mucahide
New member
Cok uzun bir yazi ama sabirla okumanizi tavsiye ederim..,
Psikiyatri Uzmanı Gıyasettin Ekici ile röportaj
Aşkın anatomisi
Sizce bilim bugüne kadar neden aşktan bu kadar uzak durdu? Ya da onu
görmezden geldi?
Amerika'da psikiyatri profesörü olup, psikiyatrinin kuramsal yapısına büyük katkılarda bulunan, özellikle saldırganlık üzerine araştırmalar yapan, ünlü Psikiyatrist Otto F. Kernberg; "Bir toplantı esnasında arkadaşlarımdan birisi, `Neden bu kadar çok saldırganlık üzerine çalışıyorsun? Biraz da aşk üzerine çalışsana' dedi. Bunun üzerine ben de, `bir gün şartlar uygun olursa, bu işle
ilgileneceğime söz veriyorum' dedim ve işte şimdi ilgileniyorum" diyor. Kernberg, "Bugüne kadar insanın biyolojik tarafıyla ilgili birçok araştırma yapılmış olmasına rağmen, öznel bir yaşantı olan aşk üzerine hemen hemen hiç araştırma yapılmadığını" aşkla uğraşırken fark ettiğini söylüyor.
Aşk, çok öznel bir yaşantı… Bu yüzden de objektif kriterleri yok, tarifi yok. Dolayısıyla bilimsel bir araştırma konusu hiç olmamış. Ancak kuramsal bir takım açıklamalar var.
Peki aşk nasıl bir duygu? Sevgiden farkı ne? Mesela, ne kadar
gerçekçi bir duygu?
Aşk, çok kısa tanımıyla, bir yanılsamadır. Yine Kernberg'in değerlendirmelerine kulak verirsek, "bir körlük noktası ve körlük anıdır. İnsanın ayakları yere bastığında, daha sağlıklı değerlendirmeye başladığında aşk da biter." Aşk bir yanılsamadır ama insanın fiziksel, ruhsal ve duygusal kapasitesini doruğa taşıyan bir tarafı var. O yanılsama içerisinde böyle müthiş bir güç de
kazanabilirsiniz. Aşık olan kişide hormonal düzeyinden tutun, ruhsal
yaşantısındaki derinleşmeler, incelmeler ve nüfuz etmelere kadar çok büyük değişmeler meydana gelir. Aşık, çok duyarlı, derin ve güçlü olur. Başka bir zamanda, maddi ya da manevi anlamda veya ruhsal, fiziksel mânâda asla kaldıramayacağı yükleri kaldırabilir. Böyle
doping tarafı olan, kişiye güç kazandıran bir duygudur.
Aşkın yanılsama tarafı nasıl gözden kaçıyor? İşin başından "gerçek"
olmadığını bildiği bir duygusuna niçin engel olamıyor? Neticelerini
gördükten sonra mı onun bir yanılsama olduğunu fark ediyor?
Hayır, insan başlangıçta aşkın yanılsama olduğunu bilmiyor. Bir psikiyatrist arkadaşımla aşk üzerine konuşurken, şunu fark ettim ki; onun gerçek olmadığını bilseniz de yaşamak isteyebiliyorsunuz. Bunu serap görmek gibi düşünün. Susamışsınız ve gördüğünüz serap içinde susuzluğunuzu gidermek ya da onu hayal etmek, insana çok hoş gelir. Ama siz bunun serap olduğunu bilirseniz, ondan alacağınız doyum ciddi şekilde azalacaktır. Fakat yine de onu farklı bir deneyim olarak algılamak isteyebilirsiniz.
Bu durum özellikle evlilikte çok sık yaşanır. Kişi aşık olur, aşık olduğu insanla evlenir ve çoğunlukla aşk biter. Bundan sonra sevgi başlayabilir ya da başlamayabilir. Ama evlilik olmazsa, bir araya gelinmezse, kafadaki idealizasyon devam edeceği için aşk da devam eder.
Çünkü insanın ayakları hiç yere basmıyordur. Kişi hep o yanılsama içinde devam ediyordur. Kendi kafasında kurduğu, zihninde var etmiş olduğu, birçok olumlu özellikler giydirdiği objeyi ya da nesneyi karşısındaki insanın görünen kimliğiyle maskeler, onu giydirir ve kafasında idealize ettiği kimseye aşık olur. Aslında o kimsenin var olan gerçek insanla çok yakın bir ilişkisi yoktur. Bu yüzden çoğunlukla evlendikten sonra, kavuşmalardan sonra hayal kırıklıkları
olabiliyor.
Son yıllarda insanların aşkı algılama ve yaşama şeklinde bir değişiklik oldu mu? İnsanlar hâlâ aşkı kutsal buluyorlar mı, yoksa her şey "normal dozdadır" diyebilir miyiz?
Aşk, bugüne kadar hep bir kutsallık payesi taşıdı. Ben modern hayatın aşkın büyüsünü biraz kazıyıp, silikleştirdiğini düşünüyorum.
cünkü artık o platonik ve romantik iklimin dışında, daha mekanik,
daha bedenselliğe taşınan bir ilişki eğilimi ortaya çıkıyor. Duygu
ağırlığı daha az. Günümüzde hissedilen şey, somut ilişkilere ve
somut arzulara dayanıyor. Bu anlamıyla bir değişim ve başkalaşım
yaşadığını söyleyebiliriz. Ama yine de bütün zamanlarda aşk var
olacaktır diye düşünüyorum.
Mesuliyetler, evlilikte aşkı öldürüyorsa, çiftler evliliklerini
nasıl yaşamalılar sizce? Yani uzaktan uzağa mı yaşasınlar?
Bir defa şunu belirteyim, evlilik için aşk şart değil. Bu noktada sevgi ile aşkın ayrımına geliyoruz. Aşk, bir yanılsamadır ama sevgi gerçektir. Sevgide kararlılık, aşkta tutku ve sabırsızlık vardır. Sevgi, sağlam temeller üzerine oturur ama aşk uçucudur. Sevgi, iradî bir çabayla oluşturulup, sürdürülebilir.
Ama aşk insanın iradesini esir alır, kişi hipnotize edilmiş gibidir ve bunun farkına bile varamayabilir. Aşık bütün dikkatini ve ruhsal odaklanma halini o nesneye ve o duruma yönelttiği için diğer noktalarda körlük hali yaşar. O tarafta gördüğü de bir körlüktür aslında. Çünkü ona olmadığı kadar çok kıymet vermiştir ve sahip olmadığı değerlere sahipmiş gibi hissetmiştir. Bu tamamen kendi iradesi dışındadır.
Ama sevgi öyle değildir. Sevgiyi, bilinçli, iradî bir şekilde arttırıp, pekiştirebilirsiniz. Bu da her insanı gerçek taraflarıyla görmekle mümkün olur. Çünkü her insanın olumlu ve olumsuz özellikleri vardır. Hiçbir insanın pür olumlu ya da pür olumsuz olamayacağını bilmeliyiz. Her insanda değişik kişilik ve karakter yapılarından damarlar bulunur. Ama bu damarlardan bazıları insanda
daha fazla, bazıları daha azdır.
Mesela, bazılarımız edilgen ve bağımlı iken, bazılarımız daha baskın veya çatışmacı olabiliriz. Yani insanları saf bir şekilde "bu ya da şu elementtir" diye ayıramıyoruz. Aşık, sevdiği kimseyi bütünüyle altın zanneder. Hatta o altına altının sahip olmadığı bir kutsallık atfeder. Oysa sevdiğimiz zaman karşımızdakinin olumlu ve olumsuz taraflarını ayrı ayrı, kefenin farklı taraflarına koymayı öğreniriz. Bazen bu kefede olması gereken bir şeyin diğer kefede olduğu durumlar yaşanabilir; ama bunların oranları azdır. Çok büyük hayal
kırıklıkları oluşturmaz sevgi. Hem zaten karşınızdakinin olumlu
özelliklerine odaklandığınız da onu daha çok geliştirirsiniz ve
zaman içinde sevdiğiniz kişi, sevilmeyi daha fazla hak eden biri
haline gelebilir.
Karşılıklı ilişkilerde, "ben senin dürüstlüğünü çok seviyorum" dediğiniz bir insan sizin yanınızda dürüstlüğüne daha çok sarılacaktır. Sevgi, gerçekçi bir şekilde güzellikleri fark etmek ve onları besleyip, büyütmektir. Siz sevdiğiniz insandaki müspet hasletleri, istidatları, neşv ü nema bulacak şekilde besleyebilirsiniz. Sevginin iradî bir seçim olması ve iradi süreçlerce beslenmesi, işte bu demektir. Sevgi zaman içerisinde demlenir ve her geçen gün biraz daha köklenir. Ama aşk zamanla mutlaka solar.
İnsanlarda aşkla birlikte yaşanan duygulardan bir tanesi de, parçalanmışlık ve dağılmışlık duygusu... Biraz evvel duygusal bir kırılma ile sonuçlanacağını bildiğim halde böyle bir duyguyu yaşayabilirim, dediniz. O halde benliğimiz düşüp kırılabilir de aşk sırasında...
Aşkta bir süre kendinizden vazgeçiyorsunuz ve kendinizi merkez
olmaktan çıkarıyorsunuz. Bu durum aslında çok ilginç bir felsefî
arka plana sahip. Yani birbiriyle tam zıt olan iki çekirdek beraber
bulunuyor. Böyle enteresan bir yanı var aşkın. Bir de karşınızdaki
nesneyi ya da özneyi çok fazla seviyorsunuz ve kendi merkezinizi
esas alarak onu kendinize mâl etmek istiyorsunuz. Karşınızdakini
beğenilerinizden yola çıkarak belirliyorsunuz, tabir yerindeyse
yeniden "inşa" ediyorsunuz. Neticede kendi "bencilliğinizle"
oluşturduğunuz şeye de bütün duygularınızı yatırıyorsunuz.
Bu yönüyle baktığınız zaman, son derece egoistçe bir durum. Ama bu
derinliği bir kenara bırakıp, daha yüzeysel haliyle bakarsak, geçici olarak kendi egonuzu ortadan kaldırıp bir başka nesneye ya da özneye bütün hayatını veriyorsunuz. Sizi, o belirliyor. Bu süreçte beğenileriniz, duygularınız, düşünceleriniz, zevkleriniz hızla değişebiliyor. O, "ben bezelye seviyorum" dediği için siz önceden hiç yemediğiniz bezelyeyi sever hale gelebiliyorsunuz. Çünkü bezelye yediğiniz zaman hep aklınıza o geliyor.
Aşık olma potansiyeli bakımından kadın erkek farkı var mıdır? Yoksa
iki cins arasında yakın oranlar mı söz konusu?
Evet, oranlar birbirine yakın. Fakat iki cins arasında bence bir
farklılık var: Erkekler aşkı daha beden ağırlıklı, tensel yaşayabiliyorlar. Kadınlarda duygusal yoğunluğu fazla olan bir aşk temayülü var. İdealizasyon süreci kadınlarda daha güçlü. Erkekler, bedensel ağırlıklı olmasının sonucu olarak daha tutkuyla ama duygusal boyutu daha zayıf şekilde yaşıyorlar aşk tecrübelerini.
Bu sebeple ileriki dönemler için şöyle bir fark çıkıyor ortaya:
Erkek aşk nesnesine eriştiği zaman aşkı hızla tükeniyor ve yok
oluyor. Ama kadın için tam tersi söz konusu. Eğer o duygusal yaşantı
ve yatırım, bir hayal kırıklığı ile un ufak olmazsa, daha da
şiddetlenerek güçlenebilir hisleri. Aşka bedensel boyutun eklenmesi,
kadın için aşkın kuvvetini arttırıcı bir etki yaparken, erkek
açısından çıkıştan sonraki iniş sürecini başlatabilir.
Peki kadınla erkek aşkı yaşayış biçimlerindeki bu farklılık, aşkın
sonucunu etkiler mi?
Evet, erkekler şunu söylüyorlar: "Biz aslında çok iyi geçinip
gidiyoruz. Herhangi bir problem yok, ama hanım yaşadıklarımızdan bir
türlü tatmin olmuyor. Sürekli benden mum yakmamı, çiçek getirmemi
istiyor. Oysa biz artık evli bir çiftiz, bunlara ne gerek var?"
İnsanın en deli dolu olduğu zaman, ergenlik çağı. Bu dönemde
gençler, çok büyük aşklar yaşadıklarını düşünebiliyorlar bazen.
Aileler aşkın pençesine düşmüş çocuklarını bu durumdan kurtarmaya
çalışıyorlar çoğunlukla. İnsanın yetişkinliğe ilk adımlarını attığı
bu süreçte duygu dünyasında neler değişiyor?
Ergenlik dönemi birçok açıdan bir herc ü merc, bir ihtilal dönemi.
İnsanın duygularıyla birlikte hormonlarının da değişmesi, bedensel
yapısındaki farklılaşmalar erişkinliğe geçiş arefesinde bir anafor oluşturuyor. Birçok şey yıkılıyor ve yerine yenileri yapılıyor. Bu dönemde aşkın dışında kişinin duygu dünyasında büyük değişimler yaşanıyor ve bütün bunların sonucu olarak da karşı cinse yönelmede yanılsama eğilimi doruk düzeyde çıkıyor. İşte bu sebeple, tutkulu ama ayakları daha az yere basan aşkları tanımlamak için "liseli
aşklar" diyoruz.
Bu dönemde anne babalar, duygusal yatırımı ve uzlaşmayı çoğunlukla
göz ardı ederek, durumu yalnız somut kriterlerle değerlendirirler.
Bu, yanlıştır. Ama aynı zamanda çocuğun öznel değerlendirmelerini,
yanılsama eğilimini de bütünüyle göz ardı etme, tamamıyla ona teslim
olmak da olmaz.
Bizim uzman olarak anne babalardan farkımız burada ortaya çıkıyor.
Biz, hem onu anlamaya, onun duygularını veri olarak bir tarafa
koymaya çalışıyoruz. Hem de o duyguların içindeki yanılsama
damarlarını ayıklamaya çalışıyoruz. Ailelerin tutumu, daha kategorik
ve toptancı oluyor. Çocuğa hayali olarak kafasında kendisinin
oluşturduğu ve gerçekle çok fazla bağlantısı olmayan resmin
tanıtılmasında anne babaların çok büyük rolü var. Ama ebeveynlerinde
bir eğitim sürecinden geçerek, kendilerini eğitmeleri, bu dönemler
hakkında bilgilenmeleri gerekiyor.
Son olarak aşkla ilgili neler söylersiniz?
Bazen güzel bir rüyayı tekrar görmek için gözlerimizi kapatırız, ama
o rüya geri gelmez. Aşk hakkındaki sözlerimiz de, gördüğümüz bu
güzel manzaranın rüya olduğuna ilişkin bir gerçeği yansıtıyor. Ama
yine de zaman zaman istemli bir şekilde gözlerimizi yumarak, rüyaya
devam edebiliriz. Fakat her rüyadan önce o rüyanın sonucunda bir
hayal kırıklığı yaşayabilme ihtimalimizin de olduğunu kabul ederek
uykuya dalmak gerekir.
Aşık olmak, kötü bir şey değil. İnsanların tecrübe etmeleri gereken
bir durum. Ama aşktan çok daha zor olan bir şey varsa o da, kendi
duygularımızın dışına çıkarak hissettiklerimizi analiz etmek. Yani
kendimize karşı ihtiyatlı olmamız. Bunu bir kayıt ve ihtimal olarak
aklında bulundurur ve sevgi yatırımını buna göre yaparsak, neticede
yaşayacağımız duygu güçlü bir sevgi olacaktır.
Psikiyatri Uzmanı Gıyasettin Ekici ile röportaj
Aşkın anatomisi
Sizce bilim bugüne kadar neden aşktan bu kadar uzak durdu? Ya da onu
görmezden geldi?
Amerika'da psikiyatri profesörü olup, psikiyatrinin kuramsal yapısına büyük katkılarda bulunan, özellikle saldırganlık üzerine araştırmalar yapan, ünlü Psikiyatrist Otto F. Kernberg; "Bir toplantı esnasında arkadaşlarımdan birisi, `Neden bu kadar çok saldırganlık üzerine çalışıyorsun? Biraz da aşk üzerine çalışsana' dedi. Bunun üzerine ben de, `bir gün şartlar uygun olursa, bu işle
ilgileneceğime söz veriyorum' dedim ve işte şimdi ilgileniyorum" diyor. Kernberg, "Bugüne kadar insanın biyolojik tarafıyla ilgili birçok araştırma yapılmış olmasına rağmen, öznel bir yaşantı olan aşk üzerine hemen hemen hiç araştırma yapılmadığını" aşkla uğraşırken fark ettiğini söylüyor.
Aşk, çok öznel bir yaşantı… Bu yüzden de objektif kriterleri yok, tarifi yok. Dolayısıyla bilimsel bir araştırma konusu hiç olmamış. Ancak kuramsal bir takım açıklamalar var.
Peki aşk nasıl bir duygu? Sevgiden farkı ne? Mesela, ne kadar
gerçekçi bir duygu?
Aşk, çok kısa tanımıyla, bir yanılsamadır. Yine Kernberg'in değerlendirmelerine kulak verirsek, "bir körlük noktası ve körlük anıdır. İnsanın ayakları yere bastığında, daha sağlıklı değerlendirmeye başladığında aşk da biter." Aşk bir yanılsamadır ama insanın fiziksel, ruhsal ve duygusal kapasitesini doruğa taşıyan bir tarafı var. O yanılsama içerisinde böyle müthiş bir güç de
kazanabilirsiniz. Aşık olan kişide hormonal düzeyinden tutun, ruhsal
yaşantısındaki derinleşmeler, incelmeler ve nüfuz etmelere kadar çok büyük değişmeler meydana gelir. Aşık, çok duyarlı, derin ve güçlü olur. Başka bir zamanda, maddi ya da manevi anlamda veya ruhsal, fiziksel mânâda asla kaldıramayacağı yükleri kaldırabilir. Böyle
doping tarafı olan, kişiye güç kazandıran bir duygudur.
Aşkın yanılsama tarafı nasıl gözden kaçıyor? İşin başından "gerçek"
olmadığını bildiği bir duygusuna niçin engel olamıyor? Neticelerini
gördükten sonra mı onun bir yanılsama olduğunu fark ediyor?
Hayır, insan başlangıçta aşkın yanılsama olduğunu bilmiyor. Bir psikiyatrist arkadaşımla aşk üzerine konuşurken, şunu fark ettim ki; onun gerçek olmadığını bilseniz de yaşamak isteyebiliyorsunuz. Bunu serap görmek gibi düşünün. Susamışsınız ve gördüğünüz serap içinde susuzluğunuzu gidermek ya da onu hayal etmek, insana çok hoş gelir. Ama siz bunun serap olduğunu bilirseniz, ondan alacağınız doyum ciddi şekilde azalacaktır. Fakat yine de onu farklı bir deneyim olarak algılamak isteyebilirsiniz.
Bu durum özellikle evlilikte çok sık yaşanır. Kişi aşık olur, aşık olduğu insanla evlenir ve çoğunlukla aşk biter. Bundan sonra sevgi başlayabilir ya da başlamayabilir. Ama evlilik olmazsa, bir araya gelinmezse, kafadaki idealizasyon devam edeceği için aşk da devam eder.
Çünkü insanın ayakları hiç yere basmıyordur. Kişi hep o yanılsama içinde devam ediyordur. Kendi kafasında kurduğu, zihninde var etmiş olduğu, birçok olumlu özellikler giydirdiği objeyi ya da nesneyi karşısındaki insanın görünen kimliğiyle maskeler, onu giydirir ve kafasında idealize ettiği kimseye aşık olur. Aslında o kimsenin var olan gerçek insanla çok yakın bir ilişkisi yoktur. Bu yüzden çoğunlukla evlendikten sonra, kavuşmalardan sonra hayal kırıklıkları
olabiliyor.
Son yıllarda insanların aşkı algılama ve yaşama şeklinde bir değişiklik oldu mu? İnsanlar hâlâ aşkı kutsal buluyorlar mı, yoksa her şey "normal dozdadır" diyebilir miyiz?
Aşk, bugüne kadar hep bir kutsallık payesi taşıdı. Ben modern hayatın aşkın büyüsünü biraz kazıyıp, silikleştirdiğini düşünüyorum.
cünkü artık o platonik ve romantik iklimin dışında, daha mekanik,
daha bedenselliğe taşınan bir ilişki eğilimi ortaya çıkıyor. Duygu
ağırlığı daha az. Günümüzde hissedilen şey, somut ilişkilere ve
somut arzulara dayanıyor. Bu anlamıyla bir değişim ve başkalaşım
yaşadığını söyleyebiliriz. Ama yine de bütün zamanlarda aşk var
olacaktır diye düşünüyorum.
Mesuliyetler, evlilikte aşkı öldürüyorsa, çiftler evliliklerini
nasıl yaşamalılar sizce? Yani uzaktan uzağa mı yaşasınlar?
Bir defa şunu belirteyim, evlilik için aşk şart değil. Bu noktada sevgi ile aşkın ayrımına geliyoruz. Aşk, bir yanılsamadır ama sevgi gerçektir. Sevgide kararlılık, aşkta tutku ve sabırsızlık vardır. Sevgi, sağlam temeller üzerine oturur ama aşk uçucudur. Sevgi, iradî bir çabayla oluşturulup, sürdürülebilir.
Ama aşk insanın iradesini esir alır, kişi hipnotize edilmiş gibidir ve bunun farkına bile varamayabilir. Aşık bütün dikkatini ve ruhsal odaklanma halini o nesneye ve o duruma yönelttiği için diğer noktalarda körlük hali yaşar. O tarafta gördüğü de bir körlüktür aslında. Çünkü ona olmadığı kadar çok kıymet vermiştir ve sahip olmadığı değerlere sahipmiş gibi hissetmiştir. Bu tamamen kendi iradesi dışındadır.
Ama sevgi öyle değildir. Sevgiyi, bilinçli, iradî bir şekilde arttırıp, pekiştirebilirsiniz. Bu da her insanı gerçek taraflarıyla görmekle mümkün olur. Çünkü her insanın olumlu ve olumsuz özellikleri vardır. Hiçbir insanın pür olumlu ya da pür olumsuz olamayacağını bilmeliyiz. Her insanda değişik kişilik ve karakter yapılarından damarlar bulunur. Ama bu damarlardan bazıları insanda
daha fazla, bazıları daha azdır.
Mesela, bazılarımız edilgen ve bağımlı iken, bazılarımız daha baskın veya çatışmacı olabiliriz. Yani insanları saf bir şekilde "bu ya da şu elementtir" diye ayıramıyoruz. Aşık, sevdiği kimseyi bütünüyle altın zanneder. Hatta o altına altının sahip olmadığı bir kutsallık atfeder. Oysa sevdiğimiz zaman karşımızdakinin olumlu ve olumsuz taraflarını ayrı ayrı, kefenin farklı taraflarına koymayı öğreniriz. Bazen bu kefede olması gereken bir şeyin diğer kefede olduğu durumlar yaşanabilir; ama bunların oranları azdır. Çok büyük hayal
kırıklıkları oluşturmaz sevgi. Hem zaten karşınızdakinin olumlu
özelliklerine odaklandığınız da onu daha çok geliştirirsiniz ve
zaman içinde sevdiğiniz kişi, sevilmeyi daha fazla hak eden biri
haline gelebilir.
Karşılıklı ilişkilerde, "ben senin dürüstlüğünü çok seviyorum" dediğiniz bir insan sizin yanınızda dürüstlüğüne daha çok sarılacaktır. Sevgi, gerçekçi bir şekilde güzellikleri fark etmek ve onları besleyip, büyütmektir. Siz sevdiğiniz insandaki müspet hasletleri, istidatları, neşv ü nema bulacak şekilde besleyebilirsiniz. Sevginin iradî bir seçim olması ve iradi süreçlerce beslenmesi, işte bu demektir. Sevgi zaman içerisinde demlenir ve her geçen gün biraz daha köklenir. Ama aşk zamanla mutlaka solar.
İnsanlarda aşkla birlikte yaşanan duygulardan bir tanesi de, parçalanmışlık ve dağılmışlık duygusu... Biraz evvel duygusal bir kırılma ile sonuçlanacağını bildiğim halde böyle bir duyguyu yaşayabilirim, dediniz. O halde benliğimiz düşüp kırılabilir de aşk sırasında...
Aşkta bir süre kendinizden vazgeçiyorsunuz ve kendinizi merkez
olmaktan çıkarıyorsunuz. Bu durum aslında çok ilginç bir felsefî
arka plana sahip. Yani birbiriyle tam zıt olan iki çekirdek beraber
bulunuyor. Böyle enteresan bir yanı var aşkın. Bir de karşınızdaki
nesneyi ya da özneyi çok fazla seviyorsunuz ve kendi merkezinizi
esas alarak onu kendinize mâl etmek istiyorsunuz. Karşınızdakini
beğenilerinizden yola çıkarak belirliyorsunuz, tabir yerindeyse
yeniden "inşa" ediyorsunuz. Neticede kendi "bencilliğinizle"
oluşturduğunuz şeye de bütün duygularınızı yatırıyorsunuz.
Bu yönüyle baktığınız zaman, son derece egoistçe bir durum. Ama bu
derinliği bir kenara bırakıp, daha yüzeysel haliyle bakarsak, geçici olarak kendi egonuzu ortadan kaldırıp bir başka nesneye ya da özneye bütün hayatını veriyorsunuz. Sizi, o belirliyor. Bu süreçte beğenileriniz, duygularınız, düşünceleriniz, zevkleriniz hızla değişebiliyor. O, "ben bezelye seviyorum" dediği için siz önceden hiç yemediğiniz bezelyeyi sever hale gelebiliyorsunuz. Çünkü bezelye yediğiniz zaman hep aklınıza o geliyor.
Aşık olma potansiyeli bakımından kadın erkek farkı var mıdır? Yoksa
iki cins arasında yakın oranlar mı söz konusu?
Evet, oranlar birbirine yakın. Fakat iki cins arasında bence bir
farklılık var: Erkekler aşkı daha beden ağırlıklı, tensel yaşayabiliyorlar. Kadınlarda duygusal yoğunluğu fazla olan bir aşk temayülü var. İdealizasyon süreci kadınlarda daha güçlü. Erkekler, bedensel ağırlıklı olmasının sonucu olarak daha tutkuyla ama duygusal boyutu daha zayıf şekilde yaşıyorlar aşk tecrübelerini.
Bu sebeple ileriki dönemler için şöyle bir fark çıkıyor ortaya:
Erkek aşk nesnesine eriştiği zaman aşkı hızla tükeniyor ve yok
oluyor. Ama kadın için tam tersi söz konusu. Eğer o duygusal yaşantı
ve yatırım, bir hayal kırıklığı ile un ufak olmazsa, daha da
şiddetlenerek güçlenebilir hisleri. Aşka bedensel boyutun eklenmesi,
kadın için aşkın kuvvetini arttırıcı bir etki yaparken, erkek
açısından çıkıştan sonraki iniş sürecini başlatabilir.
Peki kadınla erkek aşkı yaşayış biçimlerindeki bu farklılık, aşkın
sonucunu etkiler mi?
Evet, erkekler şunu söylüyorlar: "Biz aslında çok iyi geçinip
gidiyoruz. Herhangi bir problem yok, ama hanım yaşadıklarımızdan bir
türlü tatmin olmuyor. Sürekli benden mum yakmamı, çiçek getirmemi
istiyor. Oysa biz artık evli bir çiftiz, bunlara ne gerek var?"
İnsanın en deli dolu olduğu zaman, ergenlik çağı. Bu dönemde
gençler, çok büyük aşklar yaşadıklarını düşünebiliyorlar bazen.
Aileler aşkın pençesine düşmüş çocuklarını bu durumdan kurtarmaya
çalışıyorlar çoğunlukla. İnsanın yetişkinliğe ilk adımlarını attığı
bu süreçte duygu dünyasında neler değişiyor?
Ergenlik dönemi birçok açıdan bir herc ü merc, bir ihtilal dönemi.
İnsanın duygularıyla birlikte hormonlarının da değişmesi, bedensel
yapısındaki farklılaşmalar erişkinliğe geçiş arefesinde bir anafor oluşturuyor. Birçok şey yıkılıyor ve yerine yenileri yapılıyor. Bu dönemde aşkın dışında kişinin duygu dünyasında büyük değişimler yaşanıyor ve bütün bunların sonucu olarak da karşı cinse yönelmede yanılsama eğilimi doruk düzeyde çıkıyor. İşte bu sebeple, tutkulu ama ayakları daha az yere basan aşkları tanımlamak için "liseli
aşklar" diyoruz.
Bu dönemde anne babalar, duygusal yatırımı ve uzlaşmayı çoğunlukla
göz ardı ederek, durumu yalnız somut kriterlerle değerlendirirler.
Bu, yanlıştır. Ama aynı zamanda çocuğun öznel değerlendirmelerini,
yanılsama eğilimini de bütünüyle göz ardı etme, tamamıyla ona teslim
olmak da olmaz.
Bizim uzman olarak anne babalardan farkımız burada ortaya çıkıyor.
Biz, hem onu anlamaya, onun duygularını veri olarak bir tarafa
koymaya çalışıyoruz. Hem de o duyguların içindeki yanılsama
damarlarını ayıklamaya çalışıyoruz. Ailelerin tutumu, daha kategorik
ve toptancı oluyor. Çocuğa hayali olarak kafasında kendisinin
oluşturduğu ve gerçekle çok fazla bağlantısı olmayan resmin
tanıtılmasında anne babaların çok büyük rolü var. Ama ebeveynlerinde
bir eğitim sürecinden geçerek, kendilerini eğitmeleri, bu dönemler
hakkında bilgilenmeleri gerekiyor.
Son olarak aşkla ilgili neler söylersiniz?
Bazen güzel bir rüyayı tekrar görmek için gözlerimizi kapatırız, ama
o rüya geri gelmez. Aşk hakkındaki sözlerimiz de, gördüğümüz bu
güzel manzaranın rüya olduğuna ilişkin bir gerçeği yansıtıyor. Ama
yine de zaman zaman istemli bir şekilde gözlerimizi yumarak, rüyaya
devam edebiliriz. Fakat her rüyadan önce o rüyanın sonucunda bir
hayal kırıklığı yaşayabilme ihtimalimizin de olduğunu kabul ederek
uykuya dalmak gerekir.
Aşık olmak, kötü bir şey değil. İnsanların tecrübe etmeleri gereken
bir durum. Ama aşktan çok daha zor olan bir şey varsa o da, kendi
duygularımızın dışına çıkarak hissettiklerimizi analiz etmek. Yani
kendimize karşı ihtiyatlı olmamız. Bunu bir kayıt ve ihtimal olarak
aklında bulundurur ve sevgi yatırımını buna göre yaparsak, neticede
yaşayacağımız duygu güçlü bir sevgi olacaktır.