Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ayet

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Alâmet, nişan, eser, ibret, yüksek bina.
Ayet, Arapça bir kelimedir. Çoğulu "Âyât"tır. Açık alâmeti manasındadır. Türkçe'de "bellik", Farsça'da "nişâne" kelimeleriyle ifade edilir. Alâmet; zahir ve açık demek olunca, ayet onun daha zahiri demek olur. Meselâ; dağ alâmet ise, zirvesi onun ayeti olur. Güneş, bir gündüz ayeti: ay, bir gece ayetidir. Cami bir alâmet ise, minare onun ayetidir. Ayet kelimesinin lügavî birkaç manası vardır:
a) Ayet, mucize "Sor İsrâiloğulları'na, onlara nice açık mucizeler verdik... " (el-Bakara, 2/ 211).
b) Alâmet, nişan "...Gerçek, onun hükümdarlığının açık alâmeti size o tabût'un gelmesi olacaktır ki, içinde Rabb'ımızdan bir sükunet... vardır..." (el-Bakara, 2/248).
c) İbret "... Elbette bunda size kat'î bir ibret vardır. (el-Bakara, 2/248; Âli İmrân, 3/46).
d) Acayip iş: Meryem'in oğlu İsa'yı da, anasını da (kudretimize delâlet eden) bir ayet (acîb bir iş) kıldık... ' (el-Mü'minûn, 23/50).
e) Cemaat: Bu mana ile ayet kelimesini Araplar, "Kavm, cemaatiyle birlikte çıktı "Haraca'l-kavmü bi ayetihim" şeklinde kullanırlar.
f) Bürhan, delil: "Allah'ın gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun (varlığı ve kudretinin) delil ve bürhanlarındandır. (er-Rûm, 30/20).
Ayet'in ıstılah mânâsı; Kur'an sureleri içinde yer almış olan, başı ve sonu belli cümlelerdir. Ayet için yukarıda sayılan lüğat manalarının hepsi bu ıstılahî mana içinde mevcuttur. Kur'an'ın her bir ayeti mucizedir. Her ayet onları tebliğ eden peygamberlerin doğruluğuna birer delil, düşünen ve kafasını yoranlar için birer ibret; mucize oluşları ve değerleri itibariyle de birer "emr-i acîb"dir. Ayet; harf, kelime ve cümlelerden teşekkül ettiği için cemaat manası taşır ve nihayet herbiri ilim ve hidâyet kaynağı olduklarından dolayı da Allah'ın kudretine, ilmine ve hikmetine, Allah elçisinin de sıdk ve doğruluğuna birer delil ve bürhandırlar. Ayetlerin ekserisi bir veya birkaç cümleden meydana gelmiş müstakil bir kelâmdırlar. Bununla beraber içlerinde bir cümle teşkil etmeyen, ayn bir sıfat olanları vardır. "Er-Rahmanü'r-Rahîm" Müstakil bir cümle değil, iki sıfattır ve bir ayettir. Er-Rahmân suresinde geçen "Müdhâmmetân" da bir tek kelime ve aynı zamanda tam bir ayettir. Müddessir suresinde "Sümme nazara" iki kelime, bir cümledir.
"Sümme abese ve basara" dört kelime iki cümledir. Bu suretle ayetlerin kısası, ortası, uzunu ve herbirinin çeşitli mertebeleri vardır. Kur'an'da en uzun ayet ise Müdayene= (Borçlanma) Ayeti diye bilinen Bakara suresinin 282. ayetidir. Kur'an'ın ilâhî hükümlerinden birini ifade eden her kısmına da ayet denilebilir. Meselâ; "Kadınların örtünmesi ile ilgili ayet vardır." denilince kastedilen mana bir ayete değil, o konuda bulunan tüm ayetlere şâmildir.
"Elif lâm mîm sâd" bir ayettir fakat, "Elif lâm mîm râ" bir ayet değildir;
"Yâsîn" bir ayettir fakat, "Tâ-sîn" bir ayet değildir;
"Hâ mîm ayn sîn kâf" iki ayet olduğu hâlde, "Kâf hâ yâ ayn sâd" bir ayet kabul edilmiştir.
Ayetlerin, Kur'an'da görüldüğü şekildeki tertibi "tevkîfi"dir. Yani Peygamber (s.a.s.) görüşü ile değil, vahye dayalı olarak sıralanmıştır. Bu konuda ictihada, re'ye, kıyasa ihtiyaç yoktur.
Ayetin son kelimesine fâsıla (çoğulu: fevâsıl) denir. Ayetin en son kelimesi, sonraki ayeti bir evvelkinden ayırdığı için bu adı almıştır. Fâsılanın son harfine de "harfü'l-fâsıla=fâsıla harfi" denir. Meselâ: El-Kevser suresinin ayetlerinin sonlarında bulunan (El-Kevser, Ve'nhar, El-Ebter) kelimeleri fâsıladır. Bu kelimelerin sonunda bulunan "râ" harfleri de fâsıla harfleridir. Kur'an'da mevcut olan bu fâsıla harfleri alfabetik sıraya göre dizilmiş değildir. Meselâ: Fâtiha suresinin fâsıla harfleri "mim,nûn"; el-Bakara suresininkiler mim, nûn, dal, be, râ, kaf, lem"; İhlâs suresininkiler "dal" harfleridir.
Kur'an'ı Kerîm'deki ayetlerin sayısı; Basra, Kûfe, Mekke ve Medine bilginlerine göre farklıdır:
Medineliler'e göre: Kıraat imamlarından İmam Nâfi'ye göre: altıbinikiyüzonyedi: Şeybe İbn Nisah'a göre: altıbinikiyüzondört; Ebu Ca'fer'e göre altıbinikiyüzon'dur.
Mekkeliler'e göre: altıbinikiyüzyirmi; Kûfeliler'e göre; altıbinikiyüzotuzaltı; Basralılar'a göre de altıbinikiyüzbeş'tir. Zemahşerî'ye göre ise altıbinaltıyüzaltmışaltı ayettir. Bu farklılıkların sebebi şudur: Peygamber (s.a.s.) öğretme gayesiyle sahabeye Kur'an okurken ayet başlarında, buranın durak olduğunu hissettirecek kadar duruyor, fakat mana tamam olmadığı için peşinden diğer ayete geçiyordu. Bu okumayı işitenlerden bir kısmı, Peygamber'in okuyuşunda ara verdiği kısmı bir ayet olarak benimsiyor; diğerleri ise, mana tamam olana kadar devam eden lâfızları bir ayet sayıyordu. Ayrıca Kûfeli âlimler, bazı surelerin başında bulunan harfleri ayet olarak kabul ettikleri hâlde diğerleri kabul etmiyorlardı. Sure başlarındaki yüzonüç "besmele"nin ayet olup olmaması hakkında mezheb imamları arasında ihtilaf vardır. İmam Şafiî ve İmam Hanefi, bu "besmele"lerin ayet olduğunu söylerken; İmam Mâlik, bunların ayet olmadığı kanaatindedir. Neml suresinde geçen "besmele" ise, kesinlikle Kur'an'dan bir ayettir. Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber'e (s.a.s.) vahyi getirdiğinde, o anda inmiş olan ayetlerin hangi sureye ait olduğunu ve hangi ayetten sonra yazılacağını da söylüyordu. Hz. Peygamber de (s.a.s.) ayetleri, geldiği şekliyle vahiy kâtiplerine yazdırıyordu.
Resullerin Allah'u Teâlâ tarafından gönderildiğini işaret eden ve ancak gerektiğinde Resuller tarafından inanmayanları imana davet için gösterilen mucizelere de âyât denilmektedir.
Bazı insanlar Allah'a iman etmek ve resulleri tasdik etmek için mutlaka bir mucizenin kendilerine gösterilmesini isterler. Oysa bu gibiler, Allah'ın kendilerine verdiği aklını kullanamayan, akıl ayetini kabul etmeyen düşünce ve bilgi gücü zayıf kimselerdir. Allah'u Teâlâ ne zaman resullerini gönderse, bu akledemeyen kimseler mutlaka onlardan akılların alamıyacağı olağan dışı mucizeler beklemiş yahut istemişlerdir. Böylece gerçek ayetleri görmek yerine, akıllarını olağanüstü şeylerin emrine vererek şaşkın bir imana bürünmüşlerdir. Belki de sonunda inanmamış ve Allah resullerinin amansız düşmanları olmuşlardır.
Akleden ve görebilen bir insan için kâinat kitabı ve bunda olan her şey, Allah'ın en büyük bir ayetidir.
Allah'dan Cebrâil vasıtasıyla resullere vahyedilen ve belli fasılalarla biri birinden ayrılan, Allah katındaki Meknûn bir kitapta aslı bulunan Kur'an-ı Kerîm'deki ve öteki kitaplardaki kelâma da ayet denilmektedir. Din tarihçileri ve arkeolog ve filologlar tarafından yapılmış bulunan incelemelerden de anlaşılmış bulunduğu gibi bugün Tevrat ve İncil'de Allah'ın kelâmı olarak sağlam kalmış bir ayet gösterilemez. Bu kitaplardaki ayetler tamamen tahrif edilmiştir. Tevrat'ın filân ayetinde, yahut İncil'in filân ayetinde gibi ifadeleri, bu gün bu kitaplar hakkında söyleyemeyiz, zaten onları kabul edenler tarafından da söylenmemektedir. Öyle ise ayet tabirini yalnız Kur'an'da mevcut ve fasılalarla biribirinden ayrılan ibareler için kullanmak mümkündür.
Kur'an-ı Kerîm'deki ayetler, iki kısma ayrılmaktadır. Bunlar:
1. Muhkem* ayetler: Kitabın anası hükmündeki ayetlerdir.
2. Müteşabih* ayetler. Anlamını ve te'vîlini yalnız Allah'u Teâlâ'nın bildiği ayetlerdir.
Kur'an-ı Kerîm'deki ayetler, esaslı olarak, Mekkî Ayetler*, Medeni Ayetler* olmak üzere iki şekilde incelenir.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
günümüzdde ayet numaraları İmam-ı Zemahşeriye göredir. diğer olasılıkların halen kabul gördüğü yerler varmıdır? yani; mekke, medine ve basrada günümüzde bu farklılık var mıdır halen?

ayrıca, incil ve tevrat tahrif edilmiştir, orada yazılanları delil almıyoruz da, bi sorum olacak? tüm ayetlerin tahrif edildiği, hiç birinin ilk haliyle kalmadığı fikri neye göre söylenmiştir.?

bekir abi elinze sağlık yazı için..
ancak, paragraflar arasını ayırırsan daha rahat okunacaktır inşaAllah..

selametle..
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Kur'an Azimüşşan dan evvelki kitapların tahrif edildiğini Allah (c.c.) hu, Kur'an-ı Kerim in Bakara 75, Nisa 46 ve Mâide 13. ayetleriyle farş ediyor.

Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.

Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.

İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Din tarihçileri ve arkeolog ve filologlar tarafından yapılmış bulunan incelemelerden de anlaşılmış bulunduğu gibi bugün Tevrat ve İncil'de Allah'ın kelâmı olarak sağlam kalmış bir ayet gösterilemez. Bu kitaplardaki ayetler tamamen tahrif edilmiştir.

bekir abi, açıklama için sağol. ancak benim tam olarak sorduğum yer alıntıladığım yer, özelliklede son cümle(kırmızaya aldığım yer). yani, tüm ayetlerin değiştirildiği nerden anlaşılmış diye..

birde, filolog ve din tarihçileri tarafından yapılan incelemeler diyince, nasıl bi inceleme olmuş. Kuran ayetleri eğer, tam olarak tahrif ediliğini gösteriyor ise, yani incil ve tevrattaki tüm ayetlerin tahrif ediğini , o zaman din tarihçileri ve filologlar neyi incelemiş?

selametle..
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sevgili mhmt, Kur'an ın beyanı açık bir delildir. tabii ki gayrısı teferruata girer. Ancak bu konuda çok derin ve ilmi yazılarda mevcuttur. Tabii dir ki, ilahi kelamlar bir zincirin halkaları misali, ilahi kudretin tecellisi olarak, birbirleri ile ilişikli ve mana olarak birbirlerine bağlıdır. Bunların bir kısmında yapılan tahrifatı yerine oturtmak adına, diğer halkalarında bozulmuş olabileceği gerçeği vardır. Bu tahrifleri anlatan kısa alıntılar yapalım.Daha doğrusunu muhakkak Allah bilir.

Tevrat
Yahudilik İlahi bir dindir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği ancak sonradan tahrif edilmiş olan Tevrat'a dayanır. Ancak Yahudi tarihi içinde sık sık bu İlahi temelden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar doğrudan dinden uzaklaşma şeklinde olduğu gibi, dini dejenere etme şeklinde de yaşanmıştır. Bu ikinci sapmanın en belirgin şekli, Yahudilik içinde, son derece kibirli, katı ve Yahudi olmayan insanlara karşı husumet dolu bir eğilimin gelişmesidir. Tevrat'ı da tahrif eden bu sapma son bir yüzyıldır Ortadoğu'da akan kanların en büyük sorumlusu olan Siyonizmi doğurmuştur. Bu yazımızda Tevrat'ın nasıl tahrif edildiğini inceleyeceğiz.

Hz. Musa'nın Vefatı ve Tevrat'ın Tahrif Edilmesi

Hz. Musa'nın vefatının ardından geçen yüzyıllar içinde, kendi kişisel ihtiraslarını Allah'ın vahyinin önüne geçiren bir kısım Yahudiler Tevrat'a bazı din dışı hurafeler eklemişler ve böylece pek çok doğru hüküm barındırmakla birlikte bazı sapkın inançlar da içeren, bugün Eski Ahit olarak adlandırılan Muharref Tevrat ortaya çıkmıştır.

Muharref Tevrat incelendiğinde içinde Allah'ın birliği, Allah korkusu, adil olmak, tevazulu davranmak, hırsızlık yapmamak, zinadan sakınmak, hile yapmamak, masum insanların canına kastetmemek gibi hak dine ait pek çok hükümle karşılaşılacaktır. Öte yandan, yine aynı kitabın içinde dejenere olduğu açıkça anlaşılan pek çok batıl efsane ve hüküm de yer almaktadır. Söz konusu efsaneler ve hükümler incelendiğinde ise ortaya çarpıcı bir gerçek çıkar: Bunlar Yahudi halkının çoğunlukla pagan kültürlerden etkilenerek kapıldıkları yanılgılardır. Ve Yahudiler içinde paganizme bağlı kalmakta direnen bir grup insan tarafından nesilden nesile aktarılarak muhafaza edilmiştir.

Bu dejenerasyon süreci nedeniyle, mitolojik kavramlar ve semboller, özellikle eski Mısır efsaneleri ve bu efsanelerde yer alan sözde kutsal kavramlar, Yahudi felsefesinde önemli bir yer tutar. Yahudi felsefesinin temel taşlarını ise Kabala ve Talmud oluşturur.

Hz. Musa'ya İtaat Etmeyen Yahudiler

Hz. Musa'nın önderliğindeyken bile Allah'ın hükümlerine uymayan, kendi hedef ve çıkarlarına göre yaşayan bazı Yahudiler vardı. Nitekim hem Kuran'da hem de Tevrat'ta sözkonusu Yahudilerin Hz. Musa'ya karşı isyankarlıkları detaylı olarak anlatılır. İlginçtir, Tevrat'ın Tesniye Kitabı'nda da, Hz. Musa'ya atfen aktarılan bir pasajda, onun Yahudilere şöyle seslendiği yazılıdır:

"Zira biliyorum ki ölümümden sonra büsbütün bozulacaksınız, ve size emrettiğim yoldan sapacaksınız; ve son günlerde sizi kötülük karşılayacak; çünkü ellerinizin işi ile Rabbi öfkelendirmek için onun gözünde kötü olanı yapacaksınız." (Tesniye Bölümü, 31 /29)

Hemen belirtmek gerekir ki, bu kimseler Hz. Musa'nın tebliğ ettiği hak dini kabullenememiş ve bu nedenle dejenere etmeye yeltenmiş samimiyetsiz ve menfaatperest kimselerdir. Bunun yanında kuşkusuz samimi şekilde Allah'a inanan ve O'na kulluk etmeye çalışan pek çok dindar Yahudi, haham ve diğer din adamları da tarih boyunca Yahudilik içinde var olmuştur. Allah Kuran'da bu samimi, güzel ahlaklı Yahudileri (ve Hıristiyanları) şöyle haber vermektedir:

"Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.
Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.
Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir." (Al-i İmran Suresi, 113-115)

Ancak Kuran'da verilen bilgiler, Yahudi din adamları arasında kibirli, menfaatperest birtakım kimseler olduğunu göstermektedir ve bunlar Yahudi dinini dejenere etmeye çalışmışlardır.

Kuran'da bildirilen bu gerçek, İncil'deki bazı anlatımlarla da uyum içindedir. İncil'de Hz. İsa'nın ikiyüzlü Yahudi din adamlarına karşı halkı uyardığından sıkça söz edilir. Bu konudaki bir uyarı şöyledir:

"Yazıcılar ve Ferisiler (Hz. İsa dönemindeki iki Yahudi mezhebi) Musa'nın kürsüsünde otururlar; bundan sonra size söyledikleri bütün şeyleri yapın ve tutun; fakat onların işlerine göre yapmayın; çünkü söylerler ve yapmazlar. Onlar bütün işlerini insanlara görünmek için yaparlar. Çünkü onlar hamaillerini genişletip, esvaplarının saçaklarını büyük yaparlar; ziyafetlerde üst yeri, ve havralarda baş yerleri.. Ve insanlar tarafından rabbi diye çağrılmayı severler." (Matta Bölümü, 23/2-7)

Hz. Musa'dan Sonra Tahrif Edilen Bölümler

Kitab-ı Mukaddes'in ilk kısmını oluşturan Eski Ahit ya da Tevrat, toplam 39 kitaptan oluşur. Bunlardan ilk beş kitap olan Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye, Hz. Musa'ya verilen, ancak daha sonra kısmen dejenerasyona uğramış bölümlerdir. (En doğrusunu Allah bilir.) İçindeki tutarsızlık ve mantık bozuklukları (Örneğin, beşinci bölüm olan Tesniye'de, Hz. Musa'nın ölümü ve gömülüşünün anlatılıyor olması gibi), bu ilk beş kitaba insan sözü karıştığını göstermektedir.

"Rabbin sözüne göre Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarına Beyt-Peor karşısındaki derede onu gömdü." (Tesniye Bölümü, 34/5-6)

Bundan sonraki 34 bölüm ise, asırlar boyunca Kitab-ı Mukaddes'e parça parça eklenmiştir. "Yahudi Tarihi" adlı kitabın yazarı olan H. Hirsch Graetz, Eski Ahit'in yazılışı ile ilgili olarak şunları söyler:

"Tevrat'ın kanunlarına tam riayeti sağlamak üzere ileri gelen ailelerin temsilcilerinden başında Büyük Kohen'in (Başhaham) bulunduğu Yetmişler Meclisi'ni kurdular. Bu meclis, İsrail devletinin yıkılışına kadar devam etti. Bunlar, kitabın en eski karakterli harflerini değiştirip zamanlarına uydurdular. Gençlerini yetiştirmek için dini okullar açtılar. Bu okullardaki öğretmenlere 'Soferim' (yazıcılar) denilirdi. Soferimin iki vazifesi vardı: Tevrat'ı açıklamak ve bunun cemiyet ve ferd tarafından tatbikini sağlamak. Soferimler, Tevrat'ın beş kitabından başka, nebilerin sözlerini de Kitab'a ek olarak yazdılar ki, isimlerini bu çalışmalardan almışlardır... Bu arada bazı müelliflere göre İsrailli olmayan yabancı asıllı bazı kitaplar da İsrailleştirilerek kitaba eklendi. (H. Hirsch Graetz, Yahudi Tarihi)

Prof. Dr. Hikmet Tanyu ise, "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" adlı kitabında, hahamların Tevrat'ı değiştirmeleriyle ilgili olarak şunları belirtiyor:

"Hz. Musa, MÖ XIII. yüzyılda yaşamasına rağmen, yakın zamanlara kadar elde bulunan en eski İbrani el yazması nüsha MS VII. ve X. yüzyılda yazılmış bir kaynaktır. Tesniye (Tevrat'ın beşinci bölümü), MÖ 621 veya 622 yıllarında Kudüs'teki Süleyman Mabedi'nde kahinler tarafından bulunduğu belirtilerek Kral Yoşiya'ya sundukları bir kitap olup Musa'nın ölümünden, gömülmesinden ve onun için tutulan yastan bahseder. Hz. Musa zamanında bulunmayan birçok adetlere, davranışlara değinir. Önceki kitaplarda geçen bazı şeriat kanunlarını tekrarlar, insanların birbirlerine ve Tanrı'ya karşı nasıl davranmaları gerektiğini anlatır." (Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, sf.40)

"Yahudiliğe göre Tevrat'ın beş kitabının kelime kelime Yehova tarafından bildirilmiş Allah kelamı olduğuna inanılmaktadır. Oysaki, Hz. Musa'nın yaşadığı tarih bile kesinlikle tespit edilmiş değildir. Tahminen XV. yüzyıldan başlayarak genellikle XIII. yüzyılda yaşadığı ve ortalama MÖ 1250 yıllarında İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkardığı ileri sürülmektedir. Tanah'ın (39 kitabın hepsine birden verilen isim) tamamlanması ise MÖ (1200-100) yılları arasında ve bin yıldan fazla bir zamana uzamış ve muhtelif yazarlar tarafından telif, derleme, ve birleştirme işine teşebbüs edilmiştir." (Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, sf.47)

Tevrat'ın Tahrif Edildiğini Yahudiler de Kabul Ediyor

Türkiye'deki Musevi vatandaşlarımızın yayınladıkları Şalom gazetesinde ise, bu konuyla ilgili şu ifadelere yer verilmiştir:

"Yıllardır araştırmacıların merak konusu olan 'Kutsal Kitabı kim yazdı?' sorusu uzun bir listenin çıkmasına neden olmuştur. Bu sayılan listeye aday olarak katılabilecek iki isim daha öne süren Amerikalı profesör Richard Friedman'ın bu konudaki kitabı önümüzdeki günlerde Londra ve New York'ta yayımlanacak. Friedman'a göre peygamberlerden Yeremiah ve havarisi Baruh Ben-Neriya Kutsal Kitabın ilk beş bölümünü kaleme almışlardı. İsrailli uzmanlar önerinin üzerinde düşünüyorlar." (Şalom, 13 Mayıs 1987)




İncil

İncil, esas itibarı ile Hz. İsa’ya Allah Teala tarafından vahyedilen ilahî bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim, İncil’in Hz. İsa’ya vahyedilen ilahî bir kitap olduğunu defaatle haber verir. Yerli ve yabancı kaynakların ittifakla bildirdiğine göre Hz. İsa kendisine vahyedilen bu İncil’i ne kendisi yazmış ne de yazdırmaya fırsat bulabilmişti. Çünkü Hz. İsa’nın tebliğ hayatı hem oldukça kısa sürmüş (üç yıl), hem de bu dönemde çile ve meşguliyetler had safhaya ulaşmıştı. Bununla beraber, İsa’nın semaya yükseltilmesinden evvel kendisine iman eden havarîlerin sayısı on iki kadardı; ne var ki bunların çoğu okuma-yazma bilmiyordu. Dolayısıyla İncil’i yazma imkanı oluşmadı. Ayrıca ilk Hıristiyanlar, İsa’nın pek yakında geri döneceğini bekledikleri için İncil’i yazıya geçirme gereği duymamışlardı.

Bu hususla ilgili diğer bir vakıayı daha zikretmek gerekir ki o da İncil’in yazılı bir kitap olarak gönderilmeyişidir. Tevrat Hz. Musa’ya yazılı olarak levhalar halinde indirilmişti, İncil ise tıpkı Kur’an-ı Kerim gibi yazılı metinler halinde nazil olmayıp, İsa’ya şifahen vahyedilmiştir.

İsa’nın semaya yükseltilmesinden sonra hıristiyanlar sürekli onun geri döneceğini beklemişler, onun dönüşü gecikince hiç olmazsa akıllarında kalan İncil âyetlerini yazıya geçirme gayreti içine girmişlerdir. Ne var ki İsa’yı gören ve mesajını dinleyenlerin sayısı oldukça azalmıştı. Neticede ancak Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden 30-40 sene sonra İnciller yazılmaya başlanabildi. Bu süre zarfında İsa’ya inananların sayısı kısmen artmış, hıristiyanlık az da olsa başka milletlere yayılmış bulunuyordu. Artık doğrudan İsa’yı dinleyenler veya İsa’nın tebliği kendisine ulaşanlar, hem kendi ihtiyaçlarını gidermek, hem de İsa’yı görmemiş ve İsa’nın tebliği kendisine ulaşmamış olanlara onun mesajını ulaştırmak istiyorlardı. Bu nedenle onlar, akıllarında kaldığı kadarıyla İnciller yazmaya koyulmuşlardır.

İlk dönemlerde “Hatırat” da denen bu İncillerin sayısı çok fazlaydı. Muteber İncillerin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna ve Mektuplar) sınırlandırılması, diğerlerinin apokrif/sahte sayılması ta dördüncü asrı buldu (325 İznik Konsili). Bu dört İncilden ilk üçü 60-80, Yuhanna ise 90-100’lerde yazıldı. Görüldüğü üzere hiçbiri Hz. İsa hayatta iken yazılamamıştır. Dikkat çekici bir durum da bu dönemde Grekçe dahi yazılan İncillerin günümüze ulaşmayışıdır. Zira elimizdeki en eski Grekçe İncil yazmalarının 4. asra ait olduğu bilinmektedir. Bu durumla ilgili olarak ayrıca ifade edilmesi gereken bir husus da şudur: İncillerin yazımı Hz. İsa’dan en az 30 yıl kadar gecikince Hıristiyanlık akidesi nerdeyse teşekkül etmiş; Hz. İsa’nın tanrılığı tartışılmaya başlanmış, Tevrat’ın kutsal metin olarak kabulü benimsenmiş, kurtuluşun İsa’ya bağlı olduğu iddia edilmiştir.

İşin bir başka ilginç tarafı Hz. İsa Aramice konuştuğu halde dört İncil de Grekçe yazıldı. İlk İncil olan Matta’nın Aramice yazıldığı söylense de günümüze ulaşmamıştır. Bundan daha da ilginci, Hıristiyanlık tarihinde Matta ile Yuhanna incilinin yazarlarının Matta ve Yuhanna olmayıp onların yerine bu İncilleri başkalarının yazdığı iddiası ve tartışmasıdır.

Hıristiyanlık alemi bizden farklı olarak Hz. İsa’ya İncil adında bir kitabın vahyedildiğini kabul etmez. Onlara göre ete-kemiğe bürünmüş yani insan suretinde bir tanrı olan İsa’nın bizzat kendisi vahiydir. Başka bir ifade ile İsa’nın her söylediği ve yaptığı vahiyden ibarettir. Dolayısıyla onların bu inançlarından şöyle bir netice çıkarılmıştır: Bu günkü İnciller, Allah tarafından vahyedilen âyetlerden ziyade İsa’nın söz ve davranışlarından ibarettir. Ne var ki bunda bile haddinden fazla eksiklik ve fazlalıklar vardır. Çünkü bu İnciller arasında ifade farkı, mana farkı ve hatta çelişkiler bulunmaktadır. Bunun da ötesinde aynı İncil’de bile birbiriyle çelişen ifadelere rastlanmaktadır.

Bugün İncil adı verilen eldeki kitaplar, müslümanların anladığı manada vahiy eseri değildir. Onlar ilk devir havarilerinin ve onların öğrencilerinin sözlerinden ibarettir. Onlar nasıl inanmak istemişlerse öyle yazmışlardır. Hıristiyanlar ise, İncil yazarlarının Tanrı’nın ve Kutsal Ruh’un himayesi altında bu İncilleri yazdıklarına inanırlar. Böyle bir himaye olsaydı, İncillerde çelişki ve tutarsızlık görülmezdi.

Batıda genelde Kitab-ı Mukaddes, özelde de Yeni Ahit içerisinde bulunan çelişkileri gidermek üzere Kitab-ı Mukaddes tetkik ve tenkitleri başlatılmıştır. Bu yeni bilimsel metoda göre Kitab-ı Mukaddes içerisinde Tanrı’ya ait olanla olmayan tespit edilecek, bu kitap tüm tutarsızlıklardan arındırılacaktı. Örnek vermek gerekirse bir araştırmaya göre Hz. İsa’ya ait olduğu söylenen 518 söz tespit edilmiş, yapılan tetkik neticesinde bu sözlerin tam 1544 farklı şeklinin olduğu görülmüş, tüm bu sözlerden ancak 18 tanesinin İsa’ya ait olabileceği belirtilmiştir.

Yukarıda beyan edilenlere ek olarak dört İncil’de bulunan bazı tahrif belirtileri ve çelişkileri şöyle sıralayabiliriz:

1. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre Hz. İsa’nın risaleti bir yıl, Yuhanna’ya göre ise iki yıldan fazla sürmüştür.

2. Davud’dan (a.s.) İsa’ya kadar geçen kuşakların sayısı Matta’ya göre 26 iken Lukaya göre 40’tır.

3. İncillerin bazı yerlerinde Hz. İsa’ya uluhiyet isnad edilirken bazı yerlerde de ona insanoğlu denmektedir. Bu ikisi arasında gözden kaçmayacak açık bir çelişki görülmektedir.

4. Hıristiyanlığa göre İsa çarmıha gerileceği sırada “Allah’ım! Allah’ım! Beni neden terk ettin!” diye Allah’a yalvarmıştır. Bu söz Tanrı İsa’nın ise, onun Tanrı olduğu halde kendini koruyamadığı anlaşılıyor. Peygamber İsa’nın sözü ise, onun Tanrı’yı hakkıyla tanımadığı anlaşılıyor. Çünkü bir peygamber “Allah’ım! Beni neden terk ettin?” demez. Bizim inancımıza göre ne İsa çarmıha gerilmiş, ne de böyle bir yakarışta bulunmuştur.

5. Matta, Hz. İsa’nın soy kütüğünü Hz. İbrahim’e kadar 40 kişi olarak verirken, Luka bunun 55 olduğunu söyler.

6. İncillerde Hz. İsa için sık sık “Allah’ın oğlu”, “Yusuf’un oğlu”, “Davudoğlu”, Ademoğlu” gibi ifadeler kullanılır. Bunların arasında açık bir çelişki vardır.

7. Markos incilinde İncil Allah’a, Romalılara Mektub kitabında ise İsa’ya nispet edilir.

8. Luka İncilinde bir yerde kurtarıcı Allah, diğer bir yerde de İsa olarak verilmektedir.

9. İncillerde Tanrının görülüp görülemeyeceği hususunda çelişkili bilgiler bulunmaktadır.

10. Bu İnciller, Allah Teala’ya nispet edilemeyeceği gibi İsa’ya da nispet edilemez. Allah’a nispet edilemeyeceğini, aslının korunamadığından, yazıya geçirilemediğinden, ortada üzerinde ittifak edilen ortak bir metin olmadığından vb. durumlardan anlamaktayız. Hz. İsa’ya nispet edilemeyişini ise bu İncilleri onun yazdırmayışından, onu dinleyen ve dinleyenleri dinleyenlerin yazdıkları İnciller içinde bulunan tutarsızlık, yanlışlık ve çelişkilerden anlamaktayız. Bu İncillerin Hz. İsa’ya ait olmayışının diğer bir sebebi de çarmıh olayının İncil metinlerinde geçmesidir. Çarmıhın İncillerde zikredilişi, bu İncillerin sonrakiler tarafından kaleme alındığını gösterir.

Bu gibi çelişki ve tutarsızlıkların Allah’a nispet edilen bir kitapta bulunamayacağına, diğer taraftan bir peygamberin kendini tanrılaştırıp tanrıyı da insanlaştıramayacağına göre, Hıristiyan kutsal kitabının sonradan insan eliyle yazıldığı ve tahrif edildiği ortaya çıkmaktadır.

Netice olarak;

Bugün Hıristiyanların elinde bulunan farklı İncil metinleri yüce Allah tarafından gönderilen asıl vahiy ürünleri değildir. Çünkü Hz. İsa peygamberliği döneminde ne yazmış, ne de yazdırmıştır. O semaya yükseltildikten sonra, bazı öğrencileri İsa’dan dinlediklerini, İsa’nın öğrencilerinin öğrencileri ise hocalarından duyduklarını kendi metotlarına göre yazmaya başladılar. Böylece mübalağa etmeden söyleyecek olursak yüzlerce İncil metni ortaya çıktı. İşin içinden çıkmak maksadıyla oluşturulan komisyonda (325 İznik Konsili’nde) bu İncillerden 4 tanesi sahih, diğerleri sahte sayıldı. Ancak tartışmalar bununla bitmedi. Örneğin Barnaba ve Ebionitler incili sahte sayılan İnciller arasına dahil edildi. Halbuki bu İncillerde İsa’nın tanrı olmadığı, çarmıha gerilenin de o olmadığı, onun ancak Allah’ın kulu ve resûlü olduğu, ondan sonra bir peygamber geleceği ve Allah’ın bir olduğu bildirilmektedir.

Bugün elde bulunan İnciller, Hıristiyan müntesiplerine yol göstermekten uzak bulunuyor. Geçmişte ve günümüzde en çok müslüman olanların hıristiyanlardan olması dikkat çeken bir husustur. Hıristiyanlar, özellikle teslis akidesini (tanrının Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tan meydana geldiğini) kabul etmekte zorlanıyorlar. Bunu akıllarıyla izah edemiyorlar. Çünkü Allah’ın birliği akidesi Hz. Adem’den beri tüm peygamberlerde tartışma konusu bile yapılmamışken, Hıristiyanlıkta korkunç bir sapmayla üçlü tanrı anlayışının ortaya çıkması, insanları ikna edememektedir.

Bugün dünya gündeminde insanlığın tüm dinî, akidevî ihtiyaçlarının yanında dünyevî, uhrevî ve ruhî gereksinimlerini tatmin edecek yegane kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü Yüce Allah İslam dinini tüm dinlere üstün kılmak ve nurunu cihana yaymak için göndermiştir. Bu dinin yeni tabirle yol haritasını Kur’an-ı Kerim belirlemektedir.
[/
 
Üst Alt