sinang
New member
بســـم الله الرحمن الرحيم
Davetçi, Allah'ın davetçisidir.
"Allah'ın (dinine) davetçi olarak." (el-Ahzab: 46)
Yani o, ne bir dünyalığın, ne bir onurun, ne ulusal bir üstünlüğün, ne cahili bir ırkçılığın, ne ganimetin ve ne de iktidar veya makamın davetçisidir. O, sadece Allah'ın davetçisidir. Allah'a ulaştıran değişmez bir yolda Allah'ın davetçisi...
"Seni (ey Muhammed!) bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah'ın (dinine) kendi emriyle bir davetçi ve aydınlatan bir yıldız (ışık) olarak gönderdik." (el-Ahzab: 45-46)
Allah'a davet, kapalılık ve karmaşası olmayan açık ve arık bir davettir.
"Rabbine davet et." (el-Kasas: 87)
Bu, bir kavmiyet veya ırkın, toprak veya bayrağın, çıkar veya ganimetin, bir arzu veya şehvet doyumunun daveti değildir.
Tüm bunlardan soyutlanarak davete uymak isteyen varsa uysun. İlahî davetle beraber başka bir şey isteyen varsa, bu yola başvurmasın. Davaların galibiyeti, bağlılarının sayısıyla ölçülmez. Dava adamlarını yöneteyim diye, kişisel arzuları gidereyim veya satılıp alınan bir ticarî meta haline getireyim diye davalara sahip olunmaz.
Davaların zaferi; halis bir şekilde Allah'a yönelmiş ve makam, mevki ve çıkar aramaktan arınmış gönüllerin varlığına bağlıdır. Bir dava adamı, Allah'ın rızasından başka bir şeyi arayıp ummaz.
Sık sık unuttuğumuz şu basit hakikati gözden ırak tutmamız gerekir. İnsanlar, aynı insanlardır. Davet aynı davettir ve kavga da aynı kavgadır.
- Bu kavga (savaş), en başta nefsin içindeki zaaf, noksanlık, hırs ve bencilliğe karşı verilen bir kavgadır.
- İkinci planda hayatı kasıp kavuran şerre, batıda, dalalet ve azgınlığa karşı verilen bir kavgadır.
Bu kavgaya her iki cephede de katılmak gerekir. Yeryüzünde müslüman cemaati temsil eden kimselerin her iki cephede de savaşmaları zorunludur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in girdiği, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yaptığı savaş da buydu.
Bu arada hata ve tökezlemeler olacaktır. Yol boyunca zaaf ve noksanlık olacaktır. Ama herşeye rağmen yola devam etmek gerekir. Zaaf ve noksanlığın habercisi olay ve deneyimler baş gösterdikçe buna çare bularak devam etmek gerekir Gönülleri, Kur'anı Kerim'in çizdiği yöntemlerin çerçevesinde Allah'a yöneltmek gerekir.
Yüce Allah, dava ve davetçilerin tabii özelliklerini açıklarken kesin ve vazgeçilmez direktifi vermektedir:
"Vadettiklerimizin bir kısmını (hayattayken) sana göstersek de veya (bunları göstermeden) seni öldürsek de, görevin tebliğdir. Hesap almak ise bize aittir." (er-Ra'd: 40)
Allah dininin davetçilerine düşen, davanın yükümlülüklerini taşımaktır. Her aşamanın gerektirdiği yükümlülükleri...
Allah'ın dilediği kadardan fazlasını anlatmakla görevli değillerdir. Bundan dolayı ilâhi takdirin geciktiğini, açık zaferin ve yeryüzü İktidarının uzakta kaldığını gördüklerinde umutsuzluğa kapılıp dağıtamazlar. Çünkü onlar davetçidirler. Sadece davetçi...
Allah dininin davetçileri bunu anlamakla, Allah'a karşı edeplerini takınmış olurlar. Sonuç ve gelecekleri tayin etmek onların görevi değildir, inanların hemen hidayete ermelerini veya mü'min ve kafirler hakkında ilâhî mükafat ve cezanın hemen gerçekleşmesini isteme hakkına Sahip değillerdir.
"Çok davet ettik; ama pek az kimse bize uydu. Çok sabrettik; ama Yüce Allah zalimlerden intikam aldığını bize göstermedi" deme hakkına da sahip değillerdir.
Çünkü onların görevi tebliğdir. İnsanlardan dünya veya ahirette hesap almak ise Allah'a aittir. Çünkü bu, kulların işi değil, Allah'ın işidir. Öyleyse Allah'a karşı edebî takınmak gerekir. Kulluk görevini sürdürmek gerekir. Dilediğini yapma hakkını sadece Allah'a bırakmak gerekir.