Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Başörtüsü Konusundaki Kaosun, Kargaşanın Sorumluları Kimlerdir?

istanbluerdem

New member
Katılım
28 Ara 2007
Mesajlar
887
Tepkime puanı
168
Puanları
0
Konum
hayatýn ýcýnden
Başörtüsü Konusundaki Kaosun, Kargaşanın Sorumluları Kimlerdir?


BİNLERCE gazeteci her gün yazıyor... Binlerce profesör konuşuyor... Binlerce internet sitesi yayın yapıyor... Binlerce kafadan binlerce yorum, tenkit, protesto... Havada çok ağır tehditler uçuşuyor... En zıt fikirler, görüşler en şoke edici üsluplarla ifade ediliyor... Aka kara, karaya ak deniliyor... Tam bir karmaşa, tam bir kaos havası... İtidalli (ılımlı) hareket eden kaç kişi çıkar? Orta yolu bulmaya çalışan kaç kişi var? Âdil çözüm arayanların nispeti yüzde kaçtır?

Halbuki krizin konusu çok basit bir şey: Dünyanın bütün ileri, medenî, demokrat, insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerinin üniversitelerinde başörtüsü serbesttir. Bizde de, eskiden olduğu gibi serbest bırakılsın... Büyük Millet Meclisi bu konuda yasa hazırlıyor ve ezici çoğunlukla kabul ediliyor... Yasakçılardan feryatlar, tehditler, yaygaralar: Çoğunluğun zorbalığı, bunun sonu idamdır, Cumhuriyet elden gidiyor, Şeriat geliyor!..

Türkiye tımarhaneye dönmüş, içinde olduğumuz için pek farkında değiliz.

Dünyanın bir tek medenî, demokrat, ileri ülkesinin üniversitelerinde baş örtüsü yasağı olsa bari... Yok yok yok... Peki bu adamlar niçin bu kadar bağırıyor, feryat ediyor?

Yıllardan beri yazıp duruyorum: Bu memlekete hür, demokrat, millî kültür ve kimliğe bağlı, kaliteli bir medya kurulamazsa işler düzelmez diyorum.

Bugünkü kaos, kargaşa, kafa karıştırma, işleri çığırından çıkartma hep büyük medyanın eseridir.

Bildiğimiz siyasî partiler şeklinde değil, sosyolojik açıdan Türkiye’de iki büyük parti vardır:

Çoğunluğu teşkil eden Müslümanların partisi. Azınlıkta olan G.Y.’lerin partisi.

Müslümanlar kelle sayısı bakımından çoğunluktalar ama parçalanmışlar, bir kısmı birbirine düşürülmüş. “Böl, parçala ve hükmet” prensibi uyarınca... Müslüman çok ama güçlü değiller.

G.Y.’ler azınlıktalar, fakat çok teşkilatlı ve çok güçlüler.

Müslümanlar çok tabiî olarak millî kültürden, millî kimlikten yanalar. Ötekiler kopukluktan yana.

27 Mayıs 1960,

12 Mart 1971,

12 Eylül 1980,

28 Şubat ...darbelerini hangi parti teşvik etmişti?

G.Y:’ler, bu Müslüman memlekette İslâm’ı ve dindarları potansiyel bir tehdit ve tehlike olarak görüyor. Neye karşı tehdit ve tehlike? Kendi gizli iktidarlarına, hakimiyetlerine, saltanatlarına, rantlarına karşı.

Köydeki, kenar mahalledeki, kırsal kesimdeki aile kadınlarının, ev kızlarının başörtüsünden fazla tedirgin olmuyorlar da, niçin üniversiteli Müslüman kızlarınkilerden çok korkuyorlar? Hepsi de başörtüsü değil mi? Öyle de, Müslüman kızlar üniversitede başörtüsü ile okuyup mezun olurlarsa doktor, hukukçu, mühendis, eğitimci, iletişimci, sosyolog, mimar, dekoratör olarak hayata atılacaklar ve İslâm’ın gücü ve ağırlığı artacak. Böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmek istemiyorlar.

Ünlü bir yayın danışmanın dediği gibi Türkiye’de çoğunluğun mu zorbalığı var, azınlığın mı?

İşin en büyük felaketi, ülkemizde eğitimin sulandırılması yüzünden genel kültür seviyesinin çok düşük olmasıdır; bunun elbette istisnaları vardır ama bugünkü tartışmalar, fikir veya fikirsizlik kavgaları son derece kalitesizdir.

Çoğunluktaki Müslümanlar genellikle haklarını savunamıyorlar. Yanlış savunmalar çok hakların kaybına yol açıyor.

Siyaset yüksek ve derin kültür ister. Siyaset çok zor bir sanat ve tekniktir.

Türban yasağı kaldırılmadan en az bir sene önce bu konuda hazırlıklar yapılmalıydı. Çok sağlam gerekçeler, çok güçlü deliller... Şu konularda yayın yapılmalıydı:

(1) Bütün, tekrar ediyorum bütün Avrupa ülkelerinin üniversitelerinde başörtüsünün serbest olduğuna dair renkli bir albüm. Her ülkede okuyan başörtülü birkaç kızın fotoğrafı... Milyonlarca nüsha basılıp dağıtılmalıydı.

(2) Üniversitelerde başörtüsünün (bizde zaten olmayan) laikliğe aykırı olmayacağına dair hepsi de yabancı profesörlerden, fikir adamlarından, hukukçulardan, uzmanlardan kısa görüşler, raporlar alınıp bunlar da, mesela bir “Eflatun Kitap”ta bir araya getirilmeliydi.

(3) Kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılmalı, birtakım muhalifler ikna edilmeliydi.

En önemlisi, G.Y.’lerinkinden daha güçlü, daha etkili, daha inandırıcı büyük bir medya kurulmalıydı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki Leylâ Şahin dâvasını Müslümanlar niçin kaybetmişlerdir? Bu konuda onların hiç hatası olmamış mıdır? Burada açıklamak istemiyorum, büyük hataları olmuştur. Birtakım danışmanlar dâvanın kaybına yol açan eksiklikler, yanlışlıklar yapmıştır. Geçelim...

İspanya, Franco rejiminden demokratik rejime, tereyağından kıl çeker gibi kolay, rahat, huzurlu bir şekilde geçti. Türkiye, resmî ideoloji vesayet rejiminden gerçek demokrasiye bir türlü geçemiyor. Niçin? Çünkü çoğunluğu oluşturan Müslümanlar, onların başını çekenler gerektiği şekilde çalışmıyor. Sadece muhaliflerimize karşıtlarımıza kızmakla meseleler halledilmez. Siyaset çare ve çözüm bulma sanatıdır. “Muhaliflerimiz bize fırsat vermiyor...” demek bir çare ve çözüm değildir.

Türkiye’deki krizler, kavgalar, çekişmeler, tepişmeler Müslümanların çok güçlü, çok vasıflı, çok üstün olmalarıyla halledilir, çözüme kavuşturulur.

(1) Kültür ve bilgi alanında güçlülük ve vasıflılık.

(2) Ahlak, fazilet, aksiyon planında güçlülük, vasıflılık, üstünlük.

(3) Sanat, güzellik, estetik üstünlüğü...

Bu üç hedefe ulaşılmadan esaretten, zilletten, ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi olmaktan, paryalıktan, zencilikten kurtuluş yoktur.
 
Üst Alt