Son asırlarda ateizme kapı aralayan ve bu nedenle din için en büyük tehlike oluşturan akımlardan birisi pozitivizm olmuştur. Bu akım pek çok insanın dinden kopmasına neden olduğu gibi taraftarlarını da dinle mücadele etmeye teşvik etmiştir. Nitekim bu zihniyeti benimseyen kişiler çoğunlukla inandıkları şeylerin doğru olup olmadığına bakmaksızın, insanlara pozitivizmi telkin etmiş (bir anlamda bilim adına dinsizliği önermiş) dinî inançları da ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Bu akımın uzun bir süre insanlar üzerinde çok etkili olduğu açıktır. Ancak etkisi ve gücü sadece şartlanmış ve bir şekilde dinden uzaklaşmış insanların ötesine geçmemiştir. Bütün iddiaların aksine günümüzde dinin ve Tanrı inancının bulunması, eskiden olduğunun aksine daha güçlü bir şekilde yaşaması bu akımın gündemden düştüğü, tarihteki yerini almaya yüz tuttuğunu göstermektedir. Çünkü bir fikrin değeri o fikrin tutarlı ve doğru olup olmadığıyla yakından alâkalıdır. Halbuki pozitivizmin dinle ilgili iddiaları yanlışlanmış, inançsızlıkla ilgili beklentileri de boşa çıkmıştır.
Pozitivizm sözcüğü sadece bir ekol olarak felsefede değil, bilim, sanat, edebiyat ve hukukta da belirli bir düşünce biçimini ifade etmek için kullanılmıştır.(65) Bu kavram bilimi tek geçerli bir bilgi türü olarak gören aynı zamanda mevcut olguları deney yoluyla bilinebilen ve üzerinde inceleme yapılabilecek tek obje olarak kabul eden bir anlayışın ismidir. Pozitivizm terimini ilk defa kullanan da Saint Simon (1760-1825) olmuştur. Saint Simon ve arkadaşları toplumu yeniden yapılandırmak için metafiziğin dışarıda kalacağı bilimsel bir bilgi ve bilimsel bir yöntem arayışına girmişlerdir.
Fransız filozofu Auguste Comte (1798-1857), Simon’un fikirlerini devam ettirmiş, bilimde deneye önem vermiş, deneyle elde edilemeyen bilgileri de (metafiziği ve teolojiyi) hayal mahsulü olarak görmüştür. Comte evrimci bir yaklaşımla insan zihninin de üç aşamadan geçtiğini ve zaman içerisinde olgunlaştığını belirtmiştir. İnsanlık tarihini teolojik, metafiziksel ve pozitivist olmak üzere sırasıyla üç döneme ayırmıştır:
Comte'a göre birinci dönem olan teolojik evrede, insanlık doğada cereyan eden hadiseleri Tanrı ve ruh gibi doğa üstü nedenlerle açıklamıştır. İkinci dönem olan metafiziksel evrede ise insanlık doğada olup biten şeylerin arkasında Tanrı gibi doğa üstü güçler aramak yerine doğanın kendine yönelmiş olayların nedenlerini soyut bir biçimde de olsa yine doğada aramıştır. Hayal yerine aklını kullanmış, cevher ve arazlardan bahsetmeye başlamıştır. Üçüncü dönem olan pozitif evrede ise, Comte'a göre, insanlık teolojiyi ve metafiziksel muhakemeleri bir kenara bırakmış, deneyle doğayı anlamaya çalışmıştır. Olayların arkasındaki sebepler için doğa üstü ya da metafiziksel gerekçeler aramak yerine gözlemde bulunarak ya da deney yaparak dünyanın kanunlarını keşfetmeye koyulmuştur. Comte'a göre yetişkin insanın yapacağı ve pozitif (fiziksel) bilimin takip ettiği yol budur. Yine bu evre Tanrı inancının ortadan kalkacağı bir dönem olacaktır.(66)
Görüldüğü gibi Comte üç hal yasasıyla aynı zamanda bir tarih felsefesi kurmuş, insanlığın gelişimini de tarihi evrimin bir sonucu olarak görmüştür. Ancak Comte’un yanılmış olduğu ortadadır. Pek çok düşünür gibi O da içinde yaşadığı kültürdeki dinî krizleri, sosyal çalkantıları, kilisenin nüfuzunu kaybetmesini ve bilim karşısındaki yenilgisini polemik konusu yapmış, dinin ya da yaratıcı Tanrı fikrinin yok olacağını ümit etmiştir. Ne var ki aklı ve bilimi ön plana çıkardığını zanneden bu kişiler hayal dünyasında yaşamış ve duygularının esiri olmuşlardır. Her insan gibi bir süre sonra yüce yaratıcının koyduğu yasalar çerçevesinde ömürlerini tamamlamış ve ölüp gitmişlerdir. Ancak kâinatın ve canlılar dünyasının bütün ihtişamı ve güzelliği ile ayakta olduğu, doğan her çocuğun da yine bütün mâsumiyetiyle beraber Tanrı’ya yönelmeye devam ettiği herkesin mâlumudur.
Yukarıda ifade edildiği gibi Comte'un fikirleri bazı çevrelerde etkili olmuş ancak çok ciddi eleştirilerle de karşılaşmıştır. Bu eleştirilere göre Comte'un fikirlerinin tarihen ne kadar doğru olup olmadığı bir tarafa, dünyanın ve insanlığın mevcut durumu dahi onun yanlışlığını ortaya koymuştur. Nitekim günümüzde din olgusu ve Tanrı inancı bütün çeşitliliği ve zenginliği ile yaşamını sürdürmekte ve milyarlarca insan inanmaya devam etmektedir. Ortadan kalkacağını söylediği din (Hıristiyanlık-Katoliklik) hâlâ hayatiyetini ve faaliyetlerini sürdürmektedir. Dolayısıyla günümüze kadar yaşamış olsaydı gördüğü manzara karşısında Comte'un dahi hayal kırıklığına uğrayacağı muhakkak idi. Aslında dinin ortadan kalkacağını söyleyen Comte daha kendi hayatında, bu düşüncesine aykırı şeyler yapmış ömrünün sonlarına doğru bir tür insanlık dini kurmayı denemiştir.
Comte bütün tutarsızlıklarına rağmen kendinde insanlık tarihini üç evreye ayırma hakkını görmüş ve bu tarihleri de insanlığın olgunlaşma seyri olarak ifade etmiştir. İnsanı ilk var olduğu günde olgun bir varlık olarak görmemiş, olgunlaşmasını da dinden uzaklaşmasına bağlamıştır. Ancak yüzyılımızdaki pek çok ateisti de etkileyen bu düşüncelerin ne kadar gerçeğe aykırı olduğu daha ilk bakışta anlaşılacaktır. Nitekim yüzyılımızda dinden uzaklaşan ya da bir şekilde onunla savaşan toplulukların ne duruma geldikleri ve neler yapabildikleri, dünyamızı ne şekilde cehenneme çevirdikleri gayet iyi bilinmektedir.
Comte teolojik, metafizik ve pozitivist evreler dediği şeylerin insanlığın ortak tecrübesi olduğunu görememiştir. Nitekim tarih kitaplarında belirtildiği gibi çok eski yıllarda dahi yüksek medeniyetler kurulmuş, bilimsel çalışmalar, felsefî eserler ortaya konmuştur. Bunların bir kısmı günümüze kadar gelebilmiş çoğunluğu ise maalesef kaybolup gitmiştir. Ancak ortada bir gerçek vardır. O da insanın yaratıldığı ilk günden beri şu anda bizlerin de sahip olduğu yeteneklere, özelliklere ve düşünce gücüne sahip olduğudur. Aynı şekilde bizden binlerce yıl sonra dünyaya gelecek olanların da bizden farklı olmayacağıdır. Böyle olmasaydı tarihi, tarihî eserleri, ziyaret edildiği eski tapınakları, sarayları, anıtları, piramitleri, arkeolojik kalıntıları, okuduğumuz yazıtları, kitâbeleri bulamayacaktık. Ayrıca insanlığın elde ettiği bilimsel seviyenin de temellerini yıkmış olacaktık. Çünkü yüzyılların birikimi olmasaydı son iki asırda hızlanan ve gittikçe ilerleyen bilimsel ilerlemeler de görülmeyecekti. Birazcık arkeoloji kültürü olan ve medeniyet tarihi okuyan bir kimse her halde Comte’un söz konusu iddiaları karşısında şaşkınlığını gizleyemeyecektir.
Pozitivizm sözcüğü sadece bir ekol olarak felsefede değil, bilim, sanat, edebiyat ve hukukta da belirli bir düşünce biçimini ifade etmek için kullanılmıştır.(65) Bu kavram bilimi tek geçerli bir bilgi türü olarak gören aynı zamanda mevcut olguları deney yoluyla bilinebilen ve üzerinde inceleme yapılabilecek tek obje olarak kabul eden bir anlayışın ismidir. Pozitivizm terimini ilk defa kullanan da Saint Simon (1760-1825) olmuştur. Saint Simon ve arkadaşları toplumu yeniden yapılandırmak için metafiziğin dışarıda kalacağı bilimsel bir bilgi ve bilimsel bir yöntem arayışına girmişlerdir.
Fransız filozofu Auguste Comte (1798-1857), Simon’un fikirlerini devam ettirmiş, bilimde deneye önem vermiş, deneyle elde edilemeyen bilgileri de (metafiziği ve teolojiyi) hayal mahsulü olarak görmüştür. Comte evrimci bir yaklaşımla insan zihninin de üç aşamadan geçtiğini ve zaman içerisinde olgunlaştığını belirtmiştir. İnsanlık tarihini teolojik, metafiziksel ve pozitivist olmak üzere sırasıyla üç döneme ayırmıştır:
Comte'a göre birinci dönem olan teolojik evrede, insanlık doğada cereyan eden hadiseleri Tanrı ve ruh gibi doğa üstü nedenlerle açıklamıştır. İkinci dönem olan metafiziksel evrede ise insanlık doğada olup biten şeylerin arkasında Tanrı gibi doğa üstü güçler aramak yerine doğanın kendine yönelmiş olayların nedenlerini soyut bir biçimde de olsa yine doğada aramıştır. Hayal yerine aklını kullanmış, cevher ve arazlardan bahsetmeye başlamıştır. Üçüncü dönem olan pozitif evrede ise, Comte'a göre, insanlık teolojiyi ve metafiziksel muhakemeleri bir kenara bırakmış, deneyle doğayı anlamaya çalışmıştır. Olayların arkasındaki sebepler için doğa üstü ya da metafiziksel gerekçeler aramak yerine gözlemde bulunarak ya da deney yaparak dünyanın kanunlarını keşfetmeye koyulmuştur. Comte'a göre yetişkin insanın yapacağı ve pozitif (fiziksel) bilimin takip ettiği yol budur. Yine bu evre Tanrı inancının ortadan kalkacağı bir dönem olacaktır.(66)
Görüldüğü gibi Comte üç hal yasasıyla aynı zamanda bir tarih felsefesi kurmuş, insanlığın gelişimini de tarihi evrimin bir sonucu olarak görmüştür. Ancak Comte’un yanılmış olduğu ortadadır. Pek çok düşünür gibi O da içinde yaşadığı kültürdeki dinî krizleri, sosyal çalkantıları, kilisenin nüfuzunu kaybetmesini ve bilim karşısındaki yenilgisini polemik konusu yapmış, dinin ya da yaratıcı Tanrı fikrinin yok olacağını ümit etmiştir. Ne var ki aklı ve bilimi ön plana çıkardığını zanneden bu kişiler hayal dünyasında yaşamış ve duygularının esiri olmuşlardır. Her insan gibi bir süre sonra yüce yaratıcının koyduğu yasalar çerçevesinde ömürlerini tamamlamış ve ölüp gitmişlerdir. Ancak kâinatın ve canlılar dünyasının bütün ihtişamı ve güzelliği ile ayakta olduğu, doğan her çocuğun da yine bütün mâsumiyetiyle beraber Tanrı’ya yönelmeye devam ettiği herkesin mâlumudur.
Yukarıda ifade edildiği gibi Comte'un fikirleri bazı çevrelerde etkili olmuş ancak çok ciddi eleştirilerle de karşılaşmıştır. Bu eleştirilere göre Comte'un fikirlerinin tarihen ne kadar doğru olup olmadığı bir tarafa, dünyanın ve insanlığın mevcut durumu dahi onun yanlışlığını ortaya koymuştur. Nitekim günümüzde din olgusu ve Tanrı inancı bütün çeşitliliği ve zenginliği ile yaşamını sürdürmekte ve milyarlarca insan inanmaya devam etmektedir. Ortadan kalkacağını söylediği din (Hıristiyanlık-Katoliklik) hâlâ hayatiyetini ve faaliyetlerini sürdürmektedir. Dolayısıyla günümüze kadar yaşamış olsaydı gördüğü manzara karşısında Comte'un dahi hayal kırıklığına uğrayacağı muhakkak idi. Aslında dinin ortadan kalkacağını söyleyen Comte daha kendi hayatında, bu düşüncesine aykırı şeyler yapmış ömrünün sonlarına doğru bir tür insanlık dini kurmayı denemiştir.
Comte bütün tutarsızlıklarına rağmen kendinde insanlık tarihini üç evreye ayırma hakkını görmüş ve bu tarihleri de insanlığın olgunlaşma seyri olarak ifade etmiştir. İnsanı ilk var olduğu günde olgun bir varlık olarak görmemiş, olgunlaşmasını da dinden uzaklaşmasına bağlamıştır. Ancak yüzyılımızdaki pek çok ateisti de etkileyen bu düşüncelerin ne kadar gerçeğe aykırı olduğu daha ilk bakışta anlaşılacaktır. Nitekim yüzyılımızda dinden uzaklaşan ya da bir şekilde onunla savaşan toplulukların ne duruma geldikleri ve neler yapabildikleri, dünyamızı ne şekilde cehenneme çevirdikleri gayet iyi bilinmektedir.
Comte teolojik, metafizik ve pozitivist evreler dediği şeylerin insanlığın ortak tecrübesi olduğunu görememiştir. Nitekim tarih kitaplarında belirtildiği gibi çok eski yıllarda dahi yüksek medeniyetler kurulmuş, bilimsel çalışmalar, felsefî eserler ortaya konmuştur. Bunların bir kısmı günümüze kadar gelebilmiş çoğunluğu ise maalesef kaybolup gitmiştir. Ancak ortada bir gerçek vardır. O da insanın yaratıldığı ilk günden beri şu anda bizlerin de sahip olduğu yeteneklere, özelliklere ve düşünce gücüne sahip olduğudur. Aynı şekilde bizden binlerce yıl sonra dünyaya gelecek olanların da bizden farklı olmayacağıdır. Böyle olmasaydı tarihi, tarihî eserleri, ziyaret edildiği eski tapınakları, sarayları, anıtları, piramitleri, arkeolojik kalıntıları, okuduğumuz yazıtları, kitâbeleri bulamayacaktık. Ayrıca insanlığın elde ettiği bilimsel seviyenin de temellerini yıkmış olacaktık. Çünkü yüzyılların birikimi olmasaydı son iki asırda hızlanan ve gittikçe ilerleyen bilimsel ilerlemeler de görülmeyecekti. Birazcık arkeoloji kültürü olan ve medeniyet tarihi okuyan bir kimse her halde Comte’un söz konusu iddiaları karşısında şaşkınlığını gizleyemeyecektir.