Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Azrail (as) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü insanın ruhunu nasıl

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Azrail (as) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü insanın ruhunu nasıl kabzediyor?

Bu soruda da yine, beşerî ölçü ve kıstasların insanı yanıltmış olduğunu görüyoruz. Meleğin insana benzetilmesi bir yanlışlık olduğu gibi, "nomen"i "Fenomen"de görmek, ruh'un fonksiyonunu cesedde aramak da birer yanlışlıkdır. Buna binâen, suâlin ortaya çıkmasına sebebiyet veren anlayış inhiraflarını, terminolojik hataları îzah etmeden soruyu cevablandırmak, muvâfık olmayacakdır. Evvelâ inhiraf noktaları bilinmeli, sonra soruya cevap verilmelidir.

Melek, tâbî bulunduğu âlem itibariyle; hilkat ve mâhiyeti, mükellefiyet ve vazîfeleriyle tamamen farklı bir varlıkdır. Onu, kendi âlemine bakmadan, mâhiyet ve vazifesini düşünmeden tahlil etmek, hakkında hükümler vermek, elbetteki hatalı olacaktır. Bu itibarla, evvelâ onun bu yönleriyle tanınmasında zarûret olduğu kanâatindeyiz.

Melek, kuvvet demek olan "melk"den veya elçilik ma'nâsına gelen "mel'ek"den alınmıştır. Birincisi itibariyle çok kuvvetli, belki ayn-ı kuvvet ma'nâsına; ikincisi îtibariyle de emr-i ilâhî'nin (Allah'ın emri) âhize ve nâkilesi (alıcı - verici) olarak elçilik ma'nâsına gelir.

Bu üstün vasıflar Cenab-ı Hakk'ın yarattığı umum meleklerde bulunur. Bilhassa, vahyi getirmekle vazîfelendirilenlerde, bulunmasında zarûret vardır. Bu üstün varlıklar, hayât'a, memât'a nezâret edenlerden alın da, arş-ı ilâhi hamelesi ve Hak divanının gözü hayret dolu vazîfelilerine kadar, geniş bir sahada, Allah'ın icraâtına nezâret ve temaşâ ile mükelleftirler.

Makro-âlemden mikro-âleme kadar, bütün değişme ve ta avvüller; bütün terekküb (sentez) ve çözülmeler hep bu kuvvet ve elçilik temsilcisi meleklerin nezâretinde olduğu gibi, Allah'ın "kelâm" sıfatından, beşere gelen teşriı emirlerde, yine bu emin ve güçlü varlıklar tarafından temsil edilmektedir. Âlem-şümûl "evrensel" câzibe ve dâfia "çekme ve itme" kanunlarından, elektronların çekirdek etrafındaki muntazam hareketlerine kadar, bu ağır ve ince işlere nezâret, ne müdhiş bir kuvvet istemekde ve ne emin elçiliğe vâbestedir!..

Melekler, o kadar eşyâ ve hâdiselerin içindedirler ki, onlarsız ne bir yağmur damlası,ne de bir gök gürültüsü düşünmek mümkün değildir. İşte şeriat-ı fıtriyede "kâinatta cereyan eden kanunlar" bu şuurlu kuvvetler herşeyi elinde tutan Hakk'ın, sonsuz kuvvetinin -kâbiliyet ve isti'datlarına göre- onlardaki tecellisinden ibaret olduğu gibi, bu büyük ve muhteşem tecellinin nokta-i mihrâkiyesi olan, en değerli varlık insanoğlunun, hareket ve davranışlarını düzenlemek üzere, ilâhî âlemden esip esip gelen vahiy ve ilham meltemleri de, yine vahiy ve ilham sahibinin onlardaki tecellisinden başka birşey değildir.

Bu îtibarla, yaratanla yaratık arasında vasıta olan ve yaratıcının muhteşem kudretine dayanarak, atomlardan nebülozlara kadar geniş bir sahada, melekûtî güç ve kuvvetin nezâret ve tasarrufunun vazîfelileri olan melekleri beşere benzetmek ve beşer için zarûri olan bir kısım kayıtları onlar için de vârit görmek, bir düşünce inhirâfı ve bir cehâlet ifâdesidir.

Evet; eğer melek de, insanlar gibi sırtında maddî bir cesed taşıyıp çözülme ve dağılmaya mâruz kalsa ve her canlı gibi zaman tarafından aşındırılsaydı, onun hakkında vereceğimiz hükümler de, insanı, bir ölçü, bir mikyas kabul etmek mümkün olurdu. Halbuki, bütün bu farklılık var; hem de iki sınıfın birbirine kıyas edilmesini imkânsız kılacak kadar var!..

Melekler, yaratılış itibariyle de insandan farklıdırlar. Bu farklılık, onların çok geniş bir sahadaki mükellefiyetleriyle alâkalı bulunmaktadır. Yaratılışlarındaki bu duruluk ve nurluluk, onları daha nüfuzlu ve daha seyyâl kılmaktadır. Bir anda pekçok ruh'a aksetme,pek çok göz tarafından görülme ve birken çokluk cilvesiyle tezâhür etme gibi hususiyetlere mâlik bulunan melâike, Hz. Aişe'nin (A.A) naklettiği bir hadîse göre nurdan yaradılmışlardır. Bu itibarla da, nur'un hususiyetlerine mazhardırlar.

Güneş gibi parlak cisimlerin, birtek şey olmalarıyla beraber, her şeffaf cisimde aksiyle görüldüğü, her göz bebeğine bir anda girebildiği gibi, varlıkları "nur"dan olan melekler dahi, aynı anda pek çok ruh'a birden aksedebilir, binlercesi ile bir anda muâmelede bulunabilirler.

Kaldı ki, mâhiyetleri lâtif olan melekler, güneş gibi maddî ve kesif şeylerden de çok farklıdırlar. Onların, değişik şekil ve suret almaları kâbil olduğu gibi, bir anda değişik şekillerde görünmeleri de kâbildir. Öteden beri dindarlar arasında, şimdi ise yaygınlaşmış şekliyle sosyete mahfillerinde, bu temessül keyfiyeti, o kadar bilinen bir mevzû haline gelmiştir ki, erbâbınca, tecrübeye dayalı neticeler kadar kat'idir. Allah'ın günü, gazete ve mecmua haberlerinde, her hangi bir insan dublesi ve bir perisprinin, cismin bulunduğu yerden çok uzaklarda bulunması ve bulunduğu yerlerde iktidar ve tasarruf izhâr etmesinden bahsedilmektedir ki; meselenin aslı ne olursa olsun, ruh gibi lâtif varlıkların cisme nisbetle daha seyyâl, daha aktif ve daha muktedir olduğunu göstermektedir.

Bu madde ötesi seyyâliyet ve cevvâliyet cismin rağmına ikinci varlığın daha aktif olduğunu gösterdiği gibi, ruh'a nisbetle daha cevvâl olan melâike'nin tabiat kanunlarının üstündeki fonksiyonuna işaret etmektedir.

Melâike ve ruhların temessülleri öteden beri bilinen şeylerdir. Başta Nebîler olarak pekçok gönül erbâbı bu mevzûdaki müşâhedelerini anlatmış ve avamdan pek çok kimseyi de buna şâhid göstermişlerdir.

Cebraîl'in (A.S) değişik suretlerde görünmesi ve hangi hâdise münâsebetiyle gelmişse, o hâdiseye göre şekil alması; meselâ, vahiy esnasında elçilik vazifesine uygun bir şekilde; muhârebe sırasında da bir muhârib suretinde zuhûr etmesi gibi durumlar, hep temessüle misâl olabilecek şeylerdir. Meleğin teme$sülü hem çok, hem de umum melekler için vâkidir. Cibril (A.S) Hazreti Dıhye (A.A) suretinde göründüğü gibi, ismini bilemediğimiz bir başka melek de "Uhud" harbinin en hareketli ânında, Mus'âb b. Umeyr şekline girerek, Resulûllah'ın (S.A.V) önünde akşama kadar harbeder. Kezâ, pek çok melekler, Zubeyr b. Avvam suretinde, Bedir harbine iştirak ederek mü'minlerin kuvve-i ma'neviyelerini takviyeye medâr olurlar.

Hak dostlarının, buna benzer şekilde, gayb âleminin erleriyle temasları sayılmayacak kadar çokdur. Hele, rü'yalar vasıtasiyle umum halka tezâhürü, mes'elemize, inkâra meydan bırakmayacak şekilde kuvvet kazandırmaktadır. Hemen hemen herkes, bildiği ve tanıdığı ve kendisiyle yakından alâkadar görünen bir rûh'un, rüyâlar vâsıtasıyla kendisine yol gösterdiğine, ışık tutduğuna şâhid olmuşdur. Ne var ki, bir kısım kimseler rü'yaların ancak bir kısmı için bahis mevzuu olan, "şuuraltı" meselesini ta'mim ederek bu işin de anlaşılmaz hale getirilmesine çalışmaktadırlar, veyl olsun cehâlete!

Bu meselenin tamamını, melâike, temessül ve ruhlarla alâkalı hususların tafsîlen anlatıldığı yerlere havâle ederek, netice olarak diyebiliriz ki; her varlık aynalarda misâliyle göründüğü gibi, melek de kendisine ayna olabilecek her yerde görünebilir, hem de maddî ve kesif cisimler gibi, sadece şekil olarak değil, aynıyle ve bütün fonksiyonlarıyla görünebilir...

Bu hususda onun bir ferd olmasının hiçbir zararı yoktur. Bulunduğu yerden bir şua gibi aksederek, istediği yere elini uzatabilir ve istenilen tasarrufda bulunabilir. Ona, ne mesafelerin uzaklığı, ne de münâsebet kurduğu şahısların çokluğu mânî' olamaz. Güneşin bir tek şey olmasına rağmen, kendisine bağrını açan âyinelerin kabiliyetlerine göre, her yerde görülüp hissedildiği ve te'sirine şâhid olunduğu gibi, tamamen nur ve nurâni olan melekler, evveliyetle her yerde görünebilir ve icraatda bulunabilirler.. Hayat üfleyebilir ve ruhları kabzedebilirler.

Kaldı ki, can alan ve ruhları kabzeden haddizâtında Allah'dır (C.C). Azrail'e (A.S) gelince, Hakk'ın her işinde bir kısım nezâretçi ve alkışcıları olduğu gibi, ruhların kabzedilmesi işinde o bir nezâretçi ve alkışcıdır. Her yerde hâzır ve nâzır olan Yaratıcı, akla, hayâle gelmez ve hesab altırıa girmez pekçok işi birden yapdığı gibi, milyarlarca varlığı aynı anda hem var, hem de yok edebilir. İşte bu baş döndürücü kudret ve bütün eşyayı her an görüp bilen sonsuz ilimdir ki -bazıları akıldan. uzak görseler bile- Kâinatın zerreleı-i adedince işleri bir arada şaşırmadan görebilir ve her yerde ölenlerin ruhlarını da kabzedebilir.

Ayrıca, ruhları kabzetme işini ister Yüce Yaratıcı, isterse Azrâil aleyhisselâm yapsın; her ruh'u kabzedilecek zât, va'desi dolunca ona teveccüh eder ve ruh'u kabzedilir. Bir fikir verebilmek için şu misâli arzedebiliriz. Meselâ: Aynı frekansda çalışan binlerce radyo gibi alıcıları düşünelim; bunların çalıştığı frekansda gönderme yapan bir "göndermeç" düğmesine dokunulduğu an, hepsine bir sinyâl -ve olursa mors- alfabesinden bazı harfler duyulmağa başlar. Aynen onun gibi; acz, fakr ve ihtiyaç çehreleriyle; güçlü ve müstağni bir kapıya yüzleri dönük bulunan mahlûkat, va'de ve müddet bitimi düğmesiyle, hayat üfleyen ve hayat kabzeden Zât'a karşı ne zaman açılırsa, ya oldurucu veya öldürücü sinyâlleri ruhunda duymaya başlar. Âciz beşer, bir telsiz şarteli veya bir telemprumör tuşlarıyla, kilometrelerce ötedeki cihazlarla oynayabilirse, neden bizim kayıtlı bulunduğumuz kusur ve noksanlıklardan berî olan zât, bir anda, canlı makinalardan ibaret olan insan ruhuyla münasebet kuramasın, istediği zaman onu alıp ve istediği zaman devam ettiremesin?

Bütün bunlar bir yana, ruhların kabzedilmesi hususunda farklı mütalaâlar vardır:

1- Beyan ettiğimiz üzere, her canlıya hayatı veren AIlah (C.C) olduğu gibi, onu alan da yine O'dur. Buna göre Azrâil'in (A.S) vazifesi sadece bu muhteşem icraâta nezâret ve alkışlamakdır.

2- Allah'ın emri ve izniyle her ruh'u Azrâil aleyhisselâm'ın kabzetmesidir ki; bir ferdin tek başına bu kadar şeyi yapmasının mümkün olacağına dair bir kısım misâller vererek meseleyi aydınlatmağa çalıştık.

3- Kâinat çapında cereyan eden bütün işlere, bir temsilci başkanlığı altında pekçok melek nezaret ettiği gibi, ruhların kabzedilmesi vazifesinde de, Hz. Azrâil (A.S) yardımcı olacak bir çok melâike vardır ve sınıf sınıfdırlar. Bir kısmı ise, incitmeden, telaşlandırmadan usulcacık kabzediciler; bir diğer sınıf ise, aldıkları ruh'u bulutlar gibi semalarda yüzerek Yüceler Yücesine ulaştırıcıdırlar ki; Kur'ân bu sınıfların hepsine işaret eder.

"O yerinden koparan ve derinden daldırıp çekenlere ve usulcacık çekip alanlara ve yüzüp yüzüp gidenlere kasem olsun. "(Nâziat/1-3)

Bu itibaria ruhu kabzedilecek her ferde, ayrı ayrı gönderilecek pek çok melek vardır ve bunların bütünü Hz. Azrail'in (A.S) kumandası altındadır. O, Allah'ın (C.C) emriyle, iyi ve kötü ruhlara göre değişik melekler gönderir ve ruhları kabzettirir.

Netice olarak diyebiliriz ki, baştaki suâle sebebiyet veren, evvelâ bir anlayış inhirâfıdır. Yânî meleklerin insana benzetilmesi suretiyle yanlışlık yapılmaktadır. Oysa ki, katiyyen görüp kanaat getirdik ki; melek ne yaradılışı itibariyle, ne de mâhiyetiyle asla insana benzememekte; insana benzemediği gibi, icrâatı itibariyle de, tamamen ondan farklı bir durum arz etmektedir. O, tıpkı insan rûh'u gibi temessül eder; bir anda pek çok yerde bulunabilir ve pekçok şeyle münâsebet kurabilir. Günümüzde alabildiğine yaygınlaşan medyumluk, ruh çağırma ve görünmeyen varlıklarla münâsebet kurma, hatta ispirtizma ve manyetizma gibi şeyler, fizik kanunlarını aşan ve onların ötesinde akıl almaz işler gören pekçok şuurlu ve müşahhas kanunların mevcudiyeti mevzûunda, kanaat-ı katiyye verecek mahiyettedir. Binaenaleyh, bu kabil varlıkların benzerleri olan melâike, bunlarında kat kat üstünde vazife görebilir ve tasarrufda bulunabilir. Hele hele, ruhların kabzedilmesi gibi bir vazifede, her canlı, hayat müddetinin bitimiyle bu vazifelilerle aynı frekansa girerse.. Bir de mükelleflerin bir tâne değil de, sayılmayacak kadar çok olduğunu ve her vefat edecek zât'a gidebilecek bir meleğin mevcudiyetini düşünürsek, tereddüde düşürecek bir hususun kalmadığını görürüz.

Herşeyin doğrusunu O bilir.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Bir kere, Kur'an da açık ve seçik bir AZRAİL den ve insanın canını bir meleğin alacağından bahis mevcut değildir..
Bir Cebrail'den ve O'nun vahy getirdiğinden de..
Bu sadece MELEK kavramına müslümanların yüklediği yanlış bir inancın sonucudur.. İşin tuhaf tarafı, sadece İslam'da değil, mesela, hiristiyanlık ve Yahudilikte de bu tip sapmalar mevcuttur, diyebiliriz ki, Müslümanlır bu inancı oralardan resmen aparmışlardır..

Bu sapmaları önlemek için öncelikle MELEK nedir ve Kur'an da nasıl geçer, bunlara bir göz atmamız gerek..


Melek:

Arap dil bilimi uzmanları “ملك melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili altı tane farklı tespitte bulunurlar. Bu tespitlerin izahı, sayfalar dolusu açıklamaları gerektirir. Biz bunların en isabetlisi olan iki tespiti dikkate alacağız. Olayın geniş açıklamasını arzu edenler, Kitab-ül-Ayn, Tehzib, Camî, Keşşaf, Mecma`, Garaib, Lübâb, Rûh, El-Bahr-ül Muhît, Müfredat gibi kaynaklara başvurabilirler.
Birincisi: Melâike ve bunun tekili olan melek sözcükleri “ؤلوك ülûk” kökünden türemiştir. Bu sözcük “elçi göndermek” anlamını taşımaktadır. Kelimenin aslı “مألك me`lek” dir. İsm-i zaman, ism-i mekân ve mastardır. Dolayısıyla başındaki “م mim(m)” ektir. Sonra elifle lâm yer değiştirmiş “ملئك mel`ek” yapılmıştır. Allah`tan elçi anlamında isim olarak kullanılmaya başlayınca hemze terk veya tahfif yoluyla kalkmış sözcük “ملك Melek” şeklini almıştır.
İkincisi: Başındaki “م mim(m)” kelimenin aslındandır, ek değildir. Kuvvet/yönetim gücü anlamındaki “ ملك melk” kökünden türemiştir. Mülk, milk, malik ve melik sözcükleri bu kökten türemedirler. Anlamları da bu kök anlamına göredir. Genellikle eski tefsirciler birinci şıkkı tercih etseler bizim tespitlerimize göre her iki kökten de türemiş ve ayrı kök ve ayrı anlamlarda kullanılmıştır. Yani bazı yerlerdeki “melâike” sözcüğü birinci şıktaki anlam kapsamına bazı yerlerde geçenler de ikinci şıktaki anlam kapsamına girmektedir. Bunların ne anlamda kullanıldıklarını pasaj içerisindeki söz akışından kolayca ayırt edebiliriz.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda anlaşılıyor ki “ ملك melek”, “Kuvvet, yönetim gücü, elçi ve haber verici” demektir.

Kur`an`ı iyi anlayıp dini doğru yaşayabilmek için bu kavramın Kur`an`daki anlamlarını iyi bilmemiz gerekmektedir.

Görüldüğü üzere melek sözcüğü iki farklı anlamlı kökten gelebilmektedir. Buna göre “ülûk” kökünden anlamına göre “elçiler (haberciler)”; “melk” kökünden anlamına göre ise “yönetim güçleri” anlamına gelmektedir. Ne yazık ki bu ayırım yapılmadan Kur`an`daki “melek, melâike” sözcüklerinin hepsi aynı anlamda kabul edilmiştir. Halbuki konu akışı çerçevesinde bu ayırım yapılabilir. Yapılmalıdır da. Zira konu içerisinde bunlar farklı farklı anlamlar içermektedir.
Bizim konumuzu ilgilendiren yani Âdem`e secde eden (boyun eğen) melekler ve secde etmeyen melek (İblis) konusundaki ayetlerde geçen “ملائكة melâike” sözcüğü “melk” kökünden türemedir ve anlamı “güçler” demektir.

f) İblis, Âdem`e (insana) secde etmez (boyun eğmez, kontrole girmez).

İlgili ayetleri biliyorsunuz. Burada tekrarlama gereği duymuyoruz. Ancak özellikle şu ayrıntılar gözden kaçırılmamalıdır. İblis Rabbine boyun eğer, O`na yalvarır ondan dileklerde bulunur. Konu ettiğimiz ayetlerin pasajlarını bütün olarak okursanız bunları görürsünüz.

g) İblis insan var oldukça vardır, insandan başka bir varlıkla ilişkisi
yoktur..

Sad; 79-81: (İblis) Dedi ki: “Rabbim, o halde insanların diriltileceği güne
kadar bana süre ver.”
(Allah) Buyurdu ki: “Peki, süre verilenlerdensin.
O bilinen vaktin gününe kadar.”

A`raf; 14, 15: (İblis) Dedi ki: “İnsanların diriltileceği güne kadar bana süre
ver.”
(Allah) Buyurdu ki: “Süre verilenlerdensin.”


Şimdi bu bilgilerden sonra, içinde MELEK geçen ayetleri bir kez daha okuyun ve bir kez daha düşünün bakalım..

İNSANA CAN VEREN ALLAH BİR MELEĞE İHTİYAÇ DUYMAZKEN, CANINI ALIRKEN NEDEN İHTİYAÇ DUYSUN..
MUSA PEYGAMBERE ARAÇSIZ VAHY İNDİREN ALLAH MUHAMMED PEYGAMBERE NEDEN CİBRİL ARACILIĞI İLE VAYHETSİN.. (hani Hz. muhammed son ve en büyük, bütün peygamberlerin başı, hatta yaradılış gayemizdi, ama, Bir Musa peygambere verilen hak ne hikmetse Hz Muhammed'e verilmiyor.. Bunun mantıklı bir açıklaması yapılabilir mi?)..
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Arap dil bilimi uzmanları “ملك melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili altı tane farklı tespitte bulunurlar. Bu tespitlerin izahı, sayfalar dolusu açıklamaları gerektirir. Biz bunların en isabetlisi olan iki tespiti dikkate alacağız. Olayın geniş açıklamasını arzu edenler, Kitab-ül-Ayn, Tehzib, Camî, Keşşaf, Mecma`, Garaib, Lübâb, Rûh, El-Bahr-ül Muhît, Müfredat gibi kaynaklara başvurabilirler

demissin

sen varken bu kaynaklara ne gerek var kuran tek basina aciklanmiyormu senin anlatmana ihtiyac kaliyormu bunlar senin söylemlerin kardesim
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Allah'ın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla görevli olan ölüm meleği. Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan anlamı olan Melekü'l-Mevt (ölüm meleği) terimi kullanılmaktadır.

Kul yeteveffaküm melekül mevtillezı vükkile biküm sümme ila rabbiküm türceun

"De ki; üzerinize memur edilen ölüm meleği, canınızı alır. Sonra Rabbinize döndürülürsünüz. " (es-Secde, 32/11)

Azrail (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın emrindeki öteki melekler gibidir. Dört büyük melekten birisidir. O yalnızca kendisine verilen emri yerine getirir ve eceli tamam olmuş kulların ruhlarını alıp bu ruhu isteyene götürür. Onun emrinde de bazı melekler vardır. Bu melekler de kendilerine Allah'u Teâlâ tarafından ulaştırılan emirleri yerine getirirler.

Ve hüvel kahiru fevka ıbadihı ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun
"... Nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar hiç geri kalmazlar." (el-En'âm, 6/61).

Kur'an-ı Kerîm'de, meleklerin kâfir olan bir kul ile mümin olan bir kulun canlarını alışları tasvir edilmektedir. Kâfirlerin can verişleri şöyle tarif edilmektedir:

Ve lev tera iz yeteveffellezıne keferul melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm ve zuku azabel harıyk
"Melekler, kâfirlerin canlarını alırken onları görseydin... Onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar: Haydi, yangın (Cehennem) azabını tadın diyorlardı. " (el-Enfal, 8/50)

Nâşitat meleklerinin müminlerin canlarını da tatlılıkla alışları şöyle ifade edilmektedir:

Ellezıne teteveffahümül melaiketü tayyibıne yekulune selamün aleykümüdhulül cennete bima küntüm ta'melun


"Melekler iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselere de: Selâm size, yaptıklarınıza karşılık Cennet'e girin' derler." (en-Nahl, 16/32)

İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil'e (aleyhisselâm); "Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim" deyince, melek; "Dayanamazsın" dedi. Olsun istiyorum, dedi. Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü. Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; "Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter" dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî).


Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)


Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının "vah vah öldü, sizler sağ olun", diye evlâdına ta'ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed Rebhâmî)

Azrâil başına geldiği zaman Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş Mevlâm nasîb etsin din ile îmân Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş. Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür?
(M. Sıddîk bin Saîd)

bu zatlarda anlamadı siz anladınız ya ben birşey demiyorum..
bu kadar bilgide yetmezse söylicek sözüm yok!!!
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Arap dil bilimi uzmanları “ملك melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili altı tane farklı tespitte bulunurlar. Bu tespitlerin izahı, sayfalar dolusu açıklamaları gerektirir. Biz bunların en isabetlisi olan iki tespiti dikkate alacağız. Olayın geniş açıklamasını arzu edenler, Kitab-ül-Ayn, Tehzib, Camî, Keşşaf, Mecma`, Garaib, Lübâb, Rûh, El-Bahr-ül Muhît, Müfredat gibi kaynaklara başvurabilirler

demissin

sen varken bu kaynaklara ne gerek var kuran tek basina aciklanmiyormu senin anlatmana ihtiyac kaliyormu bunlar senin söylemlerin kardesim

Aslında bu konu çok önemlidir, o kadar önemlidir ki, bu konu anlaşılmadan ne Kur'an-ı anlayabilirsiniz ne ALLAH-KUL ilişkisini..
Bu yüzden, bu konu ile ilgili tüm dökümanları hazırlayıp sunacak ve hiç olmazsa Kur'an'a dayalı bir meselenin nasıl anlaşılması gerikliliği konusunda fikir teatisinde bulunacaktık..
Ve lakin, görüyorum ki aziz dostum, bu kitap her surette seni ilgilendirmiyor, sen BİR KUL YAZMASI OLAN risaleleri ne acıdır ki KUR'AN yerine koymuşsun, herhangi bir meseleyi Kur'andan öğrenmek ve çözüme kavuşturmak yerine, Risalelerin gizli, tehlikeli ve bir o kadar insanı FANATİZME sürükleyen buğusunda boğulup gitmişsin.. Çok halisane ele almaya çalıştığım bir konuyu bile, fanatizm hastalığınla provake etmeye çalışmışsın..
Ne deyim,
İNANIYORUM Kİ, ŞU AN SON PEYGAMBER TEKRAR CAN BULUP ARANIZA GİRSE, "RİSALELERE AYKIRI VE KUR'ANI ŞEYLER SÖYLÜYOR, BU BİZİM MANTIĞIMIZA UYMUYOR" MANTIĞIYLA BİR PEYGAMBERE BİLE KARŞI ÇIKACAK BİR TARZINIZ VE AYAK DİREMENİZ VAR..
Kimse kimsenin mezarına girmez ve kimse kimsenin hesabını vermez, benimkisi bir kardeş uyarısından ibaretti ama, bu mesele ortaya attığın provake sayesinde burada bitmiştir..
İster Hiristiyanlarla ister Yahudilerle aynı görüşleri paylaş, benimle paylaşma da, bendek ırak ol da, hangi çenberin içnde bocalayıp duracaksan dur.. Bu senin meselen..

(burdan çıkan sonuç, demekki bir mezhep, meşrep ve cemaate mensup olmak demek, Kur'anın tüm söylemlerini ayaklar altına alıp, o cemaatin kitaplarını baş üzerinde taşımak demekmiş, hayrını gör sevgili alptraum
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
ütopyalarda yasiyorsun kardesim dünyadayiz ve böyle birsey yok risale-i nur kutsal bir kitap degildir onu söyleyiyim onu kutsal sanan sizlersiniz icinde hata oldugunu sanan ve söyleyen sizlersiniz kurandan baska her kitap hatali gözüyle bakarken kendi söylemlerinizin dogrulugundan bahsediyorsunuz buna nasil inaniyorsunuz onu anlamiyorum peki ben risale-i nurlar yanlis desem senin söylemlerini neden kabul edeyim bana bunu acikla ama ütopik olmasin lütfen
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

yanlız şunu söylemeliyim çapan oğlu..
ilk hata yukarda gerekli ayetleir verdim okuyabilirdin. ikinciyazıya dikkat çektin.
ikinci hata diyelimki diğer yazıya dikkat çektin nedne kitaba takılı kaldın bir yazılana baksana. eğer yazılan şey yanlışsa ozaman szö söyle ama konu belli sorduğun soru belli cevaplar belli ama sen bu kadar şeyden kalkıp başka noktalara yöenlemen ciden garip bir durum risaleden verilen örnekte yanlış varsa söyle eğer yok yanlış görmedim diyorsanız ozaman verilen yazının nerden yazıldığına takılı kalmayın aksi halde koşullu yaklaşım olurki bu kimsey ebir şey kazandırmaz... söyleyene değil , msöylenen bakın...
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
yanlız şunu söylemeliyim çapan oğlu..
ilk hata yukarda gerekli ayetleir verdim okuyabilirdin. ikinciyazıya dikkat çektin.
ikinci hata diyelimki diğer yazıya dikkat çektin nedne kitaba takılı kaldın bir yazılana baksana. eğer yazılan şey yanlışsa ozaman szö söyle ama konu belli sorduğun soru belli cevaplar belli ama sen bu kadar şeyden kalkıp başka noktalara yöenlemen ciden garip bir durum risaleden verilen örnekte yanlış varsa söyle eğer yok yanlış görmedim diyorsanız ozaman verilen yazının nerden yazıldığına takılı kalmayın aksi halde koşullu yaklaşım olurki bu kimsey ebir şey kazandırmaz... söyleyene değil , msöylenen bakın...

Seyfullah,
benim itirazım senin yazına değildi. Zaten hep söylüyorsun, ehli sünnet inancıyla hareket ediyor ve yazılarınızı bu doğrultuda kaleme alıyorsun. Benim inancıma aykırı da olsa, birşeyler üretme çabanız elbette takdir edilecek şeydir.. Lakin, şu alptraum'un şu forum da el ile tutulacak iki adet ürünü mevcut mudur, imza olarak kullandığı Fatih'ten alıntıladığı ve belki de anlamını bile bilmediği yazılar haricinde..
Bu nasıl bir mantıktır ki, tamamen Kur'ani ele aldığımız bir meseleyi bile, henüz Kur'ana vurup sağlamasını bile yapmadan (tabi bu kabiliyete sahipse) hemen karşı çıkıyor ve her dem provake modunda mantık yürütüyor..
Yani, hem bilmiyor ve hem de bilmediğini de bilmiyor..
Gel o zaman bu ortamda ilim tartış, fikir yürüt..
At gözlüğüyle yol alınamaz, bu arkadaşın bunu bilmesi gerek..
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
bimemek ayip degilki kardesim ben biliyorum da demedimki bunlari söyleyen sensin ve hala cvplarin ütopik bir yol aliyor uyanman lazim bilirmisin ki bilirsin diyeyim bildigin icin herseyi seytan insana kimi zaman sagdan yaklasipta onu birseymis gibi gösterirmis ya insallah onlardan olmam olmayizda insallah ne yazikki ben bilmedigim halde yazabiliyorum ya sen bildigin halde yanlis yaziyorsun senin durumun daha vahim kardesim bilmedigim icin hata ediyorsam allah affetsin ama bildigi halde hata edenlerin vay haline........
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Çapanoğlu demiş; İNSANA CAN VEREN ALLAH BİR MELEĞE İHTİYAÇ DUYMAZKEN, CANINI ALIRKEN NEDEN İHTİYAÇ DUYSUN..

"O yerinden koparan ve derinden daldırıp çekenlere ve usulcacık çekip alanlara ve yüzüp yüzüp gidenlere kasem olsun. "(Nâziat/1-3)

Bu ayete göre senin dediğin doğru ise yani Allah insanın canını alırken melek kullanmıyorsa niye başkasına yemin ediyor. Bu ayette Allah kendinden değil başka bir varlıktan bahsediyor. Bu varlık melek değilse nedir?

Azrail rivayet edilmesede akıl onun varlığına kendiliğinden ulaşır.
Bak Allah birini öldürüken bir mikrop kullanıyor. Mikroba ihtiyacı mı var? Bak Hrant Dinki Ogün Samast öldürdü ,ona ihtiyacı mı var.
Bak Allah yağmuru biz indiriyoruz diyor, sizi biz yarattık diyor o ayette bahsedilen yardımcılar mıdır yoksa melekler midir? Niye biz diyor. Yardımcı bir ilah mı var(haşa) yoksa elçileri olan meleklerden mi bahsediyor.
Evet can alan bir Melek vardır. Azrail deniyor. Allah imtihan sırrınca ve hikmeti gereği canı kendi aldığı halde "kulların şikayeti Allah'a gitmesin", diye perdeler ve sebepler yaratmıştır. Tabanca bir sebeptir Azrail bir perdedir. Nasıl Allah'ın bir şeyi yaratması için kimseye ihtiyacı yok ama "biz yarattık diyor. İnsanın canını kendisi alıyor ancak usulca veya derinden alanlara yemin ediyor.

Evet insanın canını alan bir mikrop sebeptir, Azarail'de vasıtadır, perdedir. Aracı veya yardımcı değildir. Müsebbib'ül Esbab Allahtır.
Allah'ı kusurdan münezzeh kılmak adına kusur veriyorsunuz.

Allah her kusurdan münezzehtir.Kudretinin izzetini perdelerle ,sebeplerle,vesilelerle gizler taki hikmeti bilinsin ve imtihan tastamam olsun

Canı Alan Allhatır Perde olarak Azrail vardır.


Şu perde, aracı, vesile gibi şeyleri anlamış değilim, hele bunu, ilmine güvendiğim biri yazarsa, hiç anlamam ve anlamamazdan gelirim..
Ya hu kardeş,
Allah kasem ederken, İnsanların bildiği mücerret, her yönü iyi bilinen, faydası ve zararı insanlar tarafından algılanabilen şeylere yemin eder, mesela kalem gibi, mesela zaman gibi..
Azraili kim görüyorki Allah O'na yemin etsin ve İnsanlar da bu yemini ve kasemi algılayabilsin..
Lütfen böyle basit argümanlarla hareket etmeyin. Önce, şu kasem meselesini iyi bir tetkin edin, mantığı kavrayın, ona göre hareket edin..

Verdiğiniz ayete gelince..
Bu ayeti sure akışıyla ve konu bağlamıyla bir daha okuyun bakayım..
Burada sizin anladığınız mana gerçekten var mı?
Bu konuda fikir beyan etmeyecektim güya, ama, sevgili kardeşim öyle şeyler söylemişsin ki, susma hakkımı bile kullanamadım..
lütfen..
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Seyfullah,
benim itirazım senin yazına değildi. Zaten hep söylüyorsun, ehli sünnet inancıyla hareket ediyor ve yazılarınızı bu doğrultuda kaleme alıyorsun. Benim inancıma aykırı da olsa, birşeyler üretme çabanız elbette takdir edilecek şeydir.. Lakin, şu alptraum'un şu forum da el ile tutulacak iki adet ürünü mevcut mudur, imza olarak kullandığı Fatih'ten alıntıladığı ve belki de anlamını bile bilmediği yazılar haricinde..
Bu nasıl bir mantıktır ki, tamamen Kur'ani ele aldığımız bir meseleyi bile, henüz Kur'ana vurup sağlamasını bile yapmadan (tabi bu kabiliyete sahipse) hemen karşı çıkıyor ve her dem provake modunda mantık yürütüyor..
Yani, hem bilmiyor ve hem de bilmediğini de bilmiyor..
Gel o zaman bu ortamda ilim tartış, fikir yürüt..
At gözlüğüyle yol alınamaz, bu arkadaşın bunu bilmesi gerek..

bende risalelerin doğruluğuan hem fikirim. ve bu konuda bağlılığım hat safadadır ve hakikatlerin yazdılığı bir eser olarak görürüm. o kardeşimizin güzel tarafı kendi fikini değil ilmini taktir ettiği zatı yazısını yamzktırki buda benim taktir ettiğim bir davraıştır çünkü bu hal ve hareket ben bilmiyorum demek istemiş ve enaniyetten yoksun olduğunu gösterirki bu aslında büyük bir dvarnıştır.

büyüklüğün alameti küçüklük , küçüklüğün alameti büyüklüktür.

buda kardeşimizin aslında konuya vakıf olduğunu ve okuduğu eserin nokta atışını yaparak işte bu konuda örnekl aldığım ve takltir ve tastik ettiğim zatın yazısı şudur demk istediğini anladım. buda kardeşimizin ilmine olan hayranlığımı arttırdı. konuya vakıf olmaması bu yazıyı yazmasınız zorlaştırırdı.. dediğim gibi konuya vakıf ama kendi düşüncesi sergilemekten edep ve haya eden kardeş olduğunu düşünüyorum..

bizim o ayetleri şahsınıza sunmamı zehli sünnet alimlerin bilgilerini yazmamızda mümkün olduğu ölçüde kardeşimiz yöntemi gibidir zira kimi zaman farklı yöntemle yazabiliyoruz buda her yiğindin uoğurt yemesi farklı olur.. ama kardeşimizde hata söz konusu değilidir.
islamiyet teslimiyet demektir, kardeşimde peygamber hadisine uymuş ve peygamber varisini teslim olmuştur.. ve oda ehli sünnet olduğuna delildir..
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
bimemek ayip degilki kardesim ben biliyorum da demedimki bunlari söyleyen sensin ve hala cvplarin ütopik bir yol aliyor uyanman lazim bilirmisin ki bilirsin diyeyim bildigin icin herseyi seytan insana kimi zaman sagdan yaklasipta onu birseymis gibi gösterirmis ya insallah onlardan olmam olmayizda insallah ne yazikki ben bilmedigim halde yazabiliyorum ya sen bildigin halde yanlis yaziyorsun senin durumun daha vahim kardesim bilmedigim icin hata ediyorsam allah affetsin ama bildigi halde hata edenlerin vay haline........

kerdişem,
sen bilgiyi de bilmiyorsun
şeytanıda bilmiyorsun
korkarım
kendini bile bilmiyorsun..
susuyorum..
çünkü, beslendiğin kaynak bulanık ve kör bakmana vesile..
El_hakk
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
dogru, yanlislari göremez oldum bu yönde kör oldum pis seyleri göremez oldum kör oldum haklisin ama sende kör olacaksinki benim okudugum kaynagi bulanik görüyorsun göremiyorsun belkide seytani cok iyi tanimiyorum senin gibi sen iyi taniyor olabilirsin ben nübüvvetlerle ugrasiyorum bilgi ise cok önemli degil belkide uyguluyorum ya bilip bilmedigimi düsünmedim sen bilirken anlatirken bizim bilgimize ne gerek varki degilmi baksana benim bile bilmedigimi biliyorsun beni tanimadigin halde ama sen cok bil ben az bileyim ben uygulayim yeter
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
kerdişem,
sen bilgiyi de bilmiyorsun
şeytanıda bilmiyorsun
korkarım
kendini bile bilmiyorsun..
susuyorum..
çünkü, beslendiğin kaynak bulanık ve kör bakmana vesile..
El_hakk

ben kardeşin bildiğini düşünüyorum.. yukarda izahını yaptım.. aslında kardeşim bana hz. ebubekiri hatırlattı ona peygamberin miraca çıktığını söylüyor dendiiğinde oda peygamberim söylüyorsa doğrudur teslimiyetini sergilemişti.. ne güzel ne mutlu o kardeşime.. inşallah bizde öyle oluruz.

bir ikinici konuyu uzatmayada gerek yok aslında ayetler ve hadsiler belli..

Allah'ın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla görevli olan ölüm meleği. Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan anlamı olan Melekü'l-Mevt (ölüm meleği) terimi kullanılmaktadır.

Kul yeteveffaküm melekül mevtillezı vükkile biküm sümme ila rabbiküm türceun

"De ki; üzerinize memur edilen ölüm meleği, canınızı alır. Sonra Rabbinize döndürülürsünüz. " (es-Secde, 32/11)

Azrail (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın emrindeki öteki melekler gibidir. Dört büyük melekten birisidir. O yalnızca kendisine verilen emri yerine getirir ve eceli tamam olmuş kulların ruhlarını alıp bu ruhu isteyene götürür. Onun emrinde de bazı melekler vardır. Bu melekler de kendilerine Allah'u Teâlâ tarafından ulaştırılan emirleri yerine getirirler.

Ve hüvel kahiru fevka ıbadihı ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun
"... Nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar hiç geri kalmazlar." (el-En'âm, 6/61).

Kur'an-ı Kerîm'de, meleklerin kâfir olan bir kul ile mümin olan bir kulun canlarını alışları tasvir edilmektedir. Kâfirlerin can verişleri şöyle tarif edilmektedir:

Ve lev tera iz yeteveffellezıne keferul melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm ve zuku azabel harıyk
"Melekler, kâfirlerin canlarını alırken onları görseydin... Onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar: Haydi, yangın (Cehennem) azabını tadın diyorlardı. " (el-Enfal, 8/50)

Nâşitat meleklerinin müminlerin canlarını da tatlılıkla alışları şöyle ifade edilmektedir:

Ellezıne teteveffahümül melaiketü tayyibıne yekulune selamün aleykümüdhulül cennete bima küntüm ta'melun


"Melekler iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselere de: Selâm size, yaptıklarınıza karşılık Cennet'e girin' derler." (en-Nahl, 16/32)

İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil'e (aleyhisselâm); "Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim" deyince, melek; "Dayanamazsın" dedi. Olsun istiyorum, dedi. Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü. Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; "Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter" dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî).


Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)


Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının "vah vah öldü, sizler sağ olun", diye evlâdına ta'ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed Rebhâmî)

Azrâil başına geldiği zaman Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş Mevlâm nasîb etsin din ile îmân Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş. Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür?
(M. Sıddîk bin Saîd)
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
"O yerinden koparan ve derinden daldırıp çekenlere ve usulcacık çekip alanlara ve yüzüp yüzüp gidenlere kasem olsun. "(Nâziat/1-3)

Burda neye kesem ediliyor sence?

Vesileyi anlayamadığını da yazmışsın. Mesela insanın canını alan mikrop mudur yoksa canı alan Allah o mikrop vesile midir?

Allah ayette "sizi biz yarattık" diyor. Ayeteki bizden kasıt nedir? Halık ne demektir?




Sevgili Duha, seninle önce bir kasem konusunda anlaşalım, kasemi bilmeden o ayete verdiğin mana da hava da kalıyor, şu kasemi bir okuyalım, ardından ayete girelim...


Kasem (yemin) cümlesi:

" القسم Kasem (yemin)" sözcüğünün esas anlamı; "güç, kuvvet" demektir. Terim olarak ise sözcük; "iddia edilen tezi somut kanıtlar ile güçlendirmek" anlamına gelmektedir. "Kasem (yemin) cümlesi" de, insanların düşüncelerini anlatırlarken, ileri sürdükleri tezleri, kanıtlarla güçlü bir şekilde ortaya koymakta kullandıkları bir cümle çeşididir.
Kasem cümlesi iki bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi; yemin edilen (kanıt, tanık gösterilen) "kasem bölümü", ikincisi ise; söylenmek istenen asıl tezin ileri sürüldüğü "kaseme cevap bölümü" dür. Yani;
- kasem cümlesinin "yemin bölümünde", cümlenin ikinci bölümünde ileri sürülecek tezi desteklemek üzere, kişiler, olaylar, nesneler… kanıt gösterilir,
- kasem cümlesinin "kaseme cevap bölümü"nde de, ileri sürülen tez, asıl söylenmek istenen yargı belirtilir.

Muhataplar tarafından anlaşılabilmesi ve kabul edilebilmesi için, kasem edilen şeyin mutlaka somut ve akıl sahibi herkes tarafından ulaşılabilir özellikte olması gerekir. "Yemin ederim, ediyorum" vs. gibi ifadeler yemin sayılmaz ve bu ifadeleri taşıyan cümleler de yemin cümlesi değildir. Yemin; somut kanıtlardan, yemin cümlesi de; Kur`an`da Rabbimiz tarafından verilmiş örneklerde olduğu gibi, bu somut kanıtlarla güçlendirilmiş yargılardan oluşmalıdır.

Kasem cümlesinin yapısı ve belirgin özellikleri:

Kasem cümlesinin birinci bölümü olan "kasem bölümü", kasem edatlarının (vav, be, te), sözcüğün başına getirilmesi ile oluşturulur. Kasem cümlesinin ikinci bölümü olan "kaseme cevap bölümü" ise, mutlaka bağımsız bir cümle hâlindedir ve bu cümle istenildiği gibi değil, bazı kurallara tâbi olunarak kurulur:
Kaseme cevap olan cümle;
1-) İsim cümlesi ise ve olumlu ise, cümlede mutlaka " ل lam" veya "انّ inne" edatlarından birisi veya her ikisi birden getirilir.
2-) Fiil cümlesi ise ve,
a) cümle olumlu ise;
I - fiil geçmiş zaman kalıbında ise " قد kad" ve " ل lam" edatları birlikte
getirilir (bazı durumlarda "lam" hazfedilebilir (gösterilmeyebilir).
II- fiil geniş zaman kalıbında ise (fiili muzari), "lam" ile "tekit nunu" getirilir.
b) cümle olumsuz ise, nefy edatlarından birisi (ma, la) getirilir.

Bilindiği gibi, Kur`an`da kasem edilen şeylerin tümü, ileri sürülen tezlerin kanıtlarıdır. Yani, Rabbimiz bir çok olaya, sisteme, "şey"e… kasem etmekte ve bunları açıkladığı yargıya kanıt göstermektedir. Ama piyasadaki meal ve tefsirlerde (!), maalesef bu önemli kural ihmal edilmekte, kasemler cevapsız kalmakta, dolayısıyla Rabbimizin mesajları kullarına doğru olarak ulaşamamaktadır.

Kasem edilen/ dikkat çekilen/ kanıt gösterilen nesne veya olay, muhatap tarafından iyi bilinen bir nesne veya olay olmalıdır. Meçhul bir nesne veya olaya dikkat çekilmez. Bu Anlamsız olur.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Şimdi de KASEM meselesini çözdükten sonra, NAZİAT suresinin ilk bölümünü görelim, bakalamı, rabbimiz gerçekten bilinmeyen, afaki, hayali şeylere mi (ki melek bizim için hayali bir varlıktır, ancak hayallerimizle böyle bir varlığı kabullenebiliriz, gerçeğini görme imkanımız yoktur) yemin etmektedir..

Naziat Suresi 1 Yemin olsun, çekip koparanlara/yay çekenlere/kuyudan su çekenlere/bağsız-bekçisiz koşan atlara/ayrılık yüzünden hasret çekenlere/daldırıp daldırıp çıkaranlara,

Naziat Suresi 2 Yemin olsun, rahatça, incitmeden çekenlere/düğümü hünerle çözenlere/bir yerden bir yere gidenlere/coşkuyla iç çekenlere,

Naziat Suresi 3 Yemin olsun, boşlukta yahut suda yüzüp gidenlere,

Naziat Suresi 4 Derken öne geçip yarışı kazananlara,

Naziat Suresi 6 Ki o gün şiddetle sarsacak olan saracaktır.

Naziat Suresi 7 Onu, ardısıra gelen izleyecektir.

Naziat Suresi 8 Bazı kalpler o gün kaygıdan titreyecektir.


Şimdi, kasem bilgimizi ele alarak ve sureyi baştan aşağıya bir kez daha okuyarak bir daha düşünelim.. Bu yeminden bir AZRAİL ya da başka bir melek çıkabilir mi?..
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
seyfullah,
senin ayetlerine sıra gelecek, ama, bu surenin yanlış anlaşılmasına vesile olan meseleleri bir vüzuha kavuşturalim ki size vereceğim cevab da daha rahat anlaşılsın..
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
seyfullah,
senin ayetlerine sıra gelecek, ama, bu surenin yanlış anlaşılmasına vesile olan meseleleri bir vüzuha kavuşturalim ki size vereceğim cevab da daha rahat anlaşılsın..

iyi siz aranızdaki sorunu halledin sonra benim verdiği ayetleride incelersin...
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
şimdide VAHY MELEĞİNE mi takıldık.. iyi öyleyse.. açalım necm surresini ve vahyin inişini sayha sayha izleyelim. Bakalım, CİBRİL den bahsedilen yer neresi, veya CİBRİLi işaret eden kelime hangisi..


5, 6. Ayetler:

Ona onu, müthiş kuvvetleri olan öğretti.
Üstün akıl sahibi. Ki O istiva etti (doğrulup dikildi, egemenlik kurdu,
yerleşti).

Peygamberimizi göğe, Allah`ın yanına çıkarmaya karar vermiş olan zihniyet, bu ayetleri de çarpıtmış ve Allah`a ait olan nitelikleri maalesef Cebrail`e yakıştırmıştır. Gördüğünüz gibi 5 ile 6. ayetlerde Kur`an`ı yani vahyi kimin öğrettiği isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. İşte rivayetçiler bu sıfatları Cebrail`e vermişler, ama 10. ayette, Muhammed`in Cebrail`e kul olması anlamı ortaya çıkınca işin içinden çıkamamışlar, bin bir safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken bataklıkta çırpınarak boğulmuşlardır.
İlk olarak, Peygamberimize Kur`an`ı öğretenin kim olduğu konusunda tereddütsüz, kuşkusuz söyleyebiliriz ki, Kur`an`ı öğreten Cebrail değil, Rahman`dır, yani Allah`tır:

Rahman; 1, 2: Rahman/ çok merhametli olan Kur`an`ı öğretti.

Görülmektedir ki Kur`an`ı öğretenin Cebrail olduğunu söylemek, Kur`an`a tamamen terstir.

İkinci olarak da ayetlerde bahsedilen sıfatları açıklamakta yarar vardır:

- Ayette geçen “ شديد القوى şedidül quvâ (kuvvetleri çok güçlü olan)” ifadesi, “قدير qadir” sözcüğünün başka türlü ifadesidir. Yani “çok güçlü olan” anlamındadır. Bu ifade “Kuvvet” kökünden anlatılmak istenirse, mübalağa ism-i fail kalıbıyla “ قوىّ Kaviyyün” olarak söylenir. “Kaviyyün” sözcüğü de zaten Allah`ın sıfatlarından birisidir. Kur`an`da dokuz kez yer alır:

Enfal; 52: ….. Muhakkak ki Allah Kavî`dir (çok güçlüdür, azabı çok şiddetli
yapandır).

6. ayetteki “ذو مرّة zümirre (üstün akıl sahibi)” ifadesi de Allah`ın Rabb ve mukaddir (her şeyin en inceden inceye hesabını yapan) olduğunun beyanıdır. Bu sözcük bu ayetten başka hiç bir yerde yer almaz.

- Yine 6. ayetteki “ استوى istiva eden” ifadesi ile kastedilen de Allah`tır. Çünkü, “İstiva” Allah`ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. “İstiva”, mecazen, “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Ayette müteşabih bir kavram, mecaz olarak kullanılmıştır. “İstiva” sözcüğü, aşağıdaki ayetlerden başka, Yunus suresinin 3., Ra`d suresinin 2., Furkan suresinin 59. ve Secde suresinin 4. ayetlerinde de bu şekilde geçmektedir.

Ta Ha; 5: Rahman, Arş üzerine istiva etmiştir (egemenlik kurmuştur).

A`râf; 54: Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratıp
sonra da Arş üzerine istiva eden (egemenlik kuran), gündüzü
durmadan kovalayan gece ile bürüyen, Güneş, Ay, yıldızları
emrine boyun eğdirmiş olarak var eden Allah`tır. Gözünüzü
açın; yaratış da onundur, buyruk da. -Âlemlerin Rabbi olan
Allah çok yücedir.-

Bakara; 29 : O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra
semaya istiva edip (egemenlik kurup) onları yedi gök olarak
düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilicidir.


Gördüğünüz gibi ayetlerde “ استوى istiva” sözcüğü ile müteşabih anlatımla Allah`ın gücü ve kuvveti tanıtılmaktadır. “İstiva etti”den başka, “Gökte olan”, “Tahtta oturan”, “Tahtını sekiz meleğin çektiği kral” gibi ifadeler de müteşabih olup, Kur`an`da Allah`ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında yerleşmiş kabuller olup, anlatılmak istenen kavramlar, onların kendi anlayışlarına uygun olan şekilde ifade edilmiştir.
 
Üst Alt