Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Aşka Dair

hasret

New member
Katılım
26 Kas 2006
Mesajlar
709
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
AŞKA DAİR


Allah’ın kullarına bahşeylediği en büyük nimetlerden ve emanetlerden biri de aşktır. Çünkü diğer emanetlerin manasının ve değerinin anlaşılabilmesi için gereklidir AŞK..

Aşk kazanmaktır; önce Cenâb-ı Mevlamız’ı, Resulü’nü, sonra; sahabeyi, Allah dostlarını, sonra kendimizi, sonra herkesi; her insanı ve her canlıyı…

Aşkın küçük kardeşinin adıdır Sevda!

Dertlerinin derdini etrafında değil kendinde bulduğunda ve kendini keşfettiğinde, benlik dağını aşıp “biz” köprüsünden geçerek “O ” na ulaştığında AŞK olacaktır onun adı da…

Çünkü aşk; sabır ilacını yüzü buluşturmadan içmek, acıyı bal eylemektir.

Gölgeye kaçmadan güneşi, şemsiye açmadan yağmuru, pencereyi kapatmadan fırtınayı sevmektir.

Sevda, engin maviliklerde nazlı uçuşları ile yaradılışlarının güzelliğini sergileyen kelebek kanatlarındaki nakışların büyüsüne kapılmaktır…

Aşk; güle inat, güle sevdalılara inat, kayaları delerek boynunu dimdik uzatan bir kır çiçeği edasıdır.

Karlara, kışa inat, buzların arasından baharı müjdeleyen kardelenlerin azmidir.

Sevda; tarladaki buğday başaklarının elele tutuşarak rüzgârla dans etmeleri, hasat mevsimine kadar özgürlüklerinin tadını alabilme mutluluğudur.

Aşk, istiridye kabuğunun içindeki incinin saflığı ve beyazlığıdır.Kırkikindi yağmurlarının tek rengine rağmen alaim-i semanın[gökkuşağı] yedi rengini yeryüzüne boca etmsine eş; yedi renkli yüreğimizin gözlerimizdeki tek rengin- gözyaşının renginin- adıdır sevda…

Yunus (a.s.)’yı karnında taşıyan balığın aldığı emre itaatidir. Ebabil kuşlarının fil ordusuna karşı kazandığı zaferdir.

Aşk; Hatemü-l Enbiya’yı gönüller sultanını ve O’nun ashabını düşmanlarından koruyan örümceğin ağları ile ördüğü perdede gizlidir.

Aşk; gönül ile gözü, akıl ile iradeyi “hüve” (O) çizgisinde birlikte yürütebilme inancı ve O’na (c.c.) ulaşma arzusudur.
 
Z

zeynep_hearty

Guest
rabbim razı olsun yalnız bir nokta dikkatimi çekti musa as balık taşıdımı ?(merak ettiğim için soruyorum hiç duymamıştım hata ise cahilliğimdendir) selam ve du ile..
 
Z

zabotek

Guest
rabbim razı olsun yalnız bir nokta dikkatimi çekti musa as balık taşıdımı ?(merak ettiğim için soruyorum hiç duymamıştım hata ise cahilliğimdendir) selam ve du ile..

yunus balığı değilmiydi taşıyan.. ayrıca şimdi iyimi bende musa a.s mıydı orda takıldım iyiimi
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
rabbim razı olsun yalnız bir nokta dikkatimi çekti musa as balık taşıdımı ?(merak ettiğim için soruyorum hiç duymamıştım hata ise cahilliğimdendir) selam ve du ile..

balık musa a.s. değil, yunus a.s. taşımıştır, bu yazıda kardeşimiz paylaşımda bulunduğu için manası itibariyle ayrıntıları görmemiştir, ama oda bunu bilmektedir, bu nedenle taşınan bir Allah resuludur bunuda not düşüyor, bu denle manalı bir paylaşım yaptığı için şahsına teşekkür ediyorum. ve bu konu sayesinde yunus a.s. ı da anmış olduk. Rabbim şefaatine bizleri nail etsin... yunus a.s. balığın karnındayken;

Hazret-i Yunus İbn-i Metta Alâ Nebiyyina ve Aleyhissalâtü Vesselâm'ın münacatı, en azîm bir münacattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır. Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette

لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ

münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur. Şu münacatın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünki o halde ona necat verecek öyle bir zât lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem

(Orjinal Sayfa:4)

geceye, hem cevv-i semaya geçebilsin. Çünki onun aleyhinde "gece, deniz ve hut" ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine müsahhar eden bir zât onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faideleri olmazdı. Demek esbabın tesiri yok. Müsebbib-ül Esbab'dan başka bir melce' olamadığını aynelyakîn gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münacat birdenbire geceyi, denizi ve hutu müsahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hutun karnını bir taht-el bahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağ-vari emvac dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, Kamer'i bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdid ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.

İşte Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müdhiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünki onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'a iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbib-ül Esbab olan Rabbimize iltica edip

لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ

demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki; gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def'edecek yalnız o zât olabilir ki; istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz'dan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak, hâşâ, Zât-ı Vâcib-ül Vücud'dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdad edemez ve halaskâr olamaz. Madem hakikat-ı hal böyledir. Nasılki Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'a o münacatın neticesinde hutu ona bir merkûb, bir taht-el bahir ve denizi bir güzel sahra ve gece mehtablı bir latif suret aldı. Biz dahi o münacatın sırrıyla

(Orjinal Sayfa:5)

لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ

demeliyiz. َ

لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ

cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz. Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur'anın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılab etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvacı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur'an-ı Hakîm'in tezgâhında yapılan bir sefine-i maneviye hükmüne geçen hakikat-ı İslâmiyet içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur'anla, o terbiye-i Furkaniye ile; nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibariyle sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizazatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor. Ve nasılki hurdebinî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasılki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasılki küçük bahçesini sever, öyle de hadsiz ebedî Cennet'i dahi müştakane sever. Elbette böyle bir insanın Mabudu, Rabbi, melcei, halaskârı, maksudu öyle bir zât olabilir ki, umum kâinat onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvari (A.S.)


لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ demeye muhtaçtır.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
 
Z

zabotek

Guest
evet bu açıklama iyi oldu.. çünki:unutmaya yüz tutmuş bizde.. ama musa as olmadığını iyibiliyordum...
 

hasret

New member
Katılım
26 Kas 2006
Mesajlar
709
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
Rabbim hepinizden razı olsun arkadaşlar...
özür dilerim arkadaşlar Yunus (a.s) yerine Musa (a.s) yazmışım...
aslında biliyordum Yunus (a.s) olduğunu dalgınlığıma geldi...
Ayrıca uyardığınız için tşk ederim Zeynep kardeşim...
Seyfullah kardeşim yaptığınız açıklama içinde Rabbim razı olsun....
 
Üst Alt