Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Alimleri-rab-edinmek

hekim

New member
Katılım
11 Haz 2007
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35

Alimler ya da gelenek islami yaşantımızın ve düşüncelerimizin neresinde durmalı?

“Onlar, Allah’ı bırakıp ahbar ve ruhbanları rablar edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de ... Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibadet etmekten başka birşey ile emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (9/31)

1. Giriş:

Şirkin bir türü de din adına, din konusunda bilgin kabul edilen kişileri, onları din hususunda tam yetkili görerek, Allah’a ortak koşmak teşkil ediyor. Özellikle ‘dindar’ kesimlerin içine çokça düştükleri şirk türü budur. Burada da sorun yine şirk ile tevhid arasındaki ayırımı iyi yapamamaktır. Bu konudaki gevşeklik de kişinin kendisini ‘iyi niyetli’görmesinden kaynaklanıyor. Yani o aslında Allah adına din adamına veya alime (körü körüne) itaat ediyor. Alimi Rabb edinen genelde bu şirkin farkında değildir. Aşağıdaki hadis bunu gösteriyor. Dolayısıyla hangi durumda ve tutumda bir alimi Rabb edinmiş oluruz bunu iyi tespit etmemiz gerekiyor.

2. Ayetin tefsiri:

Hadis:

Bu ayeti duyan Adiy bin Hatim Resulullah’a (sav.) şöyle der: “Bu ayet bizi, alimlerimizi ve rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Bunun gerçek manası nedir? Zira biz onları kendimize rabler edinmeyiz”. Resulullah (sav) cevaben: “Siz onların haram kıldığı şeyleri haram, onların helal kabul ettiklerini helal kabul etmiyormusunuz?” deyince, Adiy: “Evet böyledir.” diye tasdik etti. Hz. Peygamber (sav.) de: “İşte bu sizin onları kendinize rabler edinmenizdir.” buyurdu. (Bakınız 3/64)

Bu hadis Allah’ın kitabına yetki tanımaksızın helal ve haramın sınırlarını belirleme yetkisini kendisinde görenlerin nefislerini İlah ve Rabb edindiklerini ve onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır.

Ehli Kitab, bilgin ve din adamlarının kendilerine çıkardıkları hüküm ve kanunlara tabi olduklarından onları Rabb edindiler.

Burada sorun ‘Rabb’ edinilenin kimliği değildir. Rablardan amaç, insanların önder ve rehber edindikleri kimselerdir. Bu, İsrailoğullarının yaptığı gibi din adamları, veliler ve hatta İsa (a.) gibi peygamberler de olabilir. Sorun o eylemin kendisidir ve o da Allah’tan başkasını Rabb edinmektir. Çünkü onların emir ve yasaklarına boyun eğerler, şeriat ve kanunlarına tabi olurlar. Allah’ın gönderdiği hiçbir delile dayanmadan haram ve helal dediklerine inanırlar. İşte bunu Kur’an Allah’tan başkasına kulluk yapmak olarak niteliyor ve bu tavra da doğrudan ‘şirk’ diyor.

Bu şirk türü sadece Musa (a.) ve İsa’nın (a.) ümmetinde kalmamış Hz. Muhammed’in (a.) ümmetine de geçmiş, bu ümmet de ulularını, din büyüklerini, velilerini Allah’tan başka rabler edinme sevdasına düşmüşlerdir.


Elbette bu Rabb ediniş onların önünde secde etmek, onlara doğrudan ibadet etmek biçiminde gerçekleşmiyordu. İnsanların önderlerini, din büyüklerini, üstadlarını, hocalarını hatta peygamberlerini rablar edinmeleri sevginin ve bağlılığın cinayet derecesine vardığı bir aşırılık örneğidir.

3. Bu konuda ölçü nedir ?

§ İnsanlar sevdikleri ve itaat ettikleri kimseleri Allah’ın hüküm ve ölçülerine göre değerlendirmeleri ve bu değerlendirmeye göre onlara yaklaşmaları gerekmektedir.

§ Çünkü ilahi hükümleri dikkate almadan hoca ve üstadlarına veya devlet başkanlarına teslim olan kimseler ne yazık ki bilginlerini ve rahiplerini Rabb kabul eden hristiyanların durumuna düşmektedirler. İnsanın Allah’a ortak koşan bir müşrik sayılması için kanun koyma yetkisini Allah’ın dışındaki bir mercie, mesela kullara tanıması yeterlidir.

§ Eğer insanlar Allah’ın kanunları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler.

§ Terbiyesinde Allah’ı (hükümlerini/sözlerini) dışarıda bırakan bir terbiyecinin terbiyesini kabul, Allah dışında bir Rabb’ı kabulle eş tutulmuştur. Ortada Allah’la ayaklaşmak yoksa, Allah’ın ilkeleriyle terbiyecilik yapılması halinde, terbiye eden de terbiye edilen de suçlanamaz.

§ Üstadının ve şeyhinin görüşlerini islamın kesin ölçüleri gibi alınca, iş tehlikeli hale geliyor. Sözgelimi bir insan, üstad bildiği bir değerli insanı eleştirdi diye bir ilim adamını defterden siliyorsa, burada bir şirk tehlikesi vardır.

§ Bir insanın müslümanlığını ölçmek için, benim şeyhimi ne kadar seviyor ölçüsü ile hareket edenler şirke bulaşıyorlar. Çünkü Allah için olması gereken bir işi, kendi üstadı ve şeyhi için istediğindne dolayı, inancına şirk bulaştırabilir.

§ Bir başka şirk tehlikesi şurada: İslam denildiğinde sadece tek kişiye itibar ediliyor veya filanca üstad ne yazmışsa doğru olarak alınıyor ve o üstadın görüşlerine aykırı bütün görüşler gayri islamidir zannedilerek reddediliyorsa, burda da kişiler alimlerini Rabb edinmiş oluyor.


İnsanların çoğu sanki bu uyarılar kendilerini hiç ilgilendirmiyormuş gibi davranıyorlar, hayatlarında veya inanış biçimlerinde şirk bulunup bulunmadığını Allah ile birlikte başkalarını Rabb edinmek gibi bir tehlikenin kendileri için de geçerli olup olmadığını pek dikkate almıyorlar.

Dini bir konuda herhangi bir ilim adamının veya herhangi bir üstadın görüşlerini kesin doğrularmış gibi kabul edersek hristiyanların hatasına düşmüş oluruz. O zaman Kur’an bize şöyle der:’ Ey insanlar! Allah’ın kesin nassları gözünüz önünde dururken, niçin onun yerine şeyh ve üstadlarınızın yorumlarını nass gibi benimsiyorsunuz. Niçin Allah dururken gidip şeyh ve üstadlarınızı Rabb ediniyorsunuz.’

4. Alimlere tevhidi yaklaşım:

Herkes ilminin durumuna göre kendisinden daha bilgili olan kişilere, ilme bağlı olarak(bilinçle) itaat edebilir. Fakat eğer alim dahi olsa bir şahsın kendi fikir ve emirlerine itaat edilir ve bu fikir veya emrin tartışılmaz doğru olduğu iddia edilecek olursa bu durumun ‘haham ve papazlarını Rabb edinenlerin’ durumlarından farklı olmayacağı açıktır.

Toparlarsak:

Allah Resulünün bu ayeti tefsirinden şu hükümler çıkıyor:

1. Helal ve haram hükümlerini koymak Rabb olan bir varlığın özelliğidir. Kim Allah’ın helallerini haram, haramlarını helal kılarsa Rabblık iddiasında bulunmuş olur. Faiz, zina ve içki gibi Allah’ın haram hükümlerini, birtakım kanun ve kararnamelerle meşru gösteren kimseler Allah’ın helal ve haram kılma hakkına müdahele ettiklerinden Rabblık iddiasında bulunmuş olurlar.
2. Allah’ın hükümlerine ters düşen hüküm sahiplerine isteyerek itaat etmek veya bazı bilgin ve ilim adamlarını yanılmaz kabul edip, sözlerini, ilahi vahy ölçüsüne vurmadan mutlak doğrular olarak kabul etmek onları Rabb tanımak demektir. Başka insanların görüşlerine (alim, veli de olsalar) mutlak doğrular imiş gibi bakmak onları ilahlaştıracak kadar tehlikeli bir tutumdur.
3. Yüce Allah kendisinden başkasının Rabb edinilmemesini emrederken, Allah’tan başka insanların koydukları siyasi sistemlere, düzenlere itaat edilmemesini, dolayısıyla o hükümleri koyanların Rabb edinilmemesini emretmiş oluyor:

"O hükümdar "Onu bana getirin" dedi. Emir üzerine Yusuf'a gönderilen adam yanına gelince, Yusuf ona dedi ki: "Haydi Rabb’ine geri dön de, ona sor bakalım, o ellerini kesen kadınların maksatları ne imiş? Hiç şüphe yok ki, Rabb’im, onların oyunlarını çok iyi bilir."(12-Yusuf/50)

Elçinin Rabb’i, kanunlarına bağlı kalması, emir ve hükümlerine itaat etmesi itibariyle Mısır’ın hükümdarıdır.Bu ayetin kapsamı sadece yahudi veya hristiyanlarla sınırlı değildir. Kim bu özellikleri taşıyorsa ayet ona hitap eder.
4. Evrenin hepsine Rabb olmak gerekmiyor. Bir parçasına Rabblık taslamak da şirk için yeter.
5. Kim olursa olsun (Hocalar/Din adamları, Alimler, Tefsiciler, Siyasetciler, Liderler, Önderler, Şeyhler, Söz sahipleri vs.) bu kişiler de helal ve haram koyma yetkisine sahip değildir.
6. Hatta peygamberler de olsalar onlar da Rabb edinilemez.
7. Kur’an arka sıraya atılamaz. O en ön sırada tutulmalıdır.
8. Din, birilerinin tekelinde değildir.
9. İnsan sevdiği saydığı, söz sahibi olan kişileri Allah’ın koyduğu hüküm ve ölçülere göre değerlendirmezse ve onlara bu ölçülere göre yaklaşmazsa, kendisi ayette hitap edilenlerin durumuna düşmüş olur. Kim ilahi hükümleri göz önünde bulundurmadan o şahıslara uyarsa bilerek ve bilmeyerek onları Rabb edinmiş olur.
Sonuç:

İnsanları yaratan Allah, insanların ihtiyacını gidermesini de en iyi bilendir. Ona göre kanunlar ve kurallar koyar. Maalesef insanlar rabblarını tanımadıkları için, Allah’ın bazı sıfatlarını başka varlıklara devrederek Allah’ın rızasını kazanacaklarını umuyorlar. Kur’an’ı okumayan bir kişi istesede istemesede birilerini Rabb edinecektir. Çünkü o kişi başka yerden öğrendiği bilgileri değerlendirecek durumda değildir. Bu yanlış bilgi onlara sevap değil cehennemi kazandırıyor haberleri bile yok.
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Her devirde peygamber yerine bir veli yaşamaktadır

--------------------------------------------------------------------------------

• Peygamberler devri geçtikten ve son peygamber Hz.Muhammed ( s.a.v.)’den sonra her devirde gelen ve onun yerine geçen bir veli vardır. O veli de , Peygamberimiz gibi bazı zorluklarla karşılaşır, sıkıntılar denemeler geçirir, bu hal kıyamete kadar sürüp gider.
• Kimin huyu güzelse , devrinin o büyük velisine uyar, düşmanlıktan kurtulur.Her kimin mayası bozuksa , o veliye haset eder.onu tanımaz; onunla kavgaya girişir.Bu yüzden zarara uğrar.Gönlü kırılır.
• İşte yaşayan imam, her an vazife başında,, işte güçten olan o gerçek velidir.O üstün velinin muhakkak Peygamberin soyundan gelmesi şart değildir.O Hz Ömer’in neslinden de gelebilir, Hz. Ali’nin neslinden de.
• Ey kurtuluş yolunu arayan kişi, Mehdi de o’dur, Hadi’de o , yani doğru yolu bulan da o , o yolu gösterecek imam da o’dur, o zat hem gizlidir, hem de meydandadır, karşında oturmaktadır.
• O nura benzer akıl,onun Cebrail’idir, Onun mertebesine ulaşmamış olan veli de onun kandilidir.
• Kandil derecesinde olan velinin mertebesine ulaşmış olan da ,bizim kandil konan yerimizdir. Çünkü , nurun mertebe bakımından dereceleri vardır.
• Çünkü ,Allah nurunun yedi yüz perdesi vardır, Nur perdelerini bu kadar kat ve derecede bil.
• Her perdenin arkasında, bir toplumun yeri vardır. Bu perdeler imama, yani mihrap önüne varıncaya kadar saf saftır.
• Son safta kalmış olanların gözleri manen zayıf olduğu için,ön safta bulunanların nuruna dayanamaz.
• En son safın önündekiler de , görüşleri kuvvetli olmadığı için fazla aydınlığa bakamazlar.
• En öndeki safta bulunup, Hakk’a en yakın bulunanların hayatı olan nur,geride kalanların ve biri iki gören şaşıların ruhları için illettir, meşakkattir, fitnedir.
• Şaşılıklar ve hiddet halini kesret halinde görüşler, yavaş yavaş azalır. Yediyüz perdeyi aşınca da , bu perdeleri aşan ,geçen , kendisi deniz gibi olur da böylece kesret gider, vahdet gelir.
• Demiri yumuşatan, altını saf altın haline koyan ateş, taze ayva ve elmanın olgunlaşmasına yarar mı ?
• Elmanın , ayvanın da az bir hamlığı olabilir, fakat onların olgunlaşmaları için demiri yumuşatan ateş gerekmez,Güneşin az bir harareti onları yumuşatır.
• Elmayı ,ayvayı olgunlaştıran o hararet , demire kafi gelmez. Demir ejderha gibi olan ateşin alevini ister.
• Demir , zorluklara katlanan, meşakkatler çeken, dövülen ezilen hakaretlere maruz kalan fakir derviş gibidir. Çekiç altında, ateşin içinde olmakla beraber kıpkırmızıdır. Hoşbir haldedir.Mutludur.
• Demir vasıtasız olarak ateşin perdecisidir.Bir bağla bağlanmadan kendiliğinden ateşin ta içine girer.
• Su çocukları ,yani su yardımı ile yetişen sebze ve meyveler gibi bitkiler doğrudan doğruya ateş vasıtasıyla ne olgunlaşırlar, ne de ateşle konuşabilirler.
• Yürümek için ayağa nasıl ayakkabı lazım ise , onlara da pişmek için tencere veya tava lazımdır.
• Yahut da arada bir yer gerek ki hava ısınsın,kızsın da sıcaklığı suyu da ısıtsın.


• Onun gibi Hak aşıkı fakir de vasıtasız olarak tecelliye mazhar olmuş bu yüzden onun varlığının tecelli alevleri ile bir rabıtası , bir bağı ve bağlanışı vardır.
• Bu sebeple o veli ,alemin gönlü olmuştur.Çünkü beden bu gönül vasıtasıyla iş görür. Hüner gösterir.
• Gönül olmazsa ,beden konuşmayı ne bilir? Gönül aramazsa , ten araştırmadan ne anlar ?
• Demek ki ilahi tecellilerin, şulelerin , yalımlarının düştüğü yer, o demir gibi dayanıklı olan velidir.Allah’ın nazargahı, görüş yeri de beden değil , gönüldür.
• Sonra bu cüz-i gönüllerde ilahi sırların kaynağı, madeni olan o arifin kalbine nisbetle , halkın gönülleri tenlere , bedenlere benzer.
• Bu söz çok örnek ister.Bu sözü şerh etmek, etraflıca anlatmak açıklamak gerek.Fakat ham kişilerin vehme kapılıp ayaklarının kaynamasından korkuyorum.
• Yapmak istediğimiz iyilik,bizim için kötülük olmasın.Yani doğru yolu göstermek isterken sapıklığa düşürmeyelim. Hayır yalım derken şer yapmayalım.Zaten , bu kadar söylemem de kendiliğimden değil, dileyerek söylemedim.Bunları kendimde olmadığım için söylemiş bulundum.
• Çarpık ayağa, çarpık ayakkabı iyi gelir. Dilencinin eli, daima kapıda gerek, o evin içine giremez. Yani ,ilahi sırlar herkese açılamaz, istidadına , kabiliyetine göre söylenir.
 
Üst Alt