Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Aydınlık yolcuları

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Aydınlığa giden yolda birtakım aşınmalar meydana gelsede Allahın izniyle kıyamete kadar hakikat yolunda çalışan Rabbani âlimler bulunacaktır. Artık ahir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki; Cüneyd-i Bağdadi(k.s); ‘’Hakikat ilmi sergisini topladı, iş lafa kaldı. Biz tasavvufun ancak kıyısından köşesinden bahsedebiliyoruz ancak’’ buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir.
Dinimiz; Takvaya ve iyiliğe ulaşmak için birbirinizle yardımlaşın(Maide/2), Hep beraber Allah’ın ipine sarılın, dağılıp parçalanmayın(Nur/31) diye beyanıyla aydınlığa yürümemizi dilemektedir. Dinimiz üç sütun üzerine bina edilir; ‘İman, İslam ve İhsan’ diye. İbadetlerin başında farz olan ameller gelir, onu nafile veya fazilet olan ameller takip eder. Yani İmandan sonra namaz, namazdan sonra büyük günahlardan el çekme, ardından adım adım diğer farzlar yerine getirilmeye ya da ısındırılmaya çalışılır ve böylece karanlık dünyamız aydınlanıverir.
İhsan hali kalbi tezkiye(temizleme), güzel ahlak ve ilahi huzurda kabülle gerçekleşir. Yol bilenle kat edilir, derken murad olan menzile ulaşılır. İhsanda; yakine ulaşmaktır zaten.
Kur’anda sufi kavramını karşılayan; veli, muttaki, muhsin sıddık ve sadık vs. sıfatları vardır. Dolayısıyla sufilik, Allah dostuna gelmekle, meclisine girmekle, atmosferi tatmakla ve sonra da verilen reçeteleri uygulayarak anlaşılır. Onun için tasavvuf kal değil, haldir derler. Birçok ilim var, ama en mühimi marifetullah ilmidir, yani Allah’ı tanıma ilmidir. Zira nefsini bilen Rabbini bilir ilahi hüküm bu mana içindir. Bu yüzden
icon_kalpciz.gif
ilmine ahlak ilmide denir. O halde hangi makamda olduğunun merakı değil, hangi güzel ahlaka erişmenin çabasıdır sufilik. Tasavvuf güzel ahlak demektir zira.
Sufi yalnız değildir, önünde kılavuzu var, haramilere kolay kolay yem olmaz bu yüzden. Allah ile kul arasında kılavuz olurmu diye itiraz edenlerin amacı; eğer ben peygamber, âlim, mürşid vs. gibi rehber tanımam manasında telaffuz ediliyorsa, maazallah insanı küfre kadar götürür, yok eğer bu sözle kişinin amacı; maksadım Allah, isteğim O’nun rızasını kazanmak anlamında ikrar edilmişse doğrudur ki zaten kâmil rehberlerin çabaları da bu yöndedir.
Her türlü masivalardan kurtulmak için vahhabi, mezhebsiz, mealci gibi hak yolunda önümüzde dikilen tıkaçlarndan sıyrılıp, yar- yardımcımız olan Peygamber, âlim, kitap, akıl gibi vasıtalarla; şirk, nefs, riya, kibir ve haset gibi engellerden kurtulabiliriz. Sözkonusu perdeler gönül dostlarının nazarlarıyla, gösterdiği reçeleri uygulamakla aşılır.
Mülk âleminden meleküt âlemine ilmel yakinden aynel yakine yolculuk, şüphesiz Allah’a yaklaşma
icon_kalpciz.gif
ve ruhla olmaktadır. Bu yüzden kötülükten iyiliğe, gafletten zikre, katılaşmış kalpten huzurlu kalbe geçişin adıdır seyri sulük. Ancak rehber olmadan yolculuğun hüsranla biteceğini unutmamalı..
Kamil Mürşitler takva yolunda imamdırlar, rehberdirler, yetkisini halktan değil Haktan alırlar. Bu halifelik vasfını hakiki manada taşıyanlar ancak kâmil insanlık vasfı kazanabilir. Kamil insanlarla kâfir ve fasık insanlar arasındaki fark, birinin Allahın dostluğun kazanması diğerinin şeytanın dostu olmasıdır. Nitekim kâfir ve fasıklar ancak nefislerin kölesidirler.
Zahiri ilim dışımızı, batıni ilim ise içimizi süsler. İmam Malik; Her iki ilmi (zahir ve batın) öğrenen kimse gerçek bir müslüman olur’(Aliyul’l Kari, Şerhu Ayni’l ilim) buyuruyor. İmam Şafi de; hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme diyor. Dolayısıyla medrese zahiri ilimlerin, dergâhlarda batini ilimlerin tahsil edildiği mekânlardır. Uzun yıllar maalesef bu iki okul birbirinin rakibi gibi gösterilerek zahir ve batın tartışmalarına sahne oldu tarih. Oysa her ibadetin bir zahiri birde batıni yönü var. Mesela Namazda iftitah tekbiri farzdır, aynı zamanda kılınan namazın riyadan uzak huşu içerisinde eda etmekte farzdır. Demek ki; her iki unsurun biri zahiri, diğeri de takva yönü varmış meğer o halde zahir ve batın bir arada uyumluluk içerisinde bulunmalı ki necat gerçekleşebilsin. Allahü Teala; Hiç şüphesiz nefsini günah kirlerinden temizleyen kurtuldu’(Şems/9) diye beyan buyurarak sadece helâlı haramı bilmekle mükellef değiliz, kalbi temizlemek mecburiyetimizinde varlığını anlıyoruz. Ayeti Celileden maksad; ilmi amele çevirmektir. Kalp ilmi ya da batıni ilmin inkârı Yüce Allah’ın rahmetine kota koymak anlamına gelirki, bu sonderece tehlikelidir. Evet; ilmin sonu yoktur bu böyle biline. Hallacı Mansur gibi bazı velilerde batıni haller görülmüş, bu manevi sekr(sarhoş) halde zahiri ilme ters düşen sözler sarf etmişte olabilirler, ama onlar bu durumda mahzundurlar, çünkü bu konu bize aşar Allah’a havele edilir. Zaten sürekli manevi sarhoşluk içinde yüzen veliler irşad yapamazlar. Dolayısıyla haklarında hüsnü zanda bulunmak en doğrusu. Hak âşıklarını cezbeleri gizlidir, ilahi aşkları saklıdır, amel ve ibadet halleri süreklidir nitekim.
Bir başka meselede zahiri inkâr edip, batının dışındaki batıldır iddiasında bulunanlardır. Bu tipler; ‘kalbim temiz olsun gerisi boş’ diyerek namazı bile boşlamışlardır. Oysa şeriat zahire bakar, kalbi ancak Allah bilir. Asr-ı Saadette hayat tarzı zühd idi, yani bildiği ile amel ediliyordu. Onun için sahabede
icon_kalpciz.gif
hastalığı yoktu. Asrısaadet devrinden uzaklaştıkça kalbe ait ameller hassasiyetini yitirip, büyük bir boşluk doğdu bu alanda. İşte Mürşid-i Kamiller bu boşluğu doldurmak için devreye girdiler, yaralara merhem oldular ve kalpleri aydınlattılar. İmam Şarani; ‘İslam’ın ilk asırlarında insanlar takva ve edebi koruyorlardı. O nesil gidipte hastalıklar kaplayınca cahiller bir tarafa, âlimler bile amelden geri kaldılar. Bu nedenle âlimlerin bir kâmil mürşide intisapları zaruri oldu’(Envarül kudsiyye) der.
İmam Ahmed b. Hanbel önceleri sufileri tenkit edermiş, gerçeği görünce;
—Onlar bildikleriyle amel ederek bize üstünlük sağladılar dedi.
İmam Ahmed b. Hanbel sık sık Bişr-i Hafi’nin meclisine takılmaya başlayınca talebeleri kendisine;
—Efendim sen müctehidsin, böyle insanların arasında işin ne?
Cevaben;
—Evet, ilimleri iyi bilirim, ama o yüce Allah’ı benden daha iyi tanıyor der.
Nitekim Allah dostları hizmeti tercih etmişlerdir. Çünkü Allah Rasulü; insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır (Taberani, İbnu Ebid Dünya) buyurdu.
Allah dostları her hizmete talip olmuşlar, gerektiğinde milis kuvvetleri oluşturup savaşa gitmeyi bile göze almışlar, Ahi Evran ve ahilikde olduğu gibi. Hakeza camii, aşevi, okul, hastane, misafirhane gibi hayır kurumlarının inşası da öyle.

İMAM-I RABBANİ SESSİZ DEĞİŞİM ÖNCÜSÜ
Ebu’l Hasen en Nedvi; Kamil insanlar olmasaydı
icon_kalpciz.gif
temizliği ve nefis terbiyesi gerçekleşemezdi buyuruyor. Gerçektende onlar bir insanlık inşa etmişlerdir. Nitekim Moğollar Harzemşah Devletini işgal edip korku ve dehşet salmışlardı, bir ümitsizlik bulutu kaplamıştı hertarafa. Öyle ki halk nezdinde Moğollar’ın yenilmezliği kanaatı ağır basmıştı. Fakat zaman içerisinde Gönül dostlarının irşadları öyle etkili gerçekleşti ki artık Putperest Moğol Hanları bile müslüman olup aydınlandılar.
Benzeri bir olayda Hindistanda Ekber Şah’ın dikta yönetiminde gerçekleşen İslam düşmanlığı uygulamalarıdır. Şöyle ki Müslüman Babürlüler görünürde bu yönetimle baş edilebilecek durum göremiyorlardı, adeta dipsiz kuyuya düşmüşlerdi. Her tarafı cehalet kaplamış, küfrü yaymak temel vazife olmuş, hatta müslümanlar namazlarını gizli gizli kılar hale gelmişlerdi. İşte böyle elim bir vaziyette Hz.Ömer’in 29. göbekten torunu 17 yaşında zahiri ilmi bitirmiş aydınlık güneşi bir genç devreye giriyor, bu genç gönül ereni Hindistanın eski başkentlerinden Agra’dan başlattığı hareketin ardından Serhend’e dönmüş, burda da tüm bozuk cerayanlara karşı yazdığı risalerle cevap vermiş, bir taraftanda etrafa gönderdiği mektuplarla Müslümanları aydınlatmıştır. O babasının vefatıyla birlikte çıktığı Hac yolculuğunun ardından Delh’te büyük şeyh Hace Muhammed Bakibillah’la karşılaşmış, bu karşılaşma sıradan bir karşılaşma değil tabiki. Nitekim Hace Muhammed Bakibillah ilerinin büyük zatı olacağını görürcesine, Onu Hocası Hace Emkenegi’nin işaretiyle Nakşibendi nispetini yayılması için Hindistan’ın Serhend şehrine salmış, derken ordanda Ekber Şah’ın bulunduğu Ekber Abad şehrine yayılmış bu yol.. Nakşibendî tarikatın feyzi bereketi yayıldıkça zaman süreci içerisinde Ekber Şah’la başlayan zorbalık oğlu Cihangir’le yumuşamaya terketmiş, derken işbaşına gelen hükümdarlar bir öncekinden daha merhametli ve adil olacak şekilde değişim gerçekleşmeye başlıyor için için, nihayet öncekilerden daha da farklı dini bütün Evrengzib Han tahta oturarak tam halkın istediği bir hükümdar işbaşına geliyor, böylece halk rahat nefes almıştır bu olayla. İşte böylesine sessiz sedasız gerçekleşen aydınlanmanın mimarı hiç şüphesiz İmamı Rabbani (k.s) ‘dan başkası değildi elbet. O faruki meşrebiyle (iyiyi kötüyü ayıran) gerekli irşat hareketini tamamladıktan sonra her fani gibi 1624 yılında ardından dörtyüz halife bırakarak ahirete kanatlandı. Herşeyden öte O bugün hala gönüllerde taptaze yaşıyor, kıyamete kadar yaşayacakta.

ABDULHALIK-IL GÜCDİVANİ
Abdülhalık-ıl Gücdivani Sadrettin Hocadan tefsir ilmi alıyordu, Hocasına sordu;
—Efendim Allahü Teala Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin buyuruyor bu nasıl olacak? Duayı aşikâr yapsak riya tehlikesi var, içimizden yapsak şeytan fark eder, o halde gizli zikir nasıl yapılır?
Hocası:
— Oğul bu dediğin ledünni ilmidir. Allah dilerse seni dostlarından biri ile buluşturur, o sana bu gizli duayı öğretir diye buyurdu.
Abdulhalık’ıl Gücdivani nihayet zahirde Yusuf Hamedani, maneviyatta ise Hızır(a.s) ile buluştu ve gizli zikri Hızır(a.s)’dan öğrendi böylece. Yani O üveystir. Böylece bu yolda aydınlığa kavuşmayı onbir sütunla izah etmeye başladı:
—Zikrin sayısına riayete vukuf-i adedi dedi,
—Yaşanan her anın farkında olmaya vukuf-i zamani dedi,
—Kalbin zikirde odaklanmasına vukuf-i kalb dedi,
—Gözün ayağın üzerinde olmak üzere yürümeye nazar ber kadem dedi,
—Nefesi boş yere tüketmemeye Huş-derdem dedi,
—Halktan Hakka yürümeye ya da bu vatandan cennet yurduna yürümeye Sefer-der vatan dedi,
—Zahiren halk ile batınen Allah ile olmaya Halvet-der encümen dedi,
—Murakabe halinden sonra yapılan; lailahe illallah zikriyle meş
gula.gif
olmaya Yad kerd dedi,
—Nefy-u isbat çekerken ilahi ente maksudi ve ridaike matlubi sözünün mana ve ruhuna odaklanmaya Baz geşt dedi,
—Nefyu isbatın manasını düşünmeye de Nigah daşt dedi,
—Sürekli kalbi uyanık tutmaya da Yâd daşt dedi,
Bu onbir maddeden sadece birini mesala ‘nazar ber kadem’i açıklayacak olursak; hemen akla Allahü Azimüşşan’ın nazar ettiği yer olan gönül akla gelir. Çünkü gönlü ençok etkileyen gözdür, göz gönlün dışa açılan ışığıdır. Gözden gelen sinyaller gönülde yankılanır her an. Zira gönül bu sinyaller sayesinde herdem; gâh sevinir, gâh hüzünlenir. Onun için gönlü diri tutmak ve gönlü hoş tutmalı ki nazar ber kademle birlikte aydınlanma gerçekleşebilsin.
Gönül sevgi yatağıdır, öyleki İmamı Gazali; Sevdiği kimsenin hizmetçilerini, onu öven, rızasını almak isteyen herkesi, hatta kapısını bekleyen köpeği, gezdiği yerleri, oturduğu memleketi sevmek bu tür sevginin sonucudur buyuruyor
Hakeza Mecnun b. Amr(Kays); Dolaşırım Leylanın yaşadığı yerleri, öperim toprağını, okşadığı şeyleri. Der.
Nitekim Hz.Ömer’in Hacer’ül Esved’e bakıpta; Ey Taş! Ben biliyorumki sen. Kimseye ne zarar nede fayda verirsin, Eğer rasulullahın seni öptüğünü görmeseydim bende öpmezdim der.
Yine Abdullah b. Ömer(r.anh); Ömrüm boyunca hiç uyumadan ibadetle geçersem ve bu hal üzere ölsem, fakat gönlümde Allah’a itaat edenlere karşı bir sevgi, Ona isyan edenlere karşı da bir buğz olmasa bütün yaptıklarımdan bir fayda göremem der.
Allahü Teala; Benim için birbirini seven, birbirini arayıp soran, birbirini ziyaret eden, birbirine infak ve ikramda bulunanlara muhabbetim hak olmuştur(Ahmed, Müsned, 5, 229, Hakim) buyurur, Yine Rabbül Alemin mahşerde: Benim celalim (rızam) için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün onları kendi gölgemde gölgelendireceğim(Müslim, Bırr,12 No: 37) muştusunu veriyor.
Bilmem bu güzel kelamlara ne eklenebilir ki. Vesselam.
icon_razi.gif
 
Üst Alt