Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ALDANAN İBÂDET ve AMEL SAHİPLERİ

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan

Farz Yerine Nafile ile Uğraşanlar:

Onlardan bir kısmı, farzları ihmal edip nafilelerle meşgul olmuşlardır. İşi tam bir aşırılığa vardıraracak kadar derine dalmışlardır. Meselâ; kimisi abdestte vesveseye mağlup olmuştur; işi aşırıya vardırarak, dinde temizliğine hükmedilen suya razı gelmez ve necaset konusunda uzak ihtimalleri dahi yakın kabul eder. Fakat iş haram yemeye gelince yakın ihtimalleri uzak değerlendirir. Bazen de tamamen haram olan şeyi yer. Eğer onun ihtiyatlı davranışı su hakkında olacağına yemek konusunda olsaydı daha uygun olurdu. Aslında bu konuda Sahâbilerin yaşantısını delil alabilirdi: Hz. Ömer (r.a.), necaset bulunma ihtimâline rağmen hristiyan bir kadının testisindeki su ile abdest almıştır. Bununla beraber o, nice helâl yolları, harama düşme korkusuyla terk ederdi.


Vesveseye Kapılanlar:

Başka bir gruba ise, namaza niyette vesvese galip olmuştur. Şeytan onu bırakmaz ki doğru bir niyet edebilsin. Bilakis ona vesvese verir. Bu yüzden cemaati kaçırır. Bazen namazın vaktini kaçırır. İftitah tekbirini tam olarak alsa bile yine kalbinde niyeti sahih mi değil mi diye bir tereddüt meydana gelir. Tekbirde vesveseye öyle kapılır ki, aşırı ihtiyatından ötürü tekbirin özelliğini değiştirir. Cemaatle namaz kılarken fatihayı dinlemeye vakit bulamaz. Bunu namazın başında yapar. Sonra bütününde gafil duruma düşer. Kalbi huzur bulmaz. Aldan-mış olur. Bilmez ki, namazda kalp huzuru şarttır. Onu İblis aldatarak yaptığını süslü göstererek derki: 'Sen gösterdiğin bu dikkatle diğer insanlardan farklı, seçkin konuma gelmektesin. Rabbin katında da hayır üzeresin.'


Harflere Takılıp Kalanlar:

Diğer bir grup ise Fâtiha'nın harflerini doğru okumakta vesveseye mağlup olmuşlardır. Öbür zikirlerde de durumları aynıdır. Hep 'şed-deler'de ve 'dâd' ve 'zâ' harfleri arasındaki farkta ihtiyatlı davranırlar ve başka bir şey onları ilgilendirmez. Fâtiha'nın ne sırları ne de mânâları konusunda tefekkür ederler. Bilmezler ki, insanlar, Kur'an tilavetinde, konuşma dilinde alışageldikleri şekil dışında, harfleri kaynaklarından çıkarmakla yükümlü değildirler. Onlarınki ise büyük bir aldanmadır. Sultanın huzuruna mektup götüren kişiye benzerler: Sultan ona gerektiği şekilde mektubu okumasını emreder.
O ise harflerin mahreçlerinde hassas davranarak okumaya başlar ve tekrar tekrar okur. Düzgün okuyacağım derken mektubun amacından ve meclis saygısını gözetmekten uzaklaşır. Halbuki mektubun içeriği üzerine bir siyaset kurulacaktır. Bu durumda o kişinin aklını kaybettiğine hükmedilir ve akıl hastanesine gönderilir.


Kur'an'ı Kerim'in Tilavetinde Aldananlar:

Başka bir grup da, Kur'an okuma konusunda aldanırlar. Kur'an'ı bağıra bağıra okurlar Kur'an'ı. Belki de bir günde ve bir gecede onu baştan sona okurlar. Dilleri onunla meşgul olur, ama kalpleri kuruntu vadileri ile dünyâyı düşünme arasında gider gelir. Öğütlerinden kendilerine bir ders çıkarmazlar. Emir ve yasakların üzerinde durmak, ibret alınacak yerlerinden ibret almazlar. Nazım yönünden değil de mânâ yönünden lezzet almak için, âyetlerin manaları üzerine düşünmezler.
Bir kişi Kur'an'ı gündüz ve gece olmak üzeri re isterse yüz defa okusun, eğer onun emir ve 'f yasaklarını terkederse cezayı haketmiş olur. Belki de onun güzel bir sesi vardır; okur ve bundan zevk alır, aldığı zevkten dolayı gurura kapılır. Zanneder ki bu, Allah'a münâcattan ve O'nun kelâmını dinlemekten kaynaklanan lezzettir. Oysa nerede? Çünkü onun aldığı lezzet, sesindendir. Eğer Allah'ın kelâmının lezzetine varsaydı, sesine ve sesinin güzelliğine bakmaz, bunu aklına getirmezdi bile. Allah'ın kelâmının lezzeti sadece anlam yönündendir; bun-larınki ise büyük bir aldanıştır.


Oruç:

Bunların diğer bir kısmı, oruçta gurura kapılmıştır. Belki bütün zamanını, mübarek günleri oruçla geçirir. Halbuki oruçlu iken dillerini gıybetten, niyetlerini riyadan, iftar ederken karınlarını haramdan ve daha bir sürü gereksiz hezeyandan korumazlar. Onlar farzı terk etmişler, menduba tabi olarak kurtulacaklarını zannetmişlerdir. Heyhat! Sadece Allah'ın huzuruna kalb-i selim ile gidenler kurtulurlar. Bunlar ise, en aşırı derecede bir yanılgıya kapılmışlardır.


Hac:

Başka bir grupsa, hac ibadetinde yanılgıya düşmüştür. Haksızlıkları terk, borçlarını ödemek, ana-babanın rızasını istemek ve helâl azık talep etmeksizin yola çıkarlar. Bazen yolda farz namazlar/ ihmal ederler; bazen de beden ve elbise temizliğinde bile acizliğe düşerler. Zâlimlerin haksız vergilerine maruz kalırlar ve ellerindekinin bir kısmı onlardan alınır. Yolda müstehcen konuşmaktan, münakaşadan kaçınmazlar.
Kimi zaman da bazıları haram mal toplar ve yolda arkadaşlarına bunu yedir/r. Bununla da gösteriş yapıp itibar kazanmak ister. Bu kişi önce haram kazanmakla Allah'a isyan eder; ikinci olarak da onu gösteriş olsun diye dağıttığından günaha girer. Çirkin huy ve kötü sıfatlarla kirlenmiş bir kalple Kabe'nin yanına ulaşır. Bu haline rağmen Rabbinden bir hayır üzere olduğunu zanneder. Oysaki aldanmaktadır.



Emr-i bi'l-Marûf Nehy-i anil-Münker Yolunda Aldananlar:

Diğer bir grup da korkutma, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama yolunu tutmuştur. Onlardan birisi insanlara kötü şeyleri yasaklar ve güzel şeyleri emreder; fakat kendini unutur. İyiliği emrederken kaba davran/r. Baş olma ve üstünlüğü amaç edinir.
Kendisi bir kötülük yapacak olsa da bir başkası ona bunun kötülüğünü açıklasa öfkelenir. "İyiliği emredip kötülüğü yasaklama işini ben yaparım, sen beni nasıl tenkid edersin?" der.
Bazen insanları camide toplar ve geç gelene çok ağır sözlerle hitab eder. Bazen de kendini gösterişe, saygı beklentisine ve baş olma sevdasına kaptırır. Bunun alâmeti; eğer bir başkası camide toplanma işini yapacak olsa onun üzerine yürümesidir.
Kimi de müezzinlik yapar. Bunu Allah için yaptığını zanneder. Ama kendinden başkası onun olmadığı bir vakitte ezan okuyup müezzinlik yapacak olsa, o kişinin başına kıyamet koptu demektir. Bir de der ki: "Hakkımı alamadım!"
Kimisi de bir mescidin imamlığını üzerine alır ve bunun hayırlı olduğunu zanneder. Asıl amacı kendisi için, 'falan mescidin imamı' denmesidir. Bunun alâmeti de; şayet bir başkası oraya gelecek olsa ve kendisinden takvalı bulunsa, bunun ona ağır gelmesidir.



Mekke ve Medineye Komşuluk:

Başka bir grup ise; Mekke veya Medîne'ye yakın bir yerde ikâmet eder. Kendilerini bununla aldatırlar. Kalplerini kontrol etmemiş, zahir ve bâtınlarını temizlememişlerdir. Belki de kalpleri, yurtlarına ve evlerine bağlı haldedir. Bu hallerinden bahsederek, "Mekke'de şu kadar sene kaldım." dediklerini görürsün. Oysa böyle birisi aldanmaktadır. Çünkü onun için en doğru tavır; kendi yurdunda ikâmet etmesi, kalbinin ise Mekke'ye bağlı bulunmasıdır.
Eğer Mekke ve Medine'nin komşusu olacaksa, komşuluk hakkını korumalıdır: Mekke'de kalcaksa Allah'ın hakkını, Medîne'de kalacaksa Hz. Peygamber (s.a.v)'in hakkını muhafaza etmelidir. Peki buna kim güç yetirebilir! Onlar dış görünüşlerle aldanmış ve kendilerini duvarların kurtaracağı kuruntusuna kapılmışlardır. Heyhat!
Belki de nefsi bir lokmayı fakire sadaka olarak vermeye bile tahammül edemez. Halkla -komşuluk hususu bu kadar zorken, Hâlık'ın komşuluğu nasıl olacaktır? Fakat bedenini ve kalbini korumak şartıyla Yaratıcı'ya komşu olmak ne güzeldir!



Zühd:

Bunların diğer bir kısmı da mal konusunda zühd gösterir. Yiyecek ve giyecek nâmına az ile yetinir, mesken olarak mescidlere kanâat eder. Böylece zâhidlerin mertebelerine ulaştıklarını zannederer. Bununla birlikte başkanlık ve makam arzusundadırlar. Bu ise şunlardan birisiyle elde edilir: ilim, vaaz ve zühd. Onlar iki şeyden en önemsiz olanı terk etmiş, helak edici şeylerin en büyüğüne koşmuşlardır. Çünkü felâket bakımından makam, maldan daha büyüktür. Şayet onlardan biri makam sevgisini bırakıp mala yönelseydi, kurtuluşa daha yakın olurdu.
Bunlar aldanmışlardır. Kendilerini dünyaya karşı zâhidlik gösterenlerden sanıyorlar fakat dünyanın ne olduğunu bilmiyorlar.
Bazen de zengileri fakirlerden önde tutarlar. Kimisi de ilmi ile böbürlenir. Bazıları ise yalnızlığı ve uzleti tercih eder. Oysa uzletin şartlarını taşımamaktadır. Kimisine mal verilecek olsa 'zâhidliği bitti' denme korkusundan bunu almaz. Halbuki mala ve insanlara karşı müthiş bir arzusu vardır. İnsanların kötülemesinden korkar.
Bazıları da ibadet yapmak için kendini zorlar ve meselâ bir gün ve gecede bin rek'at namaz kılıp Kur'ân'ı hatmeder. Bütün bunları yaparken kalbini gözetleyip riya, kibir, ucub ve diğer helak edici duygu ve düşüncelere karşı denetlemek aklına dahî gelmez. Belki de zahirî ibâdetlerinin, terazinin sevap kefesini ağır basacağını düşünür, oysa nerede?
Takva sahibinin yaptığı bir zerre ve akıl-ir-fan sahiplerinin tek bir huyu, amel bakımından, azalarla yapılan dağlar kadar ibâdetten daha
üstündür. Sonra bu kişi birinin, "Sen yeryüzünü ayakta tutan direklerden veya Allah'ın dost ve sevdiklerindensin." demesiyle gurura kapılır. Bu söze sevinir, nefsini temizlediğini düşünür. Ama bir günde kendisine iki veya üç defa kötü sözler söylense, söz sahibine küfreder ve mü-câhid kesilir. Belki de kendine sövene, "Allah seni ebediyyen affetmesin!" der.


Nafile Düşkünlüğü ile Aldananlar:

Başka bir grup da nafilelere aşırı düşkünlük gösterir ve onlara gösterdiği saygıyı farzlardan esirger. Bir kısmının kuşluk ve teheccüd namazı gibi nafilelerle sevince gark olduğunu görürsünüz. Ama farz namazdan, vakit girer girmez apar topar kılmaya hırs gösterdiğinden ne lezzet alır ne de Allah'tan bir hayır bulur. Şu hadisi de unuturlar:
"Allah'a yaklaşanlar, Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyleri edâ etmekten daha faziletli bir şeyle yak/aşamazlar."
Diğer taraftan hayırlı ameller arasındaki üstünlük farkını gözetmemek de serlere dâhildir. İnsan bazen iki farzla karşı karşıya olabilir; birisi sonraya bırakılabilirken, diğeri böyle olmaz. Ya da kişi iki nafile karşısında bulunabilir, bunlardan birisinin vakti geniş, diğerininki dar ola-" bilir. Eğer kişi tertibi korumazsa kendini aldatmış olur. Bunun benzerleri sayılamayacak kadar çoktur.

Günah bellidir; kapalılık bazı fâallerin diğerlerinin önüne geçirilmesinde ortaya çıkmaktadır. Meselâ, bütün farzları nafilelerden önde tutmak; farz-ı ayınları, başkası yerine getirdiğinde diğerlerinin yapması gerekmeyen farz-ı kifâyelerin önüne geçirmek ve farz-ı ayınlardan 35 Buhârî, Rikâk, 38; Ahmed, Mûsned, 4/256; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, 3/346; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/292.

En önemli olanını daha az önemli olana tercih etmek; ertelenebileni diğeri önüne geçirmek, annenin hakkını babanın önüne geçirmek; anne-babanın nafakasını hacca tercih etmek; vakti geldiği zaman cumayı bayrama tercih etmek ve borcu diğer farzlardan öne geçirmek gibi. Kul bunun farkına varıp dikkat kesilse ne büyük bir iş yapmış olur! Fakat tertibdeki bu aldanmadan kurtulmak ilimde derinleşen âlimlerin altından kalkabileceği ince ve gizli bir iştir...
 
Üst Alt