Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Anlama Faaliyetinin Kavramsal Araçları ve Kur'an'ı Anlamak

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
A. ANLATAN-ANLATIM-ANLATILAN

Anlama faaliyeti ,`anlam` ın ortaya çıktığı süreçtir ve bu nedenle bir ucunda `söyleyen` in (muhatıbın), diğer ucunda da `kendisine söylenen`in (muhatabın) bulunduğu iki yönü vardır. Anlatan özneden hareketle bu çaba `anlatım` (hitap) adını alır ve anlatılan`ın kavranması, anlatım` ın kavranmasıyla da alakalıdır. Anlam ise Bu iki tarafın (söyleyen ile kendisine söylenen) arasında, yani `söylenen` dedir.söyleyen taraf, anlam`ı iletmek isteyen( hitap eden) taraf olduğundan, `anlatan` konumundadır;söylenen de `anlatılan`.

B. ANLAYAN-ANLAMA-ANLAŞILAN

Anlama faaliyetini, `anlamın ortaya çıktığı süreç` şeklinde tanımlamış ve fakat anlatan özne` den hareketle bu çabanın `anlatım` adını aldığını söylemiştik. Bu çaba anlayan özne` den hareketle adlandırıldığında artık anlama adını alır ne ilgili sürecin `anlama süreci` şeklinde nitelenmesinin sebevi, dolaylı (ikincil) muhatapları gereğincedir. Kendisine söylenen tarafa gelince, o,`anlam`ı elde etmek isteyen tarafa olduğundan, `anlayan` (anlamak isteyen) konumundadır; söylenen de `anlaşılan`

C. DOĞRU ANLAM-YANLIŞ ANLAM

Ortada bir anlatım bir de anlaşılan varsa ve bu ikisi birbirine tekabül etmiyorsa, yani anlatılan ile anlaşılan farklı anlamlar içeriyorsa ya da ortada biranlatılan ve fakat birden fazla anlaşılan varsa ve bu anlaşılanlar birbirinden farklıysa hiç kuşku yok ki bu takdirde ortada bir yanlış anlam(a) var demektir. O halde anlamın doğruluğunun ölçüsü nedir? Ya da, `doğru anlam` hangisidir: anlatılan mı, anlaşılan mı?

D. SÖZ`ÜN TABİİ BAĞLAMI

Söz’ün Tabii Bağlamı
Anlam’ın doğru veya yanlış olmasının söz konusu oldığu her durumda, anlam’ı doğrulamak ihtiyacı ortaya çıkar. Anlam, (onu) anlatan’ın ilettiği birşey olduğundan, doğru anlam anlatılan’dan ibarettir; yani anlam, ancak anlatan’a sorularak doğrulanabilir. Söylenen söz anlaşılmadığında ya da yanlış anlaşıldığında, anlam’ı doğrulayacak tek mercii anlatan’dır. Şayet söyleyen’e “ne demek istiyorsun?” diye sorulamıyor ve anlaşılanların hangisinin doğru olduğu, bizzat onun işaretiyle tasdik edilemiyorsa, söz’ün tabii bağlamına başvurmak gerekir. Tabii bağlam ise; söylenen (ne söylendiği), kendisine söylenen (kime söylendiği), söylenme sebebi (niçin söylendiği), söz’ün zaman ve mekanı (ne zaman ve nerede söylendiği) gibi elamanlardan oluşur.
Söz’ün sahibine ‘ne demek isyorsun?’ diye sorulamadığında, ister-istemez söz hakkında “bu (söz) ne anlama geliyor?” suali sorulacaktır ki işte bu durumda doğru anlam’ı kur(tar)mak için söz’ün tabii bağlamı’na ihtiyaç var demektir. Söz’ün tab’i bağlamı çerçevesi zikredilen elemanlar ile herşeyden önce söz’ün orjinal formu, ilk muhattabları, ilk işlevi, ilk zamanı ve ilk mekanı kastolunmaktadır.

Anlam’ın mahfazası mevkiindeki orjinal form (lafız) sabit olmadığında artık anlam da ortada değil demektir. Nitekim burada Tevrat ve İncil’in orjinal lafızlarına duyulan ihtiyacın önemi hatırlanmalıdır.

İlk muhataplar da önemlidir ve doğru anlam onların anladıklarıdır; zira yanlış anlasalardı, anlatan özne buna müsaade etmez ve anlaşılan’ı doğrulamayarak onu yeniden ifade ederdi.

Kısaca söz’ün tabii bağlamı, anlam’ı muhafaza eden en emin merciidir ve anlaşılan, anlatan’a başvurularak doğrulanmadığı takdirde, ancak merciilere başvurulmak suretiyle doğrulanabilir. Değilse, ne olsa gider!

Kelime-cümle ilişkisi
Kelime -çok anlamlı olmasına rağmen- her farklı kullanımında sadece o kullanım için bir tek anlam verir. Şayet bu esasa dikkat edilmez ve kelime’nin ‘çok anlamlı’ oluşu bahane edilerek(farklı bağlamlarda kazandığı) bütün anlamlar kelime’nin üstüne boca edilirse, ‘çok anlamlılık” anlamsız hale gelir.

Buna mukabil, kelime, -bir cümlede geçmesine rağmen- her farklı kullanımında ‘her kullanımı için’ farklı anlamlar verebilir. Şayet kelime’nin bu özelliğine dikkat edilmez ve yetersizlik (bilgisizlik) nedeniyle anlam tek’e indirgenirse, bu sefer ‘çok anlamlılık’ bir işe yaramaz ve anlam fasid olur.

Kelime cümle’nin içerisine dahil edilmeden önce -tabiri caizse- özgürdür. Onu cümleye dahil eden, artık onun ifade edeceği şeyi de tayin etmiş demektir. Muhatab, kelimenin o cümleye girmeden önceki anlamlarının ya da -daha doğru deyişle- başka cümlelerdeki anlamlarının dökümünü yapmak suratiyle anlamını tayin edemez, sadece tahmin edebilir. Anlamı tayin eden, o anlamı muhatabına iletmek isteyen olduğuna göre, doğru anlam, ona formunu veren kimsenin kastettiği anlamdır; o gerçek formunu kelime’nin müşterek kullanımına değil, kelime’nin geçtiği cümle(ler)de bulur, çünkü her cümle onu kullananın mührünü taşır.

Evet, sözcük söz’ün bütünlüğü dışında bir anlam ifade etmez! Sözcükler söz’ün bütününden koparılıp tek başlarına bırakıldıklarında, varlıkla ilişkileri kesilir ve ‘anlam içerikleri’ni kaybederler. Sözcük, anlamını (delaletini) sözün bütünlüğü içerisinde kesinleştirir, kesinliğini, içine dahil olduğu bütün’den (dizge’den) alır. Nasıl ki doğa’da hiçbir nesne kendi başına varolmazsa, varolamazsa, sözcükler de söz’ün bütünü dışında kendi başlarına varolamazlar.

Her sözcük ancak söz’ün bütünü içinde anlamlıdır. Çok anlamlı oluşu; bütün dışına itildiğinde, tek başına iken sözcüğün delaletini belirsizleştirir, silik hale getirir, anlamın buharlaşmasına yol açar ve nihayet anlamı(nı) tümüyle yok eder. Fakat sözcük bir dizge’nin, bir bütün’ün içinde yer alır almaz, anlamı tebellür eder, kuvvetlenir ve kesinleşir. İçine dahil olduğu dizgelerin miktarının artması, hiç kuşkusuz sözcüğü ‘çok anlamlı’ kılacak, sözcüğün anlamını, anlamlarını (delalet yollarını) zenginleştirecektir; ancak sözcüğün dahil olduğu her dizge, her deyim, her deyiş, her dafasında onun anlamını belirleyip kesinleştirecektir.

Dildeki bir öğenin anlamı, onun öteki birimlerle kurduğu ilişkilerle belirlenir. Sözcük, dahil olduğu dizge içerisinde birlikte kullanıldığı, bağdaştırıldığı diğer öğelerle bir örgü oluşturur ve zorunlu bir biçimde bu örgü tarafından çerçevelenir.
Sözcükten büyük birimleri, cümleleri ele aldığımızda, bunlarda da belli bir anlamın kesinleşmesinin sözceye ve konuya bağlı olduğunu görürüz. Bir başka deyişle, cümlenin anlamı, içinde yer aldığı konuşma zincirine, belli bir metne göre belirlenir. Bu belirlenme sırasında durum ve koşullar da etkili olur. Bir dilde bir sözcüğün sözlük anlamlarının çeşitli oluşu, o sözcüğün, dahil olduğu dizge içerisinde bu anlamların hepsini birden ifade edeceği, edebileceği anlamına gelmez. Bu nedenle söz’ün gücü, başka bir deyişle ‘söz’ün bütünlüğü’, sözcüğün her kullanımında baskın çıkarak onun anlamlarından birini tayin eder ve anlam kargaşası en nihayet söz’ün bütünlüğünde son bulur. Söz’ün gücünün sırrı da işte onun bu özelliğinde; yani bütününde, bütünlüğünde saklıdır.

E. ANLAMIN ÖZNELLEŞTİRİLMESİ

Anlamak isteyen özne`nin Anlama faaliyetinin tek öznesi kabul edildiği durumlarda, anlatılan`ı öznel kılan bir durum ortaya çıkar. Öznelliği daha başlangıçta itiraf edilmiş bir anlam`ın doğru anlam olduğunu savunmak mümkün olamayacağından, o halde yapılacak iş , anlamın doğruluğu bir kenara itilerek onun öznelliğini savunmak olacaktır..bu yakalşım öyle ilginç neticeler doğurmuştur ki, zaman zaman Kur`an`ın söylediği unutulmuş, anlamak isteyen`in ne duymak istediği önemli hale gelir olmuştur. Öyle ki Kur`an`da insanoğlunun aya gidebilme imkanlarının mevzu edildiği bile söylenmiştir. Oysa bu konu Kur`an`ın mevzu edebileceği bir husus değildir, zira;

1. Muhataplarını sıratı mustakim`e hidayet etmeyi amaçlamış bir hitap`ın maksadı açısından önemli değildi,
2. Kur`an`ın nazil olduğu dönemdeki muhatapları açısından ise anlamlı değildi.

Kur`an`ı Kerim, modern dünyanın sahip olduğu bir takım değer ve anlayışların tahammül edemeyeceği (!) bazı hükümler içeriyorsa ve bu hükümler Kur`an adına günümüz insanlarına `açıklanabilir` ve tabii ki `savunulabilir` standartlara sahip değilse, daha doğrusu bu hükümler, mü`minlerce anlaşılabilir olmaktan çıkmışsa, ne yapılmalıdır?`işinize gelirse... Rabbimiz böyle diyor` (=anlam, neyse odur) mu denilecek? Yoksa anlamadığımız, anlayamadığımız bir ibare `anlayabileceğimiz` bir forma mı transfer edilecek?

İşte bu noktada bizce tartışılması gereken husus, anlam`ın kendisi, dolayısıla böyle bir anlamın nasıl verildiği yerine, niçin bu anlama ihtiyaç duyulduğu, bir bakıma anlam verme`nin mantığı olmalıdır, zira anlam`ı doğrulamanın ölçüsü önümüze konan filolojik delller değil, arkada kalan sebeplerdir.

Anlatılan`ın, ona muhatap olanlarca öznelleştirilip anlaşılan haline getirilmesi ve her muhatabın bu işlemi kendisi için ve yeniden gerçekleştirerek, metinden hareketle `yeni anlam dünyaları` üretmesi, sonra da bu zenginliğin, anlatılan`ın çokanlamlılığa (aslında, farklı yorumlara) imkan veren yapısından kaynaklandığını öne sürerek çokanlamlı bir söz`ün çok şey söylediğini bir marifetmiş gibi ilan etmesi.. kısaca bütün bu gayretkeşlikler, aslında anlamın doğruluğunu değil, öznelliğini meşrulaştırmak yolundaki girişimlerdir, amaçları da anlam karşısında (onu anlamak konumundaki) özneyi tabi olmaktan çok metbu olmaya, açıklanan/yorumlanan olmaktan açıklayıcı/yorumlayıcı olmaya terfi ettirmekten ibarettir.

F. ANLAMLARIN ANLAMSIZLIĞI

Kanaatimizce bu gayretkeşliklere verilecek en uygun cevap, esas itibariyle Kur`an`ın müfesser değil, bizatihi müfessir bir kitap olduğunu hatırlatmak şeklinde olmalıdır.

`Farklı anlamlar`-sanılanın aksine- birbirlerini tamamlayan, müşterek anlam`ı kuran elemanlar olarak değil, birbirlerini iptal eden, yok etmeye çalışan virüsler gibi iş görür. Farklı gönderilerde bulunduğu kabul edilen bir söz, (tek) bir yere gönderide bulunuyor olmayacağından, aslında hiçbir yere gönderide bulunmuyor demektir. Başka bir deyişle `birçok anlama gelen bir söz, hiçbir anlama gelmez`.

ANLAMA FAALİYETİ VE KUR`AN`I ANLAMAK

Kur`an tebliği doğrultusundaki bir dini tefekkürü(sahih bir imanı) ve bir dini yaşantıyı(amel-i salih`i) gerçekleştirmek öncelikle onun öğretisini sağlıklı olarak anlamakla, kavramakla gerçekleşir. Kur`an`ı nasıl anlayabilecekleri hakkında bir fikre sahip olmayanlardan, Kur`an`ın kendilerine ne dediğinin farkında olmalarını beklemek, gereğiden fazla iyimser davranmak demektir.
Kur`an 610 ve 632 yılları arasında Rasulullah Muhammed(a.s)`a inzal olmuş bir kitaptır. Muhammed(a.s) ve onun muhatabları Kur`an`ı sözlü olarak işitiyorlardı. (bak.96:1,3, 7:204,31:7,20:13,41:26,6:25,86:51) Vahiy katipleri onu yazıya geçiyorlardı. Buradan şu sonuçları çıkarabiliriz. Birincisi, Kur`an lafzen mütevatir`dir yani Muhammed(a.s) ağzından duydukları gibi yazılıyordu ve ezberleniyordu. Bu şekilde milyonlarca insan tarafından metni okunarak, ezberlenerek bize kadar ulaşmıştır. İkinci bir sonuç ta şu olabilir. Hadis metinleri Kur`an gibi Muhammed(a.s)`ın ağzından çıktığı gibi yazıya geçirilmemiştir. Sahabi`ler anladıklarını rivayet etmişlerdir. Ayrıca hadislerin yazıya geçirilmesi Muhammed(a.s)`dan iki, üç yüzyıl sonra olmuştur. (kulaktan kulağa oyununu hatırlayın) Bu metinlerin sıhati Kur`an`dan mutlaka onay almalıdır.

Kur`an`ın muhatabları;

1. İlk muhatablar: Rasulullah ve arkadaşları.
2. Dolaylı muhatablar: Rasulullah`ın yaşı küçük arkadaşlarını görmüş olanlar veya onlardan sonraki kişiler.( Tabiin)
3. Modern muhatablar: Bizler, olmak üzere üç kısıma ayrılabilir.İlk muhatablar Kur`an anlamışlardı veya yanlış anlamamışlardı.

Eğer yanlış anlasalardı, anlaşılması için tekrar edilirdi. O halde ilk muhatabların anladıkları doğru anlamdır. Bunun yanında Kur`an lisanen Arabiyyen mübin`dir yani dili apaçık Arapça`dır.(bak.16:103) Kur`an orijinal metin olarak bize de Arapça ulaşmıştır.Rasulullah(a.s)`ın diliyle kolaylaştırlmış(bak.54:17,22,32,40,93:58,19:97) ve Allah`ın Kelamı`dır.(bak.9:6,2:75, 48:15,7:144). Bağlarsak Kur`an Arapça bir Lisan(dil) ve Allah`ın kelamıdır(söz`ü).

Anlamak

Anlam`ın doğru veya yanlış olmasının söz konusu olduğu her durumda, anlam`ı doğrulama ihtiyacı ortaya çıkar. Anlam,(onu) anlatan`ın ilettiği birşey olduğundan, doğru anlam anlatılan`dan ibarettir; yani anlam, ancak anlatan`a sorularak doğrulanabilir. Şayet söyleyen`e "ne demek istiyorsun?" diye sorulamıyor ve anlaşılanların hangisinin doğru olduğu, bizzat onun işaretiyle tasdik edilemiyorsa, söz`ün tabii bağlamına başvurmak gerekir. Tabii bağlam ise; Söyleyen (ne söylediği), kendisine söylenen (kime söylendiği), söylenme sebebi (niçin söylendiği), söz`ün zaman ve mekanı (ne zaman ve nerede söylendiği) gibi elemanlardan oluşur.

Söz`ün sahibine "ne demek istiyorsun?" diye sorulamadığında, ister istemez söz hakkında "bu (söz) ne anlama geliyor?" suali sorulacaktır. Söz`ün tabii bağlamı çerçevesinda zikredilen elemanlar ile herşeyden önce söz`ün orijinal formu, ilk muhatabları, ilk işlevi, ile ilk zamanı ve ilk mekanı kast olunmaktadır.
Orjinal form(lafız) sabit olmadığından artık anlamda ortada değildir. (Orijinal form Arabçadır)
İlk muhatablar da önemlidir(Ashab) ve doğru anlam onların anladıklarıdır; zira yanlış anlasalardı, anlatan özne buna müsaade etmez ve anlaşıllan`ı doğrulamayarak onu yeniden ifade ederdi.
anlam`ın doğruluğu;

a- Ne söylüyor, neyi söylüyor?
b- Niçin söylüyor? (Bundan maksadı, muradı nedir?)
c- Kime söylüyor? (Kime sesleniyor, kimi muhatab alıyor?)
d- Nerede ve Ne zaman söylüyor?
e- Nasıl söylüyor? Kur`an (maksad ve muradını) nasıl söylüyor? (söylemek istediğini, nasıl ve ne surette ifade ediyor?) sorularına cavap verilerek onaylanır.

Anlamanın nesnesi: Kur`an, Anlamanın öznesi: Bizler. Bizler nesnel bir anlamadan söz edebiliriz, öznelci anlama muhataplara göre değişmektedir. Anlama`da Kur`an merkezdedir.

Bir kelimenin, kullanıldığı dil içerisinde `çokanlamlı` lafızlardan biri olması, o kelimenin içerisinde (aynı yer ve zamanda) birden fazla anlam taşıdığını göstermez.(bak.22:46,24:43,44,30:55). Kelime -çok anlamlı olmasına rağmen- her farklı kullanımda sadece o kullanımı için bir tek anlam verir. Kelime -bir cümlede geçmesine rağmen- her farklı kullanımında "her kullanım için" farklı anlamlar verebilir. Şayet kelimenin bu özelliğine dikkat edilmez ve yetersizlik (bilgisizlik) nedeniyle anlam tek`e indirgenirse, bu sefer "çok anlamlılık" bir işe yaramaz ve anlam fasid olur. Ör."Elin haylazının elinden tutup adam etmek elimde değil", "O kahvede halis kahveden mis gibi bir kahve içtik.", " Dışarıda yüz kişi bekliyor, Güzel bir yüzü var, He sabah onbeş dakika yüzerim, Hayvanın derisini yüzdüler","Birine elaçmak, bir şeye elkoymak, bir şeyi elde etmek, birine elvermek, bir şeyhten el almak, bir şeye elsürmemek, bir işe elatmak, bir şeyi elden çıkarmak, bir şey elinde olmak, birini ele vermek, bir şeyden elçekmek, birine eletmek" (örnekler Türkçe`de seçilmiştir)

Anlam ve Zaman: Kur`an`ın nazil olduğu zamanı dikkate almadan yapılan yorumlar, anlama faaliyetinin henüz daha başında iken doğru anlam`ı elde etmede başarısızlığa mahkum olmuş yorumlardır. Zaman anlam`ın en kuvvetli bağıdır.
Yazı dili- konuşma dili; Kur`an ilk muhatablarına konuşma diliyle seslenmiş bir kitaptır.(bak.96:1,3, 7:204, 31:7, 20:13, 41:26, 6:25, 86:51) Kur`an muhatablarına okunan ve muhatablarınca işitilen bir kelamdır; yani yazılan ve dolayısıyla muhatablarından okunması istenen "yazılı bir bildiri" değil, bilakis söylenen ve muhatablarından kendisine "kulak verilmesi" istenen bir söz`dür. Kur`an`ı dinleyenleri için söz konusu olmayan birtakım problemlerinin okuyucuları için sözkonusu olduğunu söylemek mümkündür. Sözgelimi Kur`an`daki tekrarlar, zamirlerin yer değiştirmesi (birinci tekil şahıstan üçüncü tekil şahsa intikaller, vb.), konudan konuya geçişler, zikredilmediği halde, yani suali ortada olmadığı halde verilen cevaplar, isimle değil, zamir yoluyla yapılan atıflar, hazıflar, zamanı ve mekanı zikredilmediği için tahmin edilmek durumunda kalınan meseleler, niçin dile getirildiği bilinmeyen izahlar, kısaca ilk dinleyicileri için sorun teşkli etmeyip dolaylı (ikincil) muhatablarının ihtiyaç duyduğu tabii bağlamın elemanları... bütün bunlar, esas itibariyle konuşma dili`nin yapısından kaynaklanan ve hitabı yazılı metinden okumak durumunda olanlar için anlam ifade eden sorunlardır ve Kur`an`ın anlaşılması maksadıyla yazılan Tefsirler de zaten bu boşluğu doldurmayı hedeflemişlerdir.

Kur`an yorumlarına meşrûiyet kazandıran ilkelerin tespiti önemlidir; zira, "okur`a tanınan özgürlük" adına Kur`an-ı Kerim`in bildirdiği mesajı `saptırmak` ya da daha doğru bir deyişle `murad-ı İlahi` kavramını `unutturmak` isteyenlere ancak bu şekilde mâni olunabileceği öngörülmektedir. Kendisine istinad edebileceğimiz `ilkeler` gösterilmedikçe, dileyen dilediği bir biçimde Kur`an`ı konuşturur ve o zaman da hiç kimse, "okur`a tanınan özgürlük" gereği, metin`den onay almamış olsa bile bu yorumlara çıkma gücünü kendisinde bulamaz.

Allah Teâlâ`nın irad ettiği (söylediği) bir söz varsa, bu sözle murad ettiği (söylemek istediği) bir mana da var demektir.Kur`an-ı Kerim`in Allah`ın muradının bir ifadesi olduğunda ise kuşku yoktur. O halde Arap diline uygunluğu gösterilmedikçe, hiçbir yorum Allah`ın muradını temsil edemez; zira Allah Teâlâ, muradını bu dil`de, bu dil vasıtasıyla beyan etmiştir. İkincisi , Allah`ın muradını temsil etmek iddiası taşımadığı sürece, hiçbir yorum salt Arap dili`nden örnekler getirmek suretiyle ve pek tabii ki kerameti kendinden menkul bir biçimde meşrûiyet iddiasında bulunamaz. O halde Kur`an`ın lafız ile manasının, birbirinin lazımı-melzumu olduğunu söyleyebiliriz. Kur`an, Allah`tan sakınan herkese(2:2) ve tüm insanlara (2:185) rehberlik etmek üzere rabb`ul-âlemin tarafından indirilmiş bir kelâm-ı ilahi olmak hasebiyle, rehberlik görevini dün olduğu gibi buğün de icra edecek kuvvettedir. Peki, Kur`an`ı sağlıklı bir biçimde anlayıp kavramak nasıl mümkün olacaktır? Bunun yolu yordamı, bir usûlü esası, kaideleri kuralları var mıdır?Bir Kur`an ayetinin hangi anlama geldiğini bilmek isteyeceklerin, öncelikle ayetin nasıl ve niçin o anlama geldiğini bilmeleri gerekir. Çünkü anlama`nın konusu olan Kur`an ile anlama`nın kendisi hakkında açık-seçik bir tasavvura ulaşıl(s)madığı, lafzın mânâya delâlet yolları, anlama esnasında nelerin olup bittiği, kısaca anlama`nın ilkeleri bilin(e)medği takdirde, bir ayetin anlamının, o ayetin doğru ve/veya yanlış anlamı olduğu kesinliz kazan(a)maz. Kesinliğin olmadığı yerde, doğru ya da yanlış anlam`dan söz edilemez. Doğru ya da yanlış anlam`dan söz edilmediği yerde ise -hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki- bir anlam`dan sözedilemez!

Kur`an`ı anlama`nın ilkeleri
"Kur`an`ı anlamak" ne demektir? (`Kur`an`ı anlamak" ne`yi anlamak demektir?)

1. Metin (Kur`an metni nasıl bir metindir?) ve tasavvur(Kur`an nasıl düşünülüyor? ): Metnin muhatabı, metnin kendisini nasıl düşünüyor, nasıl düşlüyor ise, metnin içeriğini de bu düşünceine uygun bir yoruma tâbi tutar; tıpkı metni `çağının bir ürünü bir hasılası` kabul edenlerin onu kendisine ilişkin böyle bir tasavvurdan hareketle yorumladıkları gibi. Farklı muhatapların yorumları da farklı olacağından, biribirinden farklı yorum-tiplerinin doğması kaçınılmazdır. Karmaşa, -sanıldığını gibi- evvelemirde bu yorumların, yorum-tiplerinin kendilerinden, başka bir deyişle muhatabların, metni yorumlayışlarında, yorum biçimlerinde ortaya çıkmaz; bilakis karmaşa, muhatabların metne, metnin yapısına ilişkin tasavvurlarından doğar, yorumlar da bu tasavvurâta uygun olarak öne sürülür. Yorum-tiplerine yönelik köklü bir eleştiri, metnin yorumlarını değil, öncelikle metne ilişkin tasavvurları hedef almalıdır. (ör. Müsteşrikler için(batılılar),Kur`an`ı yahudi veya Hristiyan geleneğininden esinlenmiş bir kitap olarak veya Muhammed`in uydurdukları sözler gibi tasavvur etmek. Müslümanlar için, muska yazmak, fal açmak, Kur`an`ın bizim bilmediğimiz batıni yorumları olduğu gibi tasavvuf ehlinin yorumları, günümüzde modern bilimin verileriyle ayetleri yorumlamak, be harfinin altındaki noktanın binlerce tefsirinin yapılabileceği, Kur`an`ın 19 rakamıyla kodlandığı v.b. görüşler muhatapların metni nasıl tasavvur ettikleri ile ilgili örneklerdir..)

Anlama faaliyeti de önce metne ilişkin önkabullerden başlar, sonra bu önkabullerin yorum adı altında tutarlı birliklere dönüştürülmesiyle neticelenir. Anlam da bu sürecin sonundaa ortaya çıkar.

2. Otoriter Yorum ya da Otoritelerin Yorumu(Kur`an`dan çıkardığımız yorumlar hem bizi hem de karşıtlarımızı da ikna etmelidir): Kur`an`a dayalı her söylem, meşrûiyetini, sadece kendisine inananların kabullerinde bulmamalı, karşıtlarınca yöneltilen itirazları da geri çevirebilmelidir. Bu ise söylemin, dayandığı kavramların ve bu kavramlardan hareketle elde ettiği esasların hesabını vermesiyle mümkün olur. Oysa ilahi dinlerin vaz`ettikleri esaslar ilzam edicidirler; sadece inana kesimleri değil, karşıtlarının da kendilerini kabul etmelerini isterler; zira güçlerini muhataplarının zaaflarından değil, hakkı, hakikati kavramak konusundaki müşterek kabiliyetlerinden alırlar. Açık-seçik bilgiler adıyla halkın önüne sürülen malumât, ciddi soruşturmalar karşısında kendi mukavemetini sınamazsa, sınamayı göze almazsa belki bir süre daha yaşamaya devam eder, ama ne zaman birileri çıkıp bu malumâtı sorgular, işte ozaman bu sahte bilgilere dayalı bina tümüyle çöker kalır.

3. Mahiyet(yapısı)-Muhteva (İçeriğ,işlevi)Ayrımı: Kur`an`ın mahiyeti, tabiatı ve yapısı ne tür bir söz olduğu hakkında bize bilgi verirken, muhtevası, içeriği, dolayısıyla işlevi itibariyle ne tür bir işlev gördüğünü (işlevsel değerini) açıklamaktadır. Kur`an`ın mahiyetine yönelik terimlerin, Allah Teâlâ ile Muhammed(a.s) arasındaki safhayı, içeriğine, dolayısıyla işlevine yönelik terimlerin ise Muhammed(a.s) ile muhatapları(diğer insanlar) arasındaki safhayı aydınlattığını, bazı terimlerin ise her iki safhaya da taalluk ettiğini ve bu ayrım dikkate alınmadığı takdirde de zihinlardeki Kur`an tasavvurunun açıklıktan yoksun olacağını söyleyebiliriz.(ör.Allah ile Muhammed(a.s) arasında Tenzil, Kelam, Vahiy vb. Muhammed(a.s) ile insanlar arasında(Muhatablar) Furqan, Zikr, Şifa, Rahmet vb.)

4. Lisan`ı(Arapça) ve Kelam`ı(Kelamullah) anlamak

5. Muvadaa(dilin genel bilgisi) ve Kasd-ı Mütekellim(sözün sahibinin muradı): Kelam-ı ilahi`nin

6. Metin ve Muhatab: Metnin lafızları otantik(mahfuz ve mevsuk) olmalıdır; Lafızları açık ve anlaşılır bir nitelik taşımalıdır; kendi içinde bir tutarlılığa sahip olup çelişki içermemelidir; muhataplarının istismarına yol açacak müteşabih (mecazi) ifadelerin kendileriyle kayıt altına alınabileceği muhkemâtı olmalıdır. Bu hususlardan mahrum olan her metin, hiç kuşkusuz muhatabları kolayca istismar edilecektir. İşte o zaman, muhatabın metne kendiliğinden anlam vermesi, anlam katması engellenemez. Yukarıda sayılan maddeler hakkında açık-seçik bir fikre sahip olmayanların "Kur`an`ı anlamak ne demektir?" sorusuna cavap bulmaları oldukça güç olacaktır. Kur`an`ı anlamayı merkeze almış muhatapların herşeyden önce sağlıklı bir Kur`an tasavvuruna ulaşmaları gerekmektedir.

Hasılı, `bir dili(=lisan`ı), dilde, dille ifade edilmiş bir sözü (kelâm`ı) anlama`nın, sözün sahibinin, sözün ait olduğu dilin bütünlüğü içerisinde ve tabiatıyla odilin imkanları çerçevesinde dile getirdiği muradı anlamak demek olduğunu söyleyebiliriz. Anlama (anlaşma), burada dilin imkanlarıyla gerçekleşmekte, sözün muradı -kaçınılmaz olarak- dilsel bir forma bürünmeltedir. Maksatlar dilsel bir forma büründüklerinde, tarihin konusu olmaktan kaçamazlar. Tarihin konusu olan herşey gibi, söz de sözcükler de artık sadece dilsel değil, aynı zamanda tarihsel bir nitelik kazanırlar. Sözün ilk muhatapları tarihte kaldığında, tarihe karıştığında, anlam bu sefer metin(Text) ile bağla(context) arasındaki ilişkide tezahür eder.

Anlam, metnin mevsûkiyeti ve bağlamın sıhhati ile temin edildiğinden, dolaylı (ikincil) muhataplar, anlam`ı, bu ilişkinin paranteze aldığı zeminde zabt u rabt etmek zorundadırlar. Bu zemin ortadan kaltığında, anlam genişlemeye, genişledikçe de buharlaşmaya başlar; sonunda da uçup gider. Bu zemin ortada olmadığında, hiçbir ze^ka, anlam`ı aslına irca edemez, sadece tahmin edebilir. Anlam tahmin edilmeye başlanırsa, söz`ün ardındaki iradenin yerini, dolaylı muhatapların arzuları, beklentileri alır ve bu takdirde söz`ün bir muradı kalmaz. Sözün bir muradı kalmayınca da en nihayet söz`ün kendisi ortadan kalkar.​
 
Üst Alt