Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Birisi, rüyâsında Peygamber efendimizi gördü

  • Konbuyu başlatan beyaz_ýþýk
  • Başlangıç tarihi
B

beyaz_ýþýk

Guest
ABDULLAH-İ ENSARİ HAZRETLERİ

Buyurdu ki:

"Birisi, rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Evliyâdan bir grup ile bir yerde oturuyorlardı. Herkes, O'nu dinliyordu. Birden semânın kapıları açıldı. Elinde ibrik ve leğen ile bir melek geldi. Melek, ibrik ve leğen ile herkesin önüne geliyor, orada bulunanlar ellerini yıkıyordu. Rüyâyı gören kimse en sonda bulunuyordu. Sıra ona gelince; "Leğeni kaldırın. O, bu tâifeden değildir." dediler. Melek de leğeni alıp götürdü. O kimse, Peygamber efendimize dönerek; "Yâ Resûlallah! Ben bunlardan değilim ama, biliyorsunuz ki, sizi ve bunları çok seven birisiyim." dedi. Peygamber efendimiz; "Bunlara muhabbet eden bunlardandır." buyurdu. Bunun üzerine melek, leğenle ibriği getirdi, o kimse de elini yıkadı. Peygamber efendimiz o kimseye dönüp tebessüm ettiler ve; "Bize muhabbet ettikçe bizimlesin." buyurdular. O kimse bu rüyâdan sonra bu yolun büyüklerinden biri oldu."

Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı:

"Tasavvuf ehli arasında;"Benim elbisem, benim ayakkabım." demek edebe uygun değildir. Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır. Zarûret müstesnâ."

"Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıymetli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; "Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük bayrama vâsıl oluyorsun. Bu cihan bir konaktır. Bu konak mü'minin zindanıdır. Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir. Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır. Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur." der. O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz."

"Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır. Ameli sözünden fazla olursa kemâldir."

"Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti; o kulun, kendisine faydası olmayan boş şeylerle meşgûl olmasıdır."

"Ümitsizlik, küfür içinde bir kapıdır. Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür."

"Ârif; kalbini Allahü teâlâyı düşünmek, unutmamak, vücûdunu da, insanların rahmet-i ilâhiyyeye kavuşmaları için seferber eden kimsedir."

"Bir zaman Hire'ye askerler geldi. Askerlerden birisi, köylünün birinden atları için saman aldı. Ücretini tam olarak ödedi. Köylünün ihtiyar bir babası vardı. O asker ile dost oldu. İhtiyar köylü, dostu olan askere dedi ki:

Bugün, hacılar hac etmektedir. Keşke biz de orada olsaydık.

Asker:

-İster misin? Seni oraya eriştireyim. Ama kimseye söylememek şartı ile, dedi.

-Söylemem.

Asker, Allahü teâlânın izni ile bir anda ihtiyarı Arafât'a ulaştırdı. Hac edip, lüzumlu vazifeleri yaptıktan sonra, yine bir anda geri döndüler. İhtiyar, askere dedi ki:

-Senin gibi bir hâlde bulunan kimsenin, askerlerin arasında durmasına hayret ediyorum. Bu nasıl oluyor?

-Eğer benim gibi bir kimse bunların içinde olmasa idi, senin gibi bir ihtiyar veya zayıf, muhtaç bir dede gelip derdini dökse kim bakardı? Kim alâkadar olurdu? Kim dostluk elini uzatırdı? İşte ben, birçok faydaları düşünerek bunlar arasında bulunuyorum. Sakın sırrımı kimseye söyleme.

-Peki, diyen ihtiyar, işin içinde önce farkedemediği nice hikmet ve faydaların bulunduğunu anlayıp, teşekkür etti ve ayrıldılar."

"Sana iyilik eden kimsenin esiri olursun. Ona karşı boynun bükük olur. Kendisine iyilik ettiğin kimseye karşı ise, tam tersi olur. Onun için, dâima herkese iyilik etmeli, faydalı olmaya çalışmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; "Veren el, alan elden üstündür." buyrulmuştur."

-devamı var-
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Buyurdu ki:

"Ebü'l-Hüseyin isminde birisi, bir gün hocam Husrî'yi incitmişti. O andan beri kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum."

"Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Âl-i İmrân sûresi 103. âyet-i kerîmesinin meâlen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın." kısmını şöyle tefsîr etmektedir: "Âyet-i kerîmede geçen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın."dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ederek ibâdete devâm etmektir. Âyet-i kerîmede geçen i'tisâmın, sarılmanın üç derecesi vardır. "

Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî'nin Menâzil-üs-Sâyirîn kitâbında, hazret-i Ömer'in bildirdiği hadîs-i şerîfte; "İhsân nedir?" suâline cevâben Peygamber efendimiz buyurdu ki:"İhsân, Allahü teâlâya, görür gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor."

"Bâzı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl netîceleneceğini firâsetle söyler. Bu hâdisenin netîcesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir. Bu müşâhede, o kimsede devamlıdır. Bâzı kimseler de vardır ki, bu müşâhede onda bâzan olur, devamlı olmaz. O, onu Allahü teâlânın aşkının sarhoşluğu içinde iken söyler veya o söz dilinden çıkar da, söylediği hakîkat olur. Ama, onun bu hâlden haberi bile yoktur. İşte bu iki hâlin birinci olanı, yâni firâseti devamlı olanı makbûldür. Firâseti devamlı olanlara "Velâyet ehli" denir. Bu işler, "Abdal", "Ebrar" ve "Zühhâd"da olur. Firâseti ve müşâhedesi bâzan olanlar da "Muhakkik"lerdir. Muhakkiklerde hâdiseler, bâzan kapalı, bâzan açık olur. Eğer şaka ile söyleseler; Allahü teâlâ onları kırmaz, hakîkat eder. Eğer gaflet ile söylerse, cenâb-ı Hak yine dediğini vâki eder.Onlar, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır."

"Firâset iki türlüdür: Birincisi, mârifet sâhiplerinin firâseti olup, talebenin istidâdını keşf etmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır. İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın maârifine, doğru, ince bilgilerine dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir kimse, mahlûkların üstündeki ince bilgileri hiç anlıyamaz diyerek, evliyânın firâsetine, Zât-ı ilâhiye ve sıfatlarına olan bilgilerine inanmıyorlar. Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o büyüklerin doğru ilim ve maârifinden mahrûm kalıyorlar. Allahü teâlânın, o büyükleri, câhillerin gözünden saklayıp, kendine mahsûs kıldığını bilmiyorlar. O, evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile meşgûl etmiştir. Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna lâyık olmazlardı."

-devamı var-
 
Üst Alt