“Allah’ın Halifesi” Olur mu?
Kimse Allah'ın halifesi olamaz. Nitekim Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!" denildiğinde, "Ben Allah'ın halifesi değilim; ben ancak Rasûlullah (s.a.s)'ın halifesiyim ve bu bana yeter" (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/10-11) demiştir. Kur’ân-ı Kerim’in hiçbir âyetinde halife kelimesi Allah’a nisbet edilmemiştir. Ya müstakil olarak veya arz kelimesiyle birlikte “yeryüzünde halife” şeklinde kullanılmıştır. Hiçbir hadiste de “Allah’ın halifesi” tâbiri kullanılmaz. Buna rağmen, tevhid konusundaki çizgiyi alabildiğine zorlayan tasavvufun etkisiyle, çok sayıda âlim ve müfessir, bu yanlış ifâdeyi kullanagelmişlerdir. İbn Teymiyye’ye göre, tanım gereği; ölen, orada hazır bulunmayan, ya da işinde âciz olan biri için halife söz konusudur. Allah hakkında ise bu tür durumlar mümkün değildir. Allah’ın ne bir benzeri, ne de dengi mümkündür. Âlemlerden müstağni olan Allah’ın halifeye/vekile ihtiyacı yoktur. İbn Teymiyye, vahdet-i vücutçuların insanı ulûhiyet makamına yükseltmek istediklerini, bu yüzden İbn Arabi’nin “insanın Allah’ın halifesi” olduğunu iddia ettiğini söyler. Vahdet-i vücutçular, insanın birtakım mertebelerle Allah’la bütünleşebileceğini iddia ederken, “Allah’ın halifesi” gibi (Kur'an'da olmadığı halde) görünüşte Kur’anî(!) bir dayanak ileri sürerler (M. Sait Şimşek, Kur’an Kıssalarına Giriş, s. 168-169).
Oysa Allah’ın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, Hz. İsa’yı enkarne olmuş (et giymiş -Allah’ın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. Kur’an, halife kelimesini açık bir şekilde arza izâfeten kullanıyor; Allah'a nisbet ederek hiçbir yerde kullanmıyor. Bakara suresi 30. âyetten sonraki âyetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan döken biri Allah’ın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sahip insan gerçeği, “Halifetullah (Allah'ın halifesi)" ile nasıl uzlaştırılacaktır? (Bkz. 10/Yûnus, 14)
"Allah, içinizden iman edip sâlih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halife kılacağına, onlar için râzı olup beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dâir söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana şirk/ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir. Namaz kılın, zekât verin, Peygamber'e itaat edin ki, size merhamet edilsin. İnkâr edenlerin, Bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanmayın. Onların varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüş yeridir." (24/Nur, 55-57)
Bu âyetler, iktidar değişiminin, iktidarın işleyişinin ve amacının temel değişkenlerini açıkça belirtir: İman, sâlih amel, yalnız Allah'a ibadet ve hiçbir şeyi O'na şirk koşmama; dinin yerleşmesi, korkuların güvene dönüşmesi; namaz ve zekâtın yerine getirilmesi, Peygamber'e itaat.
Allah, başta Hz. Adem olmak üzere bütün insanları kendi hükümlerinin yeryüzünde uygulayıcıları olsunlar diye yarattı. Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır. Kim bu emaneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah'ın hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yani İlâhî emaneti taşımayanlar ise o kutsal ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır.
Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili ayetlerden anladığımıza göre Allah Teâlâ, genel anlamda bütün insanları yeryüzünün halifeleri olarak yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıklar, insanoğlu için yaratılmış, onun hizmetine sunulmuştur; insan yeryüzünün efendisi ve halifesidir. Bu halifelik gereği bütün insanlar ilk plânda Allah’a iman etmekle ve bu imanın sonucu olarak O’nun hâkimiyetini kabul etmekle yükümlü tutulmuşlardır. İnsanın yeryüzü halifeliği, onun yönetim ve davranışlarda Allah’ın hükmünü uygulaması demektir. Bu uygulamalarda Allah’ın kanunları mutlak ölçüdür. İnsan, yeryüzünde halifeliğini ifa ederken bu ölçünün dışına çıkamaz, bu hükümlere aykırı hareket edemez. Çünkü Allah, yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insana mutlak bir serbestlik vermiş değildir. İnsan için birtakım kurallar ve sınırlar çizmiş ve bunları aşmamasını istemiştir.
Allah, bu yükümlülüğü yerine getirmeyenleri, yerlerine başkalarını istihlâf etmekle, başkalarını halife yapmakla tehdit ediyor. Buna göre halifelik makamında, yalnızca bu makamın gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirenler kalabiliyor. Yalnız bu kişilerin bu makamda kalabilmelerine de “hususi hilâfet” adını veriyoruz. Tarih boyunca bu anlamda toplumlar birbirlerinin yerine geçmiş ve halifelik onlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Allah’ın halife yapacağına ve onları yeryüzünde hâkim kılacağına yemin ile söz verdiği kimseler (24/Nur, 55), O’nun dinini yeryüzünde hâkim kılanlar ve insanları tâğutların tasallutundan kurtarma savaşını sürdürenlerdir.
İster genel, isterse özel anlamda olsun hilâfet, “Allah’ın dinini hâkim kılmak” özünü taşır. Bu öz, hilâfetin sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilâtlanmasıyla siyasî bir görünüm kazanır. Allah, Hz. Davud’a kendisini yeryüzünde halife kıldığını bildirmekle birlikte ona; insanlar arasında hak ile (Allah’ın hükümleri ile) hükmetmeyi (38/Sâd, 260) emretmiştir. Hz. İbrahim de kendisinin insanlara imam (halife) kılındığı haberini Allah’tan alınca, soyundan geleceklerin de bu makama yükseltilmelerini istemiş, Allah ise bu ahdinin zâlimler hakkında sözkonusu olmayacağını (2/Bakara, 214) bildirmiştir. Anlaşılmaktadır ki halifelik, Allah’ın hâkimiyetinin her alanda bütün açıklığıyla ortaya çıkması demektir. Bütün insanlar bununla görevlidir. Böyle bir makama yükselmek isteyen, daha doğrusu bu makamdan düşmek istemeyen toplum da ona göre davranmak zorundadır. Bu tür toplumun en yüksek temsilcisi ise, yeryüzündeki halifelerin kendi hür iradeleriyle seçtikleri “halife”dir. Halife, bu emaneti yüklenebilecek nitelikte olmalıdır. Çünkü emanetlerin ehil kimselere verilmesi, Kur’an’ın emirleri arasındadır (Bkz. 4/Nisâ, 58).
Hilâfet, bir şiardır, bir semboldür müslümanlar için, hatta nâmus ve izzet meselesidir. Tüm işgal altındaki şehirlerimizin ve tüm müslümanların, hatta tüm mazlumların kurtuluşu için, dünya ve âhiret nimeti için paroladır hilâfet.
“Sahi, aslan nerede düşmüştü ve nereden kalkacaktı?” Özellikle, olaya hamâsetle yaklaşmaya devam eden ulusalcı ve asabiyecilere soruyor ve pratik cevap istiyorum.
“İpi kopan tesbihim, dağılmış tane tane;
Acı ama tesbihim, hani nerde imâme?”