Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bediüzzaman ve Talebelerinden Ahir Zaman Müjdeleri

cihan32

New member
Katılım
8 Nis 2007
Mesajlar
47
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Konum
ANTALYA
ve unutmamamı tembihledi. "Onun vazifesi ne olacak" diye sordum, Risale-i Nur onun (Mehdi'nin) programı olacak diye cevap verdi.

Mustafa Sungur Ağabey:

“Şevkle, azimle çalışmaya devam etmemiz lazım.”

Bir diğer Nur talebesi muhterem ağabeylerden olan ve Bediüzzaman Said Nursi’nin “mutlak vekilim” diyerek Risale-i Nur’ları emanet ettiği büyük dava adamı Mustafa Sungur ağabey, 30 Ocak 2007 günü İstanbul’da bir sohbetinde, Kastamonu Lahikası’ndan 22. mektupta geçen ahirzaman ile ilgili aşağıdaki bölümü okutmuş ve ardından, İslam ahlakının Hz. Mehdi döneminde yeryüzünde hakimiyetine dair ümitvar olmakla ilgili bir konuşma yaparak, şu cümleleri zikretmiştir:

“Gün doğmadan neler doğar. On yıl önce nasıldı, şimdi nasıl oldu. Zor, sıkıntılı bir dönemden sonra, şimdi, hizmetler rahat yürütülebiliyor. Büyük inkişaflar (ilerlemeler) oldu, daha da olacak inşaAllah. Bizim şevkle, azimle çalışmaya devam etmemiz lazım.”

Ahir Zamandan Haber Veren Mühim Bir Hadis:

“Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (kıyamete kadar) hak üzerinde olacaktır.” Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi (talebeler topluluğu) ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.

“Ümmetimden bir taife..” (şedde -Kur'ân-ı Kerîm okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret- sayılır, tenvin -kelimenin sonunu «Nun, nin, min, in» diye okumak veya öyle okutan işaretin adı- sayılmaz) fıkrasının (bölümünün) makam-ı cifrîsi (cifir hesâbına göre olan netice, sayı değeri) 1542 (2117) ederek nihayet-i devamına (varlığının sonuna) îma eder. “Hak üzerinde olacaktır.” (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1506 (2082), bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane (açık ve ortada), belki galibane; sonra tâ 1542 (2117) ye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine (aydınlatma görevine) devam edeceğine remze (işarete) yakın îma eder. “Allah’ın emri gelinceye kadar” (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1545 (2120), kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder.

“Gaybı Allah’tan başkası bilemez.” Cây-ı dikkat (dikkat edilecek nokta) ve hayrettir ki, üç fıkra bil'ittifak (hepsi birlikte) 1500 tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette 1506 dan 1542 ve 1545 e kadar üç inkılab-ı azîmin (3 büyük devrimin) ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır (uygun düşmeleridir). Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir. Fatiha'da “doğru yol” ashabının taife-i kübrâsını (büyük topluluğunu) tarif eden “kendilerine nimet verdiklerinin” fıkrası, şeddesiz 1506 veya 1507 ederek tam tamına “hak üzerinde olacaktır” fıkrasının makamına tevafuku (rasgelmesi) ve manasına tetabuku (uygun olması) ve şedde sayılsa “ümmetimden bir taife” fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı (uygunluğu) bu hadîsin îmasını teyid edip remz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddid âyât-ı Kur'aniyede (Kuran’ın birçok ayetinde) “doğru yol” kelimesi, bir mana-yı remziyle (işari manayla) Risalet-in Nur'a manaca ve cifirce îma etmesi remze (işarete) yakın bir îma ile; Risalet-in Nur şakirdlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübra-i azamın âhirlerinde (ahirzamanın o büyük topluluğun sonlarında) bir hizb-i makbul (makbul topluluk) olacağını işaret eder diye def'aten birden ihtar edildi.” (Kastamonu Lahikası, s.33)

Sungur ağabey sohbetin ilerleyen bölümlerinde, İslam ahlakının Rusya dahil birçok ülkede hızla yayıldığını vurgulayarak, iman hizmetinde Harun Yahya eserlerinin büyük etkisi olduğunu ifade etmiş ve bu eserlerle ilgili şu övücü yorumu yapmıştır:

“Daha önce biz biraz geri duruyorduk, risalelerden başka kitaplarla ilgilenmiyorduk. Fakat neşriyat (yayınlar) aleminde Harun Yahya’nın eserlerinin elmas hükmünde olduğunu gördük maşaAllah.”

Fethullah Gülen Hocaefendi Hz. Mehdi Hakkında Ne Diyor?

Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi de, kaleme aldığı “Ümit Burcu” isimli kitabında ahir zaman ve Hz. Mehdi’nin gelişi ile ilgili olarak Bediüzzaman’ın şu sözlerini hatırlatıyor:

Cenâb-ı Hak, rahmetinin eseri olarak her bir fesad-ı ümmet zamanında (Müslüman topluluğun sorunlu zamanlarında) bir muslih, (islah edici) bir müceddid, (dini yenileyen) bir halife-i zîşan, (şan sahibi bir halife) bir kutb-u âzam, (zamanın en büyük alimi) bir mürşid-i ekmel (doğru yola vesile olan) ya da bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (İslamı) muhafaza buyurmuştur. Bu hususu nazara veren ve siyaset sahasında Mehdî-i Abbâsî, (adaletiyle bilinen halife) diyanet âleminde Gavs-ı Âzam, (ilmiyle zamanının önderi) Şâh-ı Nakşibend, (Nakşibendi tarikatının kurucusu ve zamanın alimi) Aktâb-ı Erbaa (zamanın ünlü dört alimi) ve on iki imam gibi zatları misal gösteren Bediüzzaman der ki, ”Madem O’nun âdeti öyle cereyan ediyor, âhir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, (günün koşullarındaki sorunları çözen) hem en büyük bir müceddid, (dini yenileyen) hem hâkim, hem mehdî, (hidayete vesile olan) hem mürşid, (aydınlatıcı) hem kutb-u âzam (en büyük alim) olarak bir zât-ı nuranîyi (nurani kişiyi) gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden (peygamber soyundan) olacaktır. Bediüzzaman, Mehdî ile alakalı hadislerin zayıf olduğu iddiasına karşı da, “Hangi mesele var ki, bazı kitaplarda ona ilişilmesin? Hattâ İbn-i Cevzî gibi büyük bir muhaddisin (hadis aliminin) bazı sahih ehâdîse (hadislere) mevzu (uydurma) dediğini, âlimler taaccüple (hayretle) nakletmişler. Hem her zayıf (doğruluğu şüpheli) veya mevzu (uydurma) hadîsin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an’aneli sened (rivayet edenlerin zinciri) ile hadîsiyeti kat’î (hadis olduğu net) değildir demektir. Yoksa mânâsı (anlamı) hak ve hakikat (doğru) olabilir.” buyurmuştur.

Hüsrev Altınbaşak Ağabey:

“Türk ve Arap miletleri, inşaAllah yakında bir zamanda ittihad edecek (birlik kuracak).”

Risale-i Nur’un ilk talebelerinden olan ve risalelerin bir çok yerinde isminden ve hizmetlerinden bahsedilen Hüsrev Altınbaşak Ağabey, 1977 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Risalelerde yer alan birçok mektupları bulunmaktadır. Hüsrev Altınbaşak Ağabey, bu mektuplardan birinde ahir zamana yönelik olarak Müslümanlara şu müjdeyi vermiştir:

...Türk ve Arab iki hakikî kardeş millet, İnşâAllah yakın bir âtide (gelecekte) ittihad edecek (birlik kuracak). Ve o ittihad sayesinde, o müthiş düşmanların Müslümanlar içine saçtıkları fesad (karışıklık) tohumları kendi yüzlerine atılacak. Ve zincirler altında inleyen dörtyüz milyon Müslümanlık, yeniden hayat-ı kudsiyye-i İslâmiyye (İslami yaşantı) ile, nev-i beşerin (bütün insanların) başına geçip, sulh (barış) ve müsalemet-i umumîyeyi (dünya çapında bir barış ve esenlik) temin edecek (sağlayacak), İnşâAllah.

Sonuç:

Bediüzzaman’ın diğer tüm sözleri gibi, ahir zaman ile ilgili müjdeleri de doğrudur, Allah’ın izniyle gerçekleşecektir.

Bediüzzaman’ın, Peygamberimiz (sav)’in tevatür (kuvvetli haber) derecesindeki pek çok hadisinde anlatılan Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin gelişi konusundaki müjdeleri tüm Müslümanlar için büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle 13. yüzyılın müceddidi olarak kabul edilen böyle mübarek bir şahsın, tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren bu önemli açıklamalarının batıni tefsir adı altında yanlış yorumlanmaması son derece önemli bir konudur. Böyle bir bakış açısı, Risalelerin orijinal halinden uzaklaşmasına ve Müslümanların yanlış bilgilendirilmelerine neden olacaktır. Bu da, Bediüzzamanın hikmetli sözlerinin ve kıymetli açıklamalarının gereği gibi takdir edilememesine ve pek çok insanın onun üstün ilminden, feraset ve basiretinden gereği gibi istifade edememesine yol açacaktır.

Kuşkusuz Bediüzzaman'a gerçek saygı ve sadakat, onun tüm Müslümanlara bıraktığı değerli mirası olan Risale-i Nur Külliyatına sahip çıkmak ve onu korumakla mümkün olacaktır. Ancak tüm bunların yanı sıra şu da unutulmamalıdır ki, (hicri) 14. yüzyılın müceddidi olarak gelecek olan Hz. Mehdi, kendisinden önceki yüzyılın Büyük Müceddidi olan Bediüzzaman'ın eserlerini kendisine rehber edinecek, Bediüzzaman'ın gösterdiği yolu izleyecektir. Kuşkusuz ki onun sözlerindeki hikmeti en iyi anlayacak olan kişiler de, bu sözleri tefsir edenler değil; Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi Risale-i Nurların asıl sahibi olan Hz. Mehdi ve ondan bunu öğrenen şakirdleri olacaktır.
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
............ve unutmamamı tembihledi. "Onun vazifesi ne olacak" diye sordum, Risale-i Nur onun (Mehdi'nin) programı olacak diye cevap verdi.......

Savaş esnasında eksiklerin listesi yapılmakta..
Komutan yaverine, say bakayım, eksiklerimiz nelerdir.. der..
Yaver saymaya başlar..

1. Barut..
2........
Komutan müdahele eder,
-Yeter saymana gerek yok, Barut yoksa bu savaş aleyhimize sonuçlanmıştır..

Evet, sizin yazınızın girişi bana bu fıkrayı hatırlattı nedense..

Mehdi, proğram olarak Risaleleri baz alacaktır..
Niye,
Eee, Vahy baz alınacak değil ya..
Mehdi'nin gelişini kimler sardıysa bu müslümanların başına, baz alacağı kitabları da onlar belirlemeli..

Dikkat ederseniz eğer, ağır ağır adımlarla VAHY'i devredışı bırakma eğilimi var bu tavrınızda, ne olur sevgili kardeşim, İlahi Gazap'a vesile olacak durumlardan uzak duralım inşaALLAHurrahman..
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
SAİD NURSİ


Soru- Said Nursî ile ilgili şu sözler beni şaşırtıyor:

“… yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamış. Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verirmiş[1].”

Buna gerekçe olarak deniyor ki, rüyasında Peygamberimizden ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla ona Kur’an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiş[2].

Cevap- Bir kimsenin Allah’ın Elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması Şiilere has iddiadır. Onlar bunu, Ali’nin (r.a) soyundan gelen imamlar için söylerler. Şöyle derler:

"... İmamlardan hiçbiri bir öğretmene git¬memiş, bir eğitimciden bir şey öğren¬me¬miştir. ...Hiç biri bir hocadan ders almamış, hiç biri bir mektebe, bir medre¬seye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey so¬rulunca derhal en doğru cevabı verirler. Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için dü¬şünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir...[3]" İmamın ilahî hükümlere, ilahî maârife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahut kendisinden önceki İmam vasıtasıy¬ladır... [4]"

Soru- Bir peygamberin böyle görevi olur mu?

Cevap- Elbette olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Elçilere apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35)

Allah Teâlâ, Peygamberimize şöyle emrediyor

"De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir insanım. Bana, tanrını¬zın bir tek tanrı olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuş¬mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin." (Kehf 18/110)

"De ki: "Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de sizi olgunlaştırmaya.

De ki: "Beni Allah'ın azabından kimse kurta¬ramaz. Ondan başka bir sığınak da bula¬mam.

Benimkisi yalnız Allah'tan olanı, onun gön¬derdiklerini tebliğdir o kadar." (Cin 72/21-23)

Soru- Said Nursî’nin öğrenim hayatı ile ilgili bilginiz var mı?

Cevap- Kendi el yazısı ile yazdığı özgeçmişine göre ilk öğrenimden sonra Şeyh Muhammed Celalî’nin ders halkasına katılmış, okunması adet olan kitapları okumuş ve daha sonra Van’da 15 yıl kadar eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur[5].

“Tarihçe-i Hayatı”na göre de önce Sarf ve Nahiv ile meşgul olmuş ve İzhar’a kadar okumuş, daha sonra Şeyh Mehmed Celâlî’nin yanına gitmiş, her türlü ilim dalına ait eserleri incelemeye koyulmuş ve İslamî ilimlerle ilgili kırk kadar kitabı ezberlemiştir. Ders aldığı diğer alimler şunlardır: Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, Şeyh Fehim, Şeyh Mehmed Küfrevî, Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah[6].

Soru- Öyle ise öğrenimini üç ayda tamamladığı, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verdiği ve bu özelliğin ona rüyasında Peygamberimiz tarafından verildiği iddiası nereden çıkıyor?

Cevap- Halkın hurafelere olan ilgisinden yararlanıp dikkat çekmek istemiş olabilir. Zamanın harikası demek olan “Bediuzzaman” lakabı da öyledir. İddiaya göre bu lakap, onun olağanüstü ilmini gören ilim adamları tarafından verilmiştir[7].

Soru- Said Nursî’nin sözleri arasında ciddi tutarsızlıklar görülüyor. Şu sözü hakkında ne dersiniz?

“Ondört yaşında idim. O zaman icazet almanın alameti olan, üstad tarafından bana sarık sarılmasının ve cübbe giydirilmesinin önüne engeller çıktı. Yaşım küçük olduğu için büyük hocalara has giysi bana yakıştırılmadı. Diğer yandan büyük âlimler, bana üstad değil, ya rakib ya teslim oluyorlardı. Kendini benim yanımda üstad görecek biri çıkmamıştı.

Ben bu hakkı elli altı sene sonra kullanabildim. Bundan yüz sene önce ölmüş Mevlâna Zülcenaheyn Hâlid Ziyaeddin bana, kendi cübbesi ile birlikte bir sarık göndermişti, şimdi o cübbeyi giyiniyorum. Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım[8].

Cevap- Said Nursî’nin 14 yaşında ilim adamlığı payesine ulaştığı iddiası temelsizdir. Çünkü Tarihçe-i hayatı’na göre on beş- on altı yaşlarına kadar bütün bilgisi sünuhat kabilindendi[9]. Sünuhat, kişinin aklına ve hatırına gelen şeylere denir[10]. Onlara ilim dense yeryüzünde alim olmayan kimse kalmaz.
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
Soru- Hem sünuhat, hem Said Nursî’nin her soruya tereddütsüz cevap verdiği iddiası, bunların ona Allah’ın ilhamı olduğu anlamına gelmez mi?

Cevap- Böyle bir iddianın varlığı ortada. Bunu Said Nursî açıkça söylüyor. Şu sözler ona aittir:

“Kur’an’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!

Bu sözün açık anlamı; asr-ı saadette Kur’an’ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda o Kur’ân’ın Arş’taki yerinden ve manevi mu'cizesinden feyz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor[11].”

Yani Risale-i Nur, Kur’an’ın indiği yerden Kur’an’ın vahiy suretiyle inmesi gibi inerek Kur’an’ın gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini getiriyor.

Soru- Bu sözü ile o, kendini peygamber seviyesine çıkarmıyor mu?

Cevap- Peygamber olduğunu söylemese de yukarıdaki sözlerin o manaya geldiği açık. Ayrıca Kur’an’da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Kur’an’dan önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz.

Allah Teâlâ Peygamberimize şöyle diyor: "Ey Elçi! Rabbinden sana indirilen her şeyi tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçili¬ğini yapmamış olursun" (Maide 5/67) Eğer Said Nursî’nin iddia ettiği şeyler Peygamberimize bildirilseydi onları açıklamak zorunda olurdu.

Soru- Bunlara inanan bir kişi, Said Nursi’yi son peygamber, Risale-i Nurları da Allah’ın son kitabı saymış olmaz mı?

Cevap- Said Nursî’nin şu sözlerini de dinle, sonra karar ver:

“Risale-i Nur denilen otuzüç aded Söz, otuzüç aded Mektub, otuzbir aded Lem'alar, bu zamanda, Kur’an’daki âyetlerin âyetleridir. Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir. Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir. Kur’an âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir[12].”

Yani Said Nursî’ye göre Kur’an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risale-i Nur’un âyetleri, Kur’an âyetlerinin delili olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir. Said Nursî, bu iddiayı da yapıyor ve şöyle diyor:

“Sözler”[13] şüphesiz Kur’an’ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir[14].

Soru- Nurcuların Kur’an okumayıp Risale-i Nur okumalarının sebebi bu olmalıdır herhalde?

Cevap- Said Nursî, insanları kendi kitaplarına çekmek için hiçbir şeyi eksik etmemiştir. Şöyle diyor: “Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir "urvet-ül vüska"dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir "hablullah" yani Allah’ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur[15].

"Urvet-ül vüska" ve "hablullah" Kur’an’a ait özelliklerdir[16].

Soru- Risale-i Nur’un, Kur’an’ın alındığı yerden alındığı iddiası, zaten her şeyi açıklamıyor mu?

Cevap- Bu iddia birden fazla yerde tekrarlanır. Onlardan biri de şudur:

“Risale-i Nurlar, ne Doğu’nun kültüründen ve ilimlerinden, ne de Batı’nın felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur’an’ın, Doğunun da Batı’nın da üstünde olan Arş’taki yerinden iktibas edilmiştir[17].”

Risalelerden "Âyetü’l-Kübrâ" yı örnek verip oradaki iddiaları adım adım izleyelim:

1- Said Nursî’ye yazdırıldığı iddiası:

“Bu risalenin mukaddimesinin bu derece uzun olması istemeden olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı[18].”

2- Adını İmam Ali’nin verdiği iddiası:

“Bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam-ı Ali (R.A.) gaipten gösterdiği kerametlerde (keramat-ı gaybiyesinde) bu risaleye, "Âyet-i Kübra" ve "Asâ-yı Musa" adlarını vermiştir[19].”

3- İmam Ali’nin şefaat dilediği iddiası:

“İmam-ı Ali (R.A.), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada “Ayet’ül-Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru” deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yaparak…[20]”

4- Risale’nin lâ ilâhe illallah sözünün olağanüstü delili olduğu iddiası:

“Lâ ilâhe illallah’ın hücceti ise matbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), onu şefaatçi yapmıştır[21].

5- Risale’nin kurtarıcılık yaptığı iddiası:

“.. o risalenin hem Ankara hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraet kazandırmağa sebep olduğu gibi…[22]”

6- Bir mağazayı yangından koruduğu iddiası:

“… hükûmet dairelerinden birisi … gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risale-i Nur'un bir talebesi yanıma geldi ve dedi ki: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra'nın bir kısım basılı nüshalarını yanıma getirmesini söylemiştim, fakat getirmemişti. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın, bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktı. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın korumasında olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da sağlam kaldı…[23]”
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
Soru- Aklıma İmam Ali takıldı. Risale’nin adını neden o koyuyor?

Cevap- Said Nursî ona, Sekine adında bir kitap indiğini, geçmiş ve gelecek bütün ilim ve sırların o kitapta olduğunu iddia ediyor. Kendi kitabı da, o zaman için, geleceğin sırlarından olduğuna göre onu Ali’nin bildirmesi tabiidir. Said Nursi özetle şöyle diyor:

Hazret-i Cebrail, Sekine adıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam’ı, Peygamberimizin yanında Hz Ali'nin (r.a.) kucağına düşürdü. Hz. Ali diyor ki: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum"

İsm-i Âzamdan bahsederek bazı olayları anlattıktan sonra diyor ki:

"Dünyanın başından kıyamete kadar bütün ilimler ve önemli sırlar bize, tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun, sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar[24].”

Soru- Öyle bir sahife ki, içinde dünyanın başından kıyamete kadar olan ilimler ve önemli sırlar yer alıyor. Bu bir sahife değil, çok büyük bir kitap olur. Peygamberimizin bu ilim ve sırları bilmediği kesin olduğu için İmam Ali ondan üstün bir konuma getirilmiş oluyor. Said Nursî bu bilgiyi nereden almış?

Cevap- Kur’an’ın alındığı yerden aldığını söyledi ya?!!

Soru- Bununla ne elde etmek istiyor?

Cevap- Risale-i nuru ve şakirtlerini kutsallaştırmak[25].

Soru- Bunlar benim kanımı dondurdu. Ne kötü iddialar!...

Cevap- Bu tür iddialar için Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra "bu Allah katındandır" derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır[26]. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79).

Soru- Tanıdığım bir çok nurcu var. Bunlar bilgili, efendi, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve özellikle öğrenci yetiştirmek için çaba gösteren insanlardır. Bunlar ne olacak? Bu anlattıklarınızı onların çoğu bilmiyor.

Cevap- Doğru, Risale-i nurlar içinde çok güzel şeyler de var. Onlardan bazılarını ben de beğeniyorum. Tanıdığınız Nurculara sorun, kendilerine okunan bölümlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Dili ağır olduğu için onları da anlamazlar. Okuyanlardan çoğunun da anlamadığını, bazı kelimelerin zihinlerinde çağrıştırdığı manayı anlattıklarını ben de gördüm. Ama bütün bunlar nurcuları kurtarmaya yetmez. Bunlar akıllarını kullanmadıklarının cezasını çekeceklerdir. Çünkü Allah "..pisliği aklını kullan¬mayanların üs¬tüne yığar." (Yunus 10/100)

Soru- Akıllarını kullanmadıklarını nereden biliyorsunuz?

Cevap- O kitapların Said Nursî’ye yazdırıldığı söylenince sesleri çıkmaz. Her biri o kitapları Kur’an’ı okur gibi okur. Çünkü Nurcular arasında temel kitap Risale-i Nurlardır. Bunları yapanın aklını kullandığı söylenemez.
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
Soru: Gerçekten onlar Said Nursî’ye olağanüstü bir değer veriyorlar. Bu beni her zaman tedirgin etmiştir.

Cevap- Olağanüstü değeri bizzat Said Nursî veriyor. Onlar da onun arkasından gidiyorlar. Mesela şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığı iddia ediliyor:

Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.

Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada

Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.

Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.

Müri¬dim ister doğuda olsun is¬ter batıda

Hangi yerde olsa da yetişirim imdada[27]”

Bu iddiayı Said Nursî’nin 23 şakirdi yapar[28]. İspat için, cifir ilmi denen hayali şeylere dayanır ve şiirde şu anlamın saklı olduğunu söylerler:

"O Gavs'ın müridi Said Kürdî, Rusya'da esirken kuzeydoğu Asya’dan bid’atçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim."

Yardımın nasıl gerçekleştiği, şöyle anlatılıyor:

“Evet Hazret-i Gavs'ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya'nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs'ın (Abdülkadir Geylânî’nin) dediği gibi hep koruma altında olmuştur.

Üstadımız diyor ki: "Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak "Yâ Gavs-ı Geylanî" derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, "Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur" derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir[29].

Bu inancın Kur’an’a aykırılığını gösteren âyetlerden bir kısmı şöyledir:

“Darda kalmış kişi dua ettiği za¬man onun yar¬dımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzü¬nün hakimleri ya¬pıyor? Allah ile be¬raber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsu¬nuz..“ (Neml 27/62)

Güç yetirilemeyen konularda Allah’¬tan baş¬ka¬sından yardım alınabilirse, kim Allah’a sığınır? Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“De ki, Allah’ın dışında kuruntu¬sunu ettikle¬ri¬nizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gi¬der¬meye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yeti¬rebilirler.

Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahme¬tini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 17/56-57)

“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğu¬nuzu bilir.

Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey ya¬ratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.

Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirile¬ceklerini de bilemezler.” (Nahl 16/19-21)

“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? Allah bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zümer 39/38)

Soru- Said Nursî ölmüştür; kendini savunamaz. Böyle biri hakkında konuşmak doğru mu?

Cevap- Said Nursî hesabını Allah’a verecektir. Bizim ona fayda veya zarar vermemiz düşünülemez. Belki ölmeden önce bütün hatalarından tevbe etmiş ve Allah’ın huzuruna günahsız gitmiş de olabilir. Bizi ilgilendiren, onun kitaplarını, dinin kaynaklarından sayan büyük bir cemaattir. Biz onları uyarmaya çalışıyoruz.


Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Bediuzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İst. 1991, s. 34. (Takdim yazısında bu kitabın 1958’de hazırlandığı, Bediuzzaman Said Nursî’nin kontrol ettiği ve düzelttiği şekilde yayınlandığı ifade edilmektedir.)

[2]- Bediuzzaman Said Nursî, Haşiye, Tarihçe-i Hayat, s. 33.

[3]- Muhammed Rıza'l-Muzaffer, Akâid'ül-İmâmiyye, Şia İnançları (Türkçeye çeviren Abdülbaki GÖLPINARLI) İstanbul 1978, s. 52-53.

[4]- GÖLPINARLI, Şia İnançları, s. 52.

[5]- Bu özgeçmiş, İstanbul Müftülüğü Arşivi’nde, Osmanlı Ulemasına ait sicil dosyaları arasında iken daha sonra dosyanın içi bilinmeyen kişiler tarafından boşaltılmıştır. Sadık ALBAYRAK bunları evvelce yazıp neşrettiği için sadece onun kitabında bulunmaktadır. Bkz. Sadık ALBAYRAK, Son Devir Osmanlı Uleması, İst. 1996, c. IV, s. 271.

[6]- Tarihçe-i Hayatı s. 44.

[7]- Tarihçe-i Hayatı, s. 45.

[8]- Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, Kastamonu Lahikası, c. II, s. 1609, İstanbul 1995, Burada ifadeler sadeleştirilmiştir; aslı şöyledir: Eski zamanda, ondört yaşında iken icazet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...

Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri cihetinde, ellialtı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek

ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlâna Zülcenaheyn Hâlid Ziyaeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakk'a yüzbinler şükrediyorum(Haşiye) Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım.

[9]- Tarihçe-i hayat 45

[10] - Şemseddin Sami, Kamus-i Türkî, İstanbul 1317.

[11]- Şualar, Sözler Yayınevi, İst. 1993, s. 617. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir:

Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!

cümlesinin sarih bir manası asr-ı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübin'in nüzulü olduğu gibi, mana-yı işarîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor...”

[12]- Şualar, s. 709. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: Resail-in Nur denilen otuzüç aded Söz ve otuzüç aded Mektub ve otuzbir aded Lem'alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübin'deki âyetlerin âyetleridir. Yani, hakaikının alâmetleridir ve hak ve hakikat olduğunun bürhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaik-i imaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir.

[13]- Sözler, Risale-i Nurlar’ın bir bölümünü oluşturur.

[14]- Barla Lâhikası s.26. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: Mübarek Sözler şübhesiz Kitab-ı Mübin'in nurlu lemaatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır.”

[15]- Said Nursî, Şualar, Sözler Yayınevi, İst. 1992 s. 231.

[16]- Bakara 2/256 ve Al-i İmrân 3/103’e bkz.

[17]- Şualar s. 601. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: “Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”

[18]- Şualar, Yedinci Şua, (Âyetü’l- Kübrâ), Sözler Yayınevi, İstanbul 1992 s. 84.

[19]- Şualar, Yedinci Şua, (Âyetü’l- Kübrâ), s. 83-84.

[20]- Şualar, Yedinci Şua, (Âyetü’l- Kübrâ), s. 84, 1 numaralı dipnot ve s. 261. Yukarıdaki yazı şu cümlenin tercümesidir. وبالآية الكبرى أمني من الفجت Arapça’da fecet diye bir kelime olmadığı için füc’e kabul edilerek anlam verilmiştir.

[21]- Şualar, Onbeşinci Şua, s.526. Bu ibarede kısaltma yapılmıştır. Tamamı şöyledir: “ Birinci Kelime: ¬لا إله إلا اللهdır. Bundaki hüccet ise matbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada وبالآية الكبرى أمني من الفجت” Ayetül Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru” deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yaparak…”

[22]- Şualar, Onbeşinci Şua, s.526.

[23]- Said Nursî, Emirdağ Lahikası, Sözler Yayınevi, İst. 1993 101. Anlamı bozmayacak kısaltmalar yapılmıştır.

[24]-Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, c. II, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, (Onsekizinci Lem’a) İstanbul 1995, s. 2079, Metnin aslı şöyledir: “Hazret-i Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâimü's-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki:

"Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."

[25]- Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 2078. Orada geçen ifade aynen şöyledir: Risale-i Nur şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazret-i Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir.

[26]- Karşılığında Ahireti verdikleri için aldıkları ne olursa olsun, azdır. “... Bu hayatın sağladığı fayda Ahiret yanında pek az olur.” (Tevbe 9/38)

[27] - Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat, İstanbul 1991, s. 119.

[28]- İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.

[29] - Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat s. 120.


Kaynak
http://www.suleymaniyevakfi.org/modules/tutorials/index.php?op=viewtutorial&tid=45
 

Þeyh Bedevi

New member
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
35
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Tümer selin .. itikadın bozuk olduğu için Said Nursi (k.s) ye de laf atman normaldir..onu anlayacak kapasitede değilsin çünkü ... önce bir abdest al sonra Ehli Sünnet akaidini oku anla .. sonra görüşelim tamam mı abicim.. hadi bakym...

Bütün islam alemi Said Nursi yi kabul eder ... Saygı duyar ve birçoğuda 13.Yüzyıl Müceddidi dir der .. Ama sen xxxxxxxxxxxxxxx laf atarsın anca ... Allah dostlarıyla uğraşma !!! onun bunu yazısını da getirip burada copy paste yapma...
 

CCCCCC

New member
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
KUR'AN ı KERİM öyle elini kolunu sallayarak öğrenilecek bir kitap değildir.Gelen Mehdi A.S. da doğuştan KUR'AN ı mükemmel bilecek yorumlayacak büyük bir zat değildir.Beşerdir yani o da insandır.Eğer doğar doğmaz ALLAH C.C isteseydi kainat güneşi S.A.V KUR'AN a hakim doğardı.Demekki gelecek Mehdi Risale-i nur ile KUR'AN ı çok güzel anlayabilir öğrenebilir nie kıskananlarmı var?
 

beyyine84

New member
Katılım
16 Nis 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
pekala bir şey sorucam sizlere
kuranı kerimi anlamak çok mu zor?
kuranı kerim eksik mi?
kuran detaylı bir şekilde anlatmamzmı konuyu?
bu sorularla meşgul olurmusunuz ama hadislerle değil kuranı açıp bakmak koşuluyla

kuran ehli sünnet vel cemaat a göre perşemvbe akşamları sadece ysin okumak şartıyla okunan eh işte sevab peşinde olan akrdeşleriizin buna bir kaç ilave sayfa yapmaları ile okunan kabir başlarında okunan mevlütlerde okunan (ki mevlüdün dinde teri olmadığını diyanet işleri bile açıklamıştır kaç kere ama gel görelim ki insanlarımız mevlüde kudsiyet vermiş ama kaldırmayın iyi oluyır pi,lavlar ayranlar tatlılar )
arkadaşlar islam alemini araştırmacı olmamaya her şeyin doğruluğunun Allahtan gelip gelmediği,ni araşttırmayan hadislere lütfen kanmayalım

rahman kuranda gerçek rabbindne gelendir diyor o halde şüpheye düşenlerden olma diyor kuranda

gerçeklik payı kurandan gelir
 

CCCCCC

New member
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
1-kuranı kerimi anlamak çok mu zor?

CEVAP:HEMDE BİLEMEDİĞİN KADAR SEN KUR'AN I BİR İNSANIN YAZDIĞINIMI ZANNEDİYORSUN Kİ BASİT OLSUN.

2-KUR'AN I KERİM EKSİK Mİ
HÜKÜM YALNIZ ALLAH’INDIR KURAN HER DETAYI İÇERİR ALLAH UNUTMAZ
,LAKİN BİZ ONU TAM ANLAMIYLA ANLAYAMAYIZ.

ARAMIZDA ZEKİLER ÇIKAR AKILLILAR ÇIKAR VE BİLGİSİNİ İSPATLAR ALLAH C.C ONDAN RAZI OLMUŞ ADINI EVLİYA VEYA VELİ VERİRLER LAKİN O İNSAN BUNUDA KABUL ETMEZ KENDİNİN NE OLDUĞUNU BİLMEZ AMA GÖRÜNEN ZATEN O DUR KERAMET ÜSTÜNE KERAMET VERİR ALLAH C.C


''Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.'' (Yunus, 57)


“Doğrusu Kur'an'ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz'' (Hicr, 9)


“Ey Muhammed! Sana, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur'an'ı indirdik.'' (Nahl, 89)
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
1-kuranı kerimi anlamak çok mu zor?

CEVAP:HEMDE BİLEMEDİĞİN KADAR SEN KUR'AN I BİR İNSANIN YAZDIĞINIMI ZANNEDİYORSUN Kİ BASİT OLSUN.

2-KUR'AN I KERİM EKSİK Mİ
HÜKÜM YALNIZ ALLAH’INDIR KURAN HER DETAYI İÇERİR ALLAH UNUTMAZ
,LAKİN BİZ ONU TAM ANLAMIYLA ANLAYAMAYIZ.

ARAMIZDA ZEKİLER ÇIKAR AKILLILAR ÇIKAR VE BİLGİSİNİ İSPATLAR ALLAH C.C ONDAN RAZI OLMUŞ ADINI EVLİYA VEYA VELİ VERİRLER LAKİN O İNSAN BUNUDA KABUL ETMEZ KENDİNİN NE OLDUĞUNU BİLMEZ AMA GÖRÜNEN ZATEN O DUR KERAMET ÜSTÜNE KERAMET VERİR ALLAH C.C


''Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.'' (Yunus, 57)


“Doğrusu Kur'an'ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz'' (Hicr, 9)


“Ey Muhammed! Sana, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur'an'ı indirdik.'' (Nahl, 89)


Sevgili kardeşim,
iddianız başka, verdiğiniz ayetler başka şeyler söylüyor,
sanırım meseleyi anlamadan yorum yapmışsınız,
bir daha bakın isterseniz yazılarınıza..
 

khan19556

New member
Katılım
11 Ocak 2007
Mesajlar
992
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Sancaðýn düþtüðü yerden
pekala bir şey sorucam sizlere
kuranı kerimi anlamak çok mu zor?
kuranı kerim eksik mi?
kuran detaylı bir şekilde anlatmamzmı konuyu?
bu sorularla meşgul olurmusunuz ama hadislerle değil kuranı açıp bakmak koşuluyla

kuran ehli sünnet vel cemaat a göre perşemvbe akşamları sadece ysin okumak şartıyla okunan eh işte sevab peşinde olan akrdeşleriizin buna bir kaç ilave sayfa yapmaları ile okunan kabir başlarında okunan mevlütlerde okunan (ki mevlüdün dinde teri olmadığını diyanet işleri bile açıklamıştır kaç kere ama gel görelim ki insanlarımız mevlüde kudsiyet vermiş ama kaldırmayın iyi oluyır pi,lavlar ayranlar tatlılar )
arkadaşlar islam alemini araştırmacı olmamaya her şeyin doğruluğunun Allahtan gelip gelmediği,ni araşttırmayan hadislere lütfen kanmayalım

rahman kuranda gerçek rabbindne gelendir diyor o halde şüpheye düşenlerden olma diyor kuranda

gerçeklik payı kurandan gelir

Arapça ilmine vakıf mısınız?
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Selam,

Kur'an eğer insanların anlayamayacağı bir lisanla gelseydi o zaman gerçekten anlaşılmaz olurdu. Ama Yüce Allah'a hamd olsun ki kitabını inasanların dili ile göndermiştir. Çünkü anlaşılmasını istemiştir. İnsanların Allah'ın mesajını/meramını içeren bir kitaba sahip olmaları gerçekten büyük lütuftur. Kıymetini bilmek gerekir.

Selamlar!
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Kur'an tamdır ve kolaydır..

Kur'an tamdır ve kolaydır..

Selam,

Kur'an eğer insanların anlayamayacağı bir lisanla gelseydi o zaman gerçekten anlaşılmaz olurdu. Ama Yüce Allah'a hamd olsun ki kitabını inasanların dili ile göndermiştir. Çünkü anlaşılmasını istemiştir. İnsanların Allah'ın mesajını/meramını içeren bir kitaba sahip olmaları gerçekten büyük lütuftur. Kıymetini bilmek gerekir.

Selamlar!


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم


17/41 Biz, and olsun ki öğüt almaları için bu Kuran'da bunları türlü türlü açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini artırmıştır.
17/89 And olsun ki, biz Kuran'da insanlara türlü türlü misal gösterip açıkladık. Öyleyken insanların çoğu nankör olmakta direndiler.

18/54 And olsun ki, Biz bu Kuran'da insanlara türlü türlü misali gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır.

54/22 And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

39/27Yemin ederim ki bu Kur'anda insanlar için her türlüsünden misal/örnek getirdik, gerek ki iyi düşünsünler

54/17 And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

62/5 Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.

6/38 Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.

21/10-Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. bütün şanınız ondadır; hala akıllanmayacak mısınız?

25/ 30-Peygamber (Hz Muhammed) de dedi ki: Ey Rabbim, kavmim bu Kur'an'ı bir kenara itip bıraktılar.
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
asla ve kat'a, bu bir zanndır ve zandan Allaha sığınırım..:mad:
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

Bediüzzaman, Hicri 1327'de Şam'daki Emevi Camii'nde on bin kişilik bir cemaate verdiği Şam hutbesinde, 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmış, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, beklenen Mehdi'nin mücadele ve galibiyet zamanına dikkat çekmiştir:

Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, sf. 25)

Bediüzzaman’ın Şam Hutbesi, Hz. Mehdi’nin görev zamanı ile ilgili net tarihler vermiş olması açısından son derece önemlidir:

1981- 1991 yılları – Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlaması

1) ... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA…

Bediüzzaman’ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani Hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler 1981-1991 tarihlerine denk gelmektedir.

2001 – Hz. Mehdi'nin materyalist felsefe karşısındaki galibiyeti

2) ... İnşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek...

Said Nursi, yukarıdaki sözünün bu son kısmında Hz. Mehdi’nin bu görevini yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlayacağını bildirmiştir. Yani materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmiştir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani 2001 yılına denk gelmektedir.

2004 – Hz. Mehdi önderliğinde insanların Kuran ahlakına yaklaşmaları

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatı’nda, Hz. Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili olarak verdiği tarihlerden bir diğeri ise 2004 yılına ilişkindir. Bediüzzaman Kuran’ın “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." cümlesi hakkında, geleceğe yönelik şöyle bir bilgi vermektedir:

“Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir.” (Şualar, sf. 605)

Bediüzzaman bu ayetin ebced değerinin Hicri 1424 yani miladi 2004 yılına denk geldiğini ve bu tarihin, Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının dünya hakimiyeti devrelerinden birine işaret ettiğini bildirmektedir.

2008 – Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının galibiyeti

Bediüzzaman, Kuran ahlakının galibiyeti ve hakimiyeti konusunda geleceğe yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğerinde ise şöyle bildirmektedir:

Şu ayetin gizli imasına “Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56) ayeti teyid ediyor. Çünkü “... hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” ayetindeki şeddeli nun (Arapça şeddeli nun harfi) bir sayılsa tam evvelki ayete tevafuk ile (denk gelmesiyle) Hizb-ul Kur’an’ın (Kuran taraftarlarının) faaliyetine vasıta olan bir hadiminin (hizmet eden kimsenin) Kur’an okumaya başladığı 1302 tarihine iki fark ile tevafuk etmekle beraber şeddeli nun iki nun sayılsa binüçyüzelli (1350) eder ki; bu tarihte Kuran’dan muktebes (alınan bilgilerle hazırlanan) olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kuran hizmetlerine çalışan Hizb-ul Kur’an’ın faaliyeti ve delalet (sapkınlık) ve zındıkaya (dinsizliğe) manen galebe ettikleri (galip geldikleri) bir zamana tevafuku (denk gelmesi) ise istikbalde (gelecekte) tam galebelerine (tam galibiyetlerine dair) bir ima-i gaybidir (gizli bir işarettir). (8. Lem’a, Keramet-i Gasviye)

Bediüzzaman Said Nursi bu sözünde, ayetin “...hiç şüphe yok galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır” cümlesinin ebced değerinin, Hicri 1350 tarihini verdiğini ve bu tarihte Kuran ahlakının bir galibiyeti olacağına işaret ettiğini bildirmiştir. Ancak ayetin ayrıca, bunun gibi gelecekte de yine Kuran ahlakının üstün geleceği bir başka dönem olacağına dair gizli bir işaret içerdiğini de hatırlatmıştır. Nitekim ayetin bu cümlesinin Arapça yazılımında yer alan baştaki “fe” harfi de hesaba katılarak ebcedine bakıldığında, bu sefer de ebced değeri 80 çıkmaktadır. 1350 üzerine 80 ilave edildiğinde de Hicri 1430 etmektedir ki, bu tarih de miladi olarak 2008 yılını vermektedir. Allah’ın izniyle bu tarih Bediüzzaman’ın sözlerinde belirttiği, ayetin Kuran ahlakının gelecekteki, Darwinist, materyalist ve ateist felsefe gibi dinsiz akımlar karşısındaki tam galibiyetine işaret etmektedir (En doğrusunu Allah bilir).

(Harun Yahya, Hz. İsa’nın Geliş Alametleri)
http://www.harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/2699
"O ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdâr bir neferi olduğumu zannediyorum." (Barla Lahikası, 162)
 
Üst Alt