Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Alemler Hz. Muhammed İçin Mi Yaratıldı?

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
ACLUNİ GİBİ BİR OTORİTE HADİS DEĞİLDİR DİYOR...
ANCAK HALEN BİRİLERİ KUTSİ HADİS DİYORLAR...
İFRAT İLE TEFRİT ÇARPIŞIYOR...
BİRİ SÜNNETİ İNKAR EDER, BİRİ UYDURMA BİR HADİSİ SAHİH HADİSLERE DENK TUTAR...
NİYE UĞRAŞIYORUZ Kİ ALLAH ÇIKCA DİYOR, "CAHİL BİR KAVME HİDAYET ETMEYİZ"...


Biri der kutsi biri der uydurma ISTE IRAK ISTE FILISTIN...
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Hz.Alinin Hutbelerinden

Hz.Alinin Hutbelerinden

Hz.Muhammed(s.a.a)'yı nasıl anlatmış

Allah onu öyle bir çağda yolladı ki, insanlar sapmış-lardı, şaşırmışlardı. Fitne yoluna ayak atmadaydılar; olmayacak şeyler, onları doğru yoldan alıkoymuştu. Büyükler (büyük sandıkları kişiler), onları gerçek yoldan saptırmış-lardı; bilgisizler, bilgisizlikle onları aşağılatmışlardı. İşlerinde şaşkına dönmüşlerdi; cehil yüzünden belâya düşmüşlerdi.

Onlara öğüt vermede direndi; doğru yola yürüdü; onları hikmete, güzel öğüte çağırdı.




Hamd Allah'a ki evveldir, ondan evvel bir var yok; âhırdır, ondan sonra kalan yok. Zâhirdir, fevkinde bir varlık bulunamaz; bâtındır, ondan başka bâtına erişen olamaz.

Hz. Muhammed'in, (s.a.v) Karar ettiği yer, karar edilecek yerlerin en hayırlısıdır; yetiştiği yer, yetişilen yerin en yücesidir. Kerâmet mâdenlerinde yetişmiş, selâmet yaygısının yayıldığı yerlerde gelişmiştir. İyi kişilerin gönülleri ona yönelmiştir; inananların gözleri, ona meylet-miştir. Allah, eski kinleri onunla gömmüştür; gönüllerdeki düşmanlıkları, onunla söndürmüştür. Onunla, inananları uzlaştırmıştır, kardeş etmiştir. O'nunla şirki îmandan ayırmıştır. O'nunla, alçalışı yüceltmiştir; onunla yüceliği alçaltmıştır. Sözü anlatıştır. O'nun; susması, söz söyleyişidir.[39]



Bir hutbesinden Hazret-i Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’i anlatan sözleri



Sen de tertemiz olan Peygamberinin huylarıyla huylan; çünkü O'nda uyulacak huylar, yaslanacak kişiye yaslanacak şeyler vardır. Kulların Allah'a en sevgilisi, Peygamberine benzemeye çalışan, O'nun izini izleyen kişidir.

O, dünyada ağız dolusu bir lokma yemedi, dünyaya gözünün ucuyla bile bakmadı. Dünya ehlinin en zayıfıydı bedence; karnı en açıydı yemek bakımından. Dünya ona arzedildi, O kabûl etmedi bile. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın buğzettiği şeyi bildi, ona buğzetti; horladığı şeyi bildi, horladı; küçük gördüğü şeyi küçük gördü, küçülttü. Bizde hiç bir ayıp olmasa da yalnız Allah'ın Rasûlünün buğzettiğini sevsek, Allah'ın ve Râsûlünün küçülttüğünü büyültsek, Allah'a karşı durmak, Allah'ın emrinden çıkmak için bu yeter bize.

Yeryüzünde yemek yerdi; kul gibi otururdu; ayakka-bısını kendi tâmir ederdi; elbisesini kendi yamardı; eğersiz merkebe binerdi; biri daha varsa ardına bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı; zevcelerinden birine, şunu kaldır buyurmuştu; baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu anmayı hatırından geçirmezdi; ziynetini gönlünden yitirmişti; dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki ne gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne üstünde oturacağı beğenilecek bir yaygısı.

Dünyayı gönlünden sürüp atmış, gözünden yitirip gitmişti. Bir şeyi sevmeyen kişi böyledir; ne onu görmek ister, ne adının anılmasını diler. Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Allah katında bu kadar yüce mertebesi varken, dünya ve dünyadakiler, onun yüzü suyu hürmetine yaratılmışken; Rasûlullah, dostlarıyla beraber dünyada aç yaşardı; bu da dünyanın kötülüklerine, ayıplarına delâlet eder sence.

Bakıp görenin, aklıyla düşünmesi, can gözüyle görmesi gerek: Allah Muhammed'e (s.a.v) bu çekinmeyi vermekle onun kadrini mi yüceltti, yoksa onu alçalttı mı? Alçalttı diyen, andolsun ulular ulusu Allah'a; iftira eder, yalan söyler. Kadrini yüceltti denirse bilinmesi gerektir ki dünyayı O'nun için yayıp döşediği halde O'na ve O'na en yakın olanlara, dünyayı hor hakir göstermiştir. Şu halde Peygamberin yolunu tutan kişinin de O'nun izini izlemesi, O'nun konduğu yere konması gerekir, yoksa helâk olmaktan kurtulamaz.

Gerçekten de Allah, Muhammed'i, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, kıyâmete bir delil, cennete müjdeci, azaptan korkutucu olarak gönderdi; O'ysa dünyadan karnı boş olarak çıkıp gitti; âhirete ayıplardan, suçlardan esen olarak vardı; bir taşı bir taş üstüne koymadan yolunu tuttu, Rabbinin dâvetine icâbet etti. Allah bize ne büyük bir lütufta bulunmuştur ki Onu bize muktedâ olarak gönder-miştir; O'nun izini izlemekteyiz; yolunda gitmekteyiz.

Andolsun Allah'a ki şu yünden dokunmuş abamı kendim yamadım; yamattığım kişiden utandım artık; çünkü bana bu kadar yamadan sonra hâlâ mı giyeceksin, atmayacak mısın artık bunu dedi. Ben de, uzaklaş benden dedim ona; sabah olup gün ışıyınca halk, gece yol alanları över.

Kaynak : Nechul Belağa
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Biri der kutsi biri der uydurma ISTE IRAK ISTE FILISTIN...
Eee n'aparsın metin mete; ağzı olan konuşuyor işte. Acluni gibi bir otorite hadis değil demiş, vatandaşta bu alimin sözünü baz alıyormuş. Breh ! Breh ! İbn-i Teymiyye de acluni den büyük bir alimdir ve bu alimde Allah'ın (cc) arş'ta oturduğu yönünde bir yorum yapar! Bu arkadaşlar ınternet çıktığından beri Din'i gerçekleri öğrendiği için en çok eleştiri alan yorum olmasa sanırım bunu da kabullenirlerdi.
Açıkcası çok da umurumda değil ! Herkesin bildiği kendine zaten. Varsa bildiğimiz paylaşırız, yoksa bilenden sorarız. Ne otoriteyiz, ne alim. Kendimizce inandığımız bazı Alim ve Arifi Billah'ın yolunda süluk etmeye çalışırız. Ne kadar başarılıyızdır, onu da Rabbül Alemin (cc) bilir.

Not: İnşaallah ağustosta görüşürüz.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Şeyhul İslam İbn Teymiyye "er rahmanu alel arşisteva" der ve bunu yorumlamaz, olduğu gibi kabul eder...Rahman arşa istiva etmiştir, ayet bu kadar açık ve nettir...Radikal İslam halen kaçak oynuyorsun, sen değilmiydin İbn Teymiyye tevil yapıyor diyen, ancak bir de ne görelim delil getirdiğin sözlerinde İbn Teymiyye tevilin yanlışlıklarını anlatmıyormuydu, bunu defaat ile sana karşı kullnamadım mı, demedim mi, İbn Teymiyye "Allah arş'ta oturuyor" demez diye, ayetleri ve hadisleri tevil etmez demedim mi, ama, yok, birilerinin copy-paste'sine mi iman edeceğiz, yoksa raştırıp gerçekleri ortaya mı koyacağız...Neyse İbn Teymiyye konumuz değil...

Konumuz uydurma bir hadis...
Yine sen birine al şunu oku demedin mi, bir de okuduk ki ne görelim, Acluni hadis değildir diyor...daha sen okumamışsın, kalkıp konuşuyorsun...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Bu cevabı sana yanlışlıkla başka bir konuda verdim. Ama içim rahat etmedi. Cuma'da beni rahatsız etmesin diyerek buraya tekrar kendi yazdıklarımı taşıdım.

"Aha böyle benim minberden indiğim gibi (Allah) yeryüzüne iner..." (İbn-i Teymiyye) Evet! haklısın ya ebu zerr, hakikaten hiç yorum yok bunda. Bendeki de kafa işte, naparsın basmıyor.İdare et artık o "engin" aklın ile olur mu?



Sen bana mı diyorsun, istersen notlarını bir karıştır ha, ne dersin! kimse değil de ben copy-paste yapacağım. Ve kaçak oynayacağım.? Burada sana meydanı dar ediyor yazdıklarımız halen okuduğun halde özür dilerim ben yanılmışım deme nezaketine dahi giremiyorsun. Unutma, özür ve yanlışı kabullenmek de bir erdemdir. Burada ebuzerr nicki ile yazmıyorum, radikalislam nicki ile girip yazıyorum, copy-paste yapmadığımı da herkes bilir, kendin ile karıştırdın sanırım, neyse olur. Senin bana İbn-i Teymiyye tevil eder veya etmez demen beni bağlamazki, sen niye zıplıyorsun hemen. Bana mı öğreteceksin İbn-i Teymiyyeyi ? Biz bugün ak dediğimizde yarın o bizim için yine ak'tır, grilik de olabilir demedik şimdiye kadar.



Hadis ilmine vukufiyetten olsa gerek, otorite edası ile bir de uydurma hadis demezmisin, hakikaten sende stand up potansiyeli mevcut. Devam et bakalım sepetteki yumurtaları hep beraber görelim.


Okuduğumdan anlayamıyorum acluni'nin ne yazdığını, o yüzden böyle tezatlara düşüyorum değil mi?

Vallahi ve billahi şu yazdıkların beni güldürdü. Ayrıca da düşündürdü. Eğer her kes senin gibi beni böyle anlıyorsa vallahi ben ziyandayım. Ama herkes senin ile aynı fikirdeyse! Eğer değilse, yazdığımız konuları okuduktan sonra, araştırıp gerçekten söylediklerimize ulaşıyorsa, dostum; işte o zaman gerçekten başın belada!
Neyse; bunu nefsi müdafa olarak algıla ve devam ettirme, çünkü güzel bir konu ve senin nefsaniyetine kurban olup silinmesin. sıkletın hafif zira benim için. O yüzden konuya dönüyorum:
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Eee n'aparsın metin mete; ağzı olan konuşuyor işte. Acluni gibi bir otorite hadis değil demiş, vatandaşta bu alimin sözünü baz alıyormuş. Breh ! Breh ! İbn-i Teymiyye de acluni den büyük bir alimdir ve bu alimde Allah'ın (cc) arş'ta oturduğu yönünde bir yorum yapar! Bu arkadaşlar ınternet çıktığından beri Din'i gerçekleri öğrendiği için en çok eleştiri alan yorum olmasa sanırım bunu da kabullenirlerdi.
Açıkcası çok da umurumda değil ! Herkesin bildiği kendine zaten. Varsa bildiğimiz paylaşırız, yoksa bilenden sorarız. Ne otoriteyiz, ne alim. Kendimizce inandığımız bazı Alim ve Arifi Billah'ın yolunda süluk etmeye çalışırız. Ne kadar başarılıyızdır, onu da Rabbül Alemin (cc) bilir.

Not: İnşaallah ağustosta görüşürüz.


VAllahi Radikal benim sizin isinize aklim ermez,Beni Resul Kitabullaha davet etti kosarak icabet etim,Baktimki Allahta beni akila davet ediyor isteyerek boyun egdim bana yetiyor Insallahu Teala.Zaten ne kadar fazla anlarsam o kadar yüküm arttigi icin ancak hazmede bildigim kadarini aliyorum fazlasini Kelamullahtan baskasina danismiyorum Insallahu Teala.Sizin isiniz biraz karisik bana göre bilirsin benim kafam kalindir.Öyle cok cesitli renklerden anlamaz gözlerim,ellerim cok ufaktir kavramaz Baska ipleri,tutundugum bellidir ayaklarim tasimaz siratel müstakimden baskasina Elhamdülillah taslida olsa dikende cevrilmis olsa basim dönmez Ibrahimin Milletinden beri Elhamdülillah Allaha cagiran Muhammedi dinledim Ve bu yola kendimi adadim Elhamdülillah bilenler kendine bildigim ancak bana yetiyor emin ol danismam kimseye,konusursa bir bilen güzel dinleyiciyim velakin Furkandan sasarsa cevabim terstir benim.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
"Aha böyle benim minberden indiğim gibi (Allah) yeryüzüne iner..." (İbn-i Teymiyye)

Bu İbn Batuta'nın, İbn Teymiyye'ye iftirasıdır...

vasiti akide de İbn teymiyye ne der:

"Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri geriye kaldığında dünya semasına iner ve yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim. yok mu bendeb istekte bulunan, ona vereyim. yok mu benden mağfiret dileyen ona mağfiret edeyim, der." hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir...

(nüzul -inmek-;yüce Allah celaline ve azametine yakışır bir şekilde sıfatıdır. Onun nüzulu tıpkı istivası, yaratılmışların istivasına benzemediği gibi, yaratılmışların nüzuluna da benzemez.)

İbn teymiyye : şu gördüğümüz varlıkların gördüğümüz şeklindeki inişi türünden olması icab etmez


...

radikalislam´isimli üyeden Alıntı
Evet...!

Ve buradan Allah Resulu (s.a.v.) için (madem ki bu Resul'e atılan iftiradır diyorsunuz) o halde bu söze şahit olun bütün forum ehli: "Levlake kuds-i hadisi Resulullah (s.a.v.) için, Allah'u Zülcelal tarafından seslendirilmiştir"

Seyfullah tam bir sayfaya yakın yazıyı hazırlayıp bir emek sarfediyor oraya asıyor, okumadan bu Resul'e yapılan bir iftiradır deme cehaletini gösteriyoruz. Pes! Bu kadarı da hakikaten fazla.

Seyfullah Putkıran: Hem El- Hâfız Aclûnî hem de, Aliyy-ül Karî eserlerinde "Levlâke" sözü mânası itibariyla hadîs olmasa dahi, mânası itibarıyla doğru ve haktır demişlerdir.

Hadis olmasa dahi, hadis olmasa dahi, hadis olmasa dahi...
Acluni hadis değilidir diyecek...
Bu resule sav yapılan iftira olmayacak...

ALİYYUL KARİ VE ACLUNU HADİS DEĞİLDİR DİYOR...
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
İşte Radikal islam senin getirdiğin delil:

Allah’in Dünya Gögüne Inmesi158
Buhârî ve Müslim’in Sahîhlerinde Ebû Hureyre159 -Radiyallâhu anh-’den, Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem-’in söyle dedigi rivâyet edilmistir:
“Rabbimiz, (her) gecenin son üçte biri (son üçte birlik bölümü) kaldigi zaman dünya gögüne iner ve söyle der: ‘Yok mu bana dua eden? Duasini kabul edeyim. Yok mu benden bir sey isteyen? Istedigini ona vereyim. Yok mu benden bagislanma dileyen? Onu bagislayayim.’” 160
Hz. Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem-’den yaklasik 28 sahâbînin rivâyet ettigi bu hadisi Ehl-i Sünnet ittifakla kabul etmistir.161 Allah-u Tebâreke ve Teâlâ’nin dünya gögüne inmesi, O’nun dilemesine ve hikmetine bagli fiilî sifatlarindan olup yüceligine ve büyüklügüne yarasir gerçek bir inmedir.162 Bunun anlamini, emrinin veya rahmetinin veya da meleklerinden birinin inmesi seklinde tahrîf etmek (degistirmek), birkaç bakimdan dogru degildir:163
1- Bu tahrîf, hadisin açik anlamina aykiridir. Çünkü peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem- inmeyi, Allah’a izâfe (nispet) etmistir ki, asil olan isin, onu yapana ya da ondan kaynaklanana nispet edilmesidir. Isin bundan baskasina nispet edilmesi asla (açik anlama) aykiri bir tahrîftir.
2- Inmenin bu sekilde açiklanmasi, cümlede bazi kelimelerin kaldirilmis olmasini gerektirir ki, asil olan cümleden bir seyin kaldirilmamasidir.
3- Allah’in emrinin ya da rahmetinin inmesi, gecenin üçte birine özgü bir sey degildir. Tersine O’nun emri ve rahmeti her zaman iner.
Eger “bundan maksat özel bir emrin ve özel bir rahmetin inmesidir ki, bunun da her zaman olmasi gerekmez” denirse, buna söyle cevap verilir:
Bu takdir ve te’vîlin dogrulugu varsayilsa bile hadis, bu özel emir ve rahmetin indigi en son yerin dünya gögü oldugunu göstermektedir. O halde bu özel rahmetin dünya gögüne inmesinin bizim için ne yarari vardir ki Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem- bunu bize haber versin?
4- Hadis dünya gögüne inenin: “Yok mu bana dua eden? Duasini kabul edeyim. Yok mu benden bir sey isteyen? Istedigini ona vereyim. Yok mu benden bagislanma dileyen? Onu bagislayayim” dedigini göstermektedir. Allah-u Teâlâ’dan baskasinin böyle söylemesi olanaksizdir.
KAYNAK ;ISIM VE SIFAT TEVHIDI IBNI TEYMIYYE


HALEN İNAT MI EDİYORSUN İŞTE SENİN GETİRDİĞİN DELİL, İBN TEYMİYYE TEVİL YAPMANIN YANLIŞ OLABİLECEĞİNE DEĞİNİYOR, KENDİSİ TEVİL ETMİYOR, AMA SEN İBN TEYMİYYE'NİN ESERLERİNİ DEĞİL İBN BATUTA'NIN İFTİRALARINI DELİL ALIYORSUN...

OKU BAKALIM RADİKAL İSLAM...


Ona Yapılan İftiralar

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’ye çağdaşı, mutasavvıf, kelamcı ve bid’atçi düşmanlarından çokça iftiralarda bulunulduğu gibi, çağından sonra günümüze kadar da (bu durum)devam etmiştir. Ancak bu iftiralar arasında en şaşırtıcı olup hasım bid’atçilerin dayanak kabul ettikleri iftira ise gezgin İbn Batuta’nın, “Rihletu İbn Batuta (İbn Batuta Seyehatnamesi)” diye tanınıp meşhur olmuş “Tuhfetu’l-Enzar…” adını taşıyan eserinde -Allah’tan layıkı ile muamele görmesini dileriz- söylediği şu sözlerdir:

“726 yılı muazzam ramazan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım… Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi…” diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler:

“Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı: Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensup bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü…” Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir.[19]

İbn Batuta’nın sözleri bunlar, iftirası bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa “el-Kasidetu’l-Nüniyye”[20]ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir: “Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı? Nitekim hadis-i şerif’te: “Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin”[21] diye buyurulmuştur.

Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur. Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramazan tarihinde girdiğini söylemekte. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi “Tabakatu’l-Hanâbile” adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb’in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir. Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen “Tabakat”ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir:

“Şeyh (İbn Teymiyye) 726 yılı, Şa’ban ayından, Zü’lkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da (hapis) kaldı.”[22]

İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şa’ban’da girdiğini de ekler.[23]

Şimdi bu iftiraya bir bakalım. Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan sözetmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik! Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti? Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak naşı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir “Tarihinde[24] bunu böylece kaydetmektedir. Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
radikalislam´isimli üyeden Alıntı
"Aha böyle benim minberden indiğim gibi (Allah) yeryüzüne iner..." (İbn-i Teymiyye) Evet! haklısın ya ebu zerr, hakikaten hiç yorum yok bunda. Bendeki de kafa işte, naparsın basmıyor.İdare et artık o "engin" aklın ile olur mu?


İşte Radikal islam senin getirdiğin delil:

Allah’in Dünya Gögüne Inmesi158
Buhârî ve Müslim’in Sahîhlerinde Ebû Hureyre159 -Radiyallâhu anh-’den, Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem-’in söyle dedigi rivâyet edilmistir:
“Rabbimiz, (her) gecenin son üçte biri (son üçte birlik bölümü) kaldigi zaman dünya gögüne iner ve söyle der: ‘Yok mu bana dua eden? Duasini kabul edeyim. Yok mu benden bir sey isteyen? Istedigini ona vereyim. Yok mu benden bagislanma dileyen? Onu bagislayayim.’” 160
Hz. Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem-’den yaklasik 28 sahâbînin rivâyet ettigi bu hadisi Ehl-i Sünnet ittifakla kabul etmistir.161 Allah-u Tebâreke ve Teâlâ’nin dünya gögüne inmesi, O’nun dilemesine ve hikmetine bagli fiilî sifatlarindan olup yüceligine ve büyüklügüne yarasir gerçek bir inmedir.162 Bunun anlamini, emrinin veya rahmetinin veya da meleklerinden birinin inmesi seklinde tahrîf etmek (degistirmek), birkaç bakimdan dogru degildir:163
1- Bu tahrîf, hadisin açik anlamina aykiridir. Çünkü peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem- inmeyi, Allah’a izâfe (nispet) etmistir ki, asil olan isin, onu yapana ya da ondan kaynaklanana nispet edilmesidir. Isin bundan baskasina nispet edilmesi asla (açik anlama) aykiri bir tahrîftir.
2- Inmenin bu sekilde açiklanmasi, cümlede bazi kelimelerin kaldirilmis olmasini gerektirir ki, asil olan cümleden bir seyin kaldirilmamasidir.
3- Allah’in emrinin ya da rahmetinin inmesi, gecenin üçte birine özgü bir sey degildir. Tersine O’nun emri ve rahmeti her zaman iner.
Eger “bundan maksat özel bir emrin ve özel bir rahmetin inmesidir ki, bunun da her zaman olmasi gerekmez” denirse, buna söyle cevap verilir:
Bu takdir ve te’vîlin dogrulugu varsayilsa bile hadis, bu özel emir ve rahmetin indigi en son yerin dünya gögü oldugunu göstermektedir. O halde bu özel rahmetin dünya gögüne inmesinin bizim için ne yarari vardir ki Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem- bunu bize haber versin?
4- Hadis dünya gögüne inenin: “Yok mu bana dua eden? Duasini kabul edeyim. Yok mu benden bir sey isteyen? Istedigini ona vereyim. Yok mu benden bagislanma dileyen? Onu bagislayayim” dedigini göstermektedir. Allah-u Teâlâ’dan baskasinin böyle söylemesi olanaksizdir.
KAYNAK ;ISIM VE SIFAT TEVHIDI IBNI TEYMIYYE


TAMAMEN YORUM YAPMADAN İNSAF SAHİPLERİNİN VİCDANINA BIRAKIYORUM MESELEYİ, DAHA FAZLA TARTIŞMANIN ANLAMI YOK, ADAM KENDİ DELİLLERİNİ ANLAMAKTAN ACİZ, İBN TEYMİYYE'NİN ESERLERİNE DEĞİL, İBN BATUTA'NIN YALANLARINA İLTİFAT EDEN BİRİ İÇİN YAPILACAK PEK BİR ŞEY YOKTUR...

HEM KENDİ DELİLİNDE İBN TEYMİYYE'NİN TEVİL YAPMANIN YANLILIKLARINA DEĞİNDİĞİNİ GÖRECEKSİNİZ, HEM DE İBN TEYMİYYE TEVİL YAPIYOR DİYECEKSİNİZ, YAZIKLAR OLSUN...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
İşte Radikal islam senin getirdiğin delil:

Allah’in Dünya Gögüne Inmesi158
Buhârî ve Müslim’in Sahîhlerinde Ebû Hureyre159 -Radiyallâhu anh-’den, Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem-’in söyle dedigi rivâyet edilmistir:
“Rabbimiz, (her) gecenin son üçte biri (son üçte birlik bölümü) kaldigi zaman dünya gögüne iner ve söyle der: ‘Yok mu bana dua eden? Duasini kabul edeyim. Yok mu benden bir sey isteyen? Istedigini ona vereyim. Yok mu benden bagislanma dileyen? Onu bagislayayim.’” 160
Hz. Peygamber -Sallallâhu aleyhi ve sellem-’den yaklasik 28 sahâbînin rivâyet ettigi bu hadisi Ehl-i Sünnet ittifakla kabul etmistir.
Biz sanki ehli sünnetin dışında bir söz söylemişiz gibi bir anlam var. Ama ben ehli sünnet,m :p
En baştan söyleyim de sonra bu ne şiddet denilmesin, ınternet ortamında yazı yazan arkadaşlarım, sanal alemde bazı etik değerler oluşmuştur ve büyük harfle yazmanın bağırma anlamına geldiğini herkes bilir. Bana bağıracak adam, eğer ilim sahibiyse boynumu dahi vurmakla beraber bağırabilir, amma şu yukarıda yazı yazan (pardon) copy-pasteler yayınlayan arkadaş bu anlama dahil olamayacağı gibi, ifrat ve tefritin denizlerinde yüzmenin spor olduğunu sanacak kadar cahil. Bana İbn-i Teymiyye'yi öğreteceksin ve aklın sıra ahkam keseceksin. Sana bildiğini bile tersten sana geri yuttururum. Onun bunun aklı ile hareket ettiğin sürece zaten gelebileceğin nokta ancak buralar olabilir. Şimdi! Ey fikir fukarası! Bir daha bana cevap yazıyorsan bağırmadan yaz! Anladınmı!

Gelelim iddialarına; demek Teymiyye'yi ve yaptığı ictihadları bilmiyorum öylemi, ve senden öğreneceğim bu şahısı. Vay be! harbiden sen okuduğunu (eğer okuyorsan tabii) bile idrak etmekten acz birisin. Sen nerde gördün benim ibn-i Teymiyye'yi iftiralar ile bezediğimi.? Nerde gördün veya okudun da Seyyah olarak ömrünü geçiren İbn-i Batuta'nın herhangi en ufak bir sözünü buraya taşıdığımı ? Eş'ari alimlere karşı yaptığı iftiraları ve terbiyesizlikleri bile ağzıma almadım, ehl-i sünnet alimlerini tekfir ve taciz ettiğini bile söylemedim, sen nerden okudun benim bu adam hakkında en ufak bir hakaretimi ? Bu sorduklarıma cevap vereceksin ama. Mert bir şekilde! (mertlik için bknz. sözlük; erkeklik!) Eğer yukarıda yazdığım "Aha böyle benim minberden indiğim gibi (Allah) yeryüzüne iner..." (İbn-i Teymiyye) sözünü kasd ediyorsan, bunu sadece İbni batuta değil bütün alimler söylüyor. Biz; bu sayfalarda İbn-i Teymiyye gibi bir adamın alim olduğunu, fakat bazı konularda yaptığı sert itham ve ictihadlarında yanıldığını ama; bunda dahi bir ecir sahibi olduğundan bu kişi için bir sıkıntı olmayacağını, aksine, bunun peşinden giden kişinin, eğer ilmi yoksa o takdirde kendisini kimsenin kurtaramayacağını yazdık şimdiye kadar. Bu kişilerin içine sen de dahilsin yani. Şimdi bak bakalım ibn-i Teymiyye kimdir; Ey forum ehli! bu güne kadar eminim bu tür tartışmaların çeşitlerini gördünüz. Ve bir çoğuda silinmiştir haklı olarak. Ama sırf silinmesin diye edebi bir şekilde ama elbette onurumu da muhafaza edecek sertlikte vereceğim cevaplarımı. Ve olabildiğince ilmi yazmaya çalışcağım ki, hangi iplik çürükse o kopsun!

Bakınız İbn Teymiyye; (Bu konu için ilk defa gerçek anlamda bir copy-paste yapıyorum, kusuruma bakmayın):

İbni Teymiye (1263-1328)
Ahmed, 1263 yılında Harran'da doğdu. Bölgenin önemli ailelerinden olan Teymiyye'nin bir mensubu olarak dünyaya geldi. Amcası ve dedesi bölgede Hanbeli mezhebinin âlimleri olarak görev yapmış ve bu mezhebin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştu.
Babası Abdülhâlim de aynı mezhebin âlimi olarak geleneği devam ettirmiştir.
İbni Teymiyye'nin babası, Bağdat'ın Moğollar tarafından işgal ve istilasından sonra ailesini alarak Dımaşk'a (Şam) göç etmiş ve burada müderrislik yapmaya başlamıştır. Giderek gelişmeye başlayan Şam, zamanla Hanbeli mezhebinin önemli merkezleri arasına girmiştir. Bu dönemde Şam'ın gelişmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi, Bağdat'ın işgali sonrasında bölgeden çevreye cereyan eden göçlerdir.
Ahmed, ilk eğitimini müderris olan babasından aldı. Böylece eğitimine Şam'da başlamış oldu. Babasının da müderrisleri arasında bulunduğu Sükkeriye Darülhadis medresesinin hocalarından ders aldı. Çok sayıda âlimden direk ders aldığı gibi, bazılarından hadis dinlerken, bazılarının da ilmi sohbetlerinde hazır bulundu. Küçük yaşta başladığı eğitimini tamamlayarak icazet aldı.
1284 yılında babası vefat eden Ahmed, bu tarihten itibaren babasından boşalan kürsüde hocalığa başladı. Şam'da bulunan Emeviye Camisi'nde tefsir derslerini okuttu. Hac görevini ifa etmek üzere 1292 yılında Hicaz'a gitti. Peygamber Efendimize küfreden Assaf isimli Hıristiyan'ın cezalandırılması için Emir İzzeddin Aybeg'e müracaatta bulundu. Ancak, mahkeme cereyan ettiği sırada, taşkınlık yaptıkları gerekçesiyle kendisi ile birlikte şikâyette bulunan hocası Zeynüddin el-Fariki kırbaç yeme cezasına çarptırıldı. Assaf ise Müslüman olunca affedildi.
İbni Teymiyye, hocasının yerine, 1296 yılında Hanbeliyye Medresesi'nde ders vermeye başladı. Zamanla halk ve yöneticiler üzerinde önemli etkiye sahip bir şahsiyet haline geldi. Bu faaliyetine paralel olarak, dinî ve siyasî tartışmaların içine girmeye başladığı görüldü. Eş'ari kelâmcılarına karşı ağır eleştirilerde bulundu. Bu eleştirileri karşısında rahatsız olan Hanefî fıkıh âlimleri kendisini ilmî müzakereye dâvet ettiyse de buna icabet etmedi. Zamanın idarecisi kendisinden yana tavır takındığı, bazı kişileri tutuklattığı için, aleyhindeki faaliyetin herhangi bir etkisi görülmedi.
Moğol saldırılarının devam etmesinden dolayı, birçok kimse Dımaşk'ı da terk edip giderken, İbni Teymiyye burada kalmaya devam etti. Bazı âlimlerle birlikte Moğol hükümdarına giderek müracaatta bulundu. Bu müracaatıyla meydana gelebilecek daha büyük bir can kaybının önüne geçmiş oldu. Daha sonraki dönemde Memlük sultanına giderek Moğollara karşı savaşmasını istedi. Kendisi de Moğollara karşı hazırlanan orduya katıldı. Taraflar arasında yapılan savaşta, Moğollar ağır bir yenilgiye uğratıldı (1303).
İbni Teymiyye'nin yaptığı dikkat çekici eylemlerinden bir tanesi bir kayayı ortadan kaldırmasıdır. Nehir kıyısında bulunan bir kaya bazı insanlar tarafından ziyaret edilmekte ve buraya adaklar yapılmaktaydı. Durumu öğrenince bazı talebeleriyle birlikte söz konu kayanın bulunduğu yere giderek söz konusu kayayı ortadan kaldırdı. Hurafe ve bid'alara karşı aşırı sert davranışı pek çok kesimin tepkisine sebep oldu. Hakkında değişik dedikodular yayılmaya başladı. Yazmış bulunduğu eseri ayıkırı ifadeler ihtiva ettiği iddiasıyla eleştirildi. Ancak, Şam naibinin başkanlığında toplanan heyetin incelemesi sonrasında herhangi bir aykırılık görülmediği ifade edildi. Daha sonra, eser sebebiyle Şafii âlimleriyle de arası açıldı. Bu olaylardan sonra Kahire'ye gönderildi. Kahire'de bir süre tutuklu kalan İbni Teymiyye, hapisten kurtulduktan sonra, Şam'a dönmesine izin verilmedi. Kahire'de kalmaya devam ederek, fikirlerini savunmaya devam etti. 1309 yılında bir kez daha tutuklanarak gözetim altına alındı. Göz hapsine alındığı süre zarfında eser yazmasına ve ziyaretçi kabul etmesine izin verildi. İktidarın el değiştirmesiyle serbest kaldı. Serbest kaldıktan sonra Kahire'de ders verdiği gibi, fetva verme faaliyetinde de bulundu. 1313 yılında Şam'a gitmek üzere tekrar yola çıktı. Yolculuk sırasında Kudüs'e uğrayıp burada bir süre kaldı. Şam'da beş yıl boyunca ders verip eser yazmaya devam etti. Mücadeleci kişiliğinin de etkisiyle, çevresindeki halka giderek büyüdü. Şafii ve Eş'ari âlimlerin karşı çıkmalarına rağmen, halk ve idareciler üzerindeki etkisine engel olunamadı.
İbni Teymiyye, yazdığı eser ve görüşlerinden dolayı 1320 yılında tekrar hapsedildi. Beş aydan fazla bir süre hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Ancak, Peygamber mezarları ve mukaddes beldelerin ziyareti hakkında verdiği fetva ve yazdığı risâlelerden dolayı tekrar tutuklandı. Bundan sonra fetva vermesine yasak kondu. İki yıl daha hapis yatarken, eser yazmayı sürdürdü. Mezarların ziyareti hususundaki sert eleştirilerinden sonra, yazı yazmasına da izin verilmedi. Bundan sonra kendisini ibadete verdi. 1328 yılında hapishanede vefat etti.
Tartışmacı, yanlış bildiğini sert bir şekilde eleştirmekten ve fiili hareket dahil tepki göstermekten çekinmeyen kişiliğiyle, İslâm düşünce geleneğinde önemli bir etki bıraktı. Selefiyye görüşünün yılmaz savucusu olup, mevcut uygulama ve anlayışlara çok sert eleştiriler getirdi. Görüşlerini çekinmeden açıklayan ve her türlü sıkıntıyı göze alan kişiliğiyle bir çok âlimin takdirini kazandığı gibi, özellikle ağır eleştirilerinden dolayı çok sayıda tenkitçisi de olmuştur. Osmanlı idaresi ile birlikte Hanefi fıkhı gerileme devresine girmesine rağmen, İbni Teymiyye'nin etkisi devam etmiştir. Bu etkinin günümüze kadar gelen bir yansıması, Vehhabilik cereyanının doğması olmuştur. Bu cereyan, âlimin görüşlerinden büyük ölçüde etkilenmiş, önce fikirle başlayan hareket daha sonra siyasi bir nitelik kazanıp Suudî Krallığının kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.
Risâle-i Nur'da İbni Teymiyye'nin ismi zikredilmiş, "Şimdi Haremeyn-i Şerîfeyne hükmeden Vehhâbîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbni-i Teymiye…" (Tarihçe-i Hayat, 1996, s. 434; Emirdağ Lahikası, 1997, s. 178-179) ifadelerine yer verilmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında, gizli münafıkların, Vehhabiliği perde yapıp, İslâmiyet ve Kur'ân hakikatlerini muhafazaya çalışanlara zarar vermek için, bazı hocaları elde ettikleri ve bazı insanları Alevîlikle itham ettiklerine işaret edilmiştir. Buna karşılık, asırlardan beri devam ede gelen Sünni geleneğin, sahabeler arasında cereyan eden hadiseleri kurcalamamayı ve amelleriyle baş başa kalan şahsiyetleri tartışma konusu yapmamayı esas aldıkları hatırlatılmıştır.
İbni Teymiyye ve takipçileri için; "lbni Teymiye ve lbni Kayıme'l-Cevzî gibi zâtlar Muhyiddîn-i Arab (k.s.) gibi azîm evliyâya karşı fazla hücum ettikleri ve güyâ mezheb-i Ehl-i Sünneti Şîalara karşı Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) Hz. Ali'den (r.a.) efdaliyetini müdâfaa ediyorum diyerek, Hz. Ali'nin (r.a.) kıymetini çok düşürüyorlar. Hârika fazîletlerini âdileştiriyorlar…" (Mektubat, s. 1997, s. 353) tesbiti yapılmış ve Risâle-i Nur'da önemli açıklamalara yer verilmiştir.
Buraya kadar alıntı yaptım. Bu zahiri olarak herkesin bileceği bir İbn Teymiyye. Birde tasavvuf ehli içinde İbn Teymiyye vardır.
Bakın o da bu şekildedir;
Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere “Nas-Kur’ân hükmü” dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur’ân’ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye’ye sıra geliyor.
Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin’e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur.
Bir âlim, evet… Fakat… Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor. Eğer insan “ben Kur’an-ı aklımla tefsir ederim” dese de tefsiri Beyzavî Tefsirinin aynı olsa yine küfürdedir. Aynı akılla Allah’ı inkâr edenler, ters tarafından İbn-i Teymiyye ile aynı daire içinde mahpusturlar. Bu bahis gayet girift ve uzundur ve İbn-i Teymiyye mektebinin bazı ihtilâtları, hattâ son zamanlarda yurdumuzda talebe kaydetmeye kadar giden sirayetleri ve kolayca yerleşme avantajı bakımından ne kadar üzerinde durulsa yeridir. Akla bahşedilen öyle bir kolaylık ve ucuzluk ki, yarım akıllara İlâhî esrara karşı bir nevi horozlanma sevdasını veriyor, İlâhî esrarı çözülmüş şifre kâğıtları halinde sepete attırdığının farkında olmuyor; ve işte bu haliyle günümüzde İslâm Enstitülerine kadar sızmış ve bazı gruplar arasında modalaşmış bulunuyor.
Tasavvufu inkâr etmek, Resuller Resulünün ruhâniyet ve bâtınını tanımamaya varır ki, hem de sözde şeriatten yana görünmenin maskesi altında topyekûn ve en hain şekilde küfre ulaşır. Bu gibilerin (diyalektik) tekerlemeleri ise, (Sokrates)in buluşiyle, flüt çalana inanıp da flüte inanmamak derecesinde hayalî bir abes ve hamakat teşkil eder. Anlaşılmaza inanıyor da onun tecellilerindeki sırrîlik ve gizliliğe inanmıyor!
Koca İmam-ı Gazalî… Aklı akılla tükettikten sonra şöyle der:
“- Aklın hudut noktasına vardım ve gördüm ki, onunla erişmek boş hayâl… Peygamberin ruh feyzine yapışmaktan ibaret her şey… Öyle yaptım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın ötesidir.”
Bunlarsa aklı tüketip ötesine geçenler değil, en iptidaî aklın tükettikleri…
“- İbn-i Teymiyeye, dini içinden zedeleyen kâfir…”
Bu sözü, ben söylemiyorum; “Altun Silsile”nin 33′üncü halkası, 14′üncü Hicrî ve 20′nci Milâdî Asrın « irşad kutbu » söylüyor.
Kocakarıların hayâl aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah’ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırd edici meleke, işte İbn-i Teymiyyede mevcut olmayan selim akıl ve mümîn kalbleri ışıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o…
İkinci devre, temas ettiğimiz gibi, hezeyan aklından sonra akıl hezeyanı çığrıdır ve İbn-i Teymiyye isimli kişiden başlar.
«Hezeyan aklı» tabirinde ağırlık hezeyanda, «akıl hezeyanı»nda ise akılda… Birinde asıl, akıl taslayan hezeyan, öbüründe de hezeyana varan akıl… A-B çizgisi veya B-A hattı… Aynı şey… Fakat küçük bir (nüans-incelik)farkiyle ikincisi çok mühim ve nazik… Zira bu devrenin kapı açanı, günümüze kadar gelen ve günümüzde yeniden uyandırılmak istenen, İslam’a materyalist bakışın son derece tahripçi ve ilerideki ihtilatlariyle gayet tehditçi ilk örneğidir.
Hicri 5. ve 6. Asırlarda Hasan Sabbah’a kadar gelen ve sonra bir müddet durdurulan hezeyan aklı,7. Asrın sonunda ve 8. Asrın başında İbn-i Teymiyye eliyle ve dış idrak perdesinde mantıki hissini verici bir şeytaniyet dehasiyle, arada devletini kurmuş ve günümüzün iman iddiasındaki sefil idraklerine kadar nüfuz etmiş olarak sürüp geldi.
Ne gariptir ki, bazı muteber İslam ansiklopedilerinde, kıymet hükmü eserlerinde ve çağımızın birtakım karabaş beyaz sarıklılarında ve fetva hokkabazlarında İbn-i Teymiyye, akıl ermez bir itibar merkezi ve ihtiram hedefidir. 7.Asırdan beridir de, büyük bir velinin «dini içinden yıkan kafir» diye andığı bu itikat akrebini ateşle halkalayıcı bir davranış yapılamamış daha doğrusu, onun ilerideki ihtilatlarına karşı bir panzehir tertiplenememiş, bu mevzu küçümsenmiştir.
Büyük bir alim olduğu, hele Hadis ilminde parmakla sayılacak İnsanlar içinde bulunduğu bir hakikattir. Fakat İmam-ı Gazali gibi bir hikmet dehasına saldıran ve onu hadis ilminde cahillikle suçlayan bu adam «kitap yüklü merkep» ölçüsünü yüzde yüz canlandırıcı haliyle cehaletin ta kendisidir.
«Makul ve menkul (akıl ve nakil yoliyle gelen) ilimler arasında uygunluk» isimli 6 ciltlik eseri etrafında yüzlerce eser sahibi… Kimi felsefeye, kimi bid’atlere, kimi Hıristiyanlık hayal ve masallarına, kelam ilmine, Rafizilere, Şiilere ve Kaderiyyecilere çatan bu eserlerin yalnız başlıklarını okuyanlar, içinde bomba saklı bir çukulata kutusu gibi onu, en tatlı manada bir Sünnet Ehli mütefekkiri sanabilirler… Fakat kutuyu açıhnca bomba patlar ve «Kitab-ül-İman» isimli eserin sahibi bu sapığın, akli metoda hezeyan kusturan ve maverai idraki katleden «suret-i hak» peçeli bir imansız olduğu meydana çıkar.
Davası, şu maddelerin çerçevesi içinde hulasa edilebilir: «Kur’an ayniyle, noktası noktasına zahirine göre anlaşılmalı ve ele alınmalıdır. Allah, Kur’anında Arş üstünde istiva ettiğini, zatiyle mekan ifade ettiğini mi bildiriyor, aynen böyledir ve onu şekil ve mekandan tenzih edici hiçbir mecazi idrake sebep yoktur. Allah (benim elim her elin üstündedir!) buyururken bu ifade mecazi değil, aynen vakidir. Bahis mevzuu el de bildiğimiz insan elidir.»
Ve işin en korkunç tarafı şu hükümde:
«Allah, ayniyle insan şekil ve suretindedir.»
Nitekim bir gün Şam’da zehrini ürettiği demlerde minberden bir iki basamak iner ve şöyle der:
- «İşte Allah, benim bu minberden indiğim gibi yere iner! »
Serapa küfür belirten bu görüşten sonra talak (boşanma) ve zekat bahsinde şeriate tam zıt nice iddialar… Din ölçülerinin üçüncü temeli «icma-ümmetin toplu hükmü» usulüne aykırılık ve bu aykırılığın caiz olduğu hükmü… Hazret-i Ömer ve Ali’ye hücumlar ve onların güya yanıldıkları noktaları sayıya vurmalar… İmam-ı Gazali ve Muhiddin Arabi’yi küfürle itham etmeye kadar gitmeler.
Ve en hassas tehlike noktası ve nasipsizlik ifadesi olarak, tasavvufu, batın temelini, topyekun evliyayı, ruhu, ruhaniyeti inkar etmesi ve onlara yönelmeyi küfür sayması, türbe ve mezarları ziyarete şirk göziyle bakması, hatta Allah Resulünün Kabe’den üstün bilinen mukaddes Ravzasına kadar ruhaniyet yollarını tıkamaya kalkması…
Bu adam, apaçıktır ki, dış dünyayı dışların dışından beş hasseden başka hiçbir anlayış ve seziş melekesine sahip değildir ve İlahi idrakten yana kör ve topaldır.
İbn-i Teymiyye, aklı çıkmaz sokaklara sürücü ve güya mantık zırhı içinde yürütücü ve topyekün insan ve kainatı kaybettirici nazariyelerinin, kendisinden 4 asır sonra da batı materyalizmasına akraba bir mahiyet kazanmasına ve arınmasını bekleyen İslamı temelinden çürütme istidadının doğmasına vesile olmasaydı ele alınmaya değmezdi. Fakat belirttiğimiz hususiyetleri bakımından, İslamı arınma davasının en büyük düşmanları arasında yer alıyor ve kozasında ölen bir böcek gibi eserlerinin ölü muhafazası içinde bırakılmaya gelmez bir mahiyet arzediyor.
Bugünkü Vehhabiliğin, başıboş içtihad davranışlarının, her türlü reformcuların, her türlü ruh ve mana zedeleyicilerinin, doğrudan doğruya, yahut dolayısiyle babası İbn-i Teymiyyedir ve onu «İslam materyalisti» diye yaftalamak yerinde bir teşhistir. Zira o’nun sistemi Allah ve Resulüne inanmanın değil, inanmamanın ve ancak böyle olursa tersinden mantıkı bir tertibe girmesi kaabil bir görüş belirtmektedir ve güneşi kabul edip ışığını kabul etmemek gibi bir akıl hezeyanı içine düştüğü tezat kuyusunu sadece herşeyi inkar etmek suretiyle kapatabilir ve tezadsız bir küfür olarak kalır. Oysa, en büyük tezad içinde küfür… Allaha, yani gaibe inanan, böylece gaibler ve sırlar alemine bel bağlayan bir anlayış nasıl olur da ruhu, ruhaniyeti reddeder, Kur’andan başlayarak herşeyi beş hasse planına bağlar ve Yaratıcıya insanı vasıflar verir?…
Bütün bu verdiğimiz bilgiler gerçeğe öylesine uygundur ki. Batı kaynaklı ve Cumhuriyet mamülü bir eser olmasına rağmen sanki Sünnet Ehli diliyle konuşuyormuşçasına, Maarif Vekaletinin yayınladığı «İslam Ansiklopedisi»nde bile kayıtlıdır.
İbn-i Teymiyye devri Osmanlı Devletinin kuruluş zamanlarına tesadüf eder. Merkezini kurduğu yer, Mısır… Mısır Sultanının huzurunda bazı din adamlarıyla tartışmalara girişir ve neticede Kahire kalesinde hapse atılır. Bir müddet sonra kurtulur. Mısır’dan çıkar ve aynı yolda devam ettiği için Şam zindanına atılır.
İslam alimleri İbn-i Teymiyye mevzuunda değişik fikirlere yer vermiş ve bir kısmı onu rafizilik ve küfürle suçlandırırken bir kısmı da ilmine hayran ve iddialarına taraftarımsı veya sükuti bir tavır takınmışlardır. İbn-i Batuta ve İbn-i Hacer gibi büyükler o’nun sapıklığına inananlar arasındadır. Buna mukabil, birkaç asır sonra gelecek ve en tehlikeli yolu açacak olan Mısırlı Şeyh M. Abduh tarafından kurulan «Mısır Islahat Fırkası» onun eserlerine kucak açmış ve yerinde görüleceği gibi, İslamı asliyetinden inhiraf ettirmekten başka manaya çekilemez reformculuk cereyanının ilk destekçisi saymıştır.
Kur’an ve Hadisin zahirine göre itikat ve amel etmek ve bu iki emir kutbunun hakikatine erme yolunda ne «İcma», ne de «Kıyas» gibi hiçbir vasıta tanımamak, maverai her anlayış ve görüşü dibinden kazımak ve böylece başta Kur’an ve Hadis bulunmak üzere topyekün kainatı elden çıkarmak ve ebedi helake yol açmak metodundaki bu adam, birkaç cilt içinde serptiği zehirli tohumların, nihayet bir devlet ve maddecilik dünyasına uygun bir zihniyet ağacı haline gelmesinden başlıca sorumludur.


Bu yukarıda okuduğunuz bölüm de tasavvuf ehli arasındaki İbn Teymiyye! Nasııııııı ?

TAMAMEN YORUM YAPMADAN İNSAF SAHİPLERİNİN VİCDANINA BIRAKIYORUM MESELEYİ, DAHA FAZLA TARTIŞMANIN ANLAMI YOK, ADAM KENDİ DELİLLERİNİ ANLAMAKTAN ACİZ, İBN TEYMİYYE'NİN ESERLERİNE DEĞİL, İBN BATUTA'NIN YALANLARINA İLTİFAT EDEN BİRİ İÇİN YAPILACAK PEK BİR ŞEY YOKTUR...
demişsin ya! Bir de yorum yapsaydın bari. İbn Teymiyye tevil yapar veya yapmaz burası beni bağlamıyor yapmasa daha iyi olur derim elbette. Ama yaptığı tevilleri eleştiririm. Beğenmem. Bu da benim beğeneceğim veya yapacağım bir şey. Seni de hiç ama hiç enterese etmez, Eyyyyyyy ebuzer.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
“KONUŞMASI KÜFÜR OLMAKLA BİRLİKTE KELAMINDA UYGUN SÖZ BULUNMASI VE BAŞKASI GİBİ İTTİHAD FİKRİNDE DEVAM ETMEMESİ SEBEBİYLE İSLAM’A EN YAKIN OLANLARI İBN ARABİ’DİR. BİLHASSA O KAH HALKI ( HAKKI OLMALI HER HALDE), KAH BATILI HAYAL ETTİĞİ GENİŞ HAYALİNE DALIP GİTMİŞTİR. NE ÜZERE ÖLDÜĞÜNÜ EN DOĞRU BİLEN ALLAH’TIR. ( HAKİKİYYETÜ MEZHEBİL VAHDET RİSALESİ)

Sen, Ibn Teymiyye'nin Imam Gazzali'yi Küfürle Itham Ettiğini Ibn Teymiyye'nin Eserlerine Atif Yaparak Isbatla, Isbatlayamazsan...

Ibn Teymiyye Imam Gazzali'yi Bir çok Konuda Eleştirmiş Ancak Imam Gazzali'nin Takvasini övgüyle Anlatmiştir, Sufi Meşreb Hasan En Nedvi'nin Islam önderleri Tarihi'ne Bakin Yeter...

Ibn Teymiyye'nin Ilk Sufiler'den Sitayişle Bahs Ettiği Eserleri Ile Sabittir...

Imam Kuşeyri'yi Allah'in Velilerinden Sayacak Kadar, Tasavvufa Hürmet Eder...(camiul Resail)

Cüneyd Bağdadi, Ibn Teymiyye'ye Göre Hakiki Bir Sufi'dir...

İBN TEYMİYYE: İLAHİ SIFATA DAİR BÜTÜN AYETLERİ İLK TARZDA NAKLEDİLDİĞİ ŞEKİLDE HAK OLARAK KABUL EDERİM… İŞTE ŞAFİ’NİN DE, MALİK’İN DE, EBU HANİFE’NİN DE SONRA DA AHMED’İN DE NAKLEDİLEGELEN AKİDESİ BUDUR. EĞER ONLARIN İZLEDİKLERİ YOLA UYARSAN, İLAHİ TEVFİKE MAZHAR OLURSUN. EĞER BİD’AT BİR YOL ORTAYA KOYARSAN, KİMSE SENİN BU YOLUNU DAYANAK KABUL ETMEZ. (CİLAUL AYNEYNFİ MUHAKEMETİL AHMEDYN)

İBN TEYMİYYE: DOĞRUSU ALLAH’IN YOLUNDAN AYRILMAYAN İMAMLARIN TUTUMUDUR. BU DA ALLAH’IN KURAN’DA KENDİNİ VE PEYGAMBERİNİN DE SÜNNETİNDE ALLAH’I VASIFLANDIRDIĞI BÜTÜN SIFATLAR İLE VASIFLANDIRILMASI, KURAN VE SÜNNETİN DIŞINA ÇIKILMAMASIDIR. BU KONUDA İLİM VE İMAN SAHİBİ OLAN SELEFİN YOLUNDAN GİDİLMELİDİR…(MECMUATUR RESAİLLUL KÜBRA)

İBN TEYMİYYE: VARLIK ALEMİNDE; BİR KENDİNDEN VE ZORUNLU OLARAK VAR, BİR DE KADİM OLAN VE VARLIĞIDA YOKLUĞU DA MÜMKÜN OLAN SONRADAN VAR OLAN DİYE İKİ TÜRLÜ VARLIK MEVCUTTUR. BUNLARIN HER İKİSİ DE VARDIR. BU İKİ TÜRÜN VARLIK İSMİNİ ALMIŞ OLMALARI HER İKİSİNİN VARLIĞININ AYNI OLMASINI GEREKTİRMEZ…(RİSALETÜT TEDMURİYYE)

İBN TEYMİYYE: SELEFİN METODU KURAN’DA VE SAHİH HADİSTE VARİD OLAN SIFATLARI ZAHİRİ MANASINDA, FAKAT ZATI İLAHİ’YE UYGUN BİR TARZDA KABUL ETMEKTİR. ALLAH’IN ZATI NASIL İSE SIFATLARI DA ÖYLEDİR. ÇÜNKÜ ALLAH’IN NE ZATINDA, NE SIFATLARINDA, VE NE DE FİİLLERİNDE BENZERİ YOKTUR…(RİSALETÜT TEDMÜRİYYE)
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         



Başta bu hadis-i kudsinin kaynağını vereceğiz. Ayrıca bu hadis-i kudsinin manası ve hakikatını vereceğiz.

"Levlâke" hadîsinin kaynakları şudur

El-Leali-l Masnua Suyutî 1/272;
-Esrar-ül Mertüa Aliyy-ül Kari sh: 295-296;
aynı eser Tahkik Muhammed Said Zalûl sh: 194;
El- Feraid-ül Mecmua fevkani sh: 326;
Keşf-ül Hafâ-Aclunî 2/164; Şerh-üş Şifa Aliyy-ül Karî 1/6

Hem El- Hâfız Aclûnî hem de, Aliyy-ül Karî eserlerinde "Levlâke" sözü mânası itibariyla hadîs olmasa dahi, mânası itibarıyla doğru ve haktır demişlerdir. Aynı kanaati İbn-i Teymiyye dahi fetva kitabı 10/ 96-98'de izhar etmiştir.

Divan ve tasavvufki kitaplarından me'haz olarak bir kaçının tda ismini veriyoruz:

Levami-ül Ukul Ni'metullah bin Veli sh: 15: Divaın-ı Mevtana Câmî sh: 4; Divan-ı Şeyh Ahmed-i Cezerî 1/190 ve hakeza Divan-ı Mevlâna Hâlid, Mektubat-ı Imam-ı Rabbanî ve bütün bunların yanında umum ümmetin telâkki-i bil-kabulü

"Levlâke" hadîsinin hakikatı şudur

Kainattaki bütün kemalatın menşei ve esası nur-u Muhammedidir. Her şey, kemalini ve cemalini O’nunla buldu. Sorduğunuz soruya iki şekilde cevap verilebilir.

1- anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kağıttan ibaret kalır. Allah bu dünyayı ve içindekileri, kendi cemalini ve kemalini görmek ve göstermek için yarattı. Cemalini ve kemalini göstermek istediği şuur sahibi mahlukatın başında da, insan gelmektedir. Kendisi kendine layık bir şekilde cemal ve kemalini tefekkür etmektedir. Fakat insan dediğimiz mahlukun, Allah’ın istediklerini kendi başına anlaması mümkün değildir.

Madem kainat insan için yaratılmış, ve madem insan yalnız başına İlahi hakikatı anlaması mümkün değildir. Öyleyse insanların nazarını mahlukattan ve masivadan çekecek Peygamberler olacaktır. Bu peygamberlik makamı, Allah’ın en çok sevdiği insanlardan oluşacaktır. Bu peygamber dediğimiz seçkin insanların arasında da vahiyde belirtildiği gibi, en sevgili kul ve en şerefli kişi Hz. Muhammed’dir( a.s.m).

2- Hz. Muhammed ( a.s.m)in duası, bu kainatın yaratılması için bir sebeptir. Yani Asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiye “Allah, ezeli ilmiyle Peygamberimizin, kainatın ve cennetin yaratılması hususunda ki ısrarlı ve ihlaslı duasını kabul etti ve bu kainatı halk etti”. İşte O’nun bu duası olmasaydı Allah kainatı ve içindekileri yaratmazdı.

Çünkü O zat (a.s.m) bütün enbiyanın seyyididir, bütün evliyanın reisidir. O geldikten sonra dünya rahata kavuştu. Bu noktadan O’na olan sevgi, başka bir sevgidir. Fakat madem Allah’ın zatı mahlukatın zatına benzemez. Ve hadsiz derecede mükemmel ve alidir. Elbette sıfatları da benzemez. Yani ilmi, iradesi, kudreti ve muhabbeti de mahlukatın sıfatlarına benzemez. Allah’ımızın Peygamberimize olan muhabbetini aklımızla anlamamız mümkün değildir. Çünkü Allah’ın ne sıfatlarını, ne zatını ne de fiillerini aklımız almıyor. Elbette muhabbet-i ilahiyeyi de anlamamız iktidarımız haricindedir.

“Nur-u muhammedî” ne demektir?

“Allah göklerin ve yerin nurudur (onları varlık nuruna kavuşturandır)” (Nur suresi, 35)

Nur, her çeşit karanlığın, zulmetin zıddı.
İlim nurdur; cehalet karanlığını yok eder.
Hidayet ayrı bir nur; dalâlet onunla ortadan kalkar.
İman da nurdur, küfür karanlıklarını mahveder.
Her nur bir zulmeti giderir ve bir hakikati gösterir.


İşte, bu âlem yaratılmazdan önce her şey yokluk karanlığında idi. Cenâb-ı hakk lütuf ve ihsanıyla bu karanlığa son verdi ve bütün varlıklara çekirdek olacak ilk mahlûkunu yarattı. Bu varlık nur-u muhammedî idi

“Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur” hâdis-i şerifi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Çünkü, bu konuda bir takım yanlış yorumlar yahut yersiz itirazlar eksik olmuyor.
Bilindiği gibi canlıların bütün karakterleri genetik şifrelerinde yazılı. Bu yazı, kader kalemiyle işlenmiş bir ilâhî program. Bir tohumdaki şifrede ne ağacın şeklini, ne gövdesinin sertliğini, ne yaprağının yeşilliğini, ne de meyvesinin tadını bulabilirsiniz. Dna’da bütün bu özellikler baz sıralaması şeklinde yazılı, ama o program ne serttir, ne yumuşak; ne yeşildir, ne kırmızı. Bunların hepsi o şifrede bir plan, bir program olarak mevcut, ama ağacın bütün özelliklerini o şifrede aynen bulmaya çalışmak da boş bir çaba. Bu noktayı dikkate almadan, bütün mahlûkatın nur-u muhammedî’den yaratılışını düşünen adam, yıldızlarla, ormanlarla, denizlerle bu nur arasında bir benzerlik kurmaya kalkışır ve aldanır.

Bizim yaptığımız planlar da bir yönüyle öyle değil mi? Bir evin bütün bölmeleri plandadır, ama plandaki mutfakta yemek pişiremezsiniz.

“nasıl esmada bir ism-i azam var, o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır” ( sözler ) İsm-i azam, bütün isimleri içine aldığı gibi, nakş-ı azam olan insan da bütün varlık âleminde tecelli eden isimlere mazhar. “bir şey mutlak zikredilince kemâline masruftur” kaidesince, insan denilince de insanlık âleminin en ileri ferdi ve risalet semasının güneşi olan hz. Muhammed (a.s.m.) akla gelir.

Bütün ilâhî isimler ilk defa nur-u muhammedî de tecelli etmişler. Meselâ, onda muhyi isminin tecellisi var ve o nur hayat sahibi. Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir. Ama, bütün hayat çeşitleriyle resulullah efendimizin (a.s.m.) o pak ve münezzeh ruhu arasında bir ilişki kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır.
Bir başka misâl: muhafaza etmek, hıfzetmek bir ilâhî fiil.

Nur-u muhammedî de hafiz ismi de tecelli etmiş ve daha sonra yaratılacak “levh-i mahfuza”, “çekirdeklere”, “yumurtalara”, “nutfelere” ve nihayet “hafızalara” bir çekirdek gibi olmuş.

“mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin numûnesini ve esasatını câmi' olsun.” (sözler)

Vahdetü’l-vücut meşrebinin sahibi Muhyiddin arabi hazretlerine göre, ebede kadar yaratılacak bütün varlıkların mahiyetleri (kendi ifadesiyle ayan-ı sabiteleri), tâbiri caizse nuranî bir çekirdek halinde, Allah’ın ilminde mevcuttu. Bütün mahiyetleri icmalen taşıyan bu ilk taayyün mertebesini muhyiddin arabî hazretleri, “hakikat-ı muhammediye”, “âlem-i vahdet”, “vücud-u icmâli”, “nur-u muhammedî” gibi isimlerle dile getiriyor.

Buna göre, nur-u muhammedî, bütün mahiyetlerin ortak ismidir ve eşyanın yaratılmasıyla bu mahiyetler ilim dairesinden kudret dairesine geçmişlerdir.
imam-ı rabbanî hazretleri de şöyle buyurur:

“hakikat-i muhammediyeden terakki vaki oldu mânâsında yazdığım cümleye gelince, bu hakikatten murat, o hakikatin zıllıdır ki o hakikat için “hazret-i ilmin icmâlinden ibarettir” demişler ve “vahdet” tabirini kullanmışlardır.”(mektûbat c. 2)

Âlem-i vahdet, muhyiddin arabî hazretlerinin ilk taayyün mertebesine verdiği dört isimden birisi.

Bilindiği gibi vahdet birlik mânâsına geliyor, kesret ise çokluk. Çekirdekte vahdet vardır ve bu vahdetten kesret doğmuştur. Onlarca dal, yüzlerce meyve, binlerle yaprak kesreti ifade ederler ve bu kesret âlemi bir vahdetten doğar. Sonsuz yıldızların kaynaştığı sema, yine sonsuz canlıların oynaştığı yer yüzü, sayısını bilemediğimiz melekler âlemi ve daha nice varlıklar hep kesreti ifade ederler ve bunların tamamı âlem-i vahdetten, nur-u muhammedî’den doğmuşlardır.

Nur külliyatından önemli bir ipucu: “muhakkak, semavat ve arz bitişik idiler, biz onları ayırdık” meâlindeki âyet-i kerime’nin değişik tefsirleri nazara sunulduktan sonra şu mânâya da yer verilir:

“mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: nur-u muhammediyeden (a.s.m.) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisâl ettirilmesine işarettir.” Mesnevî-i nuriye

Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, bu hikmet âleminin yaratılış çekirdeği olan nur-u muhammedî’den âlem safha safha yaratılmış. Bütün fizik âleminin, semavat ve arzın yaratılışı da bu kaide çerçevesinde gerçekleşmiş. Bu nurdan, bir “madde-i aciniye” yaratılmış ve bu öz macun, bu şifre mahlûk; göklerin ve yer küremizin yaratılmasında esas olmuş.

“Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler... Şeklinde ifade edilir. Belki de, göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya nur-u muhammedî’den gerçekleştirilmiş, bu safhada ise nur-u muhammedî’den bir öz madde yaratılmış ve göklerin ve yerin yaratılmasında bu çekirdek esas olmuştur. Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması ilâhî hikmete en uygun olanıdır.

Maddenin nurdan yaratılması garip karşılanmamalı. Nitekim madde dediğimiz şeyin, aslında, kesifleşmiş bir enerji olduğu bilinmektedir. Atomun, parçalandığında enerjiye dönüşmesi, işin temelinde kuvvet ve kudretin bulunduğunu gösterir. Bunlar ise kesif ve maddî değil, lâtif ve nuranîdirler.
“melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise dumanlı alevden yaratıldılar” hâdis-i şerifi cinlerin de nur-u muhammedî’den doğrudan yaratılmayıp bir başka şekilde, yahut bir başka safhada var edildiklerini bize ders verir.

“hiçbir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin” meâlindeki âyet-i kerimeye göre, her şey Allah’ı bilmekte, hamd ve tesbih etmektedir. Kâinatın gerek ilâhî ilimdeki ilk icmâline, gerek şehadet âlemine çıkışındaki o çekirdek varlığa “nur-u muhammedî” denilmesinden anlaşılıyor ki, Allah’ı bilmede, onu hamd ve tesbih etmede en ileri mertebe Allah resulüne (a.s.m ) aittir. Bütün ilâhî isimlerin en ileri mertebesine de, o (a.s.m.) mazhardır. Kâinatın yaratılmasından asıl gaye o’dur. Diğer varlıkların yaptıkları bütün ibadetler, erdikleri bütün marifetler ve zevk ettikleri bütün muhabbetler onun yanında ancak bir gölge gibi kalır.

“hem ism-i âzama mazhar olan resul-i ekrem aleyhissalâtü vesselâm'ın bir âyette mazhar olduğu feyz-i ilâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir.” Sözler

Demek ki, o ilk yaratılışta ruh-u muhammedînin ulviyeti, parlaklığı ve berraklığı diğer bütün mahiyetleri âdeta gölgede bırakmış ve o ilk çekirdek varlığa nur-u muhammedî denilmiş.

]

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt