Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah'a Iman Bütün Inancin Temelidir

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Şüphesiz ki, Allah'a, taat ve ibadete layık, kahhar, muhtar, yüce varlığa iman; dinin ruhu ve özüdür. Aynı zamanda Allah'ın Kitabı'nın ve Resûlü'nün (s.a.s.) sünnetinin belirttiği gibi İslâm'ın ruhu, bütün inancın temelidir.
Kur'an-ı Kerim, imanın rüknü ve ona bağlı konulardan bahsederken, şu ayette olduğu gibi, O'na imanı bunların ilki ve temeli olarak ortaya koyar: "Peygamber ve müminler, O'na Rabbinden indirilene inanırlar. Yine hepsi Allah'a, ahiret gününe, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanırlar.(Bakara,285)Diğer bir ayette ise: "...Lakin iyi olan (el-birr), Allah'a ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan kimsedir.-(Bakara, 177)Başka bir ayet şöyledir: "Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin (imanınızda sabit olun). Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa dalmıştır." (Nisa, 136)
Allah Resûlü de meşhur Cibril hadisinde, kendisine iman hakkında sorulduğunda şöyle demektedir: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerre inanmaktır."
Asıl olan Allah'a imandır. Akaidin diğer kısımları buna izafe edilmiş, buna bağlanmıştır. Allah'a iman ettikten sonra, sırasıyla, meleklerine, kitaplarına, resullerine, dirilmeye, hesap vermeye, kaza ve kaderin O'ndan geldiğine iman edilir. Bütün bunlara iman etmek, Allah'a iman etmenin bir parçasıdır, akide bunun üzerine bina edilmiştir. Resûle iman, ancak O'nu gönderene imandan sonra tasavvur edilebilir. Ceza ve hesaba iman da ancak cezalandıran ve hesaba çekene imandan sonra mümkündür.
Allah'a iman doğal olarak, onun varlığına ve rububiyet ve uluhiyetinde vahdaniyetine, esmâ-i hüsnâsına, kendisinin layık olduğu sıfatlarla sıfatlanması ve bütün eksikliklerden uzak olduğuna imanı beraberinde getirir.
Bizim için Allah'ın varlığı kesinlikle şüphe bulunmayan bir hakikattir. Daha da öte, hakikatların en aşikâr olanıdır. Buna sağlıklı bünyeler tanıklık etmektedir. Olgun akıllar buna yönelmektedir. İlimde rüsuh (derinlikli bilgi) sahibi olanlar iç ve dış dünyalarında gördükleri dehşetengiz ibda, düzen, takdir ve hidayetten dolayı bu görüşü desteklemektedirler.
Eğer bu büyük hakikat, bazı insanlara gizli kalmışsa, bu; denildiği gibi, varlığının ve gizliliğinin şiddetinden dolayıdır.
İnsanlığın ortak olduğu fıtratı reddedip, aklın ve mantığın yoluna direnenler, Allah'ı inkar ederek tevhidin dışına çıkmış kişilerdir.
[/FONT]​
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
İslâm Tevhid Üzerine Kurulur

Gerçek şu ki, İslâm'ın, Allah Teâlâ'nın varlığına iman üzerine kurulması, bunun fıtrî bir gereklilik oluşundan dolayı değildir. Çok önemle üzerinde durduğu, ancak insanların bunda gafil olduğu, İslâm akidesinin özü ve İslâmî varlığın ruhu olan tevhid akidesinden dolayıdır. Bu evren üzerinde yaratmanın, hükümranlığın, dönüşün kendisine olduğu, her-şeyin Rabbi olan, her işi evirip çeviren, inkar edilmeye değil, sadece O'na iman edilmeye, küfredip nankörlük edilmeye değil şükredilmeye, isyana değil itaata lâyık olan bir tanrıya imandır. "İşte, Rabbiniz, Allah budur. O'ndan başka tanrı yoktur, her şeyi yaratandır. O her şeye vekildir. Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O latiftir, haberdardır."(Enam, 102-103.)
İslâm geldiğinde, dünyanın her köşesinde şirk hakimdi. Arap yarımadasında, İbrahim'in (a.s.) dinine göre ibadet eden birkaç hanif ve semavî dinleri bozan putçu tahrifattan sağlam kalabilen ehli kitap kalıntılarından başka kimse yoktu. Arap toplumunun cahiliye döneminde boğazlarına kadar pulculuğa battıklarını bilmek bizim için yeterlidir. Bu o dereceye varmıştı ki, yalnızca Allah'a ibadet edilsin diye; Put kıran İbrahim (a.s.)'ın inşa ettiği Kabe'nin içinde ve çevresinde 360 tane put vardı. Bunun yanında, her evde, ev halkının taptığı bir put bulunuyordu.
İmam Buhari, Ebu Reca el-Hari'den şöyle rivayet etmektedir: Taşlara tapardık, ondan daha iyisini bulduğumuzda; onu atar, diğerini alırdık. Taş bulamadığımız zaman ise, bir avuç toprak alır, koyunu getirip üzerine sağar, sonra da onu yanımızda taşırdık."
Bundan başka, yaptıkları, çoğu zaman yolculuklarında yanlarında acveden.(Bir çeşit hurma. (Çev.) tanrılar taşırlardı. Yiyecekleri bitip açlık bastırınca, başka yiyecek bir şey bulamazlarsa, onu yerlerdi. Bu türden bir ilaha Kur'an şu ayetiyle işaret etmektedir: "Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de aciz." (Hacc, 73.)
Milâdî altıncı asırda Hindistan'da putçuluk o kadar artmıştı ki; o vakit 360 milyon tanrı vardı.
Semavi dinlere bile putçuluk girmiş, safiyetini bozmuş, arılığını yok etmişti. "Yahudiler 'Üzeyr Allah'ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler" (Tevbe, 30) Hıristiyanlara göre; İsa, Hak ilahtan hak bir ilahtır.
Birçok toplumda yaygın bulunan şirk türlerinden biri de, Allah'tan başka veya O'nunla birlikte ibadet edilen Allah'ın kız ve erkek çocuklarının olduğudur. Eski Hintlilerin Kirişna ve Buda hakkındaki zanları gibi.
Araplar da melekler hakkında şöyle bir zanda bulunmuşlardır. Onlar, Allah'ın kızlarıdır. Bu konuda Kur'an şöyle der: "Rahman çocuk edindi, dediler. Hayır, onlar, ikramda bulunulan kullardır. Allah'tan önce söz söylemezler. Ancak O'nun emriyle davranırlar. Allah, onların yaptıklarım ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. O'nun korkusundan titrerler. " (Enbiya, 26-28)
Bundan dolayı İslâm, büyük bir dikkat ve özenle ilim ve amel olarak Allah'ın birliğine davette bulunmaya, şirke karşı hem akide, hem de davranış noktasında direniş ve mücadeleye önem vermiştir: "Tanrınız, tek bir Tanrıdır. Rahman ve Rahim olandan başka tanrı yoktur. (Bakara, 163)
 
Üst Alt