Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah Resulünden Başkasının Sözü, Hem Kabul Edilebilir, Hem de Reddedilebilir

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
بســـم الله الرحمن الرحيم


Allah Resulünden Başkasının Sözü, Hem Kabul Edilebilir, Hem de Reddedilebilir

Allah Resulünden başkasının sözü, hem kabul edilebilir, hem de reddedilebilir. Buna müsaittir. Zaten, nebi ve Resullerle, insanlar arasındaki en belirgin fark da buradan gelmektedir. Resuller ve nebilerin Allah'dan getirdikleri haberlere iman etmek şarttır.
Evliyanın ise, böyle bir durumu yoktur. Yani, onların söylediklerine iman etmek, dinin şartlarından değildir. Onların sözleri ve emirleri Allah'ın kitabına, Resulün sünnetine havale edilir. Şayet uyarsa kabul etmek vacib olur. Uymazsa, sahabi veli de olsa reddetmek gerekmektedir.
Böyle birisi, yani fikir yürütebilecek iddia sahibi kişi müçtehid de olsa, yanıldığı takdirde kendisi için bir ecir vardır. Çünkü, içtihad ederken, bir fikri ileri sürerken samimidir, gücünün yettiği kadar, dinine hizmet etmek istemektedir. Onun için, sadece hatadır ileri sürdükleri. Hataları da Allah affetmektedir. Kur'an-ı Kerimde buna şöyle işaret edilmektedir:
“Gücünüz yettiği kadar Allah'a isyan etmekten kaçının.” Bu ayet Ali İmran suresinin 102.ci ayetini yorumlamaktadır.
“Ey iman edenler! Allah 'dan nasıl gerekiyorsa, öylece korkun!”
İbni Mesud diyor ki:
“Allah'dan korkmak demek; O'na dosdoğru itaat etmek, O'ndan hakkıyla korkmak, isyan etmemek, O'nu anmaya ve unutmamaya çalışmak, O'na şükretmek, nankörlüğe düşmemektir. Yani, gücünüzün yettiği kadar bu hususlara riayet edin. Zira Yüce Allah hiç kimseye taşıyamayacağı bir yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi menfaatına, yaptığı kötü işler de kendi zararınadır.”
Bir başka ayette buyruluyor:
“İman edip de güzel iş, doğru hareketlerde bulunanlara gelince (ki biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz) onlar cennetin yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.” (Araf: 42)
Yüce Allah, Kur'anın bir çok yerinde, peygamberlerin getirdiklerine iman etmenin gerekli olduğunu açık bir biçimde belirtiyor:
“Ey müminler! Deyin ki: “Biz Allah 'a, bize indirilen Kur'an-ı Kerime, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilenlere; Musaya, İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri katından gönderilen kitap ve ayetlere iman ettik. Onlardan hiç birini, inanmak bakımından birbirinden ayırd etmedik. Biz Allah 'a teslim olan Müslümanlardanız.”(Bakara: 136)
“Elif, lam, mim. Bu o kitabdır ki, kendisinin Allah katından gönderildiğinde hiç şüphe yoktur. O,Allah 'dan korkanlar için doğru yolun ta kendisidir. Onlar ki, herşeyi bilmediklerine inanırlar, namazlarını gereği gibi kılarlar, kendilerine rızk olarak verdiklerimizden, Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden öncekileri indirilenlere de inanırlar. Ahirete ise, gözleriyle görüyormuşçasına iman ederler.”(Bakara: 1-4)
“Yüzlerinizi, doğu yahut batıya çevirmeniz, gerçek iyilik ve itaat değildir. Asıl iyilik ve itaat; Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman etmek, Allah sevgisiyle, mala karşı duyduğu sevgiye rağmen, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve köle ve esirleri kurtarmaya veren, namazını gereği gibi kılan, zekatlarını veren kimselerin, ahitleştikleri zaman ahitlerini yerine getirenlerin, sıkıntıda ve hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabır ve metanet gösterenlerin, iyilik ve itaatidir. Onlar yok mu? Sadık olan onlardır ve onlar takvaya ulaşanların ta kendileridir.”(Bakara: 177)
Buraya kadar naklettiklerimiz, zikrettiklerimiz, evliyanın kitaba ve sünnete sımsıkı sarılmalarını, ve ayrıca onların kalbine doğan şeylere, kitaba ve sünnete götürmeden iman edilmeyi caiz gören bir masumiyetleri olmadığını bildirmek ve göstermektir. Zaten bütün Allah dostları da böyle bir ölçüde ittifak halindedir.
Buna karşı olan, aksini söyleyen elbette ki veli değildir. Olsa olsa, ya kafir, yahut da cehle esir olmuş müfritin, bağnazın biridir.
Gerçek bir veli olan Süleyman Darani diyor ki:
“Arasıra kalbime, bütün evliyaların kalbine düşen nüktelere benzer nükte düşer. Fakat ben onu, Allahve Resulüne, yani, kitab ve sünnete götürmeden asla kabul etmem.”
Ebul Kasım Cüneyd de diyor ki:
“Bizim üzerinde bulunduğumuz ilim, Kitab ve sünnete dayalıdır. Kur'andan anlayamayan, sadece hadis yazan bir kimseye, bizim ilmimiz hakkında konuşmak yaraşmaz.”
Ebu Osman Nişaburi diyor ki:
“Kim sünneti kavlen ve fiilen nefsi üzerine amir kılarsa, o kişi, hikmetle birlikte konuşur. Kim de nefsi isteklerini nefsinin amiri sayarsa, o kişi bidatle konuşur.”
Yüce Allah, Kur'an'da şöyle buyuruyor:
“Allah'a taat ederseniz, doğru yola erişirsiniz.”
Ebu Amr bin Nüceyd de diyor ki:
“Kitab ve sünnetin şahadet etmediği her şey batıldır.”
Bir çok insan bu hususda yanlışa düşerek, bir şahıs veli ise, veliden sadır olan her söz ve hareket makbuldür. İsterse söz ve hareket kitaba ve sünnete uymasın, velinin sözüne ve hareketine uymak gerektiğine inanırlar.
Bu sebeple de veli sandıkları sahtekarlara bile itaat ederler ve böylece Allah'a ve Resule uygun olmayan veli sözü ve hareketine uymakla da, Allaha ve Resule isyan edenlerin durumuna düşerler.
Sahtekarlara uymak, biddat ve dalalete uymaktır. Böylece, uyanlar küfre sürüklenirler ve Allah'ın şu ayetinde buyurduğu gibi olurlar:
“O gün zalimler pişmanlık içinde iki elini ısırıp: “Ah ne olurdu, ben de o peygamberin mahiyetinde, Allah 'a bir yol edineydim” diyecekler. Keşke falanı kendime dost edinmeseydim. Ne yazık oldu bana!”(Furkan: 27-29)
“O gün yüzleri ateşte çevrilir çevrilirken: “Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resule itaat etseydik!” diyeceklerdir. Onlara tabi olanlar da o gün; “Ey Rabbimiz! Gerçekten biz başkanlarımıza ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar.” diyeceklerdir. Ey Rabbimiz, onlara azabından iki katını ver' Onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.”(Ahzab: 66-67)
Bunlar şu hıristiyanlara benzer ve Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor:
“O hıristiyanlar; Allah'ı bırakıp, kendi bilginlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih'i ilahlar edindiler. Halbuki, bunlar da ancak bir olan Allah 'a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O'ndan başka ibadete layık hiçbir ilah yok. O, bunların eş tuta geldikleri her şeyden münezzehdir.”(Tevbe: 31)
Mealen naklettiğimiz bu ayetin ne demek olduğunu Allah'ın Resulünden sordular. Allah'ın Resulü şöyle cevap buyurdular:
“Hıristiyan bilginleri ve rahipleri, kendi cemaatlarına haram şeyleri helal, helal şeyleri de haram kıldılar. Halk onların bu emirlerini tutarak tavsiyelerine uymuş oldular. Onlara itaat ettiler. İşte halkın onlara bu hususdaki itaatleri, körü körüne onlara ibadet etme anlamı kazandı.”
- Helali haram kılışları, dini esasları bozduklarına işarettir.
- Çünkü dini esasın temeli, Allah Resulünün getirdiklerine inanmak (iman etmek) tir.
- Bir bütün olarak da, Allah'a, peygambere, peygamberin getirdiklerine ve onun bütün insanlara, o insanlar ister Arab, ister Acem, isterse alim, abid, hükümdar; ister teba olsun, isterse cinlerden olsun, gönderildiğine içtenlikle inanmak gerekir.
- Zahiren ve batinen ona inanılmadıkça Allah'a ulaşılamaz. Allah'a giden bundan başka bir yol yoktur.
- Şayet, Hz. Musa ve Hz. İsa ve diğer bütün peygamberler son Resul Hz. Muhammed'eulaşmış olsalardı, ona itaat etmekten başka bir şey yapamazlardı.
Yüce Allah bu hususta buyuruyor ki:
“Allah, peygamberlerinden ahid ve söz almıştı. “Andolsun ki size kitabla hikmet verdim. Sizde olanı tastik edecek bir peygamber gelecek. Ona inanacak ve mutlaka ona yardım edeceksiniz. İkrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?” demişti. Onlar da ikrar ettik” diye cevap vermişlerdi de: “Şahid oldun, ben sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim” demişti. Bunun ardından yüz çeviren olursa, işte onlar fasık olanların ta kendileridir.”(Ali İmran: 81)
İbni Abbas diyor ki:
“Yüce Allah ne kadar peygamber göndermişse, onlardan ahid almıştı. Onlara; “Siz hayattayken, Muhammed'i gönderirsem, hepiniz ona tabii olacak ve yardımcısı olacaksınız” buyurmuştu. Kendilerine de, ümmetlerinden ayrı ahdi almalarını istemişti.”
Kur'an'da buna işaretle buyruluyor ki:
“Ey Muhammed! Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tanımamaları / Reddetmeleri emrolunmuş iken, tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları çıkılmaz / derin bir sapıklığa sokmak / saptırmak ister.”(Nisa: 60)
Her kim. Allah Resulünün getirdiği esaslara ve hayat düzenine itiraz eder, bu itirazında da Allah dostu sandığı bir şahsı taklid etmek gibi bir bahaneye saklanmaya çalışırsa, böyle bir kimse çok büyük bir sapıklık içinde demektir.
Hiçbir gerçek veli, Allah'ın Resulüne mümkün değil itiraz ve muhalefet edemez, etmez. İtiraz ve muhalefet eden, isterse en büyük bir veli sanılsın, böylesinin sözüne asla itibaredilmemelidir. Bir de düşünün siz ufak tefek kıymete sahip velileri takip ve taklid etmek ne kadar sakat bir iştir


بســـم الله الرحمن الرحيم


Resulü Sevmeden, Ona Uymadan, TakibçisiOlmadan Hiç Kimse Allah'ın Dostluğunu Kazanamaz



Şanı büyük Allah mealen buyuruyor ki:
“De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun! Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir.” (Ali İmran: 31)
Hasan-ı Basri (r.a) buyuruyor ki:
“Bir millet Allah'ı sevdiğini iddia etmiş, onlara imtihan maksadıyla şu ayet indirilmiş:
“Kim Resule uyarsa, Allah onu sever.”
Evet, anlaşılıyor ki, Resulü sevmeden, ona uymadan, takibçisi Olmadan hiç kimse Allah'ın dostluğunu kazanamaz…”
Çok kişi bunun aksini düşünür ve itikad ederler. Halbuki ise, Allah'ın dostluğundan uzak kimselerdir bu kişiler. Yahudi ve Hıristiyanlar da Allah'ın dostu olduklarını iddia ederler. O'nun sevgili kulları olduklarını ileri sürerler.
Şanı yüce olan Allah, bunlara şöyle cevap veriyor mealen:
“Yahudi ve Hıristiyanlar “Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz, dediler. Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azab ediyor. Siz sadece Allah'ın yarattığı insanlarsınız, de. Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin ve yerin ve her ikisinin arasında bulunanların hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş ancak O'nadır.”(Maide: 18)
Başka ayetlerde de bu konu üzerinde durulmaktadır:
“Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyan olanlar girecek” dediler; bu onların boş kuruntularıdır. Ey Resul! Sen de de ki: “Sözünüz doğru ise delillerinizi getirin. Hayır öyle değil; iyilik Rabbinin katındadır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar asla mahzun da olmazlar.”(Bakara: 111, 112).
Puta tapıcı oldukları halde, Araplar Mekke'de kaldıkları ve Kabe'ye yakın oldukları için, Allah'ın dostu ve yakını olduklarını ileri sürerlerdi ve kendilerine hiçbir faydası olmayan bu durumlarından ötürü başkalarına karşı üstünlük taslamaya çalışırlardı.
Allah Kur'anda onların bu budalaca böbürlenmelerine karşılık şöyle buyurmaktadır mealen:
“Ayetlerim size okunurdu. Fakat siz büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söyleyerek ardınıza dönüyordunuz.”(Müminun: 66)
Hani o küfre sapanlar / kâfirler , seni bir yere kapamak veya öldürmek, yahut da sürmek için hile ve tuzak kuruyorlardı. Allah onlar düzen kurarken düzenlerini boşa çıkarıyordu (Allah da karşılığında tuzak kuruyordu). Allah düzen ve tuzak kuranların (tuzaklarına karşılık verenlerin) en hayırlısıdır.
Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman “İşittik, işittik; istesek biz de aynını söyleyebiliriz. Bu sadece eskilerin bir masalıdır.” derler”.(Enfal: 30, 31)
Bu ayetlerle, müşriklerin, yani Allah'a ortak koşanların, Allah dostları ve Allah evinin gerçekten komşuları olmadıkları beyan ediliyor. Gerçek dostların, Allah'dan gereği gibi korkanlar olduğu ifade ediliyor.
İtibar edilebilir hadis kitaplarımızdan Buhari ve Müslim'de, Ömer bin Abdülaziz'den şöyle naklolunmaktadır:
Allah'ın Resulünden duydum. O dedi ki:
“Doğrusu, falan soy benim dostlarım değildir. Benim gerçek dostlarım Allah ve salih müminlerdir.”
Bu hadis-i Şerif Allah'ın şu yüce buyruğuna uygun düşmektedir:
“Bilin ki Allah, kendi Resulünün dostudur; bundan sonra da Cebrail, salih müminler ve melekler onun yardımcısıdır.”(Tahrim: 4)
Salih müminler, takva sahibi olup Allah'ın dostluğunu kazanan gerçek bahtiyarlardır. Bunlar arasında, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.) ve ağaç altında Allah'ın Resulüne biad edenleri zikretmek gerekir. Bu biada katılanların sayısı bin dörtyüze yakındır ve hepsi de cennetliktir.
Nitekim Allah'ın Resulü buyurmuşlardır:
“Ağaç altında biad edenlerin hiç biri cehenneme girmeyecek.”
Bu hadise benzer bir de hadis-i kudsi vardır:
“Benim dostlarım nerede olurlarsa olsunlar ve ne hal üzere bulunurlarsa bulunsunlar takvadan ayrılmazlar.”
İnkarcılardan öyleleri vardır ki, Allah'ın dostu olduklarını söylerler. Gerçekte ise, bu dostluktan fersah fersah uzaklardadırlar. Tersine, Allah'ın düşmanlığını kazanmışlardır.
Münafıklar da böyledir. Zahirde Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur, tevhid kelimesini söylerler. Fakat gerçekte, içlerinden bunun aksine inanmışlardır. Mesela, içlerinden;
Allahın resulünün itaatkar bir melek olması gerekir, yahut Hz. Muhammed sadece ümmilere, gönderilmiş bir peygamberdir ve kitap ehline gönderilmemiştir.” dedikleri halde, dışlarında itikadlarını saklarlar. Yahudi ve Hıristiyanlar böyle olan topluluklardır. Sözleri şudur:
O insanların sadece avam kısmına elçi olarak gönderilmiştir, Allah'ın veli kullarına değil. Zira velilerin elçilere ihtiyaçları yoktur. Onların tanrıya gidecekleri özel yolları vardır. Nitekim, kendine has bir yoldan Allah'a giden Hızır'ın da Musa'ya ihtiyacı yoktu.”
Gene:
“Biz de muhtaç olduğumuz bilgileri doğrudan doğruya Allah'dan alırız” iğrenç sözlerini tekrarlar dururlar.
Veyahut da şöyle söylerler:
“Peygamber, ancak zahiri anlamda yasaklar koyan bir din getirmiştir. Biz bu konuda ona hak vermekteyiz. Ama batını gerçeklere gelince, işte peygamber bu gerçeklerle birlikte gelmemiştir, onun için de batını alemin gerçeklerini bilmez. Bilse de, onun bildiği kadar biz de biliriz. Çünkü, biz, bizimle Allah arasında hiçbir vasıta olmadan, bu gerçekleri ilham yoluyla almaktayız.”
Bu sapıklardan bir kısmı da der ki:
“Sufiler çok yüksek bir derecede bulundukları için peygambere ihtiyaçları yoktur. Zaten peygamber de bunlar için gönderilmemiştir.”
Bir takımları şöyle söylemektedir:
“Sufilere batın ilminde indirilen vahiy, peygambere miraç gecesinde bile yapılmamıştır. Sufilerin derecesi, risalet derecesinden aşağıda değildir.”
Şu her biri iğrenç küfür taşıyan sözleri dinlemek bile insanı çileden çıkarır.
Bu sapık günahkarlar, aşırı bilgisizlikleri sebebiyle, İsra'nın Mekke'de vuku bulduğunu bile bilmezler. Halbuki, miracın Mekke'de başladığını bizzat Kur'an bildirmektedir:
“Kulu Muhammed'i gecenin bir kısmında Mescid-i Haram'dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı ne yücedir.”
"Suffe", Medine'de Allah Resulünün mescidinin sol bitişiğindedir. Yoksul ve kimsesiz garipler oraya yerleşirlerdi. Peygamberin emriyle Medine'ye hicret edenlerden oturacak mesken bulamayanlar, kendilerine bir ev buluncaya kadar mescidin suffe bölümüne yerleşirlerdi. Suffe ehli sayılı ve belli kimselerden teşekkül etmiyordu. Bazan azalır, bazen de çoğalırlardı. Müslümanlardan biri gelip orada konaklar, yer bulunca da oradan ayrılırlardı.
Suffe ehlinin ilimde ve dinde hiçbir üstünlükleri yoktu. Onlar da diğer Müslümanlar gibi Allah'a ve Resulüne inanmış, ard niyetsiz Müslümanlardı. Onların içinden sonradan dinden dönenler bile olmuştur. Müslüman olduk diyerek Mekke'ye gelen İrniyn kabilesinden karın ağrısına tutulmuşlara şehrin kenarında yer ve çadır verilmiş; bozulan barsaklarını düzeltmek için, kendilerine deve sütü içmeleri Allah Resulü tarafından emredilmiş, gerekli bütün ihtimam gösterilmiş olmasına rağmen, iyileştikten sonra Allah Resulünün çobanını öldürüp develerini de sürüp götürmüşlerdi. Allah'ın Resulü de bu hain mürtedleri yakalatıp idamettirmişti.
Bu olayların hikayeleri, Suffe ehlinin hayatları, Buhari ve Müslimde Enes Bin Malik'den naklen tespit edilmiştir.
İşte yukarıda naklettiğimiz olayın kahramanları da ehli Suffe'dir. Onlar da garip sayılmış, kendilerine barınak verilmiş, yardım edilmiş, fakat, onlar buna mukabil hırsızlık yapmışlardır. Resul çobanını öldürüp develerini yağma etmişler, hasılı dinden çıkmışlardı.
Elbette ki, ehl-i suffe içinde bunlar gibi sapıklar bulunduğu gibi, Sa'd bin Ebu Vakkas gibi Ebu Hureyre gibi seçkin müminler de bulunmaktaydı.
Ensar'ın bütünü, hicret edenlerin en büyüklerinden olan Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf, Ebu Ebeyde bin Cerrah ve daha bir çok benzeri ehl-i suffeden değillerdir. Hatta bir rivayete göre, Muğire bin Şube'nin hizmetçisi bile Suffe ehli arasında bulunuyordu. Allah'ın Resulü bu hizmetçi hakkında;
“Bu köle yediden biridir” dediği de doğru değildir.
Ebu Nuaym bu resul sözünün doğru olduğunu Hülye'de kaydetmişse de, sahib-i selahiyet ilim adamlarının ittifakıyla bunun doğru olmadığı açık bir biçimde anlaşılmıştır. Tıpkı bu hadis gibi, böyle konularda ifade edilen daha bir çok hadisin de uydurma olduğu ortaya konmuştur. Mesela:
- Veliler, ebdal, nukaba, nüceba, evtad ve akdeb hakkında, Resule atfedilen haberler uydurmadır.
- Üçler, dörtler, yediler, onikiler, kırklar, yetmişler, üçyüzler, üçyüzonüçler gibi guruplanmâlar da uydurmadır.
- Kutb'un bir kişi olduğuna dair söylenen haberler de uydurmadır.
Selefden salih olanlardan hiç biri “Ebdal” dışında kalan hiçbir ifade kullanmamıştır. Onlara “Ebdal” dışındaki hiçbir sıfat isminden bahs etmemişlerdir.
Müsned adlı kitabda, Hz. Ali'den yapılan bir rivayette “Kırklar Şam'da bulunur” sözü de uydurmadır, sahih değildir. Çünkü, hem Hz. Ali, hem de onun ashab-ı kiramdan olan arkadaşları, hem Muaviye'den, hem de onun Şam'daki yoldaşlarından çok daha fazla üstündürler. Allah'ın gerçek dostlarını Hz. Ali'nin yanında değil de, Muaviye'nin yanında aramak, olacak şey değildir.
Buhari ve Müslim'de Ebu Said'den yapılan bir rivayete göre, Allah'ın Resulü buyurmuştur ki:
“Müslümanlar birbirinden ayrıldığında bir kısım kimseler dinden çıkar. İki taraftan daha haklı olanı onları katleder.”
Burada işaret edilen dinden çıkma olayının kahramanları Haricilerdir. Hz. Ali'nin zamanında bunlar baş kaldırdılar ve ortalığı adamakıllı karıştırdılar. Bu karıştırıcılıkları İslam dini için tehlikeli boyutlara ulaşınca da, Hz. Ali kılıç kullanmak zorunda kaldı.
Allah Resulünden nakledilen hadis Hz. Ali'nin haklı olduğunu göstermektedir. Onun için, Ebdal'ın Muaviye yoldaşları arasında değil de, Hz. Ali ve arkadaşları yanında bulunması çok daha uygun bir hükümdür.
Bunu teyid eden bir olay geçmiştir. Allah Resulün yanında. Şairlerden biri;
Aşk canavarı ciğerimi ısırdı gerçekten,
Bu yara için ne tabib var, ne de bir efsuncu,
Ancak çok şiddetli bir bağlılıkla bağlandığımbir dost var
Beni efsunlayıp tedavi eden odur.
Mısralarını söylediği zaman, Allah Resulünün vecde gelip sırtındaki hırkasını yere düşürdüğünü bildiren rivayetler de bütünüyle yalandır. Bundan daha yalan olanı, Allah Resulünün bu olayda elbiselerini parça parça yırtıp üzerinden attığını, Cebrail'in de bu parçalardan herbirini alıp arşın altına astığı rivayetidir.
Bu ve benzeri rivayetlerin gerçek değerini ilim erbabı çok iyi bilir.
Hz. Ömer'den nakledilen:
“Allah Resulü Ebu Bekir'le konuşuyordu. Ben onların arasında hiçbir şey bilmeyen bir zenci gibi idim”sözü de tamamen yalandır.
Bizim bunları nakledişimizdeki maksad; Allah'ın Resulünün risaletini genel bir kaide içinde kabul edip ikrar edenle, bunun aksine itikad edenlerin arasındaki farkı belirtmektir.
İkinci tipler, yani münafıklar, münafık oldukları halde Allah'ın dostu olduklarını iddia ederler. Böyle bir iddia kupkuru bir iddiadır, sadece aldatmaya matuf bir politikadır.
Nitekim, Yahudi ve Hıristiyanlar da, kendilerinin tanrı dostları olduklarını iddia ediyorlar, Allah Resulünün Resul olduğunu, fakat kendileri gibi ehl-i kitap dinlilere gönderilmediğini ileri sürüyorlar. Onun için Hz. Muhammed aleyhisselama uymanın onlar için bir mecburiyet olmadığını, çünkü ondan çok daha önce kendilerine peygamber gönderildiğini kabul ediyorlar.
İşte bunlar ve bunlara benzer kimseler, Allah dostu olduklarını ileri sürerler ama, kendilerini küfrün iğrenç bataklıklarından bile kurtaramamışlardır.
Allah'ın dostları, ancak Allah'ın Kur'anda tanımlamasını yaptığı ve “Veli Kullarım” dediği mümin kimselerdir.
Kur'an buyuruyor ki:
“Haberiniz olsun! Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur, onlar asla mahzun da olmazlar. Onlar Allah'a gereği gibi iman etmiş ve O'na karşı gelmekten de kesinlikle kaçınmışlardır.” (Yunus: 62)

بســـم الله الرحمن الرحيم


Allah'ı Zikretmek Demek, Allah Resulünün Getirdiği Gerçek Kaideleri Hayata Uygulamaktır

Allah'ı zikretmek demek, Allah Resulünün getirdiği gerçek kaideleri hayata uygulamaktır.
Yani, bir başka deyimle Kur'anın emirlerine sımsıkı sarılmaktır. Her kim Kur'ana inanmaz, Onun içindeki düsturları kendisi için hayat düsturu haline getirmezse, Allah'dan yüz çevirmiş, şeytanla dost olmuş demektir.
Buna Allah-u Teala şöyle işaret buyurmaktadır:
“Kim benim zikrim olan Kur'an'dan yüz çevirirse, kuşkusuz onun için çok dar bir geçim vardır. Ve kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz. “Rabbim Beni neden kör olarak haşrettin? Halbuki ben gören bir kimseydim” der. Allah da “İşte böyledir, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unutmuştun. İşte bugün de ben seni öyle unutmaktayım” buyurur.”(Taha: 124)
Bu ayetler, zikrin ancak Kur'an ayetleri olduğunu belirtmektedir.
Demek ki, bir kimse, gece gündüz Allah'ı zikretse, fakat Allah'ın zikri olan Kur'ana uygun bir hayat yaşamasa, böyle bir kimse şeytanın dostu olmaktan kurtulamaz.
Havada uçsa, suda yürüse yine de bundan kendini kurtaramaz. Çünkü, böylesini havada uçuran, denizde yürüten şeytandır, rahman değildir.

بســـم الله الرحمن الرحيم


Yaratmak ve Hükmetmek(Emir) Sadece Allah'a Ait Bir Vasıfdır ve Yalnız O'na Aittir. (O’nun hakkıdır.)

İnsanların birçoğu, din iman ve emirle ilgili hakikatlarla; yaratmak, kader ve var etme ile, hakikatları birbirinden ayırmayarak, şüphelere düşmüşlerdir.
Hiç şüphe yoktur, yaratmak ve hükmetmek sadece Allah'a ait bir vasıfdır ve yalnız O'na aittir. (O’nun hakkıdır.)
Nitekim yüce Allah mealen buyuruyor ki:
Muhakkak ki Rabbiniz; gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden, gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşi, ayı ve yıldızları emriyle (buyruğuna) baş eğdiren Allah’tır. İyi bilinmelidir ki, yaratma da emir de O’nun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir.(A'raf: 54)

Demek ki, bütün noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, her şeyin yaratıcısı ve mutlak sahibidir.
O'ndan başka ibadete layık ilah ve yaratıcı olmaz, olamaz.
O ne dilerse o olur, dilemediği hiç bir şey de olmaz.
Vücud ve varlık aleminde her ne varsa, hepsi de O'nun iradesi, kaderi, dilemesi, kudreti ve yaratması iledir.
O, şanı yüce olan Allah, kendisine ve Resulüne itaat edilmesini emretti. Kendisine ve Resullerine karşı gelmeyi de yasakladı.
Tevhid ve ihlası emretti. Allah'a ortak /şirk koşmayı ise, şiddetle yasakladı.
O halde, iyiliklerin en yücesi tevhid, yani, Allah'ın birliğini kabul ve tastik etmektir. Kötülüklerin en şedidi ise Allah'a şirk / ortak koşmaktır.
Allah'a eş ve ortak tanımaktan daha büyük bir günah yoktur insan için...

Yüce Allah buyuruyor:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başka her suçu dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan çok şedid bir sapıklığa düşmüştür.”(Nisa: 116)
İnsanlardan bazıları Allah'tan başkalarını (Allah'a) denk tutarlar. Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler. Zulmedenler (ahiretteki) azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu muhakkak göreceklerdir.(Bakara: 165)
Buhari'nin, Müslim'in, İbni Mesud'un, sahihinde rivayet edilen şu hadis vardır:
“Peygamberimize: “Ey Allah'ın Resulü! Hangi günah daha büyüktür” diye, sordum. Allah'ın Resulücevap buyurdular:
“Allah'a eş ve ortak tanımandır. Halbuki ise, seni yaratan ve yaratırken de ortağı olmayan O'dur.”
Bundan sonra gelen büyük günah nedir?” diye soruma devam ettim! O;
“Nafaka endişesiyle çocuğunu öldürmendir” diye cevapladı.
“Bundan sonra hangi günah gelmektedir?” diye sordum. Cevap verdiler:
“Komşunun hanımı ile zina etmendir.”
Allah Resulünün bu sözlerini doğrulamak üzere, yüce Allah, şu ayeti celileyi göndermiştir:
“Ve onlar ki, Allah ile beraber başka ilahlara yalvarmazlar. Allah'ın öldürülmesini haram ettiği bir canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa, işlediği günahının karşılığını muhakkak bulur.
Kıyamet gününde azab onun için kat kat arttırlır. Onlar, şiddetli azabın içinde hor ve hakir olarak kalırlar.
Ancak, tevbe edip hakka inanan ve inandığı güzel ve doğru ayetleri hayatına uygulayanların, yüce Allah kötülüklerini iyiliğe çevirip, affedecektir. Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”(Furkan: 68-70).
Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah, adalet ve ihsan ile, özellikle de akrabayı kollamakla, gözetmekle emretti.
Fuhşu ve diğer menfur işleri ve kötülüğün her çeşidini ve zulmün her biçimini yasakladı:
“Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emretti; fuhuştan (yani aşırılıktan) münkerden (kabul edilmeyen) ve bağiyden (isyandan) meneder. Faydalanmanız için, size böyle öğüt verir.” (Nahl: 90)
Allah yolunda yaşayanları, iyilikte bulunanları, adaletten ayrılmayanları, tevbe etmiş ve sonra herbakımdan sözünü tutup temiz kalmış olanları, taşları birbirine kenetlenmiş sapasağlam bir bina gibi saf kurup yolunda cihad edip savaşanları sevdiğini Kur'anın, muhtelif ayetlerinde beyan buyurmuştur:
“Hayır kim sözünü yerine getirir ve günahdan korunursa, hiç şüphe yok ki, yüce Allah bu korunanları sever.”(Al-i İmran: 76)
“Onlar ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini gemlerler ve insanları affederler, Allah böyle güzel davrananları sever!”(Al-i İmran: 134)
“Yalana kulak verirler ve haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ama hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver. Çünkü Allah, adaletle hüküm verenleri sever.”(Maide: 42)
İnanılması gereken mutlak bir şey de vardır ki; yüce Allah, yasakladığı şeylerin hepsini de kerih (iğrenç) bulur.
Buyruluyor:
“Kötü olan bütün bu yasaklar, Rabbinin katında iğrenç ve çirkindir.”(İsra: 31)
-Yüce Allah, hiç şüphesiz, şirki ve anaya-babaya itaatsizliği yasaklamıştır.
- Akrabaya ise, hakkını vermeyi emretmiştir.
- İsrafı da, onun tersi olan cimriliği de yermiştir.
- Elinde olanı olduğu gibi verip, eli boynunda asılı kalmayı da,
- Haksız yere adam öldürmeyi de;
- zinayı, yetim malına el sürmeyi menetmiştir.
Yüce Allah bütün bunları, yukarda zikrettiğimiz ayeti kerimelerden önce belirtmiş ve kötü olan işleri:
“Bütün bunlar Rabbinin katında çirkindir” diyerek, durumu açıklamıştır.
Yüce Allah, yasak ettiği bütün kötülükleri, ve hele de fesat çıkarmayı asla sevmez. Kullarının küfre düşmesini asla istemez.


Doğruyu, mutlak doğruyu sadece şanı Yüce Allah bilir.
Dönüş de yalnız O'nadır.
Resulü Ekrem Efendimize selat ve selam olsun.
Onun yakın arkadaşlarına, muhacir ve Ensar'a ve bütün yolundan gidenlere Allah'ın rahmeti gani gani yağsın! Amin!...
 
Üst Alt