Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bizimle Sizin Aranizdaki Fark

hekim

New member
Katılım
11 Haz 2007
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Bizimle sizin aranızdaki fark
şu çizgi kadardır


Allah içimizden birini bize peygamber olarak gönderdi. Bu peygamber bize, doğru sözlü olmayı, emanete ihanet etmemeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularımızla iyi geçinmemizi, kan dökmememizi, fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira atmaktan bizi men etti.



BİZ ALLAH'TAN BAŞKA KİMSEYE
SECDE ETMEYİZ
Amr bin Âs, bu durumdan son derece memnun olmuştu, Müslümanların kendilerine iade edileceğinden hiçbir şüpheleri kalmamıştı. Kureyş heyeti bu duygular içinde iken beklenmedik bir şey oldu. Necaşi hiddetle oturduğu yerden ayağa kalkarak bağırdı:
"Vallahi onlarla görüşmeden, işin aslını öğrenmeden onları hiçbir yere göndermem. Bana sığınanı, benden yardım isteyeni, adalet terazisinde tartmadan kimseye teslim etmem. Eğer hâdise bunların anlattığı gibiyse, onları teslim ederiz." Bu arada Necaşi görevli adamlarına emreder:
"Benim ülkeme sığınan adamları huzuruma getirin. Ayrıca ilim ehli İncil'de ileri seviyeye ulaşmış rahiplerden de birkaçına haber salın toplantımıza iştirak etsinler."
Necaşi'nin görevlileri, Cafer bin Ebû Talib ve arkadaşlarına haber verirler.
Habeşistan'a hicret eden mü'minler Necaşi'nin huzuruna çıkarılırlar. Bu toplantıda mü'minler adına konuşacak kişi, Cafer bin Ebû Talib'tir. Necaşi'nin çağırdığı rahipler de yerlerini almıştı, toplantının başlaması için her şey hazırdı.
Necaşi'nin adamlarının içinde bulunan art niyetli zalimler, mü'minler toplantı sahasına girerken Cafer ve arkadaşlarının selâm vermelerini hükümdara hakaret olarak kabul ettiler. Bu zalim görevlilerden biri hemen söz alıp Cafer'e sitemkâr bir ifade ile sorar:
"Hükümdarımıza niçin secde etmediniz?"
Cafer:
"Biz Allah'tan başka kimseye secde etmeyiz."
Görevli:
"Bunun sebebi nedir?"
"Allah bize Resûl'ünü gönderdi, O da bize Allah'tan başkasına secde etmemizi yasakladı."
Mekke'li müşrikler aradıkları fırsatı yakaladıklarını düşündüler. Amr bin Âs söz aldı:
"Ey Hükümdar! İşte kendileri de itiraf ettiler. Biz de durumlarını size bildirmiştik."
Necaşi, olan biteni sessizce takip etmektedir, Cafer'e hitaben der ki:
"Benim ülkeme niçin geldiniz? Tüccar değilsiniz ki, ticaret için gelesiniz. Benden ne istiyorsunuz? Şu ortaya çıkmış Peygamberinizden bana bahsedin. Çok farklı bir selâm verdiniz, bunu nereden öğrendiniz?"
Cafer, Necaşi'nin sorusuna cevap vermeden önce bir talepte bulunur:
"Ey Hükümdar! Ben üç söz söyleyeceğim, bu sözlerimde doğru söylersem beni doğrulayın, yalan söylersem yalanlayın. Bir de şu adamlardan biri konuşsun, diğerleri sussun."
Cafer'in teklifi kabul edilir. Müşrik heyetinin konuşmacısı olarak Amr bin Âs seçilir. Cafer sorularını doğrudan Necaşi'ye yöneltir:
"Ey Hükümdar! Şu adama sor: Biz efendilerine iade edilecek köleler miyiz?"
Necaşi Cafer'in sorduğu soruyu, Amr'a yöneltir. Amr:
"Hayır, onlar köle değil, hürdürler."
Cafer:
"Ey Hükümdar! Şu adama sor: Biz haksız yere birinin kanını mı döktük ki, bu haksızlık için bizi geri istiyorlar."
Necaşi bu soruyu da Amr'a yöneltir. Amr:
"Hayır, onlar haksız yere kan dökmüş de değillerdir."
Cafer:
"Ey Hükümdar! Sor şu adama: Halkın mallarından haksız olarak üzerimize geçirdik ya da borçlarımız var da ödemedik mi?"
Necaşi bu soruyu da Amr'a sorar. Amr:
"Hayır, onların kimseye herhangi bir borçları yoktur."
Aldığı cevaplar Necaşi'yi memnun etmiş, Cafer ve arkadaşları hakkında kararını vermiştir. Bu sefer Amr'a bir soru da kendisi sorar:
"O hâlde bu insanları size niçin iade edeyim? Hangi haklı gerekçe ile onları benden istiyorsunuz?" Amr hiç beklemediği bu soru karşısında ne diyeceğini bilemez, kısa bir duraksamadan sonra şöyle der:
"Onlarla bizler aynı inanca mensuptuk. İçimizden biri çıktı, bunları kandırdı, atalarının inancından uzaklaştırdı."
Amr'ın verdiği cevabı dinleyen Necaşi, Cafer'e döner:
"Siz yıllarca inandığınız atalarınızın inancını niçin bırakıp, başka birinin getirdiği dine girdiniz? Bu bahsettiğiniz din, atalarınızın dini değil, bizim dinimiz de değil. Nasıl bir dindir, hele bir anlat bakalım şu dini."

NİÇİN DEĞİŞİK SELÂM VERDİKLERİ VE
SECDE ETMEDİKLERİ
Cafer, Necaşi'nin kendisine sorduğu bu soruya aydınlatıcı bir cevap verebilmek için hâdiseyi başından alarak yaşananları bir bir anlattı. Atalarının dinini, putlara tapmalarını, kız çocuklarını diri diri gömmelerini. Her şeyi noktası virgülüne kadar anlattı ve sözlerini şöyle bitirdi:
"Biz bu durumda iken, Allah içimizden birini bize peygamber olarak gönderdi. Bu peygamber bize, doğru sözlü olmayı, emanete ihanet etmemeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularımızla iyi geçinmemizi, kan dökmememizi istedi; bizi fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira atmaktan men etti. Biz bu peygambere ve getirdiklerine iman ettik. Bundan dolayı kavmimiz bize düşman kesildi. Kavmimiz bize çok işkencelerde bulundu, yurdumuzda hayatımızı devam edebilmemiz için önümüze iki seçenek koydular: Ya eskiden olduğu gibi putlara tapacağız ya da yaşamayacağız. Biz de bunların zulmünden kaçarak sizin ülkenize geldik. Peygamberimiz, Habeş ülkesinde âdil bir hükümdarın olduğunu bize haber verdi. Sizin ülkenizde adaletsizliğe uğramayacağımız umarak buraya geldik."
Necaşi, Cafer'in anlattıklarını dikkatle dinledi. Cafer sözünü bitirdiğinde bu defa da, ilk huzura girdiklerinde "niçin değişik bir selâm verdiklerini ve secde etmediklerini" sordu. Cafer bu soruya da şöyle cevap verdi:
"Bu selâm bize Peygamberimizin öğrettiği bir selâmdır. Bu selâm cennet ehlinin selâmıdır. Biz de sizi cennet ehlinin selâmı ile selâmladık. Secdeye gelince; biz mü'minler, Allah'tan başka kimseye secde etmekten Allah'a sığınırız."
Cafer sözünü bitirdiğinde ortalığı bir sessizlik kapladı. Ne Mekkeli müşriklerin diyecekleri bir şeyleri vardı, ne de Necaşi'nin adamlarının. Cafer'in anlattıklarından Necaşi'nin çok etkilendiği görülüyordu. Necaşi, Cafer'e sordu:
"Bana anlatacağın başka bir şey var mı?"
Cafer:
"Var." dedi ve Meryem sûresini okumaya başladı:
"Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır. Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti. Rabbim! dedi, benden (vücudumdan) kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana ettiğim dua sayesinde hiç bedbaht olmadım."(1) Cafer, Meryem sûresini okumaya devam ederek, devamındaki âyet–i kerimelerde Zekeriyya Aleyhisselâm'ın evlat sahibi olması, sonra İsa Aleyhisselâm'ın babasız olarak Hazreti Meryem'den doğumunu anlattı.
Cafer, Meryem sûresini okurken, dinleyenler arasında duygulu anlar yaşandı. Başta Necaşi olmak üzere, huzurda bulunan rahipler o kadar duygulanmışlardı ki gözlerinden akan yaşlara engel olamadılar. Bu hususta şöyle bir rivayet vardır:
"Necaşi o derece duygulanıp ağlamıştır ki, gözyaşları sakalını ıslatmıştır."
Cafer okumasını bitirince Necaşi ayağa kakar:
"Vallahi bunlar ilâhî sözlerdir. Bu okudukların ile İncil'deki âyetler aynı kandilden fışkıran nurlardır. Musa ve İsa aynı nurlarla gelmiştir." der. Sonra da Mekke'den gelmiş bulunan müşriklere döner ve der ki:
"Vallahi ben bunları ne size teslim ederim, ne de onlar hakkında zerre bir kötülük düşünürüm. Benim yanımda istedikleri kadar kalabilirler."

ZUHURUNU HABER ALDIĞIMIZ ZAT,
KESİN OLARAK PEYGAMBERDİR
Necaşi'nin bu tavrı başta Amr bin Âs olmak üzere Mekkeli müşrikleri derin bir sükût–i hayâle uğratmıştı. Huzurdan ayrılıp, kaldıkları yere geldiklerinde Amr bin Âs, önce arkadaşlarını teskin etti, sonra da son bir çare olarak, yarın yine Necaşi'nin huzuruna çıkacaklarını söyledi. Amr, bu tür siyasette Mekke'nin en önde gelenlerindendi, yeni bir plan kurmuştu, onu uygulamayı düşünüyordu. Ertesi gün olunca, Amr bin Âs Necaşi'nin huzuruna çıktı ve anlatacaklarının olduğunu söyledi. Necaşi bir gün önceki meclisi tekrar kurdurur. Herkes yerini alınca Necaşi ilk sözü yine Amr bin Âs'a verir. Amr:
"Ey Hükümdar! Bunlar Hazreti İsa hakkında yalan yanlış şeyler söylemektedirler. Onlara İsa hakkındaki düşüncelerini sorun."
Necaşi Amr bin Âs'ın bu sorusunu Cafer'e yöneltti. Cafer:
"Bizim Peygamberimiz, Rabbinden aldığı vahyi bize bildirir, biz de gelen vahye iman ederiz. Hazreti İsa Aleyhisselâm hakkındaki inancımız, Allah'ın, Peygamberine bildirdiği bilgiden başkası değildir."
Cafer bunları söyledikten sonra, şu âyet–i kerimeyi okudu:
"O, peygamberlerin bir kısmını diğerinden üstün kıldı. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Ruhu'l–Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar."(2)
Âyet–i kerimeyi büyük bir dikkate dinleyen Necaşi, yerinden doğruldu, eline bir çubuk ya da değnek alarak iki adım attı. Elindeki çubukla zemine bir çizgi çizdi ve şöyle dedi:
"Bizimle sizin aranızdaki fark, şu çizgi kadardır. Fakat sizin söylediklerinizin tamamını biz de tasdik ediyoruz."
Necaşi'nin bu tavrı, müşrik heyetinin tüm ümitlerini yıktı. Onlar için, Mekke'ye elleri boş dönmekten başka yapacak bir şey yoktu.
Necaşi, mü'minlere birçok ikramlarda bulundu. Habeşistan'da istedikleri gibi kalabileceklerini, hiçbir sıkıntı ile karşı karşıya kalmayacaklarını söyledi. Necaşi, mü'minlere ve yanında bulunan rahiplere dedi ki:
"Mekke'de zuhur ettiği haberini aldığımız zat, kesin olarak peygamberdir. Zaten onun haberi İncil'de vardı, biz onu okumuştuk. Eğer o Peygamber benim ülkemde bulunmuş olsaydı, onun ayaklarını yıkardım, bir an bile hizmetinden uzak durmazdım."
Habeşistan'da bu hâdiseler meydana gelirken, Mekke'de olaylar hızla gelişmektedir.

MUHAMMED BİZİM PUTLARIMIZI
KABUL ETTİ
Efendimiz bir gün Mescid–i Haram'da bir kenara çekilmiş, yanındaki üç beş mü'mine Necm sûresini yüksek sesle okumakta, mü'minler de dinlemektedir. O sırada da Mekke'li müşriklerin azılılarından bir grup da ileride oturmaktadır. Bu arada müşrikler de okunan âyetlere uzaktan kulak vermektedirler. Müşrikler Necm sûresini pür dikkat dinlerlerken, her zamanki gibi bu sözlerin insan sözü olmadığını bilmelerine rağmen inatlarında, küfürlerinde ısrar etmeye devam ettiler. İşte yine böyle beğeni ile dinledikleri bir andı. Efendimiz Necm sûresini okurken şu âyet–i kerimeye gelmişti:
"Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı. Demek erkek size, dişi O'na öyle mi?..."(3) Tam bu âyet–i kerimeler okunurken, müşriklerle Efendimizin arasında bulunan bir yerden, sütre gerisinde duran bir müşrik, şeytanın musallatı sonucunda (ya da direkt olarak şeytanın müdahalesiyle) Efendimizin âyet arasındaki duraksamasını fırsat bilerek şöyle dedi:
"Onlar, o yüce Ak Kuğu'lardır, her hâlde onların şefaati umulur."
Bu sözü, sütre gerisinde bulunan müşrik, şeytanın da telkini ile söyledi ya da direkt olarak şeytan söyledi. Bu sözü müşrikler duydu ve bu sözün Muhammed'in ağzından çıktığını sandılar. Bu durum müşrikleri sevindirdi ve aralarında dediler ki: "Muhammed bizim putlarımızı kabul etti." Bu hâdiseden Efendimizin haberi yoktu. O hiçbir şey olmamışçasına Necm sûresini okumaya devam etti. Sûrenin son âyet–i kerimesi olan "Haydı Allah'a secde edip O'na kulluk edin"e(4) gelince Efendimiz mü'minlerle birlikte secde ettiler. Mü'minlerin secde ettiklerini gören kâfirler de, "Muhammed putlarımızı övdü ve artık aynı inancı paylaşıyoruz." diye düşünerek, onlar da mü'minlerle birlikte secdeye gittiler. Rivayet edilir ki, o sırada orada bulunan herkes secde etmişti. Secde etme nedenleri de, Muhammed'in, kendi putlarını kabul etmiş olduğunu sanmalarıydı.
Efendimiz bu olaydan haberdar olunca çok üzülmüş ve onlara şu âyet–i kerime ile cevap vermişti:
"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?"(5)
Bu hâdise İslâm düşmanları tarafından kullanılmaya çalışılmış, fitne ve fesat odakları bunu fırsat bilmiş; ancak her faaliyet sonunda hak ettiği cevabı almıştır.(6)



Dipnotlar:
1– Meryem sûresi, 19/1–4
2– Bakara sûresi, 2/253
3– Necm sûresi, 53/19–21
4– Necm sûresi, 53/62
5– Zümer sûresi, 39/64
6– Mustafa Asım Köksal, "İslâm Tarihi", Şamil Yayınevi, c.4, s.175
 
Üst Alt