Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Büyük Toplanış

mavigezegen

New member
Katılım
14 Tem 2009
Mesajlar
243
Tepkime puanı
169
Puanları
0
İnsanlar, hayvanlarlar, cinler ve melekler dirilmiş, bu uçsuz bucaksız meydanda toplanmıştır. Öyle bir meydandır ki, içerisine dünyalar sığar. Şeytanlar diz çökmüş; sadık melekler askerler gibi sıralanmıştır. Hayvanlar şaşkın halde beklemektedirler. İnsanlarsa, verecekleri hesapların ürpertisinde birbirleriyle didişmektedir.

Dünyada geçerli olan ırk, vatan, dil, bayrak bağları son bulmuştur. Orada, İngiliz, Rus, Japon yoktur; kimse Türk, Kürt, Laz, Çerkez değildir. Yeni milliyetler, inançlara ve yaşantılara göre tanımlanmıştır. Kimileri Firavun veya Nemrut gibilere; kimileri Hz. İsa veya Hz. Musa gibilere bağlanmıştır. Herkes, izinden gittiği liderin milletinden olmuştur. Herkes, ruhundan, evrenin canlı ve kelimesiz dilinden konuşur. Öyle bir dil ki, el de, ayak da, göz de, kulak da, toprak da, yer de, gök de o dile sahiptir. Kedi de, balık da anlar o dilden; melek de, cin de bilir.

Yaratıcı, canlıları o meydana toplayıp biriktirmiş ve onları birbirlerinin içinde dalgalanır durumda bırakıvermiştir. Büyük topluluklar, daracık sahillere sıkışmış gibidirler. Bedenlerini besleyecek nurlardan mahrum halde, çare aramaktadırlar. Her köşe açlık, her durak susuzluktur. Kaçılacak ne deniz vardır, ne de gök. Günahkâr bedenlerden sızan kirler, vücutları ve meydanları iğrendirmektedir.

Herkes neden bekletildiklerini sormakta, artık birisinin kendileriyle ilgilenmesi için yalvarmaktadır. Sonunda göklerin sesi evreni titretir; soluklar, çığlıklar kesilir; kelebekler bile nefeslerini tutar: “Siz, (dünyadayken) bugününüzün geleceğini unutmuştunuz. (Bu yüzden) Biz de bugün sizi unutacağız.”

Dünyada inadına duyarsız kalmışlardı. Yaptıklarının karşılığı olarak bu meydanda, “Allah kendileriyle ne konuşur ve ne de onları temize çıkarır.” Bekleyişleri boyunca gökten üzerlerine durmadan kahır yağacaktır. “Ey dünyada diken eken kişi, sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama.”

Asırlar sonra bir gün, sol tarafın karanlıklarından ışıklar, parıltılar belirir. Bilinmedik, görülmedik bir yapıdır bu. Sanki evrenin bir ucu bir ucuna yaklaştırılmakta, her taşın, havanın dilinden “Yemin olsun ki, cehennemi mutlaka göreceksiniz!” tehditleri yankılanmaktadır. Diriliş meydanından görünen, yüksek müminlerin cennete uçarken uzaktan gördükleri şeydir.

Yaklaşan görüntü, meydandakilerin ruhsal görüş alanlarını doldurunca, yürekler çatlayacak gibi olur. Cehennem, güneşlerden büyük alev topları halinde patlaya patlaya yaklaşmaktadır. İnatçı çocuklarını birazdan alacak ve işini tamamlayıncaya kadar bekleyip uzaklaşacaktır.

Her yer milyarlarca gök gürültüsüdür, çığlıklardır, patlamalardır. Toprak bin depremden beter sarsılmakta; zeminin atomları titreyişten parçalanıp sökülecek hale gelmektedir. Kimsede söylemeye, solumaya mecal kalmaz. Sonra da, orada her kim dünyadan sadece kötülük getirmişse, “yaptıklarını hatırlayacaktır. Ama, burada hatırlamanın ne yararı olacak?”

Güneşler büyüklüğündeki melek nurları, ateşin çılgınlığını zaptetmeye, meydanı yakalayıp götürmesini önlemeye çırpınmaktadır. Patlamaların barajı yıkıldı yıkılacak, ateş taştı taşacaktır. O an göz gözü görmez; kimse kimsenin halini düşünemez.

O meydan okuyanlar, “Kime ne bu evrenin sahibinden, kim görmüş, kim biliyor?” diyorlardı. Yetimlerin hakkını pervasızca gasp ediyor; sabahladıkları eğlencelerinde, kimin hayatını karartacaklarını kararlaştırıyorlardı. “Suçlular ateşi görmüş, ona düşeceklerini anlamışlardır; ama, ondan kaçacak bir yer bulama(maktadırlar).” Nereye kaçabilirler ki. Milyonlarca kez deneseler, intiharları işe yaramaz.

Kimileri derhal eriyip ateşe akmış; kimilerinin korunmasız bedenleri daha şimdiden kor kor olmuştur. Dünyadaki tüm pişmanlıkları toplasanız, buradaki pişmanlığın bir saniyesi kadar ağır olmaz. Sanki eller, ayaklar, ruhlar ve hücreler kelepçelenmiştir. “Ah! (diyorlar) Ne olurdu, geri döndürülseydik de, Rabbimizin mesajlarını inkar etmeseydik, inananlardan olsaydık!”

Herkesin denize savrulduğu fırtınada, herkes kendi can derdine düşer. Depremin devirdiği binada canını kurtaramayanın kime yardımı dokunabilir ki
nokta.gif
. Ama, güvenlikteyseniz, karşınızdaki felâketlere duyarsız kalabilir misiniz? Bir otobüste cayır cayır yananlara, yıkıntı yığınlarına gömülenlere ilgisiz durabilir misiniz? Bütün gücünüzle harekete geçer; kurtarmaya koşarsınız. Kurtaramıyor ve elinizden bir şey gelmiyorsa, içiniz acılara bulaşır; yardım çağırır, dua eder, kurtuluşlarını dilersiniz.

Binlerce yıllık sırat yolu boyunca, suçlular felâketten felâkete sürüklenip ateşe düşerken, birini Allah korkusundan döktüğü gözyaşları yakalamakta; ötekini verdiği sadakalar yukarıya çekmektedir. Bu arada, peygamberler, veliler, şehitler, müminleri zorda gördükçe, kurtulmalarına dua etmektedirler. Meleklerse o dehşetin her anında, “Allah’ım kurtar, kurtar!” demektedirler.

Kıyamet gününde, Allah’ın izni olmadan ne melekler,ne de insanlar şefaat (aracılık) edebilirler. Ama, Allah’ın sevdiği kullarının yalvarışlarına kayıtsız kalacağını kim söyleyebilir? Gerçek dost, dostlarına sevgisini gösterir. İlâhî irade şefaate izin verir; layık olan kullarını, sevdikleri peygamberlerin, velilerin, meleklerin duaları vesilesiyle kurtarıp bağışlar.

Bedenleri ışıktan hızlı zerrelerden yaratılan yüksek müminlere ateş dokunamaz. Belki çoğu cennete çoktan gitmiştir. Yaratıcı, kurtarmak istediği kullarına, sevdikleri büyüklerin şefaatlerini vesile kılar. Cennete gitseler bile, onlara oradan bu menzilleri gösterir; şefaatlerini kabul ederek imanlı dostlarını kurtarır. Şefaat, kimilerine diriliş meydanında, kimilerine mizanda, kimilerine cehenneme düşerken, kimilerine de cennetin kapanan kapısında yetişir.

Birisi yerinden fırlar da, sırat vadilerinde İslâm Peygamberini (asm) arar; çünkü peygamber ümmeti kurtulmadan cennete gitmemekte direnmektedir. Sonunda ışığını milyonların arasından gördüğü uzaktaki Peygambere haykırarak, “Ben de senin ümmetindenim, bana da şefaat et.” der. Ama, şefaate ilâhî izin çıkmaz. Koşuşturan Peygamberle bakışırlar ve cevap gelir: “Ben, senin alnında ümmetimin işaretini göremiyorum.” Nasıl görsün, abdest mi almıştı; iyilik mi yapmıştı ve Yaratıcıyı sevmiş miydi?

Muhammed Bozdağ - Sonsuzluk Yolculuğu
 
Üst Alt