Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cosanler tarikati nedir?

Ozbek

New member
Katılım
19 Ocak 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Selamunalaikum kardashlar,

Ben osmanly turk emasman va turk tilini oz bilaman. Ben Ozbekiston danman va Sizlerge bir saval var.

Cosan tariqati nedir? Uning kitoblarini Ozbekistonda targhib qilayotirlar. Lutfen bu kishi haqinda ma’lumat bersangiz,

Coq tashakkurler olsun
 

mehmet_16

New member
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
367
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Özbeksin herhalde.Benden tavsiye tarikatlarla hiç uğraşma...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Selamunalaikum kardashlar,

Ben osmanly turk emasman va turk tilini oz bilaman. Ben Ozbekiston danman va Sizlerge bir saval var.

Cosan tariqati nedir? Uning kitoblarini Ozbekistonda targhib qilayotirlar. Lutfen bu kishi haqinda ma’lumat bersangiz,

Coq tashakkurler olsun

coşan tarikatı derken sanırım bahsettiğiniz kişi eğer prof. dr. esad coşan rh.a. cemaatiyse muhabbetlerine katlanızı taviye ederim namı diğer iskenderpaşa cemaatidir.
tarikat yol demektir. ve herkes bi rtarikata yani bir yola menzuptur yolu olmıyan adam düşüncesiz adamdır. birfikir olan herkesin biryolu var demektir bugün bür sürü yol vardır rahmanide vardır şeytanide onun için coşan cemaatide rahamani düşüncesi olan bir yol olup kendisi ilahiyat profösörüdür. ve ilminin hem zahiri baoyutu vardır hem ilahi boyutu vardırki tavsiye ederiz. ama dediğimizgibi coşan cemaati derken biraz daha detayşlı bilgi verirseniz daha detaylı fikrimizi sizinle paylaşabiliriz...
 
T

teslimolan

Guest
Koyun olmayacaksan uzak dur derim kardesim. Al eline ac Kurani oku anladigin dilde oku.
 

TAYFUR

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
50
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
64
peygamberin kime ve neye tabi olduysa sende ona...

peygamberin kime ve neye tabi olduysa sende ona...

Sevgili Özbek kardeşim. Tabi olacağımız tek istikamet vardır, O da Allahın tarif ettiği ve peygamberinide uymakla sorumlu tuttuğu tek hidayet rehbberimiz Kurandır.


Cemaat, mezhep ve tarikat fitnelerinin tamamı yüzlerce parçalanmış olduğu için bu ümmetin kanayan en büyük yarası ve kanser mikrobu gibi bulaştığını asla iflah etmeyen bir virüstür.


Önce aklederek peygamberiyin bir mezhebi veya tarikatı yada Müslüman adından başka taşıdığı bir sıfat varmıydı onu düşün . olmadı, olamazdı. Eğer olsaydı Allahın şu hitabına muhatap olurdu ki sonu felaket olması demektir.


En'am Suresi 159. Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.



A'raf Suresi 51. Onlar kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı. Ayetlerimize karşı direniyorlardı. Bugün de biz onları unutuyoruz.




Rum suresi 32. Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.


Bu parçalananlardan kim kasdedilmiş olabilir aceba..? Allah bütün elçilerini yer yüzünden küfrü ve şirki kaldırmak için gönderdiği halde bütün tarikat şeyh ve liderleri, kendilerine tabi olanlar ile Allah arasında aracılık yapmak gibi bir misyona sahiptirler.

YANİ: ALLAHIN KALDIRMAK İSTEDİĞİNİ, YENİDEN GETİRMEK, TAZELEMEK VE YEŞERTEREK NEŞVÜ NEMA BULMASININ MÜCADELESİNİ VERMEKTEDİRLER.

Hangisine gidersen git farketmeyecek olan tek şey şirktir. Ebu cehiller de Allaha inandığı, rızkın Allahtan geldiğine inandığı,yerin ve göğün sahibinin Allah olduğuna inanmalarına rağmen neden müşrik sıfatını aldılar biliyor musunuz..?

İsteklerini direk Allahtan istemek yerine, Kabenin etrafındaki kendi diktikleri putları vesile yaparak istemeleri nedeniyle müşrik olmuşlardı.

Bugünkü aynı görevi tapan putların sadece isimleri değişti, ama işlevleri hiç değişmedi. Hatta müşrikler olağan üstü halleri putlarına yamamadılar.

Ama bizim yeni putların maharetlerini bir bilseniz, neredeyse müslüman olduğunuza pişmanlık duyma hissine kapılırsınız.

Bana Türkiyedeki Nur cemaatı ismini alan grup kendi aralarında yine bir nurcunun ağzından duyduğum ifadeye göre 17 parça olduklarını söylemişti.

Onlardan yazıcılar grubunda geçen yıl öğrencilerin kaldığı özel evlerinde olan şu beyninizi zonklatacak hatta tahrife uğratacak olay yaşanmıştı.

Onlar risalelerini Osmanlıca devamlı yazıyorlarmış (planlı olarak) Abdurrahman onlara şunu çok merak ettiği için sormak zorunda kalmış.

-Sizler neden hep risale yazmakla meşgul olup , Kuranla meşgul olmuyorsunuz...? deyince haydi bakalım tahmin edin verdikleri cevabı..!


-Bak Abdurrahman bu risaleler zaten Kur'anın tefsiridir. Ayrıca sen şehit olmak istesen kaç defa şehit olma şansına sahipsin.? demişler. Abdurrahman da tabiki sadece bir defa şehit olabilme imkanına sahibim.> deyince cevaplarının ilginçliğine bakın.

-Üstadımız bu risalelerden bir satır yazana 100 şehit sevabı müjdeliyor.> demişler.

İşte bu kendini şeyh olduğunu veya cemaat lidleri olduğunu zanneden şarlatanlar ve bunların eserleri, aynen Ebu Cehillerinin Hubelleri, Lat' ları M enatları gibidirler sadece isimleri farklıdır o kadar.

Daha bunların ahirette şefaat etme yetkileri bile vardır. Hatta öyleki Uydurdukları sırat köprüsünden geçerken Efendileri, kendine tabi olan müritlerinin ruhlarını bir sandukaya koyup karşıya geçirir.


Ben bunu bir şeyhin, Yani Menzil şeyhinin bir meşhur vekilinin ağzından bizzat duydum ,İftiradan Allaha sığınırım.



Bakara Suresi 48. Ve korkun o günden ki, hiçbir benlik başka bir benliğin herhangi birşeyi için karşılık ödemez; hiçbir benlikten şefaat kabul edilmez, hiçbir benlikten fidye alınmaz.Ve onlara yardım da edilmez.



Bakara Suresi 123. Kimsenin kimse yerine birşey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların hiçbir yardım göremeyecekleri o günden korkun.



Bakara Suresi 254. Ey iman edenler! Alış-verişin, dostluğun, şefaatin olmadığı o gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan infak edip dağıtın. Küfre sapanlar zalimlerin ta kendileridir.

Necm Suresi 26. Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.


Müddesir Suresi 48. Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati.


Görüyorsunuz ki Bütün kuvvet ve kudretin, şefaatın, yardımın tek sahibi olan Allahtan başka, Peygamberlerde dahil olmak üzere hiç kimsenin kimseye bir faydasının olamıyacayı gün, bir tek yaratanımıza hesap vereceğimizi unutmayalım yeter. Allhın gösteriği yola tabi olanlara selam olsun.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
evet saygı değer tayfur yazmışsın zahmet etmeyip Allah razı olsun laikn bu yazılar çokca yazıldı. artık klişeleşmiş yazılar oldu bunlar aynı sorular aynı cevaplar ama yazınıza cevap sahabelerin mezhebi nedir adlı yazıda verilmişti..
cemaat tarikat yokuş buna benzer yolların çokca olması o düşüncenenin bereketidir zengin bir ilme sahip olduğunu gözterir. tıp fakültesinde birden çok bölüm vardır hepsi bir derde deva olur çıkarlar ama hepsi aynı ilmi alırlar. yani hepsini kaldıralım yanlız bir tıp falkültesi olsun bu kalp cilt diye ayırmak o ilme zarar veriri düşüncesi yanlıştır bu o ilmin ne denle zengin olduğunu gösterir ki herbiri bir diğerinin tamamlayıcısıdır. yani heps vucdu oluşturur. onun için mantığınız sadece ayetleri okyorsunuz ya bende ayetlerden anadığım o değil?_
yani siz ayetlerden farklı yorum çıkarmışsınzı bense farklı yorum çıkardım ikimizde kuranı okuduk siz bana ehli şirk diyorsunuz bende size ehli meal diyorum eee ikimizde kuranı okuduk şimdi kuran size başka bana başkamı gözüküyor? demekki iki okuyan aynı şeyi anlamıyor şayet kuran

Ali doktora gitti yazısı kadar basit bir yazı olsaydı ikimizde kalkıp cümleyi okduğumuzda bahsedilen şahsın doktora gittiğini söyleriz. ama hikmet-i ilahi
ikimizde okuyorum birimiz farklı anlıyoruz birimiz farklı anlıyorzu bu ayetleri eğer bunu insan kafası kadar düşünürsek milyonlarca yorumlıyanda çıkabilri yahu ozaman bir cümlenin tezat sizce yorumu olabilrimi?
eğer ortada tezat yorumlar varsa bu kitaba ait dğeil yorumlayanlara ait bir sorundur ozaman siz başka ben başk aanlıyorsak ne yapıcaz?
çünkü bu tartışmayı daha evvel
sayın metin mete ile yapmıştık a ban aayet yazdı sadece bir yazıda bende cevaben ona başka eyeter yazdım sadece başka bir üye yahu ayetlere ayetlerle cevap veriliyor kurandamı çelişki var kanısına varmak üzereydi onun için ayetleri yorumlarla nasıl gösterirsen öyle anlıyorsun..
ee soruyorum peki doğru yorumu nasıl bulucaz?
sen doğru yol solda diyorsun bense doğru yol sağda diyorum ? eee peki doğru yol neresi?
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ey iman şerefiyle şereflenmiş olanlar "râinâ" demeyiniz de "unzurnâ" deyiniz, ve kulak veriniz, dinleyiniz! râinâ "bize mürâat et" demektir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Mürâât: Müfâale babından ra'y ve riayette mübalağa veya müşareket ifade eder. Ra'y ve riayet, bir kimsenin, başkasının işlerini çekip çevirmesi, yönetip tedbir etmesi, onun lehine olacak şeyleri tedarik edip, ona fayda sağlaması ve korunmasına özen göstermesi demektir ki, hayvanat hakkında gütmek, insanlar hakkında da siyaset adı verilen yönetmek anlamına gelir. Nitekim siyaset ilmine, "ilmü'r-riaye" yani yönetim ilmi adı da verilir. Mürâât da, riayet de mübalağa veya karşılıklı riayet demek olur. Bir insanın haline müraat etmek, ne yapacağını, halinin nereye varacağını gözetmek, murâkabe etmek, saygı ile dikkate almak mânâsına da gelir ki, bizim dilimizde riayet bu anlamda kullanılır. Başlangıçta Peygamber Efendimiz tarafından bir şey tebliğ ve tâlim buyurulduğu zaman, ara sıra müslümanlardan bazıları yani "Bize riayet et ey Allah'ın resulü." derlerdi ve bununla "Bizi gözet, acele etme, müsaade buyur ki anlayalım." demek isterlerdi. Cenab-ı Allah, böyle demeyi, bu "râinâ" tabirini kullanmayı yasaklayarak demeyiniz, bu tabiri kullanmayınız da "unzurnâ" bize bak, bizi gözet, deyiniz ve söze de iyi kulak veriniz, dikkatle dinleyiniz, iyi belleyip akılda tutunuz, buyuruyor ki, bunda çok ince ve mühim bir edep öğretimi vardır. Gerek ilim öğrenmede, gerek diğer nasihat ve tâlimatları anlama hususlarında Resulullah ile ümmeti arasındaki sosyal durumu ve buna göre İslâm'daki velayet-i âmme (genel velayet) ilişkisinin özünü ve hakikatini ve resmiyetteki teşrifât (protokol)ın asıl mahiyetini de ifade etmektedir. demeyiniz. Acaba niçin?
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Birincisi: Yahudiler arasında birbirlerine sövmek için kullandıkları meşhur bir kelime vardı, "râînâ" derlerdi, bu tabir Arapça "bizim çoban" demek olduğu gibi, İbrânî ve Süryanî dillerinde "dinle a dinlenmeyesi, dinle a sözü dinlenmez herif!" gibi hakaret ve alaya alma mânâsı ifade eden bir kelimeymiş. Müslümanların Hz. Peygamber'e karşı böyle diye hitap etmelerini, yahudiler fırsat bilerek ve kendi dillerindeki kelimesini andıracak şekilde ağızlarını eğerek, bükerek, sövmek ve hakaret kastiyle "râînâ" demeye başlamışlardı. Sa'd b. Muaz hazretleri, bunu işitmiş, "Ey Allah'ın düşmanları, lanet olsun size, vallahi hanginizin, Resulullah'a karşı bunu söylediğini bir daha işitirsem boynunu vururum." demiş, onlar da buna karşı "Siz böyle söylemiyor musunuz?" diye kaçamak bir cevap vermişlerdi. Bunun üzerine işte bu âyetin inmiş olduğu rivayet edilmiştir. Nisa Sûresi'nde "Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirerek, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak, peygambere karşı da, "işittik ve isyan ettik, dinle ey dinlenmez olası, râinâ, derler". (Nisa, 4/46) âyeti bu hadiseyi açıkça göstermektedir.
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İkincisi: emri, ahmaklık ve kabalık mânâsına "ruûnet" masdarından sıfatına da lafız olarak benzer bir kelimedir. Bundan dolayı da bir çirkin cinâs vardır. Bu ise edebe aykırıdır. Her iki sebeple nehiy, kelimenin çirkin olan ikinci bir anlamından dolayı sırf lafzî anlamda bir edebe dayanmaktadır. Riayetle nazaret arasındaki mânâ farkından dolayı değildir.
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Üçüncüsü: "Mürâât" riayetten müfâale vezninde olduğu ve iki kişi arasında müşareket ifade ettiği için, taraflar arasında müsâvat, yani eşitlik var zannettirir. Bunu söyleyenler, sanki, "Sen bize riayet et, sözümüze kulak ver ki, biz de sana riayet edelim, biz de senin sözünü dinleyelim." demiş gibi olurlar. Böylece Resulullah'dan karşılıklı bir riâyet ve gözetim talep etmiş olurlar. Halbuki Resulullah ile ümmet arasındaki ilişki, öğretmen ile öğrenci, usta ile çırak, yöneticiler ile halk arasındaki karşılıklı taahhütlere ve nisbeten eşit şartlara dayalı bir ilişki değildir. O ilişkiyi karşılıklı şartlara dayalı böyle sosyal ilişkiler cinsinden bir ilişki sanmak, peygamberlik makamının kadrini ve kıymetini bilmemek, ayrıca toplum hayatının değişmez, zararlı ve terakkiye engel birtakım esaslara dayandığını zannetmek demek olur. Nitekim "Sen onların heva ve heveslerine uyma!" (Maide, 5/48) ve "Sakın o Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın!" (Nûr, 24/63) buyurulmuştur. Şu halde imandan sonra müminlerin sosyal durumlarını belirlemenin ve kendilerini imanın hedeflediği maksatlara ve başarılı işlere, güzel hizmetlere sevkedecek bir öndere uymanın en mühim vazifeleri olduğu; fakat bunu mürâât mânâsıyle değil, nezâret mânâsıyle alıp, ona göre güzel sosyal edep ve terbiye kuralları altında takip edip gerçekleştirmek gerektiği beyan buyurulmuştur. Demek ki, Resulullah'a ait olan vazife mürâat değil, nazârettir. Mürâatın ise onun ümmetine düşen bir vazife olması gerekir. Bunun için ümmet, lafzî ve manevi her türlü kötü vehme düşmekten sakınmak için "râinâ" dememeli, "unzurnâ" demelidir: Öğretilen ilme, tebliğ olunan hükümlere, emirlere ve yasaklara iyi kulak verip dinlemelidir. Nezâret eden de nezâret görevinin gereklerini iyi bilmeli, ona da ümmet tarafından bu vazife ihtar olunacağı zaman, "bizi gözet" diye ihtar edilmelidir.
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Dördüncüsü: Mürââtın aslı olan ra'y ve riayette hayvanî bir gözetme anlamı vardır. Nazâret ise katıksız bir insanî kavramdır. Şu halde müslüman ümmeti, hayvanî kavramlardan uzak durmalı ve sakınmalı, insanî kavramları kabul edip, uygulamalıdır. Bunu yapmak da ümmetin kabiliyetine bağlıdır. Nitekim "Siz nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz." buyurulmuştur. Âyetten çıkan sonuca göre; söz konusu nazâreti talep etmek ve söz dinlemek ümmetin görevidir. Müminler başıboş, terkedilmiş, nazâretsiz bırakılmaya razı olmamalı, kendilerine nazaret edecek bir başkana, bir imama tabi olmalıdır. Bu suretle bir ümmet teşkil etmeliler, fakat "râinâ" diye müraat isteğinde bulunmamalılar, kendilerinin sürü yerine konulmasına razı olmamalılar. Aslında âyet mutlak anlamda olduğu için, hem Asr-ı saadet'e, hem de bütün asırlara şamil olan bir hüküm taşır. Ümmetin bizzat Resulullah'a karşı "unzurnâ" demeye izinli, hatta görevli ve mecbur olduğuna bakılırsa, bu hak veya vazifenin diğer yöneticilere karşı uygulanması öncelikle istenmekte demektir. Bu mesele akâid kitaplarında imamet bahsi adıyle ve farz-ı kifaye olmak üzere söz konusu edilmiştir. Görülüyor ki, müminlere imandan sonra ilk emir bu oluyor.
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Ey müminler, görüyorsunuz ya, "râinâ" demeyiniz, "unzurnâ" deyiniz ve iyi dinleyiniz, itaat ediniz, yoksa kâfirlere elemli bir azap vardır.
[/FONT]
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
14 Nisan 1938 yılında, Çanakkale'nin Ayvacık ilçesinin Ahmetçe köyünde doğdu. Küçük yaşta iken ailesiyle İstanbul'a taşındı. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. 1982 yılında ilâhiyat profesörü oldu. 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.

Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile, İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.
4 Şubat 2001 Pazar günü, bir cami açılışı yapmak için Grifit şehrine giderlerken, Avustralya yerel saatiyle 12'de, Sydney civarında, Dubbo kasabası yakınlarında geçirdikleri elim bir trafik kazası sonucu ahirete irtihal eyledi. Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Rh.A, doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekteydi. Yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını vefat edinceye kadar devam ettirdi. Kendisinden sonra bu hizmetleri, emir ve işaretleri üzere oğlu Muharrem Nureddin Coşan üstlendi.
 
Üst Alt