Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Alûsî, Rûhu’l-Meânî Büyük Hanefî Alimlerine Göre Ölülerin İşitmediğine Dair

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
[FONT=TimesTürk]Alûsî, Rûhu’l-Meânî [FONT=TimesTürk]Büyük Hanefî Alimlerine Göre [/FONT][/FONT][FONT=TimesTürk]Ölülerin İşitmediğine Dair[/FONT]​

[FONT=TimesTürk]Açık deliller[/FONT]


Allâme Reşid Rıza, Menâr tefsirinde (11/391); "De ki: Ben kendime bile Allâh’ın dilediğinden başka ne bir zarar, ne de bir fayda verme gücüne sahibim" âyetinin açıklamasında şöyle diyor: "Yani; Allâh bunu ne zaman isterse o zaman olur. Benim bunda bir gücüm yoktur. Çünkü bu iş, Peygamber’in risalet görevi olan tebliğ etmenin dışında Allâh’ın rubûbiyetine hastır.


Allâh’ı birleme ve tek sayma konusunda bunun gibi tevhidî âyetler, Allâh’ın herkes gibi kendilerine verdiği sınırlı ölçüdeki güçlerine rağmen ölmüş evliya ve mübarek kişilerin her konuda fayda ve zararları dokunacağına dair bâtıl itikada sahip müslümanların düşüncelerine engel olamamaktadır.

Bilâkis bu düşünceye sahip insanlar, dört kutub diye isimlendirdikleri evliyaların şu âlemdeki işlerin hepsini idare ettiğine inanıyorlar. Günümüzde ise önde gelen Ezher alimlerinin bazıları da bu tür görüşleri "İslâm’ın Nûru!" adlı Ezher’in resmi dergisinde yazıyorlar. Aciz kaldıkları her türlü kötülükten kurtulmak ve fayda elde etmek için Allâh’tan değil de ölmüş kişilerden yardım istemenin caiz olduğuna dair fetva veriyorlar.

Bazıları da evliyaların ve mübarek kişilerin ölü olmalarına rağmen fayda ve zarar verebileceklerini, kabirlerinden kalkıp kendilerini yardıma çağıranların dertlerine çare (!) olacaklarını ispat (!) etmek için kitap yazıyorlar.

"Fethü’l-Beyân"[1] adlı kitabın yazarı tefsir alimlerinin istisna konusundaki görüşlerini naklettikten sonra kendisinin tercih ettiği görüşü şöyle: "Allâh Teâlâ’dan başkasının çare olamayacağı belâ ve musibetlerden kurtulmak için, boynunu büküp sızlanarak Rasûlüllah (sav)’den yardım dileyen kişinin önündeki en büyük engel işte budur.

Yine nasıl olur da bir kişi, peygamberleri, evliyaları ve bütün insanları yaratan, onların rızkını veren, öldüren ve dirilten âlemlerin Rabbi olan Allâh’tan istenmesi gereken bir şeyi, bir peygamber, bir melek veya bunu yapmaya güç yetiremeyecek

bir evliyadan ister? Nasıl olur da rabblerin Rabbi olan, herşeye gücü yeten, herşeyi yoktan yaratan, rızık veren, istediğinden geri alan Allâh’ı bırakır?! Cevap olarak bu âyetin sana verdiği mesaj yeter. Allâh Teâlâ, âdemoğlunun efendisi, peygamberlerin sonuncusuna, kullarına şöyle demesini emrediyor: "Ben kendime bile ne bir zarar, ne de bir fayda veremem."

Rasûlüllah (sav), Allâh’ın peygamberi olarak kendisine faydası ve zararı yoksa, bir başkasına nasıl olur? Veya O’nun sahip olduğu peygamberlik derecesine ulaşmayan birisinin kendisine faydası olmazken başkasına nasıl olur?

Allâh’tan başka kimsenin derman olamayacağı hacetlerini, yerin altında çürümüş olan ölülerin kabirlerinde toplanarak, onlardan isteyen insanların hali ne acaiptir? İçine düştükleri şirkin farkına nasıl varamıyorlar? "Lâ ilâhe illallâh" kelimesine ve "De ki: O Allâh tektir." âyetinin mânâsına ters düştük-lerine nasıl dikkat etmiyorlar!

Bu tür insanların düştüğü durum karşısında ilim adamlarının susması benim çok acaibime gidiyor. Cahiliye dönemine geri dönmelerine, hattâ ondan daha kötü duruma düşmelerine engel olamıyorlar. Çünkü cahiliye insanı, Allâh’ın yaratıcı olarak rızık veren, öldüren ve dirilten olduğunu, hayır ve şerrin O’ndan geldiğini biliyorlardı. İbadet ettikleri putlarının Allâh katında kendilerine şefaatçi olacağını kabul ediyorlardı. Günümüzdeki insanlar ise sadece kabirdeki ölülerin fayda ve zarar vereceğini kabul ediyorlar. Düşmanlardan kurtulup özgürlüğe kavuşmayı onlardan istiyorlar. Onların bu tür isteklerini duymaman, senin için daha iyidir. Allâh dinine yardım eder, şirkin ve küfrün her türlü pisliklerinden korur. Fakat mâlesef şeytanın bu yolla tuzağa düşürdüğü, Ümmet-i Muhammed’den bir çoğunun "iyi işler yaptıklarını sandıkları" küfrü ile gözünün içi güler, gönlü hoş olur ve sevinir."

Yine Reşit Rıza, "… dini yalnız Allâh’a halis kılarak: "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükr edenlerden olacağız" diye Allâh’a yalvarırlar." (Yûnus 22) âyetinin açıklamasında şöyle diyor: "Bu ve bunun benzeri âyetlerde müşriklerin sadece en zor hallerinde, hiçbir tutunacak dalları olmadığında Allâh’a yalvardıklarını açık olarak görmekteyiz. Fakat günümüzde sayıları sayılmayacak kadar çok müslüman, kendi inançlarına göre en zor anlarında Abdulkâdir Geylânî, Ahmed Rufâî, Bedevî ve Dessûkî gibi ölülerden yardım istemektedirler. Başlarına sarık takan Ezher’in alimlerinden olsun veya başkaları, özellikle bekledikleri türbelere ziyarete gelenleri ölülerden yardım istemek gibi şirke teşvik edip, onlardan aldıkları paralarla geçinen türbe bekçileri, yaptıkları bu çirkin işe bir de kılıf uydurmakta, Arapça’daki mânâsını değiştirerek "tevessül etme" adını vermektedirler.
Mısır’da ve Suriye’de bir çok insandan duyduğum bir hikâyeyi, başka yörelerde bulunan insanların hurafeleri daha çok bu iki ülkedekilerine benzediği için, özetle anlatmak istiyorum: "Bir grup insan denizin içinde gemide yolculuk ederler. Gemi dalgalardan dolayı sallanmaya başlar. O kadar ki neredeyse batacaklar. Başlarlar dua etmeye. Kimisi; "Yetiş yâ Abdulkâdir Geylânî!" der. Kimisi; "Yetiş yâ Rufâî hazretleri!" der. Kimisi; "İmdat yâ Bedevî!" der. İçlerinde bulunan hakiki bir müslüman bu durumu görünce kendini tutamaz, şöyle der: "Yârabbi, Sen’den başkasından yardım isteyen şu insanları boğ!" (11/338-339)

Reşid Rıza daha sonra yazarın babası tefsirci Alûsî’nin "Rûhu’l-Meânî" adlı kitabından benzer şeyleri aktarıyor. Alûsî diyor ki:
"Bu âyette anlatılmak istenen sadece duayı Allâh’a has kılmak değildir. Aynı zamanda bütün ibadetleri de Allâh’a has kılmak gerekir. Çünkü sadece dua etmekle müşrikler dini Allâh’a has kılmış olmazlar. Âyette, ne şekilde olursa olsun müşriklerin o hallerinde Allâh’tan başkasından yardım istemediklerini göstermektedir. Senin de bildiğin gibi eğer bugün karada ve denizde insanın başına kötü bir durum veya önemli bir iş geldiğinde, kendisini bu durumdan kurtaracak faydası ve zararı olmayan, görmeyen ve duymayan şeylerden yardım isterler. Kimisi Hızır(as)’dan, İlyas(as)’dan yardım ister, kimisi Ebu’l-Hamîs veya Abbas’tan, kimisi kendi mezhebinin imamından yardım ister, kimisi tarikat şeyhlerine yalvarır. Ve sen onlardan hiçbirini boyun eğerek cân-ı gönülden hakiki kurtarıcıları olan Allâh’tan yardım istediğini göremezsin, akıllarına dahi gelmez. Eğer sadece Allâh’a dua edip O’na yalvarsalar ve O’ndan yardım isteseler, Allâh onları o korkunç durumdan kurtarır. Şimdi Allâh için bana söyleyin: Bu durumda hangileri daha çok doğru yolda, bu dua edenlerden hangilerinin duası kabul olur?

Cahiliye fırtınasının ortalığı kasıp kavurduğu bu zamandan Allâh’a sığınırız. Ortalıkta sapık inançlar dalgalanmakta, şeriat gemisi batmış, Allâh’tan başkasından yardım istemek kurtuluş çaresi olmuş. İyiliğe davet etmek çok zor ve imkânsız hale gelmiş, kötülüklere engel olamadan toplum kendi kendine ölmüş."
"(Müşriklere) de ki: Allâh’tan başka ilâh saydığınız şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortağı yoktur. Allâh’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez." (Sebe’ 22-23)

Allâh’ı bırakıp da peygamberlerden ve evliyalardan yardım istemekle imtihan olunan ey müslüman! Dikkat et! Bütün bunları bildikten sonra, onlardan yardım istediğinde seni duyacaklarına mı inanıyorsun? Öyleyse akla ve sağlam fıtrata ters düşerek, İbrahim (as)’ın kavmi veya diğer kavimlerde olan müşriklerle senin aranda bir fark kalmaz. Dolayısıyla müslüman ve imanlı olduğunu iddia etmenin senin bu halde bulunmana bir faydası olmaz. Çünkü Allâh Teâlâ Kur'ân’da şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allâh’a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun." (Zümer 65) Ve eğer onların seni duyduklarına inanıyor da bundan dolayı onlara yalvarıyor ve onlardan yardım istiyorsan bu da müşriklerin içinde bulundukları başka bir sapıklıktır. Ben, onlardan olmayasın diye, senin için Allâh’a sığınırım.

"Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’den asla vaz geçmeyin!" (Nuh 23)

Buhârî’nin rivayet ettiği hadiste seleften İbn Abbas ve diğerleri bu âyetin tefsirinde şöyle diyorlar: "Bu beş isim Nûh kavminde yaşayan salih kişilerin adları idi. Bunlar ölünce şeytan, insanlara bunların hatıralarını devam ettirmek için yaşadıkları yerlere heykellerini dikmelerini ilham etti. Onlar da bunu yaptılar ve diktikleri heykellere onların isimlerini verdiler. Önceleri bunlara tapan yoktu; fakat onları dikenler öldükten sonra zamanla haklarındaki bilgiler ve heykellerin dikiliş gayeleri unutuldu ve insanlar bunlara tapmaya başladılar."

Bunun bir benzeri olarak âyette şöyle buyurulmaktadır:
"Allâh’ı bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allâh’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler." (Zümer 3)

Bu âyette de açıkça görüldüğü gibi müşrikler, salih kişilere ibadet etmekte idiler. Bu yüzden onları Allâh ile kendileri arasında aracı kılıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Onlara, bizi sadeceAllâh’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz." Bu şekilde doğru yaptıklarına inanarak, onların işittikleri, fayda ve zarar verdikleri yanılgısıyla onlara yalvarıyorlar ve Allâh’tan gayrısına ibadet ediyorlardı. Bir adi taş dahi olsa fayda, zarar ve iyiliği kimden isteyeceğini bilmeyen herhangi bir müşrik ne kadar saf akıllı da olsa, böyle bir yanılgıya düşmez.




İbnü’l-Kayyım "Şeytanın Tuzakları" adlı kitabında bunu şu şekilde açıklıyor (2/222-223): "Şeytanın putlara ibadette müşriklere oynadığı oyun çok çeşitlidir. Her topluma kendi seviyelerine göre oyun oynar.

Bir kısım Nûh kıssasında olduğu gibi, temsili resim ve heykellerini yaptıkları ölmüş şahıslardan yardım isteyerek onları yüceltirler. Zaten bu yüzden Rasûlüllah (sav), kabirleri mescid edinenleri lanetlemekte ve kabirlere karşı namaz kılmayı da yasaklamaktadır…. Müşrikler bunun yanlış olduğunu, ya cahillikten dolayı ya da müslümanlara inat olsun diye kabul etmediler. Onların bu kabul etmeyişi, müslümanlara bir zarar vermedi. Müşriklerin genelindeki putlara ibadet etmenin en büyük sebebi işte budur.

Müşriklerin ileri gelenleri ise akıllarınca bu putları, kâinâtı idare eden yıldızlar şeklinde kabul ettiler. Onları korumak için özel bölümler yaptılar, giriş ve çıkışı kontrol etmek için bekçiler yerleştirdiler. Dünyanın bir çok yerinde bu durum eskiden de öyleydi, şimdi de öyle. (Bu putların nerelerde bulunduğunu belirttikten sonra Güneş’e ve Ay’a tapanların nasıl bir din edindiklerini anlatıyor. Bir sonraki sayfada devamla şöyle diyor

Gerçek olan şu ki, ibadet edilen şahsın şekli, öldükten sonra put olarak ortaya çıkmıştır. Putu o şahsın boyu ve ebadı ölçüsünde yapmışlardır ki, onun yerini tutsun ve onun yerine geçsin. Yoksa akıllı birisi, eliyle yonttuğu tahta veya taşı ibadet ettiği bir ilâh olarak kabul etmez."

[FONT=TimesTürk]Bakınız:Alûsî, Rûhu’l-Meânî [FONT=TimesTürk]Büyük Hanefî Alimlerine Göre[/FONT][/FONT]


[FONT=TimesTürk]Ölülerin İşitmediğine Dair[/FONT]
[FONT=TimesTürk]Açık deliller[/FONT]​

Devam edecektir inşallah………

[1] [FONT=TimesTürk]Sıddık Hasan Han, Cilt 3, sayfa 225-226.[/FONT]
 
Üst Alt