Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Amerikanın geçmişten bugüne yapagelmiş olduğu ihanet zincirlerinin iç yüzü!!

Mehmet_Aydin

New member
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
16
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
49
Amerika Birleşik Devletlerinin (USA) tarihi açıdan iç yüzü ne idi ise mevcut Amerika'nın durumu ve dünyadaki zulüm ve katliamın en önde gelen isimlerden olma özeliği açısından hiçbir şeyin değişmediği hatta zulüm ve katliam konusunda daha sinsi, agresiv ve acımasız olduğu söylenebilir.

Hayatın gerçek anlamını bilmeyen ve gününe gün yaşantısını sürdüren bu hayatı bir zevk metaı olarak gören günümüz insanları ve sözde müslümanlar, Amerikayı bir özgürlükler diyarı gerçek demokrasinin yaşandığı hatta insanların gıpta ettiği bu ülkenin aslında tarihinde ve mevcut şuanki durumunda bilinmeyen veya bilmek istemediğimiz o kadar çok kara sayfaları var ki tahmin edemezsiniz.

İnşallah bu yazımızda bu gerçekleri inceden inceye mümkün mertebe kaleme almaya çalışacağız, Rabbim bu gerçekleri bilip hakkı haykıran erlerden olmayı, dilsiz şeytan olmamayı bizlere nasib eylesin (Amin).

Yazımız dört bölümden oluşmaktadır.
  • 1776'dan 1945'e kadar olan zaman zarfı içerisinde Amerikanın yapmış olduğu cürümlerle alakalı olacaktır.
  • 1945'den 1991'e kadar olan soğuk savaş dönemindeki cürümler.
  • Bölümde ise Amerikanın bügün kendi halkına yapmış olduğu usulsüzlükler ve adaletsizlikler ele alınacaktır.
  • Dördüncü ve son bölümde ise Amerikanın bügün diğer ülkelere yapmış olduğu cürüm ve katliamlarla alakalı olacak.

Birinci Bölüm:

Amerikanın mevcut şuanki sınırları içerisindeki toprakların batı kısmı 1812'de ilk sömürgeci İngiliz başkan Thomas Jefferson tarafından 15 milyon dolara, dönemin kayzeri Napolyon tarafından satın alınmıştır. 1812'den 1852' arası Amerika'daki mevcut ırkın nufusü Avrupadan yapılan göç ile ve Afrikadan getirilen kölelerle 7 millyondan 23 millyona çıktı. İşte 1607'de işgale başlıyan Avrupalılar o zamana kadar gerçeklerştirdikleri katliyama burada ilk resmiyet giydirmeye çalışmaktaydılar. Nitekim başkan Jacksons döneminde, yani 1829'da, kızılderililere yapılan zulüm tüm hızı ile devam etmekteydi. Onlara 1791 yılında verilen toprak verme sözü bulundukları topraklarda altın olduğu anlaşılınca lav ediliyor ve kuzey Amerika'da yapılan en büyük ve feci zorunlu göç 100.000'lerce kızılderililere Mississippi bölgesinden Oklahama bölgesine göç ettirilmesine sebeb oluyor. İşte bu zorunlu göç esnasında açlık ve soğukdan ölen binlerce insanın yanına birde bu göçe karşı gelen kızılderililere yapılan katlıyamda eklenince resmi rakamlara göre dört bin kişi hayatını kaybediyor. Yine 1864'de kuzey Amerika'dan Meksika'ya göçe mecbur bırakılan altı bin çocuk, kadın ve erkek kızılderililer yine yolda neredeyse yarısına yakın üç bin kişinin ölmesine sebeb olmaktadır.

Bu 300 yıllık katliyamlar sonuçunda 1900 yılında milyonlarca kızılderililerden kala kala sadece 200.000 kızılderilinin hayatta kalabildiği anlamına gelmektedir.

Buna paralel olarak birde 1617'den itibaren Afrika'dan Amerika'ya köle olarak getirilen Afrikalı insanların dramı gerçekleşmekteydi. O kadar çok köle getiriliyordu ki Amerika'ya bu sayı 1790 yıllarında resmi rakamlara göre neredeyse bir milyona yakındı. 1865 yılında ise bu rakam dört milyona çıkmaktaydı. Bu rakamı o dönemin güney Amerika'nın beyaz hür ırkıyla kıyaslıyacak olur isek o toplumun neredeyse yarısına yakın miktarda köle olduğunu görmüş oluruz. Yani sekiz milyon beyaz hür amerikalının yanında dört millyon köle siyah ırk yaşamaktaydı.

1860 yıllarında Amerika'da mevcut iktidarın kontrol edemediği fikir farklılığından dolayı sömürüye susamış kuzey ve güney amerikalıların birbirine girmesi sonucunda iç savaşının çıkmasına sebeb olmuş olması 600.000 insanın ölmesine neden olmaktaydı.

Gerçek yüzünü ise Amerika 1846 yılından itibaren Latin Amerika'ya karşı başlatmış oldukları savaşlarla daha bariz göstermekteydi. O kadar sık aralıklarla sürdürülmüşdü ki bu savaşlar, neredeyse her üç yılda bir savaşa girmiş bulunmaktaydı. Bu savaşlar sırasıyla şöyle sıralanabilir:

1846-Mexiko, 1850,1853-55-Nicaragua, 1856-Panama, 1898-Kuba,Puerto Rico, Guam, Philippinen, 1903-Panama, 1904-Dominik Cumhuriyeti, 1905-Honduras, 1906-Kuba, 1907-Honduras, 1908,1912-Panama, 1909-Nicaragua, 1910-Nicaragua, 1912-Kuba, 1912-1925-Nicaragua, 1914-Mexiko, 1915-1934-Haiti, 1916-1924-Dominik Cumhuriyeti, 1916-1917-Mexiko, 1917-1923-Kuba, 1918-Panama, 1921-Guatemala, 1925-Panama, 1926-Nicaragua, 1932-El Salvador, 1933-Kuba, 1934-Nicaragua.

İşte tüm bu savaşların yapılış sebebinin arkasında Amerika'nın bir süper dünya güç olma hayali ve civarında bulunan onca güçsüz devletlere karşı gerçekleştirilen güç gösterisi olarak yorumlanabilir. Tabi bu işin bir yüzü diğer tarafdan ise tüm bu devletleri kendi hegomanyasına sokup her açıdan sömürmek ve sanki ileriye dönük dünyaya yapacağı katliyamlara bir ön hazırlık olduğu söylenebilir.

Latin Amerika'ya yapılan katliyamlardan bir örnek vermemiz herhalde işin vahşi boyutunu göstermek için yeterli olacak. Emilio Aguinaldo ismindeki liderleriyle Filipinos bölgesindeki halk ve ordu amerikan ordusuna karşı gelince, sanki adeta Vietnam katliyamının provası yapılıyormuşcasına evler ve köyler ateşe veriliyor, takriben 57000 kişi savaşta ve 600.000 sivil halkda açlık ve hastalıktan can veriyor.

Amerika'nın dünyada terör estirmesine bahane olarak son zamanlarda yoğun olarak ileri sürülen kitle imha silahlarının hemde insanlık tarihinin en dehşetlisini yani atom bombasını yine aynı amerika Japonyaya karşı Hiroshima ve Nagasaki'ye atmak sureti ile 1945'de 214.000 kişinin anında ve 124.000'de daha sonra katledilmesine sebeb olmuş olması, aklını biraz kullana bilen feraset sahibi insan için, Amerika'nın veya bu hayat görüşünden olan diğer kapitalistlerin ne kadar vahşi olduklarını ve tarihin kara sayfalarında azgın melunlar olarak anılmaya gerçek anlamda layık olduğunu anlamak o kadar çok zormu acaba? Hatta bu bahane ile yaklaşık 110.000 Japon asıllı Amerika'lıları birnevi hapse mahküm etmiş olması bu canilerin adeta bir meleke haline gelen bu insanlık dışı davranışları müzmin bir hastalık olsa gerek!

Devlet terörünün alasını yapan amerika, japonların 7 Aralık 1941'de Havaii'da Amerika'nın askeri havaalanı olan Pearl Harbor'u saldıracağını bildiği halde müdahele etmemiş olması, döneminin başkanı olan Franklin D. Roosevelti oldukça sevindirmiş olması gerekiyordu. Çünkü böylelikle ikinci dünya harbine bir fiil katılmış oluyorlardı. Ve herzaman olduğu gibi üretmiş oldukları silahlarla masum insanları öldürme bahanesi uydurulmuş oluyordu. Sanki 11 eylül senaryosunun bir ön hazırlığı gibi. Nitekim 1939 yılında Albert Einstein'ın teklifi üzerine haziran 1941 yılında yani Pearl Harbor saldırısından altı ay önce başkan Roosevelt bu bombanın yapılabileceğini söylüyor ve bir yıl sonra Manhattan Project adı altında 145.000 bilim adamı ile bombanın yapılmasını başlatıyor. Bunun akabinde sanki herşey planlanmışcasına 6 ağustos 1945'de saat 08.15 ilk bombayı Hiroshimaya atıyor.



İkinci Bölüm:

Bir başka sömürü ülkesi, daha doğrusu bahis konusu olan terör ülkesi Amerika'nın doğum adı olan İngiltere'nin 1930'larda Iran'da kurulmuş olan Anglo-Iranian Oil Company adı altındaki Petrol firmasını kontrol ettiğini, hatta şuan dünyaca ünlü British Petroleum (BP) şirketinin ön hazırlık şirketi olduğu bilinmesi gerekiyor. Çünkü bunun akabinde yapılan senaryoları anlamak için önem arz etmektedir. İngiliz kraliyet ailesi bu ülkede var olan petrol yataklarını öyle bir abluka altına almışki, adeta bir avuç ingiliz şirket mensuplarının rekor üzerine rekor kırar iken, üç beş kuruş verilen iran işcilerinede zulüm üzerine zulüm yapılmaktaydı. 1951'de Amerika'lılar Şah'ın başbakanı Dr. Musaddık'ı kendi taraflarına çekerek Şah'ı ona devrettiler. Daha sonra Şah Muhammed'i İngiliz şirketler tekrar geri getirdiler. Çünkü Dr. Musaddık bu şirketleri kovamadı ve onlarla anlaştı, ama Şah'ın sürgünden geri dönmesini şart koştular. Amerika'lılar ise buna karşılık Amerikan şirketlerinin İran'a girmesini şart koştular. İngilizler bu şartı kabul ettiler. Böylece Şah Muhammed İran'a döndü ve aynı zamanda Amerikan şirketleri de İran'a girip Şah'ı etkilemeye başladılar. Bu hal Şah'ı 1979'da devirinceye kadar nüfuzları İran'da yerleşti. Görünüşte 1979'da Amerika İran'ı kaybetti, ama bu aslında böyle değildir. İran'da şu anda en fazla nüfuz sahibi olan Amerika'dır. Şimdi ise pastadan kendine daha büyük bir pay ayırmak isteyen Fransızlar İran'daki Amerika'ya ait gizli şirketleri ortaya çıkartmaya çalışıyorlar. Amerikalılar sözde İran'da 40 milyon doların üzerinde yatırım yapan şirketleri cezalandıracağına dair karar almış olmasına rağmen bunu Fransızlara karşı uygulayamıyor. Oysa Fransız Total şirketinin İran'daki yatırımı 9 milyar dolar civarındadır. Sadece geçen yıl 2 milyar dolar değerindeki gaz projesini İran Total'a verdi.

Bu dönemde yapılan komplo ve sömürü taktiklerinin en barizinide herhalde hepimizin bildiği Vietnam harbi döneminde gördük.
Vietnam'a silahlı Amerikan müdahalesi 1963'te başladı. ABD başkanı Lyndon B. Johson, Kuzey Vietnam'ı ilk bombalama emrini o yılın Ağustosunda verdi. Altı ay sonra, "Gök Gürlemesi" harekâtı –Kuzey Vietnam'ın bombalanması– başladı. Tek başına bu harekâtta, Vietnam'a, İkinci Dünya Savaşı sırasında atılan tüm bombalardan daha fazla bomba atıldı. Bu, Vietnam'daki her bir erkek, kadın ve çocuğun başına yaklaşık 150 kilo bombanın düşmesi demekti. Bu savaşta resmi rakamlara göre kuzey Vietnamda iki milyon, yine güneyde ise iki miyon sivilin öldüğü söylenmektedir. Bunun yanında toplam birbuçuk milyonda Vietnamlı asker ve 50.000'den fazla Amerikan askeri öldüğü tahmin ediliyor. Bu rakamlardan yola çıkacak isek Vietnam halkının %12 bu savaşda katledildiği anlamına gelmektedir. Aynı zamanda kimyasal silahlar, ülke yüzeyindeki bitki örtüsünün %10'unu tahrip etmişti.

Evet işte bu hadise herhalde bir ülkenin yapabileceği dehşeti gözler önüne sergileme konusunda fazla söze mahal bırakmamaktadır.

Üçüncü Bölüm:

Dünyada süper güç olarak bilinen Amerika, gerçektende dünyanın bir çok yeraltı kaynaklarını öyle veya böyle sömürmektedir ve buna mukabil yapmış olduğu illegal karlı alış verişden dolayı zengin ve refah seviyesi çok yüksek seviyelerde olduğu zannedilebilir. Velakin özellikle Amerika'da bu böyle değil. 2000 yılında Amerikan halkının sadece %1 halkın %40'ına mukabil daha fazla kazandığı düşünülecek olursa, kapitalist ülkelerindeki adalet kavramının 'a' sının bile mevcut olmadığını söylemek herhalde hiçte öyle zor olmayacak. Yine resmi rakamlara göre 2002 yılında Amerika'da 35 milyon insanın açlık sınırında yaşamakta oluğu söylenmektedir bu Amerikan halkının %12'sine tekabül etmektedir. Urban İnstitute adlı bir kuruluş Amerikada her yıl ortalama 3,5 milyon insanın sokakta yaşamak zorunda olduğunu bildirmektedir. 3,5 milyon insandan yaklaşık 1,35 milyonu çocuk olduğuda söylenmektedir. Şuan Amerikan halkının %16,2 yani 39,2 milyonu hasta olduğunda parası yok ise sokağa atılmaktadır. Yani 39,2 milyon insanın hastalık güvencesi yok. 2001'de Amerika'da yaşayan halkın 195 milyonu beyaz ırk iken, 36 milyonda sıyah ırk yaşamakta. Bu ırksal farkı zikretmemin sebebi, ikiyüz yıldır köleleştirilen siyah ırkın durumu şuan itibarı ile köleleştirilmenin kaldırılmış olmasına rağmen, halen beyaz ırkın siyah ırka tahakküm ettiğini ve onları dışladığını, onlara karşı katı ırkcılık yapıldığdan dolayı, bu rakamsal ayrımdan yola çıkarak bir kaç örnek vermek istiyorum. Amerika'da en fakir beyaz ırk ailesi 20212 $ kazanır iken, en fakir siyah ırk ailesi ise neredeyse bunun yarısını kazanmaktadır 10624 $. Beyaz ırk toplumunun 8% fakir iken siyah ırk toplumunun 23% fakir (kaynak: Bureau of Justice, U.S. Census, Children Defense Fund).

Silah sanayisi üzerine kurulu olan bir ülke olan Amerika, silah satımı konusunda sivil halka çok rahatlıkla silah satabiliyor. Her türlü anarşinin, tecavüzün, yolsuzlukların yapıldığı Amerika'da halk kendini koruyabilmek için silah taşımak zorunda olduğunu zannediyor. Çünkü Amerika'da insan öldürmek bir tavuk öldürmek kadar kolay ve mümkün olduğu söylenebilir. Bu şu anlama geliyor sadece 2002 yılında resmi rakamlara göre Amerikada 16000 ınsanın öldürülmüş olması dakikaya dönüştürüldüğünde her dakikada 4 insanın oldürüldüğü anlamına geliyor. İnsanların bu kadar azmasına neden olan insan hayatına hiç değer vermeyen bu bedbaht laik, demokrat ve kapitalist devletin toplumu herhalde bu tutum davranışını kendisine bu eğitimi veren hatta birfiilde Irak'da, Afganistan'da, Kosova ve Bosna Hersek'te bunun tatbikatını yapan Amerikan devletinden öğrenmiş olsa gerek.

Adalet anlayışına hayran olan gözü körleşmiş Amerikan hayranlarına şu sıradan örneği vermemiz herhalde işin çarpıklığını anlamak için yeterli olacağı inancındayım. 3 ekim 1995'de kendi karısını ve komşusunu öldüren tanınmış Amerikan futbolcu O.J. Simpson mahkeme tarafından suçsuz olarak serbest bırakılınca öldürülen ailenin ikinci bir başvurusunda suçlu olduğu tesbit ediliyor ve 8,5 milyon $ tazminat ödemeye mahkum ediliyor. Fakat bu tesbite rağmen hapse girmiyor.
Simpson'un evine çok fazla uzakta oturmayan Leandro Andrade isminde başka bir tanınmamış Amerikalı ise 152 $ değerinde iki çocuk filmi çaldığı için mahkem tarafından 50 yıl hapse mahkum ediliyor.

İşte alın size adaletsizlik için çok güzel bir örnek. Velakin şunu çok iyi bilmekteyiz ki biz müslümanlar, adaleti tesis eden yegane merci sadece ve sadece islam şeriatı ile yönetilen Hilafet Devleti'dir. Allah (c.c.) bizlere bu şanlı devleti en kısa zamanda görmeyi nasib eylesin (Amin).

Amerika'da iktidarın seçimlerle seçildiği söylenir, fakat bu o kadar çarpık bir seçimdir ki, sadece para babalarının maddi imkan buldukları kişiler seçim esnasında seçmen olarak ileri sürülür ve bu ileri sürülen seçmen sayısı sadece iki kişiden ibarettir. Örnek olarak 2000 seçimi için harcanan para 3 milyar $ tutarında olduğu düşünülecek olursa, bu sistemin bilinçli olarak zenginler tarafından kontrol edildiği ortaya çıkmış olur. Bu söylediklerimiz 1960'da seçimlere katılan halkın yüzdesi ile 2002'deki seçimlerdeki halkın yüzdesi kıyaslandığı zaman, halk tarafındanda bu gerçeğin bilindiği ve söylediklerimizin teyid edildiği analmına gelir. Evet Federal Election Commission'nun raporuna göre 1960'da halkın 63,1% seçime katılmış iken 2002 seçimlerinde bu rakam 36,2% düşmüş bulunmaktadır.

Dördüncü Bölüm:

Bu bölümde cürüm ülkesi olan Amerika'nın bügün dünyada işlemiş olduğu ve işlemek için her an kanını emmeye susamış yarasa gibi, hazır bir şekilde adeta nöbet bekleyen, bir ülkenin insanlık dışı katliamlarından söz edeceğiz.

Amerika'nın New Hampshire eyaletinde küçük bir şehri olan Bretton Woods'da 1944'de kurulan İMF ve Dünya bankası, şuan bilhassa üçüncü dünya ülkesi olarak bilinen ülkelere ve özellikle halkı müslüman olan devletlere borç vermek sureti ile veya dolara bağımlı kılmak sureti ile bu ülkeleri çok feçi bir şekilde sömürmektedir. Buna çok güzel bir örnek teşkil eden 1994/95 mexika peso-krizi ile 1997/98 Asya krizi olarak bilinen krizler verilerbilir. Her iki krizin çıkış sebebi ise aynı, Amerika bu bölgelerdeki ülkelere yatırdığı bol miktardaki kredileri küçük bir pürüz çıktığında ani bir şekilde ülkeden geri çekmek sureti ile bu krizler meydana gelmektedir. Bu krizlerin getirdiği korkunç sonuçları ise şöyle sıralıyabiliriz. Mevcut parabiriminin feci değer kaybetmesi, bankaların iflasın eşine gelmeleri, faizlerin korkunç rakamlara ulaşmaları ve milyonlarca insanın işsiz ve fukara duruma düşmesine sebeb olmaktadır.

Amerika'dan başka, dünyanın hiç başka bir ülkesinde lobilerin bu kadar söz sahibi olduğu başka bir ülke yoktur herhalde. Petrol lobisi, Silah lobisi, Muz holdingi Chiquita lobisi veya Yahudi lobisi. Yaklaşık 17000 profosonel lobiuzmanları hergün Washington'da mevcut iktidarın çıkaracağı kanunları ve dışsiyasetini etkilemeye çalışmaktadır.

Özellikle Amerika"nın dış siyasetinde çok gündeme gelen insan hakları kavramının arkasında, kocaman bir yalanın mevcut olduğunu anlamak hiçde o kadar zor değil. Bu konuyu anlamak için bir örnek vermemiz herhalde bu gerçeği daha iyi aydınlatacak. Ruanda örneği burada çok ilginç, Ruanda doğu afrika kısmında bir küçük devlet, burada iki büyük etnik kabile yaşamakta, 80%'ni oluşturan kabilenin biri Hutu diğeri ise Tutsi kabilesi. Hutu kabilesi Tutsi kabilesine karşı etnik bir temizlik yapma planı içerisinde olduğunu bildiği halde sözde İnsan hakları diye konuşan Amerika hiçbir müdale etme niyeti içerisinde olmuyor, ondan sonra Ruanda başkanı öldürülünce Hutu kabilesi hedeflediği planı devreye sokuyor ve üç aylık kısa bir zaman içerisinde 6 nisan 1994 yılında 800.000 insan katlediliyor. Yani işin gerçeği şu insan hakları, adalet, hürriyet, eşitlik gibi sözlerin hepsi palavra, bu kapitalistlerin tek bir geçerli ölçüleri var oda MENFAAT. Dolayısıyla biraz düşünebilen bir insan bu kapitalist devletlerin ve özellikle Amerika'nın kesinlikle insanlık için bir büyük tehlike ve virus, kanser veya verem hastalığı gibi bir hastalık olduğunu anlarlar ve anında imha edilebilmesi için harekete geçilmesi gerektiğini bilirler. Buna altarnatif olarak ise İslam Devlet modelini insanlığa sunmamız gerekiyor. Bu altarnatif çözüm konusuna yazımızın sonunda yervereceğiz onun için dördüncü bölümün konusuna devam ediyoruz.

Birinci bölümde vermiş olduğum Pearl Habor hadisesini tekrar hatırladığımızda, karşımıza bir başka hazırlanmış senaryo şeklinde 11 eylül 2001 olayı çıkıyor. Hatırlıyacaksınız Amerikanın finans merkezi olan World Trade Center ve askeri merkezi olan Pentagon ucak saldırılarına maruz kalmış idi. Ve bu saldırılardan yaklaşık 3000 kişinin öldüğü söylendi. Buraya kadarını herhalde hepimiz bilmekteyiz. Fakat Pearl Habor olayında olduğu gibi o dönemin başkanı Roosevelt, Japonların bu saldırıyı yapacağını bildiğini şuan bilmeyen yok, hatta bu olay Hoolywood filimlerine bile konu oldu. Fakat bu 11 eylül olaylarında başkan Jorge W. Bush bu saldırıları biliyor muydu sorusunun cevabını, Amerikanın dış siyasetini ve geçmişini biraz bilen, ki biz verdiğimiz bunca örnekten sonra herhalde birazda olsa buna vakıf olmamız gerekiyor, Amerika'nın 11 eylül'den sonra Afganistana yapmış olduğu saldırı ile, bildiği ve buna rağmen saldırıya müsade ettiği söylenebilir. Daha sonra Afganistan işgal edildi resmi rakamlara göre 10.000'den fazla sivil katledildi ve Amerika orta asyanın tam göbeğine yerleşdi. Çin'e, Rusya'ya, Hindistan'a ve birçok Orta Asya ülkelerine komşu oldu ve geleceğin yeraltı kaynaklarına birinci elden kontrol etme imkanına sahib oldu.

Ve son olarak vereceğimiz örnek, hafızalarımızdan uzun yılar çıkmıyacak olan, İrak'a yapılan savaşlarla alakalı olacak.

Amerika'nın Saddam Hüseyinli Irakı işgal edebilmek için çok uzun zaman gayret sarf ettiğini bilmek sorundayız. Bütün bu süreç Orta Doğuda 20. yüzyılın başlarından beri bu bölgede hakimiyetini ve sömürüsünü sürdüren İngiltere ile Amerika arasında geçmektedir. Amerika süper güç olduktan sonra dünya rezervlerinin neredeyse 70% sahib olan bu bölgede söz sahibi olmak istemektedir. Bu nedenden dolayı birnevi orta doğuya açılan bir kapı olan Irak'ı işgal edebilmek için 1980 İran-İrak harbi ile başlamış bulunmaktaydı. İran'ı temsil eden Amerika, Irak'ı temsil eden ise İngiltere idi. 8 yıl süren bu savaşda ne acıdırki müslüman müslümanı katletmekteydi ve yaklaşık bir milyon müslüman ölmüş idi. İstenilen devrim gerçekleşememişti Irak'ta, dolayısıyla 2 ağustos 1990 yılında Irak'ın Kuveyt'e yapmış olduğu taaruz bahane edilerek birinci Körfez savaşı başlamaktaydı.Bu savaş bahanesiyle Amerika Suudi Arabistan'a bir çok üst kurup uzun süre için yerleşmiş bulunmaktaydı, fakat Irak yine işgal edilemedi. Fakat hem birinci Körfez savaşında ölen insanlar hemde ikinci Körfez savaşının başladığı tarihe kadar yani 19 mart 2003 yılına kadar süren boykottan dolayı ölen müslümanların sayısı toplandığı zaman yaklaşık iki milyon müslümanın öldüğü, bununda 500.000'nin coçuk olduğunu bilmekteyiz. Allah'ım ne korkunç rakamlar bunlar, bunları duyupda halen evinde çok rahat bir şekilde uyuyan bir samimi müslüman olabilir mi Allah aşkına söyleyin. Hayır kesinlikle hayır. Kafir Amerika istediği emele 14 nisan 2003 yılında ulaşıyor ve Irak için akıl almaz bir dönem başlıyor. Bundan sonrasını hepimiz bilmekte olduğumuz için fazla söze mahal olmadığı inancındayım. Fakat şu gerceğide gündeme getirmeden son sözüme geçmek istemiyorum. Bazılarımızın belki bildiği Ebu Gureyb hapisanesinde gerçekleşen o akıl almaz hadiselerden sonra yazılan Nur bacımızın mektubunu burada dile getirmek istemiyorum. Ben burada yayınlanan ikinçi bir mektubu iktibas ediyorum ve kurtuluşun ancak İslam Devleti Raşidi Hilafetle olacağını tekrar haykırmak istiyorum.


Allah'tan korkun ve bizi bu canilerlerle birlikte öldürün...

Ebu Gureyb hapishanesinden Iraklılara ikinci bir mektup geldi. Mektup, tüm Iraklıları ağlattı. Fatma'nın zindandan gönderdiği mektubun çarşamba günü Bağdatlılara ulaştığı bildirildi.

Mektubun Iraklılar arasında yayılmasının peşinden 100 kadar Iraklı direnişçi önceki akşam Ebu Gureyb hapishanesine yürüdü. Direnişçilerin Fatma'nın mektubunun ardından hapishaneye saldırdıkları vurgulandı. Direnişçiler, saldırıları esnasında 6 ABD askerinin öldüğünü ve 10 askerin de esir alındığını kaydettiler. Esir alınanlardan 7'sinin kadın asker olduğu belirtildi.

İşte Fatma'nın tüm Iraklıları ağlatan mektubu:

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

"De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir (Her şey O'na muhtaçtır.) O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur."

Bu mubarek sureyi Allah'ın kitabından seçtim. Çünkü bu sure bana ve size dayanma gücü veriyor. Özellikle de Müslümanların kalplerine huşu ve haşyet aşılıyor.

Ey Allah yolunda cihad eden kardeşlerim... Size neler anlatsam! Karınlarımızın domuzların ve maymunların ile dolu olduğunu mu? Yoksa, onların vücutlarımızı kirlettiğini, yüzlerimize tükürdüklerini ve göğüslerimizdeki Kur'an'ı paramparça ettiklerini mi anlatayım! Allahu Ekber...

İçinde bulunduğumuz durumu düşünebiliyor musunuz? Hakikaten bize hâlâ neler yapıldığını bilmiyor musunuz? Biz kız kardeşlerinizin ve yarın yüce Allah'ın huzurunda hesaba çekileceksiniz.

Bu zindanda hiçbir gece geçmiyor ki, bu domuz ve maymunlar sürüsünün azgın şehvetleri vücudumuzu yıpratmasın. Bekaretimizi bozdular... Allah'tan korkun ve bizi bu canilerlerle birlikte öldürün... Onlarla birlikte duvarları üzerimize yıkın... Allah'ın arşı altında bizden faydalanmalarına ve tecavüz etmelerine imkân tanımayın. Bize yapılanlandan dolayı Allah'tan korkun... Bırakın dışarıda onların tankları ve uçakları ile uğraşmayı... Ebu Gureyb zindanlarında zulme maruz kalan bizlere yönelin.

Ben din kardeşiniz (Fatıma), bir günde 9 kez bana tecavüz ettiler, bu zilleti tahayyül edebiliryor musunuz? Düşünün gözlerinizin önünde kız kardeşinize tevavüz ediliyor! Niçin benim de sizin kız kardeşiniz olduğunuzu tasavvur etmiyorsunuz?

Benimle birlikte bu kara zindanda evlenmemiş 13 kız kardeşiniz daha bulunuyor. Hepimize bu kahpe duvarlar arasında tecavüz ediliyor... Hâlâ çığlıklarımızı işitmiyor musunuz?..

Namaz kılmamız engellendi, elbiselerimiz çıkarıldı. Giyinmemize müsade edilmiyor. Buradaki kız kardeşlerinizden biri size bu mektubu yazdığım günün bir kaç gün öncesinde ihtihar etti. Bu kız kardeşiniz vahşi bir şekilde tecavüze uğradıktan sonra dövüldü. Alçaklar bacınızın göğsüne ve baldırlarına vurdular.

Daha sonra inanılması güç işkenceden geçirdiler. Buna tahammül edemeyen bacınız başını zindanın duvarlarına vura vura öldü. İslâm'da intiharın haram olmasına rağmen kardeşimiz intihara başvurdu. Ben onu mazur görüyorum. Allah'tan onun için mağfiret diliyorum çünkü O bağışlayandır ve çok merhametlidir. Kardeşlerim Allah rızası için nidamıza karşılık verin ve bizi onlarla birlikte öldürün!
Umulur ki huzura ereriz...


(Alıntı) www.habervakti.com


Allah (c.c.) bu kardeş ve bacılarımıza ahirette cennetle nimetlendirmesini ve tüm müslümanların kurtuluşu olacak olan gerçek mutluluk ve refahın tek adresi İslam Devletinin 1924 öncesi varlığından ve özellikle Raşidi Hilafet döneminden sözetmek istiyorum. Bu yazımızın konusu olan cürüm ülkesi Amerika devletinin yapmış olduğu onca katliyama altarnativ olarak Hilafet Devletini tüm insanlığa örnek olması dileyi ile vereceğim bir kaç örnek ile konumuza son vermek istiyorum.

Bakınız İslam Devletinin son dönemlerine tekabül eden şu iki örnek üçüncü bölümde vermiş olduğumuz kafir Amerika'daki dakikada dört ölüye nazaran ne kadarda farklı olduğunu göreceğiz.

1665'de Fransız Thevenot, İstanbul şehrinin 1 milyon nüfusu olduğunu, son 4 yılda 4 cinayet işlendiğini kaydeder. 1654'de Fransız Du Loir, İstanbul'da cinayete hemen hemen tesadüf edilmediğini, taşrada da nadir bir olay olduğunu yazar. Gene Fransız olan De la Montraye, 1727'de -ki Lâle Devri'dir- Türkiye'de 14 yıl kaldığını, tek hırsızlık vak'ası duymadığını, İstanbul dışında 6 eşkıyanın yakalanıp cezalandırıldığını, altısının da Rum olduğunu söyler.



Kanuni Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) şehirde cinayet sayısı yılda ortalama 1 (bir) idi. Meşru savunma gerekcesi olmayan bir cinayetin tek cezası idamdı. 18. asrın son ve 19. asrın ilk çeyreğinde yeniçerilerin bu örnek asayişi bozduklarını söylemem gerekir. (Yılmaz Öztuna'nın 'Eski İstanbul'da Asayiş' başlıklı makalesinden)

İslam Devlet adamlığına çok güzel bir örnek Ömer b. Abdülaziz

Emirul Mü'minin Ömer b. Abdülaziz vefat edince, ondan sonra Yezid b. Abdülmelik halife oldu. Hanedandan biri gelerek:
"Ey mü'minlerin Emiri Yezid! Su müraî adam (Ömer b. Abdülaziz) Mü'minlere ihanet etti. Gücünün yettigi kadar cevher ve inciyi evinin iki odasina doldurup kilitledi." dedi. Bunun üzerine Yezid, Ömer'in hanimi olan kiz kardesine haber göndererek çagirtti ve:
"Bana, Ömer'in kilitli iki odaya cevher ve incilerini doldurup biraktigina dair haber geldi."dedi. Bunun üzerine Fatima:
"Kardesim, Ömer su bohçanin içindekinden baska ne bir tüy, ne de bir yele birakti." dedi. Yezid bohçayi açti. Içinde yamali ve kalin bir entari, bir aba ve zayif astarli kalin bir cübbe buldu... Bana bunlari degil, kilitli iki odanin anahtarini verin denmesi üzerine Fatima:
"Mü'minlerin Emirinin ölümüyle bana musibet veren Allah'a yemin ederim ki, o halife olali onun istemedigini bildigim için, o iki odaya hiç girmedim. Sunlar oranin anahtaridir. Gel, aç ve içindekilerini Beytü'l Mal'e naklet."
Yezid ve sikayetçi Ömer b. Velid gidip eve girdiler; odalardan birini açtilar, baktilar ki deriden bir sandalye, yaninda serilmis dört çömlek ve bir de testi buldular. Bunun üzerine sikayetçi "Estagfirullah" dedi. Sonra ikinci odayi açtilar. Baktilar ki çakillarla serilmis bir mescid ve tavaninda da asilmis bir zincir vardi. O zincirde de boynuna geçecek kadar bir halka vardi... Orada kilitli bir sandik buldular, açtilar. Onda bir sepet vardi, sepette bir cübbe ile bir yün elbise vardi. Yezid ve yanindaki aglayarak söyle dedi: "Ey kardesim, Allah sana rahmet eylesin. Muhakkak senin hem gizlin ve hem de asikârin temizmis." Sikayetçi de:
"Estagfirullah, ben bana söylenen seyi söyledim."
(Prof. I. Süreyya Sirma, Emeviler Dönemi, Hilafetten Saltanata, s. 108, 109)

Birde ikinci Raşid Halife olan Hz. Ömer (r.a.) bir örnek verip konumuza sonvermek istiyorum.

Ahnaf b. Kays diyor ki: hayatımda ancak bir kez yalan söyledim. Dediler ki peki bu nasıl oldu. Şöyle anlatmaya başladı.
Hz. Ömer hilafeti döneminde bizleri büyük bir savaşa göndermişti. Savaş sonrası medineye dönerken içimizden bazısı şöyle dedi: Ne olur sanki şu üzerimizdeki savaş elbiselerini çıkarsak ve ganimetle elde ettiğimiz şu elbiseleri giysek. Ve Müslümanlara heybetimizi göstersek. Ahnaf sözlerine şöyle devam etti: Daha sonra üzerimizdeki savaş elbiselerini çıkardık ve şatafatlı ve gösterişli ganimet elbiselerinden giydik. Medineye doğru yol almaya başladık. Yolda giderken bir adam bizi karşıladı ve şöyle dedi: Şu insanlara bakın. Dünyayı dost edinmişler.
Ahnaf sözlerine şöyle devam etti: adam bu söylediği beni etkiledi. Anladımki bu yaptığım doğru olmayacaktı. Yol kenarında bir yere saptım ve tekrar savaş elbiselerimi giydim. Ve arkadaşlarıma yetiştim. Medineye girince Hz. Ömerin karşısına çıktık. Arkadaşlarımı zinetli elbiseler içinde gören Ömer Onlardan yüzünü çevirdi ve gözü bana takıldı. Bana doğru geldi ve sordu: Nerede mola verdiniz? Dedim ki falanca yerde. Elini ver dedi ve doğruca bineklerimizin yanına gittik. Orada hayvanlara şöyle bir göz attı ve dediki: Sizde Allah korkusu yokmudur ki bu hayvanları bu derece yordunuz. Onların sizin üzerinizde hakkı olduğunu bilmiyor musunuz. Onların otlamasına dahi müsade etmediniz? Dedik ki Ey Müminlerin emiri; biz büyük bir fetihten geliyoruz. O nedenle onun haberini sizlere çabucak ulaştırmak istedik ve o nedenle acele ettik. Daha sonra Hz. Ömerin dikkati benim eşyalarımın üzerinde yoğunlaştı. Ve sordu kimin bu eşyalar? Benim dedim. Peki bu elbise nedir diye sordu? Benim hırkamdır dedim. Ne kadara aldın dedi? Bende normal fiyatından üçte bir aşağısını söyledim. Daha sonra bana dönerek elbisen çok güzel keşke fiyatını biraz daha yüksek tutsaydın dedi.
Daha sonra Hz. Ömerle birlikte geri dönmek için tekrar yola koyulduk. Bu arada bir adam geldi ve kendisine komşusunun yaptığı eziyet için şikayette bulunmak istedi. Hz. Ömer elindeki asasını kaldırdı ve siz Ömeri boş geziyor mu sanıyorsunuz da onu kendi meselelerinizi halletmek için davet ediyorsunuz dedi ve adamın kafasına vurdu. Adam sinirli bir şekilde orayı terketti.
Daha sonra Hz. Ömer yaptığının yanlış olduğunu anladı ve O adamı yanına çağırttı ve dediki: al şu asayı ve benim sana yaptığım gibi senden benim kafama vur çünkü bunun kısas'ı budur dedi; Adam da Allaha yemin olsunki ben bunu yapamam, ben Müminlerin emirine nasıl kısas uygularım dedi. Ve ben bunu önce Allaha daha sonra sana havale ediyorum dedi. Ömerde Affetmek öyle olmaz ya bunu tamamen Allaha havale et ve ecir ve sevabını ondan iste veya bana bırak ki bende bileyim . Adamda Allaha Havale ettiğin söyledi gitti. Daha sonra Hz. Ömer evine geçti. Orada iki rekat namaz kıldı ve rabbine yalvarmaya başladı. Daha sonra kendi kendine şöyle dedi. Ey Ömer Sen zayıftın Allah seni yüceltti. Sen doğru yolda değildin Allah seni hidayete erdirdi. Sen rezil bir hayat sürerken Allah seni aziz kıldı ve seni Müslümanların başına sorumlu eyledi. Daha sonra bir adam geldi sana sığındı ve senden yardım istedi ve sen ona vurdun! Ahnaf dediki: Hz. Ömer kendini öyle çok suçladıki biz o an yeryüzünde ondan daha hayırlı birisinin olmadığına kanaat getirdik.

İşte müslümanların liderleri, yöneticileri böyle idi. Bizim övünerek anabileceğimiz Hilafet Devleti böyle şanlı, gururlu ve kerimdi.
Ya Rabbi! Ümmeti Muhammedi şuan bulundukları bu gafletten uyandır, sahip oldukları inançları doğrultusunda tekrar islam devletinde yaşamayı en kısa zamanda nasib eyle (Amin).

Kardeşiniz Mehmet Aydın
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Amerika'nın olumsuz imajını ortadan kaldırmak için
8 ila 14 yaş arası Müslüman çocuklarının fikirlerini şekillendirmek için
ilk kez geniş çaplı bir dizi yaz kampı ve zenginleştirilmiş program başlattı.

Bu yeni girişimin ABD Başkanı Bush'un Afganistan ve Irak savaşlarıyla
dünya genelinde bozulan imajını düzeltmekle görevlendirilen Karen Hughes'in fikri olduğu bildirildi.
Dünya Bülteni'nde yer alan habere göre Hughes,
geleneksel değişim programları için çok küçük oldukları iddiasıyla sürekli ihmal edilen
14 yaş altı çocuklara Amerikan devletinin ulaşması gerektiğini savunuyor.

Geçen hafta kendisiyle yapılan bir röportajda Hughes,
çocuklar liseye gittiğinde hayata bakış açılarının zaten şekillendiğini söyledi.
Hughes, Amerikan devlet programlarının gerçekten de gençlere yeterince ulaşmadığı gördükten sonra
bu projeyi geçen yıl planladığını belirtti.

Türkiye'den 2 bin genç yaz kamplarına katıldı
Bu fikrini test etmek için bu yaz Hughes, 14 İslam ülkesindeki elçiliklerden,
belirtilen yaş gruplarını kapsayan bir pilot program uygulamasını istedi ve
yüzlerce aile organizasyonu ve 6,000 genci kapsayan program için
yaklaşık 1 milyon dolar harcandı. Katılımcıların 2,000'den fazlasını Türkiye'den gelen kızlar oluşturdu.
Kızlar basketbol kampına katılırken Malezya'nın kırsal bölge okullarından gelen
80 çocuk elçilik görevlileri ve aileleriyle birlikte Amerikan usulü kamp yapmayı,
Thomas Jefferson ve diğer Amerikan kahramanlarını öğrendi.

Bu programların,
Amerikan karşıtı duyguların yoğun olduğu ve programların çoğunun amaçlandığı ülkelerde risk taşıdığı ifade edildi.
Örneğin bu yaz Irak'ta, Bağdat'ta üç günlüğüne 41 öğrenci beyzbol ve İngilizce öğrendi.
Hughes'un Devlet Bakanlığındaki odasının kapısında Amerikan Büyükelçisi Ryan Crocker'la
grubun buluşmasını gösteren bir fotoğraf asılı durduğu ama bu, çocukların Amerika ile bağlantılı oldukları düşüncesiyle
teröristlerce zarar verilmesinden korkulduğu için alenen asılmadığı vurgulandı.
Şu anda halk diplomasisiyle alakalı bir program olan WhirledView'i yöneten,
emekli bir devlet bakanlığı yurtdışı görevlisi Patricia Kushlis, "
özellikle çocuklarla konuşurken sizi sevmeyen bir ülkede ne yaparsanız yapın her zaman bir risk vardır" diyor.

Hedef 8 ila 14 yaş arası gençlik
Her şeye rağmen bazı dış politika uzmanları elitlerden ve fikir üretenlerden ziyade
sıradan halkı hedefleyen böyle bir halk diplomasisinden övgüyle bahsediyorlar ve çocukların dünyaya bakış açılarının
8 ila 14 yaş arasında şekillendiğini söylüyorlar.

Los Angeles'da bulunan düşünce kuruluşlarından biri olan Güney Kaliforniya Üniversitesi
Halk Diplomasisi bölümünün başkanı Joshua Fouts, "
Ortadoğu'da yaşları 15 ila 22 arası olan bir nesil var ve bunlar fikirlerinin en fazla şekillendiği dönemde
Amerika'yı sadece emperyalist bir ülke olarak görmüşler" dedi.

Hughes başarısız imajını gençlerle örtecek
Washington'da bulunan Arap Amerikan Enstitüsü Başkanı Nidal İbrahim,
birçok Arap ailesinin bu tarz bir hizmetten memnun olacağını söylüyor
ve 8 ila 14 yaş arasındaki çocukları kucaklamanın önemli olduğunu vurguluyor.

Ancak İbrahim, Amerikan politikalarında bir değişiklik olmadığı takdirde
bu programların verimli olamayacağını da ilave ediyor. İbrahim, "
Bu tarz çabalara kucak açılmalı ama kendimizi kandırıp mevcut duruma bir set çekemeyiz" diye konuşuyor.
Yeni uygulama başarılı olursa Arap dünyasındaki ortalama insan sayısına ulaşma gayretleri
tecrübesiz olduğu gerekçesiyle eleştirilen Hughes'un bir mirası olacak.
Hughes, ABD'nin imajını düzeltmek için gittiği birçok İslam ülkesinde onur kırıcı konuşmalar yapmıştı.

"Dostluk Kampları" için 8.5 milyon dolar
Hughes, Müslüman dünyasındaki çocuklara "Dostluk Kampları" adı altında
Amerikan yaz kampları uygulanması düşünüyordu.
Ama eleştirmenlerin "bu kampların yurtdışında, tekrardan eğitim ve hatta
Guantanamo'daki gibi alıkoyma kampları gibi düşünülebileceğini" söylemelerinden sonra,
isim "Gençlik Zenginleştirme Programları" olarak değiştirildi.

Hughes bu yıl ki yaz kampı projelerini Kongreden aldığı
8.5 milyon dolarla idare edecek.
Devlet bakanlığı çocuklarla yapacağı görüşmeler sonrası kamp süresini ve içeriğini genişletecek
 

the okuz

New member
Katılım
19 Mar 2006
Mesajlar
254
Tepkime puanı
1
Puanları
0
bowling for columbine filmi bütün bu beyin yıkama kamplarını ortadan kaldırır, aslında amerika kendisi hariç bütün dünyaya zulmetmiş gibi gözüküyor, fakat asıl kötülüğü kendi halkına yapmış: öyle bir halk olmuş ki amerikan halkı, herkes birbirinden korkuyor ve herkes deli gibi silahlanıyor.
 
Üst Alt