Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah Sevdiklerine Dert Verir...

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
*"İnsanların en çetin belâya uğrayanları peygamberlerdir, sonra temiz
kişiler gelir, sonra da onlara benzeyenler, benzeyenlere benzeyenler belâya
uğrarlar" * hadisinde bildirildiği gibi insanın başına gelen musibetler
sebepsiz değildir ve netice itibariyle bir lütuftur, öyleyse kulun yapması
gereken böyle durumlarda sabretmek, yalnızca Allah'tan yardım dilemektir *.*
* *
*Diğer taraftan sağlık ve varlık Allah'la kul arasında iki perdedir. İnsan
hastalanınca veya malına mülküne bir ziyan gelince Allah'ı daha çok
hatırlamaya başlar, duaları daha sıcak olur, Cenab-ı Hakk'a samimiyetle
niyaz eder. Mevlânâ bu konuda Firavun'u örnek verir: Cenab-ı Hak Firavun'a
dört yüz yıl ömür, saltanat, mal mülk vermiş, her arzusunun yerine gelmesini
sağlamıştır. Bunların hepsi onun Allah ile arasındaki perdeleri
kalınlaştırmış, kendisi tanrılık iddiasında bulunmuştur. Hatta öyle ki
Cenab-ı Hak Firavun'un kendisini anmaması için hiçbir isteğini yerine
getirmezlik etmemiş, ona küçük bir baş ağrısı bile vermemiştir. ( Fîhi
Mâfih, 354-355)*
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Selam ile...Benim hala anlamadigim bir konu var neden Allah iyi insanlara bol dert verirken kötülere neden bu konuda cömert davranmiyor?Neden Allah kendi Resullerine siddetli cetin belalar verirken ona itaat etmeyenlere beylik verir?O zaman cahil insanlar söyle düsünmezmi acaba Firavun daha hayirli degilmi?Hem cok uzun ömürlü yani bir nevi Tanrilasmistir ölümsüzdür bak Resuller cok yasamiyor demezmi?Hatta Allah birde bunlari tesvik ediyor ve her istediklerini aninda yerine getirirken Firavun demezmi bakin ben ne istersem Allah veriyor demekki ben hakliyim?Allah en cetin belalari Kuluna vererek mecburen bir iman hasil olmasini nasil murad etmis olabilir?Onu daha siddetle anmasini saglamak icin dert üstüne dert?Anlayan beri gelsin?Biri inkarci Allah durmadan her istedigini veriyor digeri imanli ama ne yazikki bela üstüne bela,Hemde en cetini Resullere!!!

Kur’an’da tam tersi durum söz konusudur, gelen musibetlerin şiddeti işlenmiş olan fanalıklar nedeniyledir, iyilikler nedeniyle değildir.

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder
.

42/30

Zira işlenenlerin bir çoğunun affedildiğine deyinilmesi, işlenenlerin ve dolayısıyla affedilmeyip musibete neden olan âmellerin günahlar olduğu açıkça ortaya çıkar. Çünkü af günahlar için söz konusudur.Resul/Resulleri Tenzih ediyorum bu gibi günahkar kabul edip sonra cetin bela verdiren rivayetlerden...
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Küçük sıkıntılar büyük belâlara manidir
Mevlânâ bu konuyu hikâye ile anlatır. Bir adam Hz. Mûsâ’dan kendisine hayvanların dilini öğretmesini ister. Hz. Mûsâ, bu isteğin tehlikeli olduğunu, herkesin buna tahammül edecek gücü olmadığını söylerse de adam ısrar eder. Bunun üzerine Cenab-ı Hak’tan, Hz. Mûsâ’ya onu üzmemesi, dileğinin hiç olmazsa bir kısmının yerine getirilmesi için vahiy gelir. Hz. Mûsâ adama yalnızca evindeki köpekle horozun dilini öğretir. Bir sabah adam hevesle bu hayvanların konuşmasını dinlemek için bahçeye çıkar. Evin hizmetçisi sofra örtüsünü bahçeye silkerken bir parça ekmek yere düşer ve horoz hemen bu parçayı kapar. Köpek, horoza onun kırıntıları da yiyebileceğini, o parçanın kendisine münasip olduğunu söyler. Horoz, köpeğe üzülmemesini, o gün ev sahibinin atının öleceğini ve köpeğin bol yiyeceğe kavuşacağını söyler. Bunu işiten adam derhâl pazara gider, atını satar. Ertesi sabah aynı hadise tekrar eder. Köpek, horozu yalancılıkla suçlar. Horoz; atın satıldığını, ev sahibinin ziyanı başkasına yüklediğini, ancak o gün katırın öleceğini ve bütün hayvanlara ziyafet olacağını söyler. Bunu duyan adam katırı da satar. Üçüncü gün hadise tekrarlanır, horoz bu kez de evdeki kölenin öleceğini, yoksullara, köpeklere bol ekmek dağıtılacağını söyler. Adam köleyi de elden çıkarır. Diğer yandan üç belâdan da kurtulduğu için sevinmektedir. Dördüncü gün gelir. Açlıktan hâlsiz kalan köpek sitemde bulununca; horoz ev sahibinin her üç ziyanı da savuşturduğunu, ancak bu defa sıranın ona geldiğini; atın, katırın ve kölenin ölümlerinin kendisine gelecek kazayı def etmek için olduğunu fakat hırsa kapılan sahiplerinin bunu kabullenmediği için öleceğini, birçok yemeklerin yapılacağını, kurban kesilip yoksulların, hayvanların doyurulacağını dile getirir. Adam pişmanlık ve korkuyla Hz. Mûsâ’ya gider, canının bağışlanmasını ister. Hz. Mûsâ, atılan okun geri dönmeyeceği gibi, kazaya mani olmanın da imkânsız olduğunu anlatır, elinden gelen tek şeyin onun imanla ölmesi için dua etmek olduğunu bildirir. Adamcağız durumun ciddiyetini anlayınca korkusundan hastalanır ve ölür.

“Sen burnunu kanatmak istemezsin ama burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir.” (Mesnevî, III:3438)

Bu hikâyeden de anlaşılacağı üzere insanoğlunun başına gelen bazı dertler, onu daha büyük musibetlerden korumak için âdetâ paratoner vazifesi görür. Günlük hayatımızdaki küçük tersliklerin sonuçta bizim için ne kadar hayırlı olduğunu sonradan anlamışızdır. Basında uçağa yetişemediği için üzülen, ancak bineceği uçağın düştüğünü ve hiç kimsenin kurtulamadığını öğrenen insanlara dair haberler çıkar. İşte bu sebeple bir problemle karşılaşınca önyargılı davranmadan sonunu beklemek, sabır ve tevekkülle bu işin bir hikmeti olduğunu düşünmek gerekir.

“Mümine isabet eden hiçbir ağrı, yorgunluk, hastalık, üzüntü hatta ufak bir tasa yoktur ki, Allah o musibet ile kulun günahlarından bir kısmını silmesin” hadis-i şerifinde bildirildiği gibi musibetler günahlara kefarettir. Bir diğer hadiste de; “Allah bir kulu için hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir” denilmekte, başımıza gelen belaların âhiretteki derecemizi yükselteceğine işaret edilmektedir. Mevlânâ konuyu küçük bir örnekle özetler: “Meselâ bir halıyı, tozunu temizlemek için değnekle döverler. Akıllılar buna paylama demezler. Fakat kendi sevdiği birini veya çocuğunu döverlerse, ona itâb (paylama) derler. Sevginin delili işte böyle yerde meydana çıkar. Bu yüzden mâdemki kendinde bir dert ve pişmanlık hissediyorsun, bu Tanrı’nın sana olan inayetinin ve sevgisinin bir delilidir.” (Fîhi Mâfih, 36)

Her sıkıntı, güçlük sabırla ortadan kalkar

“Sabır genişliğin anahtarıdır” hadisinin de bildirdiği gibi, sabır bütün zorlukları gideren, insanı sıkıntıdan ferahlığa taşıyan bir meziyettir. Mevlânâ sabrın neticesindeki bu hikmeti de izah eder:

“Sabret, zira sabırla güçlük kalkar. Sabır, ferahlığın anahtarıdır.” (Mesnevî, III: 1848)

“Sabır, mübarek bir şey; daima insandan üzüntüyü giderir.” (Mesnevî, III: 1859)

“Gönüldeki her ferahlığın sebebi bir sıkıntıya bağlıdır.” (Mesnevî, III: 2312)

“Nerede bir dert varsa, deva oraya, nerede bir yoksul varsa nimet oraya gider.” (Mesnevî, II: 3232)

“Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.” (Mesnevî, II: 2282)

Sabır şükrün göstergesi ve olgun insanın vasfıdır

Sabır, olgun insanların göstereceği bir davranış şeklidir. Unutulmamalıdır ki Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerinden birisi de “Sabûr”dur, ancak bu ismin Esmâ-i Hüsnâ’nın en sonunda yer alması bu hasletin zorluğuna, herkesin bu meziyete kolayca sahip olamayacağına işaret eder. Kâmil imana sahip, “Lutfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilmenin yüceliğine ulaşan insanlar sabrın güzel örneklerini sergiler. Mevlânâ konuyu fevkalade güzel bir örnekle açıklar: Lokman’ın efendisine bir karpuz hediye etmişlerdi. Lokman’ı çok seven efendisi karpuzdan bir dilim kesip Lokman’a verir. Lokman şeker yer gibi karpuzu yer. Onun zevkle yediğini gören efendisi bir dilim daha verir. Onu da yer. Dilimler böylece on yediyi bulur. Efendisi Lokman’ı istekle yer görünce bir dilim de kendisi yemek ister. Ama yer yemez karpuz ağzını yakar. Bir müddet konuşamaz. Sonra Lokman’a neden karpuzun acı olduğunu söylemediğini sorar. Lokman: “Senin sunduğun bir şeye acıdır demek ayıptır. Bana bunca nimet vermişken, bir acı lokmaya katlanamazsam başıma toprak” der. (Mesnevî, II: 1525-1545)

Mevlânâ’nın sabrın hikmetleri konusundaki Kuranî bir örneği de 103. sure olan Ve’l-Asr Suresi’dir. İmam Şâfiî’nin; “Başka bir şey nazil olmasaydı, Kuran’dan bu sure yeterdi” dediği, Ve’l-Asr, Kuran-ı Kerim’in bütün nasihatlerini özetler mahiyettedir. Mehmet Âkif Ersoy surenin önemini şu mısralarla belirtir:

“Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken

Mutlaka Sûre-i Ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh

Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh

Sonra hak sonra sebat. İşte kuzum insanlık

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık”

Surenin meali şöyledir: “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Mevlânâ’nın sabrın hikmetlerine ve sabretmenin faziletine dair sözlerini ashabın âdetine uyarak noktalayabiliriz:

“Sabır Hakk’ın adıyla beraber geçiyor. Ve’l-Asr Suresi’nin sonunu oku da gör.

Cenab-ı Hak, yüz binlerce kimya yarattı ama sabır kimyasına benzer var mı ya?” (Mesnevî, III: 1860-1861)
 

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
Günümüzde birçok kimseler, bir sıkıntı, üzüntü, felâket, başarısızlık ve musîbet, ya da hastalık ile karşılaştıkları zaman, içki veya uyuşturucu kullanmakta teselli ararlar. Oysa bunlarda deva yok dert var; huzur ve sükûn yok, sahte bir oyalanma ve geçici bir içki sersemliği söz konusudur. Hiç biri ruhta meydana gelen boşluğu doldurmaya, kalpte açılan gediği kapatmaya elverişli değildir. Sonu tedrici intihar ve karanlık bir ölümdür.

Ruhun boşluğunu dolduran, gıdasını sağlayan; kalbe neşe ve huzuru, gönüllere yatışkanlık ve ferahlığı dolduran ve insanın önünü aydınlatan, geleceğine umut ışığı tutan ve ebedîyen mutlu olmayı gerçekleştiren en büyük dayanak ve en üstün teselli ve güven, ALLAH Teâlâ'ya dosdoğru inanmak, O'nu severek, sayarak, umut besleyerek anmaktır. Kur'ân-ı Kerim, bilhassa bundan başka gönül yatışkanlığı veren ikinci bir iksirin bulunmadığını belirterek bizi uyarıyor
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Beni ilgilendiren sey neden Allah Resullere,Iyilere cokca ve Cetin bela verirki ayet tam tersini söylerken;


Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder
.

42/30

Burada konu sudur basimiza gelen belalarin en önemli sebebi Günahlarimizdir.Bu su anlama gelir Resuller ve Iyiler oldukca cok günah islediklerinden(Tenzih ediyorum Resulleri)Allahta onlar musibetin en cetin sekliyle verir.Hasa...Burada su sunu dedi veya bu sahis bunu dedi ile bir yorum yapmiyorum nedeni Allahin acik ayeti varken cikan sonuc Allah kimseye Zulmetmez ancak kendi elimizle yaptiklarimizin bir kisminin sebeplerindendir.Bir kisminida Allah af ettiginden acaba simdi Fravuna verilen öyle 400 yillik ömür beni acaip sekilde rahatsiz etti.Neden?Bir Resule helede Alemlere Rahmet Bizim Peygamberimize verseydi simdi dünyada belkide hic Islam disi insan kalmazdi.Neden Firavuna 400 yil ömür hemde her istedigine kavusma?Acaba bu konuda bir terslik yokmu sizce....Allah neden Resullere ve iyilere cok cetin musibetler verir?Niye Firavuna her istedigini hemde 400 yil ömür vermis?Perde cok kalinlasin diyemeyiz cünki Kafir kafirdir gidecegi yeri zaten Allah acik ve net söylemistir,CEHENNEM...Son söz olarak Allah zulmedici degildir,ve her insan encak kendi yaptiklari ile musibete ugrar ve asla Allah bundan sorumlu degildir.Ki kaldiki Resulleride böyle cok musibete ugrayan göstermek yanlistir onlar sadece kendilerine verilen Teblig icin zor sartlarda mücadele etmisler bazi olumsuzluklar yasamis ama asla bunu musibet olarak niteleyemeyiz bu sadece yapilan mücadelenin cetinligi olur yoksa Resule verilmis bir ceza olarak musibet diyemeyiz...
 

yaylalý

New member
Katılım
24 Şub 2009
Mesajlar
20
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Peygamberlerin ve Allah dostlarının başlarına gelen eza, cefa ve sıkıntıların bizim anladığımız ma'nâda musibet ve belâ olduğunu düşünmek bence insanı yanılgıya götürür. Hele bu sıkıntılara bakıp Cenâb-ı Hakk'ın kendi dostlarına sıkıntı vermiyeceğini, veya verdiği sıkıntıların Adâlet-i İlâhiye'ye uygun düşmeyeceğini iddia etmekse tamamen hatalı ve yanlış bir bakış açısıdır kanâatimce.
Zira tarihî bir gerçektir ki Allah, peygamberlere ve sevdiği kullarına da sıkıntılar vermiş, bizim gibi sathî bakan insanların musîbet olarak algıladığı olaylara muhatap kılmıştır. Bu tür hâdiseler Allah'ın Adâletine zıt olmadığı gibi, hikmetinin de gereğidir. Çünkü dünyevî sıkıntı ve musîbetlerden mü'minlerin ve Allah dostlarının muaf tutulması asıl Allah'ın hikmetine ve imtihan sırrına mugâyir olurdu. Cenâb-ı Hak hikmeti gereği, Peygamberimiz'in (ASM) hakâretlere mâruz kalmasına, Taif'te taşlanmasına, Uhud'da yaralanmasına v.s. müsaade ettiği gibi, Peygamberimiz'in getirdiği dîne inanan ve hizmet eden sahabîlere -meselâ, Bilâl-i Habeşî'nin kızgın kumlar üzerinde işkence görmesine, Seyyidü'ş-şühedâ Hz. Hamza'nın Uhud'da cesedinin parça parça edilmesi nev'inden- gelen musîbetlere izin vermiştir. Bunları inkâr etmek mümkün değildir.
O zaman yapılacak şey, bu tür hâdiseler sebebiyle Allah'ın merhametini, şefkatini, adâletini ithâm etmek değil, hikmetini anlamaya çalışmaktır. Yoksa bir tek âyetin zâhirî ma'nâsını nazara vererek hâdiseyi tek pencereden değerlendirmek bizleri yanlış mecrâlara, Allah korusun, Allah'ın adâletini, hikmetini, merhamet ve şefkatini sorgulamak gibi haddini bilmezliklere ve çıkmaz sokaklara sürükleyebilir.
Bu konuda dikkat etmemiz gereken en önemli hususlardan birisinin, hâdiseleri değerlendirirken yalnızca dünyevî nazarla bakmamak gerektiğidir. Zira eğer bu dünyada gerçekleşen olaylar yine bu dünyada neticeye ulaşıyor, hesabı görülüyor diye düşünürsek büyük hata ederiz. Çünkü biliyoruz ki, bu dünya hikmet dünyasıdır; imtihan dünyasıdır. Buradaki hâdiselerin gerçek muhasebe ve muhakemesi öbür dünyada yapılacaktır. İmtihan gereği çoğunlukla zâlim zulmünün, mazlum mazlûmiyetinin karşılığını görmeden bu dünyadan göçüp gitmektedir. Halbûki Cenâb-ı Hak, “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfâtını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezâsını görecektir.” (Zilzâl Sûresi: 7-8) demek sûretiyle hesâbın mutlaka görüleceğini beyân etmektedir. O zaman buradan şöyle bir netice çıkarabiliriz: Bu dünyada mü'minlerin ve Allah dostlarının başlarına musîbet olarak algılanabilecek nev'inden gelen sıkıntılar, insanoğlunun imtihanı gereği muhatap olduğu sıkıntılardır ve kesinlikle zulüm değildir. Bu tür sıkıntıların bu dünyada olmasa da, mutlaka âhirette mükâfâtı kat kat olarak verilecektir.
Bir başka nokta da -hattâ belki de mü'minlerin bu dünyada daha çok sıkıntı çektiklerini ifade eden bir hakîkat ise- Müslim, Tirmizî ve Müsned gibi hadîs kitaplarında geçen şu hadîs-i şerîftir ki, Resûlûllah (asm) buyurmuş: "Dünya mü'minin zindanı, kâfirin Cennetidir." (Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2:197, 323, 389, 485.) Bu hakikat için şöyle bir îzah getirilmektedir:
"Nasıl ki, küçük kabahatleri işleyenlerin nahiyelerde cezaları verilir, büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de, ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için, kısmen dünyada ve sür'aten verilir. Ehl-i dalâletin cinayetleri o kadar büyüktür ki, kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak, âlem-i bekadaki Mahkeme-i Kübrâya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.
İşte, hadis-i şerifte "Dünya mü'minin zindanı, kâfirin Cennetidir." -2- mezkûr hakikate dahi işaret ediyor. Yani, dünyada şu mü'min, kısmen kusurâtından cezasını gördüğü için, dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler, madem Cehennemden çıkmayacaklar; hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları tehir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya cennetleridir. Yoksa, mü'min bu dünyada dahi kâfirden mânen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes'uttur. Adeta mü'minin imanı, mü'minin ruhunda bir cennet-i mâneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde mânevî bir cehennemi ateşlendiriyor." (Barla Lâhikası-208)

Muhabbetlerimle...

2 -Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2:197, 323, 389, 485.
 
Son düzenleme:

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
"Nasıl ki, küçük kabahatleri işleyenlerin nahiyelerde cezaları verilir, büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de, ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için, kısmen dünyada ve sür'aten verilir. Ehl-i dalâletin cinayetleri o kadar büyüktür ki, kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak, âlem-i bekadaki Mahkeme-i Kübrâya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.

Bunu çok tuttum. Çok güzel. Hem de sevindim doğrusu, nefsime hoş geldi Allahualem...
 

gönül dostu

New member
Katılım
10 Nis 2009
Mesajlar
688
Tepkime puanı
1,074
Puanları
0
Yaş
39
selamun aleyküm sevgili abicim

selamun aleyküm sevgili abicim

abicim aslında sorduğun soru çoğu kişinin de aklını kurcalayan bir konudur.
ama ben bu konuyla ilgili şöle bişeyi hatırlatmak isterim nacizane (tabi doğrusunu allah bilir)benim düşüncem...
peygamberler insanlara kılavuz olarak yani her türlü durumda nasıl davranacağını öğretmek amacıyla gelmiştir.dertler çekmelerine rağmen isyan etmemeleri aslında bizimde dertler karşısında nasıl davranmamız gerektiğini anlatır diye düşünüyorum ben .bu yüzdendirki Allah peygamberlerle gerek açıkça(ayetlerle) gerekse ona yaptırarak (hadislerle)bize nasıl yaşamamızı öğretir.işte bence bu yüzden Allah peygamberlerine her türlü derdi vermiştir.Allaha emanet olun...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
abicim aslında sorduğun soru çoğu kişinin de aklını kurcalayan bir konudur.
ama ben bu konuyla ilgili şöle bişeyi hatırlatmak isterim nacizane (tabi doğrusunu allah bilir)benim düşüncem...
peygamberler insanlara kılavuz olarak yani her türlü durumda nasıl davranacağını öğretmek amacıyla gelmiştir.dertler çekmelerine rağmen isyan etmemeleri aslında bizimde dertler karşısında nasıl davranmamız gerektiğini anlatır diye düşünüyorum ben .bu yüzdendirki Allah peygamberlerle gerek açıkça(ayetlerle) gerekse ona yaptırarak (hadislerle)bize nasıl yaşamamızı öğretir.işte bence bu yüzden Allah peygamberlerine her türlü derdi vermiştir.Allaha emanet olun...


Hala cevap olarak almiyorum;Cünki bazi Resuller vardir Hükümdar konumundadir(Süleyman,Davut gibi)Bazilari var Kumandan gibi(Zülkarney,Muhammed a.s.a.)Gibi bazilari Yönetici konumunda(Yusuf gibi).Bazilarida bulunduklari kent,veya bir Kavme göre normal durumdaki diger Resuller gibiki simdi hangisi hangi bir dert veya belaya muhattap oldu?Zaten Kuran nasil davranmamizi bize bildirirken neden Alemlere Rahmet olan Resule cokca ve Cetin musibet,bela veya an azindan üzüntü isabet etti?


Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder
.

42/30
 

gönül dostu

New member
Katılım
10 Nis 2009
Mesajlar
688
Tepkime puanı
1,074
Puanları
0
Yaş
39
selamun aleyküm sevgili abicim

selamun aleyküm sevgili abicim

abicim senin sorduğun şeye kısa ve inş.öz bir cvb yazacağım inş. doğru aktarabilirim.Allah(c.c)peygamberlerine dert vermiş ama bunun sonunda isteyen peygambere hükümranlık(yusuf a.s )isteğene varlıklara hükmetme(süleyman a.s)vermiş ama bizim peygamberimizede isteğini sormuş ve rahmet peygamberide bu hakkınıda ahirerte biz ümmetlerine saklamış.Peygamberlerde Allah tarafından sınanır kardeşim .Allah ibrahim (a.s)maliyla canıyla vede evladıyla sınamış.bizim peygamberimizide sevdikleriyle ve malla sınamış ki yer yüzüne ibret olsun die kardeşim demek istedeiğim şuki sorduğun sorunun cevabı buydu ama derinlemesine düşününce her ne kadar bu dünyada rahat etseler bile ahiretin yanında bu dünya onlara azabdı...abicim unutmadan bunuda ekleyeyim peygamberlerinde hataları olmuş fakat Allah (c.c)onları uyarmış mesela duha suresi böle bir olay yüzünden inmiş.yani abicim demem o ki Allah (c.c.)aslında bir nevi sevdiği kulum acaba dara düştüğündede beni sevecekmiyi kendi bildiği halde aleme ıspat için bu şekilde peygamberlerini denemiş.
A.e.olun
 
Son düzenleme:
Üst Alt