Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Akil-eden-kalp

hekim

New member
Katılım
11 Haz 2007
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
ıÜüİnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki kalbleri Allâh'ın Zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalbleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?

Biliniz ki Allâh yeri, ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size âyetleri açıkladık.” (57:16,17)

Kur’an’ı Kerim imanın bütün unsurlarının kalbte olduğuna vurgu yapar. İman ise hür irade ile başta akıl olmak üzere bilgi yetilerinin rolüyle kalbin mutmain olması durumudur. Burada taklit yoluyla veya çocuk yaştan itibaren telkinlerle oluşturulan inançlarda ne başta akıl, ne bilgi yetilerinin rolü ne de irade vardır. İman kavramı kesin inanç, iradi bir cehd ve kalp fiillerinden oluşan müşterek bir isimdir. Bu yüzden “inandık demeyin, teslim olduk deyin; iman henüz kalblerinize girmedi” ifadesinin ilk bölümü imanın irade içeren “Tasdik” bölümünü içermektedir. Kalbe yerleşmemiş olan ise, imana konu olanların hakkında duygusal değerlilik yaşantıları veya İmam İbn Teymiyye’nin “Kalb fiilleri= saygı, sevgi, şükür, güven, rağbet ve korku” dediği şeydir. Kalb fiilleri inanca konu olan şeylere karşı sadece olumlu duygular içermemektedir. Olumsuz kalb fiilleri de vardır.(bencillik, gurur, kibir,istiğna, sertlik) İmanın kalbe giren bir şey olması onun kalbte gerçekleşen bir şey olduğunu gösterir. Kur’an’ı Kerim imana konu olan şeylerin bilgi yetilerini kullanarak doğru değerlendirmeler yapmasını ister. İmam akıl, düşünce, bilgi temeli olmayan Allah’ın salt hidayetiyle gerçekleşen bir şey değildir. O insan kalbinin hür kararıyla gerçekleşir. Ön yargı imanın oluşmasına sebebiyet verecek doğru değerlendirmeyi önleyen en önemli engeldir. Ön yargılar tarihten, gelenekten ve toplumdan gelir. Kur’an’ı Kerim bu ön yargıları yıkmak için insanı akletmeye çağırır. Bu yüzden Kur’an’ı Kerim’de fiil/işlevsel olarak kullanılır.

Kur’an’ı Kerim’de Akıl kelimesi Arapça olup ( ل-ق -ع ) kökünden türemiştir. Kur’an’ı Kerimde 30 sûrede 49 kez hepsi de “Akl-ettiler, akl-edersiniz, akl-ederiz, akl-ederler, akl-ediyorlar” siygalarıyla kullanılmıştır. Bütün bunlarda Akıl “Akletme, aklı kullanma” fiil olarak yer almaktadır. Etimolojik/sözlük/lügat olarak akıl “Bağlamak (rabt), tutmak, engellemek, menetmek, alık****k, kaçındırmak, barınak, sığınak, korumak, kıvrım, ” anlamlarına gelir. Türkçe’de akıl kelimesi us terimiyle karşılanır. Felsefe ve mantık terimi olarak “varlığın gerçekliğini idrak eden, maddi olamayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher: maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç/kuvve” demektir. Eskiler Akıl kavrama gücü (kuvve-i Mudrike), Ma’kulat ise kavramlar/kavrananlar/akıl edilenler (Maâni-i Mudrike) olarak tanımlamışlardır. Akıl kelimesinin batı dillerinde raison ve intellect kelimeleriyle karşılanır. Her iki kelimede akıl olarak çevrilmekle beraber raison aklı, intellect müdrikeyi yani anlama/idrak yetisini ifade eder. Aklın çalışma merhaleleri ve zihne gelen bir fikrin geçirdiği safhalar şöyle sıralanmıştır.

1.Tahayyûl

2.Tasavvur

3.Taakkul

4.Tasdik

5.İz’an

6.İltizam

7.İtikad

Dünya’da (Uzay\nesneler\eşya) ve zamanda doğuyoruz . Doğumumuzdan itibaren bütün bildiklerimiz Dünya’da (uzayda\nesnelerde\eşyada) ve zamanda gerçekleşmektedir. Dış dünyayı algılarken\idrak ederken duyu organlarını kullanıyoruz. Dış dünya (uzay \nesneler \eşya) ve zaman ile zihnimiz arasındaki köprü duyularımızdır\algılarımızdır.. Zihnimiz\aklımız dış dünya ile birebir irtibata geçemiyor. Duyu\algı organlarımız aracılığıyla bunu yapıyor. Dış dünyadan aldıklarımızı zamanla/bellek/hafızayla zihnimiz (aklımız) yorumluyor, bağlıyor, engelliyor, çıkarıyor, topluyor vs. Akıl burada “kavramsal algı” merkezimizdir. O dış dünyayı (uzay\nesneler\eşya) ve zamanı hissedemez göz görür,gözümüzde dış dünyayı (uzay\nesneler\eşya) ve zamanı kavramlarla ifade edemez. Duyularımızın algıladığı\idrak ettiği şahadet alanıdır akılda bu alanı kavramlaştırır, bilinir kılar. Duyularla algılanamayan deney ve gözlem konusu olmayan gayb alanı ise insan aklıyla bilinemez fakat aklın anlayacağı bir duruma getirilebilir. “Gayb bilinemez ancak anlaşılabilir” yani gayb akli değil ma’kuldür.

Akıl sadece meleke değil özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin imkansızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün fonksiyonlarını belirleyen bir terimdir. Akıl/us-beden problemi tartışmalarında, genelde iki konuya dikkatler odaklanır: “ Nasıl olurda maddesel bir nesne (beyin) Zihinsel bilinci/Aklı/us’u uyandırabilir?” ; ve karşıt bir soru, “Nasıl olur da zihinsel bilinç/akıl/us kendi istemiyle/iradesiyle nesnelerin/ eşyanın/ Ma’kulâtın eylemlerini etkileyebiliyor? ”. Zihinsel bilincimiz/ aklımız/ ussumuz bir yandan maddesel dünya/ nesneler/eşya/ Ma’kulat tarafından etkilenirken, öte yandan maddesel dünyayı/ nesneleri/ eşyayı/ Ma’kulat etkileyebilen, maddesel olmayan bir “şeye” bilince/akla/ussa sahibiz.

Kur’an’ı Kerim’de Akıl kelimesinin onunla benzerlik ve çevre arz eden hicr (Zu Hicr, engellemek), nüha (Ulû’n-Nuha, çirkin şeylerden uzaklaştırmak), Hicâ (hatalara karşı uyanık olmak), fuad (yanma, tutuşma), fikr (Tefekkür, kafa yorma), Kalb (değişmek, çevirmek), sadr (göğüs/kalp), nutuk-mantık (anlamlı söz söyleme ve konuşabilme), lubb (Ulu’l-Elbâb/elbâb sahipleri), Basiret (Ulu’l-Ebsâr/basiret sahipleri), Zikir (Tezekkür, önceden elde edilenin/bilinenin hatırlanması), Tedebbür (bir şeyin sonunu/ardını/arkasını düşünmek), Fıkıh (İnce anlayış, derin kavrayış), İdrâk (Ulaşma, varma), fehm (anlama/kavrama), İlim (Bir şeyin özünü/kunhunu bilmek) kelimeler yer almaktadır. Kur’an’ı Kerim’de ‘akl’ ahlâki-değersel anlamıyla ön plana çıkar. Kur’an’ı Kerim’in aklı iyiyle kötüyü, hidayetle delaleti birbirinden ayırmak için kullanır. Bu yüzden Kur’an’ı Kerim’de akıl fiil türevleriyle geçmiştir. Kur’an’ı Kerim’de akılla benzerlik ve çevre arz eden kelimelerde aklın düzen ve düzenlemeyle ilişkilendirilebileceği ama buna rağmen ahlâki-değersel boyutun, kişi ile ve gerek vicdani halleri gerekse değer yargılarıyla sürekli bağlantılıdır. Bu ‘akl’ aynı zamanda hem akıl hem kalp, hem düşünce hem vicdan, hem tasavvur hem ibrettir. Bu yüzden “Makul (akledilen) senin kalbin ile aklettiğin şeydir… Akıl kalptir, kalp de akıl” denmiştir. Akleden kalp anlayan manasındadır. “Bir şeyi akletmek, anlamak demektir.” Araplar anlayışı (Fehmi) akıl olarak isimlendirmişlerdir. Çünkü anladığını aklınla belirleyip, muhafaza edersin. Tıpkı deveyi akletmek demek onun bacağını baldırına bağlamak demektir” denmiştir. Sanki kalp alet, akıl da onun fonksiyonudur. Oysa Batı dillerinin aktardıkları yaklaşımla ‘akl’ sürekli objeyle/nesneyle/eşyayla/ma’kulâtla ilişkilidir. O, ya mevcudatın düzeni, ya bu düzenin kavranması ya da kavrama gücü (Kuvve-i Mudrike) dir.

Kalb kelimesi ise Arapça (ب - ل -ق ) den türemiştir. “Bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek” gibi anlamlara gelir. Kur’an’ı Kerim’de müfred, tensiye ve cemi olmak üzere yüz otuz iki kez geçmektedir. Kalb, içerik olarak hem ahlakidir, hem bilgiseldir. Kalb, insanın akıl etme, yani düşünme, akıl yürütme, anlama yetisini (aklı) de kapsayacak şekilde insanın psişik, ahlâki, entelektüel bütünlüğünü ifade eden bir kavramdır.

İman konularına karşı insan, kalbiyle iki türlü yaklaşmaktadır: Ya inanır, ya da inkar eder. Her iki tavır alışında da kalb ahlaki ve bilişsel bir içerikle doludur. Bilişsel olan yön, işitme (sem’) ve görme (basar) yetileriyle beslenen düşünme, anlama, akıl yürütme (tefekkuh, tefekkur,ta’akkul) yetisinin (Kalb, lubb, fu’âd, Sadr) iman konularına yoğunlaşması-yoğunlaşmaması; ahlâki yön ise, bu sürece eşlik edip sonucu belirleyen irade değerlilik-değersizlik yaşantılarıdır. (teslimiyet, tekebbur, salah, şükür, istiğna, huşu, inad, fesâd)

Kalb hem olumlu (Selim kalb,Munib Kalb,mutmain Kalb, lubb,basiret,vecl, leyyin ) bir içeriğe sahiptir, hem de olumsuz (Galiz Kalb, maraz, Zeyğ, kasvet, Reyn, hevâ,tekebbür, istikbâr, bencillik, nankörlük ve inkar ). Aklımız, ahlâki yüksek değerlilik duyguları ve yaşantıları ile değersizlik yaşantıları ve duygularıyla karışık bir halde bulunmaktadır. Kur^’an’ı Kerim bu algılama yetisinden yoksun olanların kendisini anlayamayacaklarına dikkat çekmektedir. Çünkü gerçeği görmeye engel olan körlük kafa gözlerinin körlüğü değil, kalblerin körlüğüdür. Daha önce algıdaki\idrâkteki bilinç “duygusal bilinç” zihindeki bilinçse “zihinsel bilinç” tir demiştik. Kalb ise bütün bunları ifade eden Kur’an’ı Kerim’de anahtar bir ibaredir. Yine Kur’an’ı Kerim peygamber (a.s)’in kalbine indirilmişitir

Kur’an’ı Kerim’e göre Allah’a ortak koşup nübüvveti inkara dayanan “alken” gayr-i ma’kuldür, ma’kul ise Kur’an’ı Kerim’de üç temel esasla belirlenir:

1. Kainatı ve düzenini düşünmek/akletmek suretiyle Allah’ı bilmemin (=ma’rifetullah) mümkünlüğü, hatta vâcibiyeti (Şâhidin gâibe delâleti).

2. Allah’ın birlenmesi (Tevhid) yani O’na koşulacak bütün ortakların reddi (tenzih). Düşüklük, noksanlık, eksiklik izafe edilmemesi ve O’nu tüm kemal, yüce isimlerle bilme.

3. Allah’la, dolayısıyla hakikatle buluşmak anlamında nübüvvetin olabileceğine inanılması.

Kur’an’ı Kerim’in ma’kul-gayr-i ma’kul mücadelesi, temelde bir tenzih ve tevhid-şirk mücadelesidir. Kur’an’ı Kerim’deki “ma’kul”un “gayr-i ma’kul” ile belirlendiğini görürüz. Çünkü şirk yani Allah’ı tenzih edememe ve tevhid’den sapma “aklın” kabul edemeyeceği bir davranıştır.

“Hiç yer yüzünde gezmediler mi ki düşünecekleri kalbleri, işitecekleri kulakları olsun. Zira gözler kör olmaz; göğüslerdeki kalbler kör olur.”22:46
 
Üst Alt