Soru: Mezhebleri inkâr eden Abduhçu biri, "Peygamber ve Sahâbenin mezhebi var mı? Bir mezheb imâmına ve hadîse uymadan Kur'âna göre amel ederim." diyor. Bir mezhebe uymak lâzım değil mi? Cevap: Mezheb imâmı demek, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplıyan kitaba geçiren büyük âlim demektir. Açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek meydâna çıkaran derin âlimlerdir. Eshâb-ı kirâmın herbiri müctehid ve mezheb imamı idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezheb imâmlarımızdan daha üstün idi. Mezhebleri daha kıymetli idi. Fakat, bunlar kitablara yazılmadığı için,. mezhebleri unutuldu.
(Peygamberin, sahâbenin mezhibi nedir?) demek, (Ordu kumandanı, hangi bölüğün eridir?) veya (Fizik öğrenmeni, hangi sınıfın talebesidir?) demeye benzer. Çünkü sahâbenin her biri bir mezheb imâmı, hattâ mezheb imâmlarının hocaları idi. Resûlullah efendimiz de kâinatin hocası idi.
Sünnete Uymanın Önemi
(Mezhebe, hadîse uymam) demek (Kur'âna uymam) demektir. Zira Hak teâlâ buyurdu ki:
(Resûle itâat eden, Allah'a itâat etmiş olur.) [Nisâ 80]
(Peygamberin emrine uyun, nehyettiğinden sakının.) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara beyân edesin, açıklayasın) [Nahl 44]
Beyân etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyân edebilselerdi ve kapalı olanları açıklıyabilselerdi ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahy olunanları teblîğ et.) derdi. Ayrıca beyân etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alel'âlemîn)
Sünnet [hadîs-i şerîler], Kur'ân-ı kerîmi, mezheb imâmları da sünneti açıklamışlardır. Âlimler de, mezheb imâmlarının sözlerini açıklamışladır. Hadîs-i şerîfler olmasaydı, namazların kaç rek'at olduğu, nasıl kılınacağı, rükü' ve secdede okunacak tesbîhler, cenâze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisâbı, orucun, haccın farzları, hukûk bilgileri bilinmezdi. Ya'nî hiç bir âlim, bunları Kur'ân-ı kerîmden bulup çıkaramazdı. Bunları peygamber efendidimiz açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhebler meydana çıkmıştır. Peygamberimiz de bu âlimlere uymamızı emrediyor:
(Kur'ân-ı kerîme tâbi' olmak, hepinize farzdır. Onu terk etmek için hiçbir özür olamaz. Kur'ân-ı kerîmde bulamadığınız işlerde, sünnetime uyunuz. Sünnetimde de bulamazsanız, Eshâbımın sözüne uyunuz.) [Beyhekî]
(Âlimlere tâbi' olun!) [Deylemî]
(Âlimler rehberdir.) [İ. Neccâr]
(Bize yalnız Kur'ândan söyle!) diyen birine, İmrân bin Husayn hazretleri: (Ey ahmak! Kur'ân-ı kerîmde, namazların kaç rek'at olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hz. Ömer'e, farzların seferde kaç rek'at kılınacağını Kur'an-ı kerjmde bulamadık dediklerinden, (Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Kur'ân-ı kerîmde bulamadığımızı, Resûlullahdan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde, dört rek'at farzları iki rek'at kılardı. Biz de, öyle yaparız.) buyurdu. (Mîzân-ül-kübrâ)
(Mezhebe uymam Kur'ânla amel ederim.) demek, (Kanunlara uymam, yalnız Anayasa'ya göre hareket ederim.) demek gibi yanlıştır. Çünkü Anayasa'da bütün hükümler, bütün cezâlar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara havâle etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmenlikler de çıkmıştır. (Anayasa varken, kanına lüzum yok.) demek ne kadar yanlış ise, (Kur'ân varken, mezhebe lüzum yok.) demek, bundan daha yanlıştır. Kur'ân-ı kerîmi hadîs-i şerîfler, hadîs-i şerîfleri de mezheb imâmları açıklamıştır. Kanunlar, Anayasa'nın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhebler de, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir.
Hiç kimse, (Madem, mezheb, kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açıklamasıdır. Ben de açıklar bir mezheb kurarım.) diyemez. Çünkü bir kimsenin (Mâdem doktor olmak, tıp kitâbı okumaya bağlıdır. Kimyager olmak için de kimya kitabı okumak kâfidir.) diyerek eline aldığı bir tıp ve kimya kitabı ile doktorluk yapmaya,ilâç imâl etmeye kalkışması ne kadar gülünç ise, (Ben de Kur'ândan, hadîsten hüküm çıkarırım) demek daha gülünçtür.
(Ben İslâma göre hareket ederim, mezhebe uymam) demek, (Ben devletin emrine uyarım. Fakat, kanunu, polisi, hâkimi dinlemem.) demeye benzer. Çünkü İslâma uymak demek, dört hak mezhebden birine uymka demektir. İslâm yarı, mezheb ayrı değildir.
Mezheplerin lüzumu
Bir müctehidin ictihâd ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshâb-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyâset, idârecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf ma'rifetlerinde birer deryâ idiler. Bu bilgilerinin hepisini, Resûlullahın kalblere işliyen, rûhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhebleri az veya çok farlı idi.
Tâbiînin ve Tebe'i tâbi'înin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehilerin ve Eshâb-ı kirâmın mezheblerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhebleri unutuldu. Bu dört mezhebin îmânları Eshâb-ı kirâmın ortak olan îmânıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. Îmânları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerine din kardeşi bilirler. Birbirlerine severler. Birbirlerine uymıyan işlerinde, zarûret olunca, birbirlerini taklîd ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheblerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, peygamberimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezheb arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücûd yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbâdetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, herşey açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhebler hâsıl olmazdı. Kıyâmete kadar, dünyanın her yerinde, her müslümanın tek bir nizâm olurdu. Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu.
Peygamberimizin yolu, Kur'ân-ı kerîm ile hadîs-i şerîfler ile ve müctehidlerin ictihâdları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesîka, bir de, İcmâ'-ı ümmet vardır ki, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi'înin sözbirliği olduğu, R.Muhtâr'da yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihâdları arasında icmâ' hâsıl olursa, bu icmâ'a da inanmak lâzımdır, innamıyan küfre girer. (Mektûbât c.2, m. 36)
İslâm âlimleri yanlış birşey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed]
Bu dört vesîkaya Edille-i şer'ıyye denir. Bunların dışında kalan herşey bid'attir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Ümmetim yetimşüç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır.) [İbni Mâce]
Bu ayrılık, usûlde, îmânda olan ayrılıktır. Eshâb-ı kirâmdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının îmânıları bozuldu. Eshâb-ı kirâmın doğru îmânından ayrıldılar. Dalâlet fırkaları meydâne geldi. Bu bozuk fırkalara, bid'at fırları denir. Bunlar, ba'zı nassları te'vîl ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, islâmiyyete zararları, kâfilerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bid'at fırklarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Dört mezheb, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler. Bid'at fırkaları ise, müslümanları parçalamaktadır. Bu dört meshebin birleştirilemiyeceğini, islâm âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, mezheblerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, islâm dinini kolaylaştırıyor.
Doğru yol nedir?
Kur'ân-ı kerîmde buyuruldu ki:
(Ey îmân edenler! Allah'ın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [Âl-i İmrân 100]
Ebüssü'ûd Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i kitabın parçalandığı gibi parçalanıp da doğru îmândan ayrılmayın! Câhiliyye zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu. Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân olduğunu, Peygamberimiz haber verdi. O hâlde, Ehl-i sünnette birleşerek, kardaş olmaları, birbirini sevmeleri lâzımdır. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerîmeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip birbirimizi severek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada râhata, huzûra, âhırette de sonsuz saâdede kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve câhillerin ve sömürücelerin, kendi çıkarları için söyledikleri yalanlara aldanıp, bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadîka s. 696)
Mezheb ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resûlü, mü'minlere merhamet ettikleri için, ba'zı işlerin nasıl yapılacağı, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmıyanlar günâha girer, kıymet vermiyenler de kâfir olurdu. Mü'minlerin hâli güç olurdu. Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek lâzım olur. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlıyabilenlere, Müctehid denir.
Dört mezhebin hâli, bir şehir halkının hâline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanûnda bulunmazsa, o şehrin eşrâfı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanûnun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Ba'zan uyuşamayıp, ba'zısı devletin maksadı, beldeleri tamîr ve insanların râhatlığıdır der. O işi, re'y ve fikirleri ile, kanûnun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefîlere benzer.
Ba'zıları da, devlet merkezinden gelen me'mûrların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Mâlikî mezhebine benzer. Ba'zısı ise ifâdeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şâfiîye benzer. Bir kısmı ise, kanûnun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbelî mezhebine benzer.
Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden her biri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanûna uygun olduğunu söyler. Kanûnun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanûndan ayrılmaları, kanûnu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanûna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükâfât alır. Dört mezhebin hâli de böyledir. Allahü teâlânın istediği yol, elbette birdir. Dört mezhebin ayrıldığı bir işte, birinin doğru olup, diğer üçünün yanlış olması lâzımdır. Fakat, her mezheb imâmı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hattâ sevâb kazanır.
Dört mezhebden başkasına uymak câiz değildir. Bu, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi'înin mezheblerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshâb-ı kirâmın ve başkalarının mezheblerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhebleri de bilseydik, onlara uymamız da câiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhebleri doğru idi. Dört mezheb, tam bilindiği ve kitabları her yere yayılmış olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması lâzımdır.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Bir mezhebe tâbi olmıyan mülhid olur.) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
Kur'ân-ı kerîmdeki; (Allah'ın ipine sarılın!) emri, (Fıkh âlimlerinin, mezheb imâmlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtâvî (Dürr-ül muhtâr) hâşiyesi, zebâyih kısmı]
Mezheb değiştirmek
Dört mezhebin imâmları ve onları taklîd eden âlimler, her müslümanın dört mezhebden dilediğini taklîdde serbest olduğunu ve bir mezhebden başka mezhebe geçmenin câiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklîd edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, mü'minlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için fâideli olacağını ezelde takdîr ve irâde buyurdu. Amelde mezheblere ayrılmaktan râzı olduğunu bildirdi. Râzı olmasaydı Resûlü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İ'tikâdda ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mîzân)
Resûlullah, Kur'ân-ı kerîmde icmâlen bildirilenleri, ya'nî kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'ân-ı kerîm kapalı kalırdı. Resûlullahın vârisleri olan mezheb imâmlarımız, hadîs-i şerîflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resûlullaha tâbi' olarak, mücmel olanı açıklamışlardır.
Bilinen dört imâm zamanında, başka mezheb imâmları da vardı. Bunların da mezhebleri vardı. Fakat, bunların mezheblerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadîka)
Ehl-i sünnetin dört mezhebinin îmânları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklîd eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibâdet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hâsıl olursa, başka bir mezhebi taklîd ederek, bu işi kolayca yapar.
(Peygamberin, sahâbenin mezhibi nedir?) demek, (Ordu kumandanı, hangi bölüğün eridir?) veya (Fizik öğrenmeni, hangi sınıfın talebesidir?) demeye benzer. Çünkü sahâbenin her biri bir mezheb imâmı, hattâ mezheb imâmlarının hocaları idi. Resûlullah efendimiz de kâinatin hocası idi.
Sünnete Uymanın Önemi
(Mezhebe, hadîse uymam) demek (Kur'âna uymam) demektir. Zira Hak teâlâ buyurdu ki:
(Resûle itâat eden, Allah'a itâat etmiş olur.) [Nisâ 80]
(Peygamberin emrine uyun, nehyettiğinden sakının.) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara beyân edesin, açıklayasın) [Nahl 44]
Beyân etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyân edebilselerdi ve kapalı olanları açıklıyabilselerdi ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahy olunanları teblîğ et.) derdi. Ayrıca beyân etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alel'âlemîn)
Sünnet [hadîs-i şerîler], Kur'ân-ı kerîmi, mezheb imâmları da sünneti açıklamışlardır. Âlimler de, mezheb imâmlarının sözlerini açıklamışladır. Hadîs-i şerîfler olmasaydı, namazların kaç rek'at olduğu, nasıl kılınacağı, rükü' ve secdede okunacak tesbîhler, cenâze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisâbı, orucun, haccın farzları, hukûk bilgileri bilinmezdi. Ya'nî hiç bir âlim, bunları Kur'ân-ı kerîmden bulup çıkaramazdı. Bunları peygamber efendidimiz açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhebler meydana çıkmıştır. Peygamberimiz de bu âlimlere uymamızı emrediyor:
(Kur'ân-ı kerîme tâbi' olmak, hepinize farzdır. Onu terk etmek için hiçbir özür olamaz. Kur'ân-ı kerîmde bulamadığınız işlerde, sünnetime uyunuz. Sünnetimde de bulamazsanız, Eshâbımın sözüne uyunuz.) [Beyhekî]
(Âlimlere tâbi' olun!) [Deylemî]
(Âlimler rehberdir.) [İ. Neccâr]
(Bize yalnız Kur'ândan söyle!) diyen birine, İmrân bin Husayn hazretleri: (Ey ahmak! Kur'ân-ı kerîmde, namazların kaç rek'at olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hz. Ömer'e, farzların seferde kaç rek'at kılınacağını Kur'an-ı kerjmde bulamadık dediklerinden, (Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Kur'ân-ı kerîmde bulamadığımızı, Resûlullahdan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde, dört rek'at farzları iki rek'at kılardı. Biz de, öyle yaparız.) buyurdu. (Mîzân-ül-kübrâ)
(Mezhebe uymam Kur'ânla amel ederim.) demek, (Kanunlara uymam, yalnız Anayasa'ya göre hareket ederim.) demek gibi yanlıştır. Çünkü Anayasa'da bütün hükümler, bütün cezâlar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara havâle etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmenlikler de çıkmıştır. (Anayasa varken, kanına lüzum yok.) demek ne kadar yanlış ise, (Kur'ân varken, mezhebe lüzum yok.) demek, bundan daha yanlıştır. Kur'ân-ı kerîmi hadîs-i şerîfler, hadîs-i şerîfleri de mezheb imâmları açıklamıştır. Kanunlar, Anayasa'nın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhebler de, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir.
Hiç kimse, (Madem, mezheb, kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açıklamasıdır. Ben de açıklar bir mezheb kurarım.) diyemez. Çünkü bir kimsenin (Mâdem doktor olmak, tıp kitâbı okumaya bağlıdır. Kimyager olmak için de kimya kitabı okumak kâfidir.) diyerek eline aldığı bir tıp ve kimya kitabı ile doktorluk yapmaya,ilâç imâl etmeye kalkışması ne kadar gülünç ise, (Ben de Kur'ândan, hadîsten hüküm çıkarırım) demek daha gülünçtür.
(Ben İslâma göre hareket ederim, mezhebe uymam) demek, (Ben devletin emrine uyarım. Fakat, kanunu, polisi, hâkimi dinlemem.) demeye benzer. Çünkü İslâma uymak demek, dört hak mezhebden birine uymka demektir. İslâm yarı, mezheb ayrı değildir.
Mezheplerin lüzumu
Bir müctehidin ictihâd ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshâb-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyâset, idârecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf ma'rifetlerinde birer deryâ idiler. Bu bilgilerinin hepisini, Resûlullahın kalblere işliyen, rûhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhebleri az veya çok farlı idi.
Tâbiînin ve Tebe'i tâbi'înin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehilerin ve Eshâb-ı kirâmın mezheblerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhebleri unutuldu. Bu dört mezhebin îmânları Eshâb-ı kirâmın ortak olan îmânıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. Îmânları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerine din kardeşi bilirler. Birbirlerine severler. Birbirlerine uymıyan işlerinde, zarûret olunca, birbirlerini taklîd ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheblerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, peygamberimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezheb arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücûd yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbâdetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, herşey açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhebler hâsıl olmazdı. Kıyâmete kadar, dünyanın her yerinde, her müslümanın tek bir nizâm olurdu. Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu.
Peygamberimizin yolu, Kur'ân-ı kerîm ile hadîs-i şerîfler ile ve müctehidlerin ictihâdları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesîka, bir de, İcmâ'-ı ümmet vardır ki, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi'înin sözbirliği olduğu, R.Muhtâr'da yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihâdları arasında icmâ' hâsıl olursa, bu icmâ'a da inanmak lâzımdır, innamıyan küfre girer. (Mektûbât c.2, m. 36)
İslâm âlimleri yanlış birşey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed]
Bu dört vesîkaya Edille-i şer'ıyye denir. Bunların dışında kalan herşey bid'attir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Ümmetim yetimşüç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır.) [İbni Mâce]
Bu ayrılık, usûlde, îmânda olan ayrılıktır. Eshâb-ı kirâmdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının îmânıları bozuldu. Eshâb-ı kirâmın doğru îmânından ayrıldılar. Dalâlet fırkaları meydâne geldi. Bu bozuk fırkalara, bid'at fırları denir. Bunlar, ba'zı nassları te'vîl ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, islâmiyyete zararları, kâfilerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bid'at fırklarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Dört mezheb, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler. Bid'at fırkaları ise, müslümanları parçalamaktadır. Bu dört meshebin birleştirilemiyeceğini, islâm âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, mezheblerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, islâm dinini kolaylaştırıyor.
Doğru yol nedir?
Kur'ân-ı kerîmde buyuruldu ki:
(Ey îmân edenler! Allah'ın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [Âl-i İmrân 100]
Ebüssü'ûd Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i kitabın parçalandığı gibi parçalanıp da doğru îmândan ayrılmayın! Câhiliyye zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu. Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân olduğunu, Peygamberimiz haber verdi. O hâlde, Ehl-i sünnette birleşerek, kardaş olmaları, birbirini sevmeleri lâzımdır. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerîmeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip birbirimizi severek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada râhata, huzûra, âhırette de sonsuz saâdede kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve câhillerin ve sömürücelerin, kendi çıkarları için söyledikleri yalanlara aldanıp, bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadîka s. 696)
Mezheb ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resûlü, mü'minlere merhamet ettikleri için, ba'zı işlerin nasıl yapılacağı, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmıyanlar günâha girer, kıymet vermiyenler de kâfir olurdu. Mü'minlerin hâli güç olurdu. Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek lâzım olur. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlıyabilenlere, Müctehid denir.
Dört mezhebin hâli, bir şehir halkının hâline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanûnda bulunmazsa, o şehrin eşrâfı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanûnun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Ba'zan uyuşamayıp, ba'zısı devletin maksadı, beldeleri tamîr ve insanların râhatlığıdır der. O işi, re'y ve fikirleri ile, kanûnun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefîlere benzer.
Ba'zıları da, devlet merkezinden gelen me'mûrların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Mâlikî mezhebine benzer. Ba'zısı ise ifâdeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şâfiîye benzer. Bir kısmı ise, kanûnun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbelî mezhebine benzer.
Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden her biri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanûna uygun olduğunu söyler. Kanûnun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanûndan ayrılmaları, kanûnu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanûna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükâfât alır. Dört mezhebin hâli de böyledir. Allahü teâlânın istediği yol, elbette birdir. Dört mezhebin ayrıldığı bir işte, birinin doğru olup, diğer üçünün yanlış olması lâzımdır. Fakat, her mezheb imâmı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hattâ sevâb kazanır.
Dört mezhebden başkasına uymak câiz değildir. Bu, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi'înin mezheblerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshâb-ı kirâmın ve başkalarının mezheblerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhebleri de bilseydik, onlara uymamız da câiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhebleri doğru idi. Dört mezheb, tam bilindiği ve kitabları her yere yayılmış olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması lâzımdır.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Bir mezhebe tâbi olmıyan mülhid olur.) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
Kur'ân-ı kerîmdeki; (Allah'ın ipine sarılın!) emri, (Fıkh âlimlerinin, mezheb imâmlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtâvî (Dürr-ül muhtâr) hâşiyesi, zebâyih kısmı]
Mezheb değiştirmek
Dört mezhebin imâmları ve onları taklîd eden âlimler, her müslümanın dört mezhebden dilediğini taklîdde serbest olduğunu ve bir mezhebden başka mezhebe geçmenin câiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklîd edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, mü'minlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için fâideli olacağını ezelde takdîr ve irâde buyurdu. Amelde mezheblere ayrılmaktan râzı olduğunu bildirdi. Râzı olmasaydı Resûlü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İ'tikâdda ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mîzân)
Resûlullah, Kur'ân-ı kerîmde icmâlen bildirilenleri, ya'nî kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'ân-ı kerîm kapalı kalırdı. Resûlullahın vârisleri olan mezheb imâmlarımız, hadîs-i şerîflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resûlullaha tâbi' olarak, mücmel olanı açıklamışlardır.
Bilinen dört imâm zamanında, başka mezheb imâmları da vardı. Bunların da mezhebleri vardı. Fakat, bunların mezheblerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadîka)
Ehl-i sünnetin dört mezhebinin îmânları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklîd eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibâdet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hâsıl olursa, başka bir mezhebi taklîd ederek, bu işi kolayca yapar.