Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah'ın varlığına deliller nelerdir?

  • Konbuyu başlatan seha
  • Başlangıç tarihi
S

seha

Guest
Soru : Allah'ın varlığına deliller nelerdir?

Cevap:
Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kainatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkansızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez...

Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delillerden birkaçı:

İmkan:
Alem, mümkinat nevindendir. Yani varlığı ve yokluğu müsavidir. Var olduğu gibi, olmayabilirdi de. Var olurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkan dahilindedir. Yani en az var olan kadar, olmayan da var olma şansına sahiptir. Her mümkin ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce var olmayı, sonra da var olma şekil ve keyfiyetini, olmamaya; ve olmayı mümkün olan diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah'dır (c.c.).

Hudus:
Alem mütegayyirdir, durmadan değişiyor. Değişen her şey sonradan olmuştur. Bu bakımdan madde ezeli olamaz. Evet, maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kainatın durmadan genişlemesi, güneşin sür'atle tükenişe doğru yol alması gibi olaylar, varlığın bir başlangıcı olduğunu gösteriyor. Sonradan olan her varlığın bir yaratıcısı vardır; sebepsiz netice ve san'atkarsız san'at mümkün değildir. Sebepler ise zincirleme devam edip sonsuza kadar gidemez.

Öyleyse durmadan değişen, ezeli olmayıp, sonradan meydana gelen ve bir ilk sebebe muhtaç olan şu madde aleminin de bir muhdisi vardır. O da Allah'dır (c.c.).

San'at:
Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kainatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kainattaki her eser şu özelliklere sahiptir:
� Büyük sanat değeri taşır.
� Çok kıymetlidir.
� Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır.
� Çok sayıda olmaktadır.
� Karışık ve çeşit çeşittir.
� Devamlıdır.

Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!..

Hikmet ve Gaye:
Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir fayda ve bir netice takip edildiği göze çarpmakta ve bir zerrede dahi abes, gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Halbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanat dünyasında, ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin.. Öyle ise, kainattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allah'a (c.c.) isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz.
Yardımlaşma:
Birbirine en yakın olandan en uzak olana kadar, bütün mahlukat birbirlerinin yardımına koşuyor. Aralarında hiç münasebet bulunmayan iki ayrı varlık cinsi, böyle bir yardımlaşmada adeta aynı bütünün parçaları haline gelip birbirini tamamlıyor.

Temizlik:
Kainattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgar, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; fezamızda atmosfer, semada kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir.

Simalar:
Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine kat'iyen benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır.

Ruh ve Vicdan:
Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından kimsenin şüphe etmediği ruhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş keyfiyeti de, yine Cenab-ı Hakk'ı bildiren delillerdendir.
İnsandaki iç sezişler ve zahiri hiçbir sebep yokken Rab'be dönüşler ve O'na yönelişler ve bu hadiselerin milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi, açık bir delildir ki; insanda yaratılıştan var olan ve Hakk'ı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda bulunan vicdan, kendi Yaratıcısı'na meftundur ve bütün varlığıyla O'nunla irtibat halindedir. Zaten "Elest Bezmi"nin yanıltmaz şahitlerinden biri de, vicdan değil midir? İşte vicdan, bu şahitliğin hakkına riayet, zaruret ve mecburiyetinin sevkiyle "Allah" demektedir...

Fıtrat:
Her insanda iyi ve güzele karşı bir sevgi, buna mukabil kötü ve çirkine karşı da bir nefret hissinin varlığı, aksi hiç kimsenin hatırından bile geçmeyecek kadar açık bir realitedir. Bu duygular, ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yönündeki meyilleri ve ahlaksızlıktan ve çirkin davranışlardan nefret edip kaçınmayı temin eden yapıları itibariyle delalet etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli emreden ve onu kötülük ve çirkin davranışlardan meneden sistemin sahibi kim ise, kendisine bu duyguları veren de, O Zat'tır. Bu Zat da, hiç şüphesiz Allah'dır (c.c.).

Tarih:
Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl dahi olsa, hatta bugün bize komik bile gelse, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. Ayrıca inanmak bir zarurettir; zira o, fıtratta, yani insanın yaradılışında vardır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren Zat'la, bize inanmayı emreden Zat, aynı Zat'tır. Ve O da Allah'dır (c.c.).

Kur'an:
Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır ve bunlar, o mevzu ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır" derler.

Peygamberler:
Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (s.a.v.) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de, yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir" demektedir.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
belki konuyla alakasi yoktur tam emin degilim ama bana yasadigini kim ispat edebilir ama ciddi ispatlar istiyorum inandirici cvplar bekliyorum
 

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
alptraum' Alıntı:
belki konuyla alakasi yoktur tam emin degilim ama bana yasadigini kim ispat edebilir ama ciddi ispatlar istiyorum inandirici cvplar bekliyorum

güzel bir nokta. insan kendi benliğini, ben diye hitab ettiği varlığı tefekkür ederse Allah'a ulaşır emin olun. Allah insana ruhundan üflediğini buyuruyor. bizim Allah'dan geldiğimizi buyuruyor. bunlar çok ciddi, düşündürücü şeyler. yani "ben"de çok derin birşeyler var. ey ben diye bir hitab edin bakın kendinize neler oluyor...
 
S

seha

Guest
Sorunuzun cevabı çok müşküldür. Önce Vahdetü'l Vücüdun izah edilmesi gerekirdi. Fakat Vahdetü’l-vücudun ince kusurlarını herkes göremez ve muhtaç değil.Bu yüzden sadece sorunu cevabı verildi. Vahdetü'l vücüdu bilen anlar. Kalan sadece dinleyici olsun.Anlamak çok mühim değil.
Mesela, bir aynada güneş görünüyor. Şu ayna, güneşin hem kılıfı, hem vasıflandırıcısıdır. Yani, güneş bir cihette onun içinde bulunur ve bir cihette aynayı süslendirip parlak bir boyası, bir sıfatı olur. Eğer o ayna, fotoğraf aynası ise, güneşin misalini sabit bir surette kağıda alıyor. Şu halde, aynada görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen özelliği, hem aynayı süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakiki güneşin gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda girmesidir. Ayna içinde görünen güneşin vücudu ise, hariçteki görünen güneşin vucudunun aynısı değilse de, ona irtibatı ve ona işaret ettiği için, onun vücüdünün ta kendisi ve ya aynısı zannedilmiş.
İşte bu temsile göre, "Aynada hakikî güneşten başka birşey yoktur" denilmek ve aynayı kılıf ve içindeki güneşin vücüd- haricisi murad olmak cihetiyle denilebilir. Fakat aynanın sıfatı hükmüne geçmiş genişleyen aksi ve fotoğraf kağıdına intikal eden resim cihetiyle güneştir denilse, hatadır; "Güneşten başka içinde birşey yoktur" demek yanlıştır. Çünkü, aynanın parlak yüzündeki akis ve arkasında şekil alan,oluşan resim var. Bunların da ayrı ayrı birer vücudu var. Gerçi o vücudlar güneşin cilvesindendir; fakat güneş değiller. İnsanın zihni, hayali, bu ayna misaline benzer. Şöyle ki:
İnsanın fikir aynasındaki bilginin dahi iki yönü var: Bir yönü ile ilimdir, bir yönü ile bilgidir. Eğer zihni o bilgiye kılıf saysak, o vakit o bilgi mevcud, zihinsel bir bilgi olur; vücudu ayrı birşeydir. Eğer zihni o şeyin meydana gelmesi ile vasıflanan saysak, zihne sıfat olur; o şey o vakit ilim olur, bir vücud-u haricisi vardır. O bilginin vücud ve aslı dahi olsa, bununki arazi bir vücud-u haricisi olur.
İşte bu iki temsile göre, kainat bir aynadır. Her varlığın özelliği dahi birer aynadır. Kudret-i Ezeliye ile ,cad-ı İlahiye tesirlidirler. Herbir varlık, bir cihetle Şems-i Ezelinin bir isminin bir nevi aynası olup bir nakşını gösterir. Hazret-i Muhyiddin meşrebinde olanlar, yalnız aynalık ve kılıflık cihetinde ve aynadaki benzer vücüd ve şekil, yok sayma noktasında ve akis, yansımanın ta kendisi olmak üzere keşfedip, başka mertebeyi düşünmeyerek, "La mevcude illa Hu (Ondan başak yoktur)" diyerek, yanlış etmişler. "Hakaiku’l-eşyai sabitetün" ana kaidesini inkar etmek derecesine düşmüşler.
Amma ehl-i hakikat ise, veraset-i Nübüvvet sırrıyla ve Kur’an’ın kesin ifadeleri ile görmüşler ki, varlık aynasında kudret ve İlahi irade ile vücud bulan nakışlar Onun eserleridir. "Heme ez ost" tur; "Heme ost" değil. Eşyanın bir vücudu vardır ve o vücud bir derece sabittir. Gerçi o vücud, Varlığı gerekli Allah’a oranla hayali ve hayali hükmünde zayıftır; fakat Kadir-i Ezelinin icad ve irade ve kudretiyle vardır.
Nasıl ki, temsilde, ayna içindeki güneşin hakiki vücud-u haricisinden başka bir benzer vücüdu var. Ve aynayı süslü boyalayan genişleyen aksinin dahi yer ve ayrı bir vücud-u haricisi var. Ve aynanın arkasındaki fotoğrafın resim kağıdına intikaş eden güneşin suretinin dahi ayrı ve arazi bir vücud-u haricisi vardır, hem bir derece sabit bir vücuddur. Öyle de, kâinat aynasında ve eşya özelliklerinin aynalarında esma-i kudsiye-i İlahiyenin irade ve ihtiyar ve kudret ile hasıl olan cilveleriyle görünür eden sanatlı nakışların, Vücüdu gerekli olan Allah’tan ayrı, sonradan var olan bir vücudu var. Hem o vücuda Kudret-i Ezeliye ile kararlılık verilmiş. Fakat eğer irtibat kesilse, bütün eşya birden yokluğa gider. Vücüdun devamı için her an, herşey, Halikının ayakta tutmasına muhtaçtır. Gerçi"hakaiku’l-eşyai sabitetün"dür; fakat Onun ispat ve tesbitiyle sabittir.
İşte, Hazret-i Muhyiddin, "Ruh mahluk değil; Cenâb-ı Hak`kın tasarruf ve işlerinden ibaret olan alem den ve irade sıfatından gelmiş bir hakikattir" demesi, çok Kur`an ve hadisin açık ve kesin hükümlerinin görünüşüne muhalif olduğu gibi; zikredilen araştırmalara göre karıştırılmış, aldanmış; zayıf vücudları görmemiş.
Esma-i İlahiyeden Hallak, Rezzak gibi isimlerin kaynağı kuruntu ve hayali şeyler olamaz. Madem o isimler hakikattir,elbette görünme yerlerinin de , hariçten oluşan hakikatleri vardır.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
ölülerde yasar degilmi benimkisi bir ütopyadan ibaret tabii peki ölümdeki yasamla burdaki yasami insan beyni idrak edebilirmi
allah razi olsun
 
Üst Alt