Küçük sıkıntılar büyük belâlara manidir
Mevlânâ bu konuyu hikâye ile anlatır. Bir adam Hz. Mûsâ’dan kendisine hayvanların dilini öğretmesini ister. Hz. Mûsâ, bu isteğin tehlikeli olduğunu, herkesin buna tahammül edecek gücü olmadığını söylerse de adam ısrar eder. Bunun üzerine Cenab-ı Hak’tan, Hz. Mûsâ’ya onu üzmemesi, dileğinin hiç olmazsa bir kısmının yerine getirilmesi için vahiy gelir. Hz. Mûsâ adama yalnızca evindeki köpekle horozun dilini öğretir. Bir sabah adam hevesle bu hayvanların konuşmasını dinlemek için bahçeye çıkar. Evin hizmetçisi sofra örtüsünü bahçeye silkerken bir parça ekmek yere düşer ve horoz hemen bu parçayı kapar. Köpek, horoza onun kırıntıları da yiyebileceğini, o parçanın kendisine münasip olduğunu söyler. Horoz, köpeğe üzülmemesini, o gün ev sahibinin atının öleceğini ve köpeğin bol yiyeceğe kavuşacağını söyler. Bunu işiten adam derhâl pazara gider, atını satar. Ertesi sabah aynı hadise tekrar eder. Köpek, horozu yalancılıkla suçlar. Horoz; atın satıldığını, ev sahibinin ziyanı başkasına yüklediğini, ancak o gün katırın öleceğini ve bütün hayvanlara ziyafet olacağını söyler. Bunu duyan adam katırı da satar. Üçüncü gün hadise tekrarlanır, horoz bu kez de evdeki kölenin öleceğini, yoksullara, köpeklere bol ekmek dağıtılacağını söyler. Adam köleyi de elden çıkarır. Diğer yandan üç belâdan da kurtulduğu için sevinmektedir. Dördüncü gün gelir. Açlıktan hâlsiz kalan köpek sitemde bulununca; horoz ev sahibinin her üç ziyanı da savuşturduğunu, ancak bu defa sıranın ona geldiğini; atın, katırın ve kölenin ölümlerinin kendisine gelecek kazayı def etmek için olduğunu fakat hırsa kapılan sahiplerinin bunu kabullenmediği için öleceğini, birçok yemeklerin yapılacağını, kurban kesilip yoksulların, hayvanların doyurulacağını dile getirir. Adam pişmanlık ve korkuyla Hz. Mûsâ’ya gider, canının bağışlanmasını ister. Hz. Mûsâ, atılan okun geri dönmeyeceği gibi, kazaya mani olmanın da imkânsız olduğunu anlatır, elinden gelen tek şeyin onun imanla ölmesi için dua etmek olduğunu bildirir. Adamcağız durumun ciddiyetini anlayınca korkusundan hastalanır ve ölür.
“Sen burnunu kanatmak istemezsin ama burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir.” (Mesnevî, III:3438)
Bu hikâyeden de anlaşılacağı üzere insanoğlunun başına gelen bazı dertler, onu daha büyük musibetlerden korumak için âdetâ paratoner vazifesi görür. Günlük hayatımızdaki küçük tersliklerin sonuçta bizim için ne kadar hayırlı olduğunu sonradan anlamışızdır. Basında uçağa yetişemediği için üzülen, ancak bineceği uçağın düştüğünü ve hiç kimsenin kurtulamadığını öğrenen insanlara dair haberler çıkar. İşte bu sebeple bir problemle karşılaşınca önyargılı davranmadan sonunu beklemek, sabır ve tevekkülle bu işin bir hikmeti olduğunu düşünmek gerekir.
“Mümine isabet eden hiçbir ağrı, yorgunluk, hastalık, üzüntü hatta ufak bir tasa yoktur ki, Allah o musibet ile kulun günahlarından bir kısmını silmesin” hadis-i şerifinde bildirildiği gibi musibetler günahlara kefarettir. Bir diğer hadiste de; “Allah bir kulu için hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir” denilmekte, başımıza gelen belaların âhiretteki derecemizi yükselteceğine işaret edilmektedir. Mevlânâ konuyu küçük bir örnekle özetler: “Meselâ bir halıyı, tozunu temizlemek için değnekle döverler. Akıllılar buna paylama demezler. Fakat kendi sevdiği birini veya çocuğunu döverlerse, ona itâb (paylama) derler. Sevginin delili işte böyle yerde meydana çıkar. Bu yüzden mâdemki kendinde bir dert ve pişmanlık hissediyorsun, bu Tanrı’nın sana olan inayetinin ve sevgisinin bir delilidir.” (Fîhi Mâfih, 36)
Her sıkıntı, güçlük sabırla ortadan kalkar
“Sabır genişliğin anahtarıdır” hadisinin de bildirdiği gibi, sabır bütün zorlukları gideren, insanı sıkıntıdan ferahlığa taşıyan bir meziyettir. Mevlânâ sabrın neticesindeki bu hikmeti de izah eder:
“Sabret, zira sabırla güçlük kalkar. Sabır, ferahlığın anahtarıdır.” (Mesnevî, III: 1848)
“Sabır, mübarek bir şey; daima insandan üzüntüyü giderir.” (Mesnevî, III: 1859)
“Gönüldeki her ferahlığın sebebi bir sıkıntıya bağlıdır.” (Mesnevî, III: 2312)
“Nerede bir dert varsa, deva oraya, nerede bir yoksul varsa nimet oraya gider.” (Mesnevî, II: 3232)
“Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.” (Mesnevî, II: 2282)
Sabır şükrün göstergesi ve olgun insanın vasfıdır
Sabır, olgun insanların göstereceği bir davranış şeklidir. Unutulmamalıdır ki Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerinden birisi de “Sabûr”dur, ancak bu ismin Esmâ-i Hüsnâ’nın en sonunda yer alması bu hasletin zorluğuna, herkesin bu meziyete kolayca sahip olamayacağına işaret eder. Kâmil imana sahip, “Lutfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilmenin yüceliğine ulaşan insanlar sabrın güzel örneklerini sergiler. Mevlânâ konuyu fevkalade güzel bir örnekle açıklar: Lokman’ın efendisine bir karpuz hediye etmişlerdi. Lokman’ı çok seven efendisi karpuzdan bir dilim kesip Lokman’a verir. Lokman şeker yer gibi karpuzu yer. Onun zevkle yediğini gören efendisi bir dilim daha verir. Onu da yer. Dilimler böylece on yediyi bulur. Efendisi Lokman’ı istekle yer görünce bir dilim de kendisi yemek ister. Ama yer yemez karpuz ağzını yakar. Bir müddet konuşamaz. Sonra Lokman’a neden karpuzun acı olduğunu söylemediğini sorar. Lokman: “Senin sunduğun bir şeye acıdır demek ayıptır. Bana bunca nimet vermişken, bir acı lokmaya katlanamazsam başıma toprak” der. (Mesnevî, II: 1525-1545)
Mevlânâ’nın sabrın hikmetleri konusundaki Kuranî bir örneği de 103. sure olan Ve’l-Asr Suresi’dir. İmam Şâfiî’nin; “Başka bir şey nazil olmasaydı, Kuran’dan bu sure yeterdi” dediği, Ve’l-Asr, Kuran-ı Kerim’in bütün nasihatlerini özetler mahiyettedir. Mehmet Âkif Ersoy surenin önemini şu mısralarla belirtir:
“Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka Sûre-i Ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh
Sonra hak sonra sebat. İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık”
Surenin meali şöyledir: “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Mevlânâ’nın sabrın hikmetlerine ve sabretmenin faziletine dair sözlerini ashabın âdetine uyarak noktalayabiliriz:
“Sabır Hakk’ın adıyla beraber geçiyor. Ve’l-Asr Suresi’nin sonunu oku da gör.
Cenab-ı Hak, yüz binlerce kimya yarattı ama sabır kimyasına benzer var mı ya?” (Mesnevî, III: 1860-1861)