Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Baba Ile Oğul

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
Yoksuldu baba... Çok zor koşullarda, zar zor büyüttü oğlunu... Yemedi ona yedirdi, giymedi onu giydirdi. En büyük ideali yavrusunun kendi ayakları üzerinde durabildiği günleri görüp Avrupa'ya yerleşmekti. Orada iyi para kazanacak, bundan böyle adam gibi yaşayacaktı.
Zamanla oğlan büyüyüp serpildi, bağımsızlığını ilan etti. Ancak bir arkadaşıyla ayrı evde oturduğu halde, kendi harçlığını çıkaramıyor, hala babasının eline bakıyordu. Üstelik ev arkadaşıyla da kavgalıydı. Baba yine de her eziyete katlanıyor, dişinden tırnağından artırdığını oğluna aktarıyordu. Ne de olsa o, kendi kanından, kendi soyundandı.
Bir yaz günü, oğlanın evinde büyük bir kavga koptu. Evladının dövüldüğünü duyan baba sopayı kapıp evi bastı; öfkeyle oğlunun ev arkadaşının kafasını yardı. Tabii bütün mahalle ayağa kalktı. Herkes babayı suçladı. Adı "belâlı"ya çıkmıştı.
Yıllar geçti... Baba bir daha dayak yemesin diye, oğlunun yanından hiç ayrılmadı; ona aş, para, silah verdi, yanına adam koydu. Artık yavrusunun güvencede olduğunu düşünüyor, kendi düşlerinin peşine düşme vaktinin geldiğine inanıyordu.
Yeni bir hayata kanatlanmak üzere vize kuyruğuna girdi. Ancak:
"Sen giremezsin" dediler, "Haneye tecavüz etmişsin".
"Ama oğlumu dövüyorlardı" diyecek oldu, dinlemediler. Yıkıldı baba... Yavrusunu koruma uğruna büyük idealinden olmuştu. Kimi dostları "Oğlanı evlatlıktan reddet, kurtul. O zaman alırlar seni" dedi. Baba "İnsan hiç oğlundan vazgeçer mi" diye direndi, dinlemedi.
Gel zaman git zaman, yoldan çıktı bizim oğlan... Kirli işlere bulaştı. Evinde uyuşturucu ticareti yaptığı, silah sakladığı, kanun dışı işlere bulaştığı haberleri geliyordu. Babasından zengin hale gelmişti, ama hala ondan harçlık alıyordu. Üstüne üstlük babasını da sevmiyor, "Başıma ne geldiyse senin yüzünden" diye dikleniyordu. Zavallı adamcağız, onu kollayacağım diye hem fakirleşmiş, hem yalnızlığa itilmiş, hem de istikbal planlarını ertelemişti. Şimdi kendisini sevmeyen problemli bir oğlanla baş başa kalmıştı.
Sonra bir gün, araya aracılar girdi, oğlan ev arkadaşıyla barıştırıldı. Eski kavgaları unuttular, birlikte vize alıp güle oynaya Avrupa’nın yolunu tuttular. Babanın düşlerinin ülkesiydi orası... Baba "Madem onlar barıştı, ben de gideyim" diyecek oldu, ama yine aynı gerekçeyle kapıdan kovuldu: "Sen bir süre daha bekleyeceksin. O arada sicilini düzeltmeye çalış." Simdi baba, bir yandan oğluna harcamaktan biriktiremediği paraları biriktirmeye, bir yandan da oğlu yüzünden bozulan sicilini düzeltmeye çalışıyor. Ve boynunu büküp, eski kavgalısıyla, el ele kendi mutluluk diyarına uçan oğlunun ardından el sallıyor: "Oğlum, KIBRIS'IM! Sen mutlu ol yeter... Belki bana da bir gün verirler. Ben de birgün gün yüzü görürüm."
CAN DÜNDAR...


Cevap mahiyetinde bir hikaye...
Can Dündar'a kim anlatmışsa... Bu "Baba ve oğul" hikayesini... Yanlış anlatmış. Eksik anlatmış. Hatalı anlatmış. Hikayenin aslı "Baba ve oğul" değil. Hikayenin orijinal adi: "Ana ve oğul”dur.
Baba iddia edildiği gibi yoksul değil, aksine çok zengindi. Zenginliği, ta Osman dedelerinden gelmekteydi. Ve bu zenginliğin altında 700 yıllık, bir büyük tarih yatmaktaydı. Ne var ki, bu büyük serveti baba idare edemedi. Har vurup harman savurdu. Sıkıntıya düşünce de, oğullarından birini, çok zengin bir aileye büyük paralar karşılığında ödünç verdi. "Eti senin kemiği benim" dedi. "Dilediğin gibi tepe tepe kullanabilirsin" dedi. "Yeter ki belalılarıma karşı beni korumayı kabul et" dedi. Küçük oğlan ağzını açıp tek kelime söylemedi. İtiraz etmedi. "Bir baba evladını nasıl bu kadar kolay gözden çıkarabilir" deyip, isyan etmedi.
Gel zaman, git zaman bu hayırsız baba, her şeyini kaybettiği yetmezmiş gibi elinde kalan son varlığının, yani çocuklarının anasının da yabancılar tarafından taciz edilmesine göz yumunca, kızılca kıyamet koptu. Sarışın mavi gözlü bir dev, ta Selanik'ten gelerek anasının kaderine el koydu. Hem anamızın namusunu kurtardı, hem de babayı babalıktan reddederek, onunla tüm bağları kopardı.
Küçük oğlan bu gelişmeleri büyük heyecanla izledi. Anasının kurtuluşuna kendi kurtulmuş gibi sevindi. Bir köle gibi, tapusunun o zengin aileye verilmiş olması bile, bu sevincini gölgeleyemedi. Anası için böyle bir fedakarlıkta bulunmuş olmaktan hep gurur duydu. Hep anasının izinden gitti. Anası için ne kötü bir söz söyledi, ne de söyletti. Anasının bir gün kendisini de kurtaracağına olan umudunu, hiç kaybetmedi. Nitekim beklediği oldu ve anasının kendini kurtarma kararını büyük bir sevinçle karşıladı. Artık her şey daha güzel olacaktı.
Çok geçmeden umduğu dağlara kar yağdığını görüp, içine kapanacak ve dünyaya bir kez daha küsecekti. Anası, kavgalı olduğu ev arkadaşından oğlunun gasp edilmiş haklarını alacağına, kendisine dönük ince hesapların içine girmişti.
Önce "Ayşe" geldi. Sözde tatile gelmişti. Arkasından, Ayşe’nin ne kadar hısım akrabası varsa sökün etti. Ev dolup taşınca, oğlanın çoluk çocuğu, başka yerlere taşınmak zorunda kaldı. Ayşe’nin akrabaları çoğaldıkça, oğlanın evdeki akrabaları azaldı. Sonra da ortalıkta acayip laflar dolaşmaya başladı: "Nankör evlat, asalak evlat, tembel evlat..." "Ben Avrupa'ya girmeden, var mı öyle tek başına Avrupa'ya girmek?"
O küçücük oğlan, " -Ana, ben artık büyüdüm, 29 yaşına geldim. Kendi hayatimi kurmak benim de hakkim. Hem bu benim son şansım" diyecekti. Diyemedi. Kelimeler boğazında düğümlendi.
Turgut AVŞAROĞLU

 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Allah razı olsun kardeşim güzel bir paylaşım.
 
Üst Alt