Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Aldanan sûfîler

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Allah'ın korudukları hariç, gurur bu zamanın tasavvuf erbabına ne kadar galiptir!

1- Şekle Aklananlar:

Bir kısım sûfîler sözlerle, kılık kıyafetle ve dış şekille gurura kapılmışlardır. Giyim kuşam biçimleriyle, konuşmaları, edepleri, âdetleri, ıstılahları; semâ ve raksta ortaya çıkan halleri, taharet, namaz, başlarını öne eğerek seccade üzerinde oturmaları, derinden nefes alarak düşünceli gibi başlarını göğüslerine yaklaştırmaları, alçak sesle konuşmaları ile bağırışlarıyla vs. sâdık sûfîlere benzerler. Böyle davranmanın kendilerini kurtaracağını zannediyor, nefislerini mücâhede, riyazet, kalb murakabesi ve
dış ve içlerini görünen-görünmeyen günahlardan arındırmaya tâbi tutmuyorlar; halbuki bütün bunlar tasavvufun kâidelerindendir.

Sonra onlar harama, şüpheli şeylere ve yöneticilerin mallarına hücum ediyorlar. Ekmek, para, meyve... için yarışıyorlar; zerre kadar değeri olmayan şeyler için birbirlerine hased ediyorlar; arzuladıkları bir şeye karşı çıkılınca birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine saldırıyorlar.

Bunların aldanmaları açıktır; kahramanların, savaşçıların ve cesaret sahiplerinin isimlerinin kitaplara geçtiğini duyunca, savaşçı kıyafetine bürünüp sultana vararak kendisini takdim eden yaşlı bir kadın gibidirler: Durumu anlaşılınca ona: 'Sultanla alay etmekten utanmıyor musun? Onu filin yanına atın!' denilerek filin yanına atılır ve fil de onu öldürünceye dek ayağının altında çiğner.


2- Refah ve Süslere Aldanlarlar:

Başka bir grup da, bunlardan daha çok gurura saplanmıştır. Yiyecek, mesken ve evlilikte aza kanâat ve fedâkârlık onlara zor gelir. Tasavvuf yolunda bulunduğunu açığa vurmak ister fakat sûfîlerin kıyafetlerine bürünmeye gerek görmez. İpek kullanmaz; yamalı fakat değerli, ipekten daha kıymetli elbiseler, kaliteli önlük ve mendiller ve süslü seccadeler edinirler.

Bunlar görünen bir günahtan kaçınmazken, görünmeyen günahlarda durum nasıl olur! Onların tek amacı müreffeh yaşamak, idarecilerin mallarını yemektir. Bununla birlikte kendilerinde hayır olduğunu zannediyorlar.

Bunların müslümanlara zararı hırsızlarınkin-den daha beterdir. Çünkü bunlar kıyafetle kalpleri çalıyorlar; böylece kendilerine uyan başka insanların helak sebebi oluyorlar. Bunların rezilliklerini birisi görünce, tasavvuf ehli hep böyledir zannederek bütün sûfîleri genel bir şekilde karalama yoluna gider.


3- Lafızlara Aldananlar:

Diğer bir kısmı ise, mükâşefe ilmine sahip olup, Hak'kı müşahede ettiklerini, makamları geçtiklerini, şühûdun özüne ulaşıp, bağlandıklarını ve kjjrbiyet makamında olduklarını iddia ederler. Oysa ne kurbiyet ne de ona ulaşma hakkında lafız ve isimden başka bilgisi olmadığı halde bir kaç kelime bellemiş, onları tekrar eder durur. Bunun gelmiş geçmiş bütün insanların ilimlerindeki en üstün mertebelerden olduğunu zanneder.

Bunun için de bırakın avamı, fakihlere, Kur'ân okuyanlara, hadis âlimlerine ve diğer âlimlere küçümseyici gözle bakar. Hatta çiftçi zirâatini, dokumacı işini gücünü bırakarak günlerce onların peşine takılır ve bu asılsız sözlere kulak verir. Onları öyle tekrarlar durur ki, sanki vahiy gelmiş de konuşuyor zannedersin. Bir takım sırlardan haber verir, bununla bütün âbid ve âlimleri hakir sayar. Âbidler hakkında, "Kendilerini yoran ücretli işçileri"; âlimler için,

"Onlar hadisle, haberle iştigal etmekle hakikatten uzak kalmıştır." derler.

Kendisinin Hakka vâsıl ve yakınlardan olduğunu iddia eder. Halbuki Allah katında o, günahkâr münafıklardan, kalp erbabı nezdinde ise ahmak câhillerdendir. Doğru dürüst hiç bir bilgisi yoktur, hiç bir huyunu düzeltmemiş, nevasının peşine takılmayı ve hezeyan ardına düşmeyi bırakıp, kalbini kontrol adına hiç bir şey yapmamıştır. Şayet kendisine fayda verecek işlerle meşgul olsaydı onun için daha faydalı olurdu.


4- Gizli Tehlikelerle Aldananlar:
Bir kısım sûfîler ise, onları bile geçmiştir. Evet güzel amel yapmış, helâl rızık için çalışmış, kalplerinin durumunu araştırmışlardır. Fakat onlardan kimisi hakîkatilerine, "şartlarına, alâmetlerine ve âfetlerine vâkıf olmadan zühd, tevekkül, rıza ve muhabbet makamlarında olduklarını iddia ederler.

Kimisi de Allah aşkı ve sevgisine sahip olduğunu, Allah aşkıyla çılgına döndüğünü, O'na vurulduğunu iddia eder: Belki de Allah hakkında bid'at ve küfür sayılabilecek hayaller görür. Daha marifetullahı elde etmeden muhabbetul-laha ulaştığını iddia eder ki bu, kesinlikle olmayacak şeydir.

Sonra Allah'ın hoşlanmadığı şeyleri yapmaktan, nefsinin arzularını Allah'ın emirlerine tercih etmekten geri durmaz. Bazı işleri de insanlardan çekindiği için terk eder, ama yalnız başına olsa, Allah'tan haya edip de onu terk etmez. Bilmez ki bütün bunlar Allah sevgisine zıt şeylerdir.

Bazıları da kanâate ve tevekküle meyi eder. Tevekkülü tam olarak gerçekleştirmek için de azık almadan kırları, çölleri dolaşır fakat bunun ne sahabeden ne de bu ümmetin selefinden nakledilmemiş bir bid'at olduğunu bilmez. Muhakkak ki onlar tevekkülü kendisinden daha iyi biliyorlardı ve tevekkülden, azık almayarak ca
nını tehlikeye atmayı anlamıyorlardı. Bilâkis azık alıyorlar, fakat aşığa değil Allah'a tevekkül ediyorlardı. O ise azığı terkeder belki ama güvendiği başka bir vesileye tevekkül eder.

Kurtarıcı sıfat ve makamlardan hiç birisi yoktur ki bir takım insanların onda kendilerini aldattıkları bir taraf olmasın. Biz bunu İhya kitabındaki el-Münciyât bölümünde anlattık.

5- Bütün Amellerde
Titizlik Göstermeyenler:

Diğer bir grup da, azık işinde nefislerine karşı o kadar sıkı bir yol tutmuşlardır ki, saf helâlden başka bir şey talep etmezler. Diğer taraftan bu tek haslet dışında kalp ve azalarının durumunu araştırıp düzeltmeyi ihmal etmişlerdir.

Kimisi helâli, yiyeceğinde, giyeceğinde ve kazancında o kadar tatbik eder ki, bu işin içinde kaybolur. Bilmez ki Allah, kullarından bütün taatlerde kemâle erişmelerini ister. Bu sebeple
kim bir kısmına uyup, diğerlerini terk ederse al-danmış olur.

6- Tevazu ve Hizmet Yolunda Aldananlar:
Tasavvuf yolundakilerin başka bir kısmı ise; güzel ahlak, tevazu, cömertlik ve müsamaha sahibi olduklarını iddia ederler. Sûfîlere hizmete yönelmişlerdir. Bir grup toplayarak onların hizmetlerini üstlenmişlerdir. Bunu dünyalıklar ve mal toplamak için bir tuzak edinmişlerdir. Hedefleri sadece artırmak ve büyütmektir.

Tevazu ve hizmeti ön plana çıkarırlar fakat amaçları yükselmektir, insanların kendilerine tâbi olmasıdır. Amaçlarının hizmet olduğunu açıklarlar ama peşlerinden gidenler çoğalsın ve bu hizmetle isimleri duyulsun, şöhretleri yayılsın diye haram ve şüpheli şeyler toplayıp onlar için harcarlar. „
Bazıları da devlet idarecilerinin mallarından elde ederek onlara intakta bulunur. Bir kısmı da yine sultanların ve zâlimlerin mallarından
sûfîlere hac yolunda harcamak için alır; amacının da iyilik ve infak olduğunu savunur. Onları bütün bunlara sevk eden yegâne âmil riya ve itibar kazanma arzusudur. Allah'ın bütün emirlerini, rızasını ihmal ederek, haram toplayıp infak etmeleri de bunu gösteriyor. Hac yolu için haram mal harcayan; bir cami inşa edip, sıvasını necis şeylerden yapan ama kasdının îmar olduğunu sanan kimseye benzer.

7- Engellere Aldanıp Yol Alamayanlar:
Başka bir fırka ise, mücâhede, ahlâk terbiyesi, nefsi kusurlarından arındırma ile iştigal etmiş, bunda derinleşmişlerdir. Nefsin kusurlarını araştırma, hilelerini öğrenme yolunu tutmuş, bunu meslek haline getirmişlerdir. Her hallerinde âfetleriyle ilgili ince sözler bularak nefsin kusurlarından korunmakla uğraşırlar.
Derler ki: '... bu, nefiste bir ayıptır, eksikliktir; bunun eksiklik olmasından gafil olmak da bir eksikliktir.' Bu konuda zincirleme sözlerle af
dilerler. Vakitlerini bunda heba ederler. Çünkü hep nefisleriyle içli dışlı olmuş, Yaratıcflarıyla münasebeti kurmamışlardır.
Bunlar, haccın vakit ve engelleri ile meşgul olup, hac yoluna çıkmayanlara benzerler, bu ise onu hac mükellefiyetinden kurtarmaz. Onun için aldanmışlardır.


8- İlahi Lütuflara Aldananlar:
Bu grup, o mertebeyi geçerek bu yolda sü-lûke başlamış ve kendileri için marifet kapıları da açılmıştır. Marifetin başlangıç noktalarından bir koku alınca, şaşkınlığa düşer, bununla sevinir, garipliklerine hayran olurlar. Böylece kalpleri onlara yönelip, onları düşünür, bağlanır kalır. Nasıl olup da kendilerine bunların kapısının açıldığı halde, başkalarına neden kapalı kaldığını düşünürler.
Oysa bu bir aldanmadır. Çünkü Allah'ın yolunun acâipliklerinin nihayeti yoktur; kim bir acaiplikle karşılaşıp orada kalırsa, adımları kısalır
ve maksada ulaşmaktan mahrum olur. Bu kişi tıpkı bir sultanın yanına gitmek için yola çıkıp, saray meydanının kapısından daha önce buradakini ve benzerini görmediği çiçek ve ışıkların olduğu bir bahçe görerek ona bakmaktan sultanla görüşme zamanını geçiren ve ziyan etmiş bir şekilde geri dönen kimseye benzer.

9- Vusul Buldum Diye Aldananlar:
Başka bir grup, onları da geçerek; ne tasavvuf yolunda kendilerine gelen nurlara, ne kendilerine müyesser olan bol lütuflara iltifat eder ne de o yollardan giderler. Bilâkis ciddi bir biçimde seyr u sülük yolunu tutarlar. Vusule yaklaşınca vâsıl olduklarını zannederler; orada kalır ve bunu geçmezler, bu yüzden hata etmiş olurlar.
Çünkü Allah Teâlâ'nın, nur ve zulmetten olmak üzere yetmiş perdesi vardır; sâlik bunlardan birine ulaşınca vâsıl olduğunu zanneder.
Hz. İbrahim (a.s.)'den bahseden şu âyette buna işaret edilmiştir:
"Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız gördü ve dedi ki: "Bu benim rabbimdir." Fakat (yıldız) batınca: "Ben gelip geçici olanları sevmem" dedi."36

Bu makamda perde çoktur. Kul ile Rabbi arasındaki ilk perde, kulun 'nefs'idir. Bu, büyük bir ilâhî hakîkattir ve Allah'ın nurlarından bir nurdur. Burada kasdettiğim, bütün Hakkın gerçekliğinin olduğu gibi kendisinde belirdiği kalbin özüdür. Hatta o bütün alemi içine almak ve her şeyin suretini kuşatmak arzusuyla yanıp tutuşur; nuru muhteşem bir bir şekilde parıldar. Çünkü onda bütün varlıklar, oldukları gibi kendilerini gösterirler. O, işin başlangıcında kendisi için örtü olan bir kandille kuşatılmış durumdadır.
36 En'âm 6/76.

Allah'ın nurunun, üzerine doğarak aydınlatmasından sonra nuru yansıyıp, kalbin güzelliği inkişaf edince, kalbin sahibi kalbe yönelebilir. Onun üstün güzelliğini kendisini hayrete düşürecek şekilde görünce de, belki bunu, "Ben Hakkım (Ene'l-hakk)!" diyerek açığa vurur. Ve eğer bunun ötesinde olanlar kendisi için açıklık kazanmaz, onlardan habersiz olur ve burada çakılılıp kalırsa helak olur.

Aynı anlamda; hrıstiyanlar Hz. İsâ (a.s.)'a bakıp, onun üzerinde Allah'ın nurunun parladı-ğını görmüşler, bu yüzden yanılgıya düşmüşlerdir. Bunlar tıpkı bir ayna veya suda bir yıldız görüp, yıldızın aynada yahut suyun içinde olduğunu sanarak almak için elini uzatan birine benzerler. Böyle bir kişinin aldandığı açıktır.
Allah'a giden yolda aldanmanın çeşitleri ciltlerce kitapta sayılıp ortaya dökülemeyecek ve 'mükâşefe ilimleri'nin tamamı açıklanmadıkça bir sonuca bağlanamayacak bir enginliğe sahiptir. Bu ise anlatılmasına izin olmayan
konulardandır. Belki, sadece bu yolda gidenlerin aldan ip içerisine düşmemesi için açıklanması caiz olabilir.
Başarıya ulaştıran sadece Allah'tır. O bana yeter ve ne güzel vekildir. Azamet sahibi yüce Allah'tan başkasında hiç bir güç ve kudret yoktur. Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi, Efendimiz Hz. Muhemmed'e, bütün âline ve ashabına olsun!


 
Üst Alt