen yemeğe çağırırdı, bazen de müslümanları alarak iki saf halinde Kâbe'yi tavaf ederek söz konusu aşikar daveti icra ve infaz ederdi. Bütün bu üslublar şer’i hükmün infazı ile ilgilidir. Yani asıl hükümle, yüz yüze mücadele ile ilintili, ayrıntılı davranışlardır. Asıl açısından mübah sayılmaktadır. Bunların infazı hususunda tafsili usluplar belirtilmeyerek cemaatın tesbitine bırakılmıştır. Bir örnek daha verelim: Allahu Teâla şöyle buyurdu:

“Sizin ve Allah'ın düşmanlarını korkutacak yetişmiş savaş atlarınızdan gücünüzün yettiği kadarını hazırlayın.” Enfal-60 Burada "hazırlayın" ifadesi bir şer’i hükümdür. Yerine getirilmesi gerekir. Farzdır ve ona muhalefet etmek haramdır. Bu ayette İstenen, şey kendisi dolayısıyla düşmanın korkacağı gücün hazırlanmasıdır. "Besili atlar" düşmanın korkutulması için bir vesile (araç) durumunda olduğu için bağlayıcı değildir. Öyle ise düşmanı korkuya sevk edecek her aracın bulundurulması istenmektedir. Kendisiyle cihadın tahakkuk ettiği araçlar yenilenmiştir. Öyleyse şer’i hükmün icra edilmesinde aktif araçların elde edilmesi istenmektedir. Günümüzde kendisiyle cihadın yapılabileceği araç ve gereçler, Allah'ın düşmanları olan münafık, müşrik ve kafirleri korkutacak olan uçaklar, toplar ve füzeler v.b. şeylerdir. Görülüyor ki şer’i hüküm şari'nin hitabının merkezleştiği açıkça görülen asıl hükümdür.

Buna göre üslub, asıl hükmün tenfiz keyfiyetiyle ilintili teferruatı gösteren hükümdür. Mübah kılınmış olması bakımından en uygun olanını belirleme işi bize bırakılmıştır.

Binaenaleyh Mekke'de olsun Medine'de olsun akideye taalluk etsin, nizamı ile ilgili olsun, metodunu göstersin ya da şer’i hükmün tatbikine ait olsun yukarıda belirttiğimiz istisnalar ve benzerleri dışında Rasul (s.a.v.)'den sadır olan her şey vahiydir, esas alınması gereken şey durumundadır.

Rasul (s.a.v.)'in Mekke'deki davetinin seyrine dikkatlice bakan, muhalefet edilmesi caiz olmayan bağlayıcı şer’i ahkâm niteliğinde olan davranışlar ve eylemleri icra ettiğini görecektir. Ayrıca üslub niteliğinde olan davranışlarına da şahit olacaktır. Kendisinden infazı istenen şer’i hüküm için bazı vesilelere baş vurduğunu da görecektir. İşte bundan dolayıdır ki metot niteliğinde olan hükümler ile üslub ve vesile karakterinde olan hükümlerin arasını ayırmak bir mecburiyet olmaktadır. Ta ki söz konusu cemaat kendisinden istenen şeyin ne olduğunu ve muhayyer bırakıldığı alanı iyice bellesin.

Metodun tamamen şartlara göre cemaatın isteğine bırakılmış üslublardan saymak caiz değildir. Böyle yapıldığı takdirde metotla ilgili şer’i hükümler ihmal edilerek onların yerini beşeri metotlar alacaktır. Bunu daha iyi açıklamak için bir kaç misal vereceğiz:

- Allah (C.C.) şöyle buyuruyor: “Emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına anlat.” Bu emir, Allah'ın Rasulü'ne açıktan açığa davet etmesini isteyen emridir. Bu emir iki şer’i hükmü ortaya koymaktadır.

1- Bu ayetin nüzülünden önce açıktan davetin yapılmadığı.

2- Bu ayetin gereği olarak davetin bundan böyle açıkça yapılacağı.

Buna göre ayetin inzalinden sonra Rasul (s.a.v.) daveti aşikar veya gizli yapma konusunda muhayyer değildir. Bilakis aşikar bir şekilde davet ederek Allah'ın hükmüne itaat etmesi gerekmiştir. İşte bu, şeriatın beyan ettiği şer’i bir hüküm olup Rasul (s.a.v.)'in kendiliğinden ortaya koyduğu bir keyfiyet değildir. Öyleyse esas alınması lazımdır. Zira Allah'ın “Emrolunduğun şeyi” şeklinde kavli celilesi olan Allahu Teâla'nın bir emri olduğuna delalet etmektedir.

- Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine; ellerinize hakim olun ve namazı ikame edin, denilenleri görmedin mi...” Nisa-77 Yine kafirlerin şiddet kullanmalarına karşı Abdurrahman b. Avf'ın Rasul (s.a.v.)'den silah kullanmayı talep ettiğinde kendisine;

“Ben affetmekle emrolundum, kavimle savaşmakla değil.” Nesai cihad hakim 3036 demesi ve sonra da Mekke'den Medine'ye hicret esnasında savaşa izin veren;

“Zulme uğramalarından dolayı onlara savaşma izni verildi. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kadirdir” Hac-39 ayeti, daha önce savaşa izin verilmediğine ve daha sonra izin verildiğine, izin verenin Allahu Teâla olduğuna delalet etmektedir. Bunun için şer’i bir hüküm olarak gereğinin yapılması vacip olmaktadır. Bunlar, Rasul (s.a.v.)'in yapıp yapmamakta serbest kaldığı işlerden değildir. Aksine hepsi vahiydendir ve bağlayıcıdır. Rasul (s.a.v.)'in onunla mukayyet olması gibi, bizim de onunla kayıtlı olmamız kaçınılmazdır.

- Rasul (s.a.v.)'in kabilelerden nusret talep ederken sarf ettiği mübarek sözler de tıpkı bunun gibidir. O, kabilelere şöyle demişti:

“Ey filan oğulları! Ben Allah'ın size olan elçisiyim. Ben size yalnızca Allah'a ibadet edip O'na hiç bir şeyi ortak koşmamanızı, O'na tapıp O'na denk tuttuğunuz O'nun dışındaki şeylerden vaz geçmenizi, bana inanmanızı ve bana kuvvet vermenizi (bir rivayette de, bana yardım etmenizi) emrediyorum. Ta ki bu sayede Allah'ın beni kendisi için gönderdiği şeyi beyan edeyim.” İbn hişam sireti-Ahmed bin Hambel müsnedi-Mekkiyyin 15450

Görüldüğü gibi Rasul bu işin Allah'ın (C.C.) bir emri olduğunu ifade etmektedir. Rasul da vahyin gereğini yapıyor. Rasul (s.a.v.)'in defalarca hem de çirkin bir şekilde geri çevrilmesine rağmen nusret talep etmekte ısrar etmesi de bunun Allah'ın bir emri olduğuna delalet etmektedir.

Bu örnekler metotla alakalı bazı şer’i hükümlerle ilgiliydi. Şer'i hükmün kendisiyle icra ve infaz edildiği üslub ve vesilelere gelince, onların mahdut şekilleri bizden istenmemektedir. Biz şer’i hükmün infazını başarıyla sonuçlandıracak uygun üslub ve vesileleri seçip uygulayacak durumdayız.

Gerçekte yerleşik kültürlendirme işini Rasul (s.a.v.) müminlerle birlikte bazı evlerde mahallelerde ve Daru'l Erkam'da bilfiil yapmıştır. Bu hüküm, bizim için bağlayıcı olan bir şer’i hükümdür. Bunu uygun bir üslubla icra etmiştir. Yerleşik bir şekilde İslâmi fikirleri vermek için oturumlar düzenlemek veya ailelerle ilgili üslubları seçebilir. Ona haftalık bir vakit tayin ederek oturumlara katılacak fertlerin veya ailelerin sayısını belirleyebilir. Bütün bunlar davete icabet edip iman eden gençlerin nefislerinde İslâmi fikirlerin kökleşmesini sağlayacak mütenasib üslublardır. Bu saha tamamen bize bırakılmıştır. İslâmi fikirleri kökleştirecek kültürlendirme ameliyesini icra edeceğimiz üslub ve araçları seçip belirleme durumundayız.

Rasul (s.a.v.) kendini tamamıyla davasına vererek Mekke sokaklarında ve tüm insanların önünde devamlı insanları davet ediyordu. Biz de bu işi yapmaya kalkıştığımızda, hitabet veya sohbetlerde fikirlerin yayılması gibi uygun üslublar benimseyeceğiz. Ayrıca insanların acı tatlı günleri dolayısıyla bir araya gelinmesi durumunda davet görevini yerine getireceğiz. Ya da kitap, dergi ve diğer neşriyat, teyp veya video kasetleri ile ve diğer iletişim araçları ile en uygun bir şekilde yapılabilir. Bütün bunlar mübah olan araçlardır.

Bunun gibi Rasul (s.a.v.) nusret talep etmek için Taif'e doğru yol aldığında yayan veya binekli olarak oraya gitmesi, bu hususta herhangi bir aracı kullanması bağlayıcı hususlardan değildir. Bu tür araçları şeriat sınırlandırmadan bize bırakmıştır.

Bunun için Rasul (s.a.v.)'in bir kıl kadar çiğnemediği şer’i hükümlerin çerçevesini çizdiği ve belirlediği vahiy kaynaklı metodu çok iyi kavramamız gerekmektedir. Ayrıca Rasul gibi bizim de bu ilahi olan metottan kıl kadar şaşmamamız lazımdır. Şer'i hükmün icra ve infazının muktezası olan ve değişebilen bütün araç-gereç, şekli ve üslublar Rasul (s.a.v.)'e bırakılmış olduğu gibi bize de bırakılmıştır.

Şüphesiz "Daru'l İslâm"ı oluşturmak şer’i hükümdür. Ne yazık ki onu oluşturma metodunu, üslub seviyesine indirgeyerek kendi kendimize bunu ortaya koyma durumunda olduğumuz tasavvur edilmekte ve bizi Daru'l İslâm'ı oluşturma neticesine götüreceği zannedilerek işe kalkışmaktayız. Bu çerçevede; fakirlere yardım, güzel ahlaka davet, okullar ve hastaneler inşa etmek, faziletli amellerde bulunmaya çağırmak, yöneticilere karşı savaşarak cihad etmek, veya yönetime katılmak amacıyla meclise girmek gibi hareketlerin tamamı, Rasulullah (s.a.v.)'in Dar'ı İslâm’ı kurmak için Rabbinin emrine sarılarak takip ettiği yoldan çıkmak demektir. Rasul (s.a.v.) Allah'ın emrinin bir gereği olarak her türlü güçlükler karşısında hakkı haykırdığı gibi bizim de her türlü zorluklar karşısında hakkı haykırmalıyız. Yoksa ona muhalif davranmış oluruz. Yine Rasul (s.a.v.) Mekke'de savaşmaktan elini çekmesini ve Müslümanların silah kullanmasına izin vermemesini örnek alarak biz de onun gibi yapmalıyız. Rasul (s.a.v.)'in nusret talep etmesi gibi muhtelif vakıayı aynı itibarla değerlendirip biz de nusret talep etmek durumundayız. Kısacası Allah sübhanehu ve Teâla'nın, Rasulüne belirlediği her adım bizi bağlar. Ona muhalefet etmek, ona itina göstermemek şeriata muhalif davranmak demektir.

Görüldüğü gibi metot hususunda biz muhayyer değiliz. Şeriat bize bir gaye ve ona ulaşma metodunu birlikte belirlemiştir. Ona itaat etmekten başka bir muhayyerliğimiz yoktur.

Ayrıca hemen belirtelim ki metodu ve atılacak adımları belirleyecek tek şey şer’i nasslardır ki o da Kur'an ve Sünnettir. Metodun belirlenmesinde işi akla, şartlara ve maslahata bırakamayız.

Binaenaleyh bize düşen Rasul (s.a.v.)'in metodunu iyice kavramak o nasıl yürümüşse öylece yürüyüp bağlanmamız vacip olmaktadır. Onun çalışmasının merhalelerini ve her merhalede tamamlanan işleri çok iyi ortaya koymamız gerekmektedir.

Kültürlendirme merhalesinde, Rasul (s.a.v.), fertlere ulaşma, kendisine iman edenlerle beraber gizli bir yerde toplanma ve onları kültürlendirme işine sürekli bir şekilde devam etmiştir. Bizim de bu işi yapmamız gerekmektedir ki bu bir şer’i hükümdür. Ancak bunu yaparken başvuracağımız üslub ve vesilelerden uygun olanı tercih etmek bize kalmıştır.

Kaynaşma merhalesinde Rasul (s.a.v.) meydanlarda alenen İslâm'a davet ediyor, inen yüzlerce ayet, bozuk akide ve adetlere, isim ve vasıflarını zikrederek Kureyş'in ileri gelenlerine saldırıyordu. İşte Rasul (s.a.v.) bu işleri görürken bu haliyle kendini kabilelere arz ederek kabul etmelerini istiyordu. Bizim de bu işlere birer şer’i hüküm olmaları itibarı ile sarılmamız gerekir. Bütün bunları, birinci merhaledeki kültürlendirme ameliyesine eklemeliyiz. Zira birinci merhalede fikrî çekişmenin ve siyasi yüzleşmenin yaşandığı ikinci merhaledeki işlerin kültürü verilir. Ayrıca ümmetin maslahatı İslâm esaslarına göre bina edilerek kâfirlerin ümmeti sömürerek yaptıkları ihanetlerin ve yönetimde yapageldikleri zalimliklerin ortaya çıkarılması lazımdır. Bütün bunlar tamamen Rasul (s.a.v.)'in efali esas alınarak onlar için uygun üslub ve vesileler tercih edilerek yapılır.Dua ile
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0


Görüldüğü gibi metot hususunda biz muhayyer değiliz. Şeriat bize bir gaye ve ona ulaşma metodunu birlikte belirlemiştir. Ona itaat etmekten başka bir muhayyerliğimiz yoktur.

Ayrıca hemen belirtelim ki metodu ve atılacak adımları belirleyecek tek şey şer’i nasslardır ki o da Kur'an ve Sünnettir. Metodun belirlenmesinde işi akla, şartlara ve maslahata bırakamayız.

Allah razı olsun abi çalışman için..

selametle..
 
Üst Alt