Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cennet Köşklerinin Kerpiçlerini Şu Dünyada Yemeye Kalkışma!

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
Âhiretin nimetleri bâki, sürekli ve gayet sâfî iken, şu dünyanın nimetleri fânî, geçici ve son derece bulanıktır.
İşte bundan dolayıdır ki, akıllı bir mü’min, dünyanın câzibesine aldanıp veya sıkıntılarına dayanamayıp da âhiret yurdunda sonsuz olan nimetlerini ve Cennet köşklerinin ebedî olan kerpiçlerini şu fani dünyada yemeğe kalkışmaz. Çünkü kalbindeki îmân ve başındaki aklıyla bilir ki, şu dünyanın yüzlerce bahçesi fani olduğu için, âhiretin bir ağacına sonsuz olması cihetiyle mukâbil gelemez.
Hakikat böyle iken, maalesef insanımızın pek çoğu nefsine uyup aldanmakta ve sonradan telâfisi mümkün olmayan zararlara girmektedir.
Bu noktada insanın aldanmasını hazırlayan bir kısım faktörler vardır. Bunların başında hazır zevklere ve peşin lezzetlere çok meftun olan ve ileriyi görmeyen kör hislerdir. İşte insan, çoğu zaman âkıbeti ve âhireti görmeyen bu kör hislerin aldatması ve yanıltmasıyla fani olan bir meyveyi varlığıyla peşin olduğu ve câzibesiyle hislere hitap ettiği için, bâkî ve ebedî olan bir bahçeye, peşin olmadığı ve o anlık hislere hitap etmediği için tercih edebiliyor. Nefs-i Emmâre de bu hissi bahâne ederek bu fıtrî olan hâletten istifade etmeye kalkışıyor ve insanı aldatıyor; hattâ saptırıyor.
İşte nefsin veya hislerin aldatmasına maruz kalmamanın veya kalındığında ondan kurtulmanın mühim bir çâresi, yapılan bir hizmetin karşılığını veya manevi âlemden feyiz olarak akan bir kısım rûhânî zevkleri şu dünyada aramaya kalkışmamaktır.
Bu hususla ilgili olarak keşif ile görülüp de dillere destan olan şöyle bir kıssa nakledilmektedir:
Allah katında yüksek derecelere ulaşan bir âile, hayatlarını ciddi maddi sıkıntılar içerisinde geçiriyorlar. Maddi sıkıntılarının had safhaya ulaşması yüzünden günlerce aç ve susuz kaldıkları bir zamanda, o evin hanımı kocasına dert yanarak şöyle diyor:
“Gün geçtikçe sıkıntılarımız daha da artıyor. Acaba bu sıkıntılardan kurtulmanın bir çaresi yok mudur?”
Bir de bakıyorlar ki, manevi âlemden gelen altından bir kerpiç, yanlarında beliriveriyor. Kocası, hanımına diyor ki,
“İşte bu gördüğün, Cennet'te bize tahsis edilen köşkümüzün bir kerpicidir." O mübarek kadın birden soruyor:
Peki bunun bu dünyada bize verilmesiyle Cennet’teki kerpiçlerimizden bir eksilme oldu mu?
Kocası da, “elbette ki oldu” diyor.
Bu cevabı alan o mübârek kadın diyor ki:
“Gerçi çok muhtâcız ve âhirette de belki böyle bir çok kerpiçlerimiz vardır; fakat bu kerpiç fâni bir surette zâyi' olmasın ve o köşkümüzden de hiçbir kerpiç eksilmesin. Beyefendi! Ne olursun duâ et de, bu kerpiç yerine gitsin; bize lâzım değil.”
Bir de baktılar ki, kerpiç birden yerine gitti.
İşte bütün bunları iyiden iyiye düşünmeli, aklımızı başımıza almalı, ebedî olan hayatımızı burada fanî bir surette tüketmemeli, tam aksine fanî olan hayatı âhiret adına geçirmekle onu ebedîleştirme yolunu seçmeliyiz.
Özellikle de kerâmet ve keşif gibi yüce hallerin ve Yüce Hakk’a ibâdet ve halka hizmet gibi yüce değerlerin karşılığını şu dünyada görmeye kalkışıp da, ihlâsı zedeleme- mek, âhiretteki yükselişi durdurmamak ve oradaki nimetleri eksiltmemek ve lezzetleri azaltmamak lazım
Kur’ân’ın bir hizmetçisi olarak çalışmayı ve bu şerefle yetinmeyi en büyük izzet ve devlet olarak bilmeli. Maddî-manevî servet sahibi olma veya saygı ve sevgi gibi şeylere gönül bağlayıp da âhiretini burada yemeye kalkışmamalı.
Her hususta olduğu gibi bu hususta da Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e tam ittibâ ve iktidâ etmeli. Nitekim, Cenab-ı Hakk’ın,
"Ey Habîbim! Bütün eşya ve eflâki senin için yarattım" İlâhî fermanına karşı, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de,
"Ey Rabbim! Ben de onların hepsini Senin için terk ve fedâ ettim" hikmetli cevabını vermişti.
Kâmil bir mü’min, şunu iyi bilir ki, Yüce Allah’ın hoşnutluğu ve memnûniyeti, dünyevî ve uhrevî bütün huzur- ların en bereketli kaynağı, bütün saâdetlerin en büyüğü, bütün safâların en güzeli, bütün zevklerin en olgunu ve bütün sevinçlerin en devamlısıdır.
Yine kâmil bir mü’min şunu iyi bilir ve bilmelidir ki:
İnsana sadâkat yakışır görse de ikrâh,
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah.
Hem aklı başında ve kalbi yerinde olan bir kimse şundan emin olmalıdır ki, Cenab-ı Hak, elbette ki bu derece samimi olan bir kulunun katreden ibaret olan hizmetlerini hikmetinin gereği olarak bu dünyada ummânlara, neşrettiği nurları âlemi aydınlatan lambalara ve âlemi de onun için bir kurtuluş ve bir saâdet bahçesine dönüştüreceği gibi, âhirette de o kulunun burada çektiği bütün zahmetleri sayısız rahmetlere, katlandığı sıkıntıları sonsuz saâdetlere ve yaptığı hizmetleri hadsiz bereketlere vesile kılacaktır.
Öyle ise kâmil olan insan, gerek dünyayı ve içindekileri gerekse onlara karşı muhabbet ve sevdayı ancak Allah adına değerlendirme yoluna gitmeli, dünyanın nefis adına terk edilmesi gereken kısmını Allah için terk etmeli, hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve himmetini ve şu nazik ömrünü îman hakikatlerinin ve Kur'an nurlarının her tarafa yayılması için sarf etmeli, bütün hayatını buna hasretmeli ve böylece kemâlini pekiştirmeye ve sürekli kılmaya çalışmalıdır.
İşte aklı başında olan kâmil bir insan, bütün bunları düşünür ve yüzünü doğrudan doğruya Ebedî Rızâ ve Rıdvân’a ve gözünü dolayısıyla âhiretteki nimetlere ve lezzetlere çevirirse, Cennette kendisine ihsan edilecek olan nimetleri bu dünyada fanî bir surette tüketmeye kalkışmaz.
Hâsılı, bizler sürekli olarak kanâatkâr olmalı ve iktisadı hiçbir zaman elden bırakmamalıyız. Hem geçici güzelliklere, fani zevk ve lezzetlere ve dünyanın sûrî ve aldatıcı olan keyiflerine aldanıp da âhiretimizi berbat etmemeliyiz
 
Üst Alt