İlgi ve Sevgi: Bir eş ve babanın ailesine olan ilgisinin en önemli göstergesi, onlarla birlikte vakit geçirmesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), buna îtinî eder, ne ibâdeti, ne arkadaşlarıyla geçirdiği vakit ne de dünya meşguliyeti buna mani olmazdı. O, ailesi ile birlikte olduğunda, onlarla sohbet eder, hal ve hatırlarını sorar, şakalaşır ve eğitmeye çalışırdı.
Rivâyetler, Hz. Peygamber’in âilevî sohbeti iki istikamette oluştuğunu göstermektedir: Birincisi, âile fertlerinin her biri ile şahsen teması ve husûsî sohbeti; İkincisi, âile fertlerinin tamamının birbiriyle temas ve sohbeti.
Bu her iki sohbetin, günlük siyasi ve irşadi faaliyet ve diğer meşguliyetler içerisinde ihmale uğramaması için Rasûlullah (s.a.s.), birkaç kesin prensibe yer vermiştir:
Hanımlarıyla geçireceği gece, belli bir esasa bağlanmış, kur’a ile tesbit edilen bir sıra ile her gece birinin yanında kalmak, prensip olmuştur. Nevevi’nin açıklamasına göre kadın hayızlı halde olsa bile sohbet nöbetinde atlama yapılmamıştır.
Ayrıca her sabah mescitten çıktıktan sonra ve her ikindi vakti namaz kıldıktan sonra kadınların her birine teker teker ziyaretler yapar, alışılan muayyen bir müddet boyunca onlarla sohbet ederdi.
Bir de özellikle âilenin bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla her akşam, bütün hanımlar, Rasûlullah (s.a.s.), o gece kimin yanında geceleyecek ise, topluca oraya gelirler, sohbet ederlerdi. Bu toplantılarda Rasûlullah’ın zevcelerine ibretli kıssalar anlattığı, hepsinin güldürücü şakalar yaptığı rivâyetedilmiştir.
Hz. Peygamber, günlük sabah ve ikindi ziyaretlerine müsadesiz girer (zaten bütün hanımlar onu bekliyor olduğu için izne gerek de yok), selam verir, elini omuzlarına ya da başlarına koyarak öper, hal-hatır sorup meseleleriyle alakadar olurdu. ondaki bu incelik, hanımlarının ruhlarına bütün letâfeti ve nûrâniyetiyle sirâyet etmiş olacak ki, bir değil bir çok hanım birbirlerine aynı zarâfetle yaklaşmışlardır. Arada bir, görülen kıskançlıktan kaynaklanan meseleler ise kadın fıtratının ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilebilir. Burada da Hz. Peygamber, tavır ve davranışlarıyla hanımlarına örnek olmuştur. Bundan ötürü aile reisi, eşinden hangi tutumu sergilemesini bekliyorsa kendisi de o tutum içinde olmalıdır. Kişi nasıl muamele ederse aynıyla mukabele görür.
Meselâ, bir gün önce, savaşta babası ve bazı yakınlarını kaybeden Safiyye’nin yanında Hz. Peygamber (s.a.s.) hiç uyumamış, sabaha kadar kendisiyle sohbet edip, ilgilenmiştir. Böyle bir ilgiye de ihtiyacı vardır ve kendisinden bu ilgi esirgenmemiştir. Ve neticede Hz. Peygamber’e gönülden bağlı, onu hiçbir dünya nimetine değişmeyen samimi bir müslüman çıkar karşımıza. Safiyye, Medine’ye geldiğinde bütün kadınlar onu görmeye gelirler. Âişede tanınmayacak bir kıyafetle onu görmeye gider. Ancak Rasûlullah, Âişe’yi tanır ve “Safiyye’yi nasıl buldun?”“Böyle söyleme ey Âişe! O müslüman oldu ve samimiyetle İslam’ı benimsedi” der. Hz. Peygamber hastalandığında “keşke senin uğradığın hastalığa ben uğrasaydım, senin yerinde yatan ben olsaydım” deyince diğer hanımlar birbirlerine göz kırparlar. Bunu gören Rasûlullah, “Safiyye bu sözünde sâdıktır” buyurur.
Hz.Peygamber’in hanımlarıyla sohbetinde, basit denilebilecek problemleriyle bile ilgilendiğini görüyoruz. Bir defasında Safiyye validemiz Hafsa ve Âişe’nin kendisine “yahûdi kızı, yahûdi kızı” diyerek takıldıklarını ve şakada ileri gidip “biz senden daha üstünüz, Hz. Peygamber’in hanımları ve amcasının kızlarıyız” dediklerini anlatır eşine. Hz. Peygamber de Safiyye’yi teselli eder ve şöyle söyleseydin der: “Benim kocam Muhammed, babam Harun, amcam Mûsâ iken nasıl benden daha üstün olabilirsiniz?”
Hz. Cüveyriye de aynı tarzda bir şikâyette bulunur ve diğer hanımların: “sen hür zevcesi değilsin, câriyesisin” sataşmalarını anlatınca, “Senin mihrin hepsininkinden büyük değil mi, senin sâyende kavminden kırk kişi âzâd edilmedi mi?” diyerek gönlünü alır, onu memnun eder.
İlgi ve alâkanın varlığını gösteren bir husus da kişinin, karşısındakinin ihtiyaçlarını fark etmesi ve bu ihtiyacın giderilmesine imkântanımasıdır. Bu meyanda Hz. Âişe, önemli bir örnektir. Yaşının küçük olmasından dolayı arkadaşlarıyla beraber bebeklerle oynarken kendisini gören Hz. Peygamber ses çıkarmamış, hatta arkadaşlarının gelip oynayabilmesi için zemin hazırlamıştır. Aynı şekilde insan fıtratında var olan eğlenme ve şakalaşma ihtiyacını bilen Rasûlullah (s.a.s.) buna da imkântanımış ve bizzat eşleriyle şakalaşmıştır. Muhtelif seferlerde Hz. Âişeile koşu yarışması yaptığını vâlidemiz kendisi söyler ve bir başka latifesini aktarır: “Sen benden önce ölsen de, seni kendim yıkasam, kendim kefenlesem, üzerine namazını kılsam, kendim defnetsem!” deyince, vâlidemiz dayanamaz ve “...böyle yapsan, sonra evime gitsen, orada kadınlarından biriyle yatsan” diyerek sözünü devam ettirir. Hz. Peygamber de tebessümle mukabele eder.
İlgilenme ve değer verme, kendisini, muhâtabının fikrine saygı duyma ve önerilerini dikkate almada da gösterir. Ve tabiî ki Hz. Peygamber bu konuda da örnek teşkil eder bugünün erkeklerine ve tüm insanlara. Özellikle eşinin sözüne ve düşüncesine, doğrudan hanımını ilgilendiren konularda bile müracaat etmeyen aile reisleri, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşayışı göz önüne alındığında en yakın arkadaşlarına haksızlık etmektedirler. Oysa Hz. Peygamber çok kritik anlarda eşlerinin fikrini almış ve uygulamıştır.
Hudeybiye anlaşması, müslümanlara çok ağır gelmişti. Kabe’ye varamadan geri döneceklerdi. Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Rasûlullah, ashâbına: "Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun!" buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkamadı. Rasûlullah (s.a.s.), emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme'nin çadırına girdi. ona halktan mâruz kaldığı bu hali anlattı. o, kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, tıraşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, ashaptan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni tıraş etsin!" dedi. Hz. Peygamber kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti, berberini çağırdı, tıraş oldu. Ashâb bunları görünce kalktılar kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş ettiler.
Üzerinde durulması gereken çok hassas bir konu bu. Kim, kadınlara karşı bu denli iltifatkar olabilmiştir? En kritik anda hanımıyla istişare eden kaç devlet reisi vardır? Bir aile reisi olarak kaç kişi, aile hayatında hanımıyla istişareye yer vermektedir? Hz. Peygamber’in (s.a.s.) örnek olduğu her alanla ilgili bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ve maalesef soruların çoğunda cevap olumsuz olacaktır. İşte bu nedenledir ki mükemmel olan dinimiz, bizlerin yaşayışında aynı seviyede değildir. Halbuki Efendimiz nasıl davranışlarıyla kadınlara karşı lütufkar davranıyordu; nurlu sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu: “Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da, kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Ebû Dâvud, Tirmizî, Dârimî)
Hz. Peygamber, âile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiş ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine “hanım da olursa” kaydıyla icabet etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın göz yaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Rasûlullah’ın (s.a.s.) pekçok davranışı hanımlarını memnun etmeye yöneliktir. “Rasûlullah, Hatice’yi anınca artık ne onu senâ etmekten, ne de ona istiğfarda bulunmaktan usanırdı." Nitekim "O’nun gibi var mıydı? O şöyleydi, o böyleydi... diye faziletlerini sayardı"."İnsanlar beni inkâr ederken, o inandı; herkes beni tekzib ederken o tasdik etti. Herkes bana haram ederken, o malıyla benim için harcadı. Allah onun vesilesiyle bana çocuk nasib etti, diğer kadınlardan çocuğum olmadı""O akıllı idi, o faziletli idi, o ferâsetli idi..” gibi.
Rasûlullah (s.a.s.), sadece hanımlarına değil, “âilesinden addettiği” her ferde eşit seviyede olmasa bile, husûsî bir itibar atfetmiştir. Amcası Abbas’ı öz babası kadar sevmiş, birçok meselede fikrini almış, onun yardımlarını hep kabul etmiştir.
Hz. Peygamberimiz’in âzatlısı Zeyd ve onun oğlu Üsâme de hususi sevgiye mazhar olanlardandır. Üsâme “hıbb-ı Rasûlullah” (Allah Rasûlünün sevgilisi) unvanıyla meşhur olacak kadar nebevi sevgiye mazhar olmuştur.
Hz. Peygamber, ehlinin yakınlarına da iltifat ve alakayı ihmal etmemiş, vefat eden eşi Hz. Hatice’nin yakınlarını ve dostlarını da gözeterek eşi bulunmaz bir vefa örneği olmuştur.
Hz. Âişe: “Rasûlullah (s.a.s.), onun (Hz. Hatice’nin) yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice'nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: "Sanki dünyada Hatice'den başka kadın yok!" derdim de bana: "(Onun gibisi var mıydı!) o şöyleydi, o böyleydi... (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarım ondan oldu" diye karşılık verirdi. Hz. Âişeder ki: İçimden "Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim" dedim. Hz. Âişe devamla der ki: "Rasûlullah (s.a.s.), Hatice'den üç yıl sonra benimle evlendi."
Hz. Peygamber’e babasından kalan, Hz. Hatice ile evlendikten sonra âzat ettiği Ümmü Eymen’i de âilesinden bir parça saymış, kendisine anneye gösterilen alâkayı göstermiştir. Hitabettiği zaman “ey anneciğim” demiş, ona bakarak “sen ailemizin son bakıyesisin” diyerek sevgi ve bağlılığını izhar etmiştir. Süt annesi, süt babası ve süt kardeşleri de aynı iltifata mazhar olmuş, üzerindeki elbiselerini onlara ikrâmen, altlarına yaygı yapıp üstüne oturtmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), büyüklere böyle ilgili böyle sevgili ve bu denli şefkatli olur da çocuklar hiç bundan yoksun kalır mı? Kalmaz elbette. O, zevcelerinin indinde fevkalade bir aile reisi olduğu gibi, mükemmel bir baba idi. Babalığı ölçüsünde misilsiz bir dede, aynı zaman da.
Rasûlullah, çocuklarıyla doğmadan önce, fiilen ilgilenmeye başlamıştır. Hz. Fatıma’nın ilk doğumu yaklaşınca Hz. Peygamber sık sık uğramış, halini hatırını sormuş, “çocuk doğunca bana haber vermeden çocuğa hiçbir şey yapmayın””Çocuğun göbeğini kesince bana haber ver, benden evvel ağzına hiçbir şey koyma” diye haber saldığını belirtir.
Hz. Peygamber, yeni doğan çocuklara duâda bulunur, kulaklarına ezan ve ikamet okur, isim koyardı. Daha sonra ilk yedi gün içinde sünnet ettirmek, başındaki ilk tüyü traş edip ağırlığınca tasaddukta bulunmak, akika kurbanını kesmek gibi mevzularla yakından alâkadar olurdu. Çocuk su istediğinde, hiç bekletmez hemen verir, belki de çocuğun asabi olmaması için buna çok özen gösterirdi.
Hz.Peygamber’in çocuklara karşı tavrında en dikkat çekici yönlerinden biri, onlara karşı izhar ettiği sevgidir. “Çocukları cennet kokusu”, “gözümün nuru” diye târif eder, “her öpücük için cennette beş yüz yıllık mesâfesi olan bir derece verilir” diyerek çocukların sevgiyle yetiştirilmesini tavsiye ederdi.
Günümüz babalarında görülen, çocuk, iyi, neşeli ve problemsiz iken çocuğa gösterilen ilgi, Hz.Peygamber’in hayatında hep vardı. Çocuğun ağlamaya terk edilmesine hiç taraftar değildi. Namaz kıldırırken bir çocuk ağlaması işitse, annenin de namazda olacağını düşünerek en kısa surelerle namazı tamamlardı. Hatta çocuk kucağında üstüne akıttığı zaman, akıtmasını kestirmemiş, müdâhale etmek isteyene “bırakın oğlumu, tamamlasın” demiştir.
O, çocuklarına, torunlarına şefkatle muâmele eder, böyle davranırken de dikkatlerini Allah’ın dinine çekerdi. Onları bağrında beslerken yüzlerine tebessüm eder, okşar ve aziz tutar, bu arada onların uhrevî meseleleri ihmallerine de rızâ göstermezdi. Günlük yaşamla ilgili hataları görmezden gelir, takva ile çelişebilecek istek ve arzularını, yumuşak bir üslupla ve âyetler ile reddederdi.
Kendisine on sene hizmet eden Enes b. Malik: “Aile fertlerine karşı, Hz. Peygamber’den daha şefkatlisini görmedim” demiştir.
Torunlarını okşar, sever; kirlenmiş yüzlerini temizler; onları dört ayak üstünde sırtında taşır; namazda secdede sırtına çıkarlarsa, ininceye kadar secdeyi uzatırdı. Bir gün Hasan ve Hüseyin sırtında iken Hz. Ömer içeri girdi. Onları böyle şerefli bir yerde görünce, “ne güzel bineğiniz var” dedi. Ve hemen O gönüller sultanı şöyle mukabele etti: “Ya, ne güzel süvariler onlar!” Bu ilgi sadece erkek torunlara değildi. Kız torunu olan Ümâme’yi de aynı şekilde sever, süslü bir giyimi ona yakıştırırdı. Namaz kılarken sırtına çıkarsa, secde yapacağı zaman yere kor, secdeden kalkarken de yine omzuna alırdı. “Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.”derdi.
Zeyd İbn Harise, Rasûlullah’ın âzatlısıdır ve azatlılarının en meşhurudur. Üsâme de onun oğlu olduğu için EbûÜsame diye künyesi vardır. Rasûlullah her ikisini de çok sevdiği için Hıbb-ı Rasûlullah (Allah Rasûlünün sevgilisi) bilinirlerdi. Zeyd İbn Harise, cahiliye devrinde bir baskınla kaçırılıp, Ukaz panayırında köle olarak satılmıştı. Hakim İbn Hızam onu, halası Hatice adına satın almıştı. Bilâhare Hz. Hatice, onu zevci Muhammed’e (s.a.s.), daha peygamberlik gelmezden önce bağışlayacaktır. O sıralarda, henüz sekiz yaşında bir çocuktur. Zeyd'in babası oğlunun izini bulur, onu kurtarmak ister. Rasûlullah, gitmek ya da kalmak hususunda serbest olduğunu bildirir. Zeyd babasıyla dönmeyi istemez. Bu karara çok şaşıran babasına, “ben onda öyle bir şey gördüm ki ebediyen ondan ayrılmam” şeklinde açıklamada bulunur. Rasûlullah'ın yanında kalmayı tercih eder. Aleyhissalâtu vesselâm onu âzâd edip, evlâtlık edinir.
Bir çocuk, kendisine kan bağı olmayan birinde nasıl bir içtenlik, nasıl bir yakınlık, sevgi, alaka ve saygı görmüştür ki, O’nu öz babasına tercih etmiştir? Üstelik babasını uzun zamandır görmediği ve özlediği halde. İnsan anlamakta güçlük çekiyor doğrusu. Ancak Hz. Peygamber’in hayatı , kişiliği, sonsuz merhameti ve bütün insanlara beslediği eşsiz sevgisi düşünülecek olursa, bu anlaşılabilir. Sayılan sıfatların bir insanda toplanması ve bu gün belki de böyle modellerden yoksun oluşumuz bu güzîde tercihi anlamamızı zorlaştırıyor.
Üsâme İbn Zeyd, Rasûlullah’ın terbiyesinde yetişmiş bahtiyarlardandır. Hz. Âişeder ki: “Üsâme bir gün kapının eşiğine takılıp düştü, alnı kanadı. Aleyhissalâtu vesselâmbana: "Şu kanı temizleyiver!" dedi. Ben iğrenerek ağırdan almıştım. Rasûlullah (s.a.s.), o kanı emip püskürttü ve şöyle dedi: “Eğer Üsâme kız olsaydı, (ona güzel elbiseler) giydirir, takılar takar (onu cazip kılar)dım.” diye sorar. “Bir yahudi kızından başka bir şey değil” deyince, buyurmuştur. Şurası muhakkak ki Rasûlullah, Hz. Hatice hakkında daha nice faziletler saymıştır: tembihinde bulunmuştur. Enes b. Malik, Ümmü Süleym’in oğlu Abdullah’ın doğumu yaklaşınca: Ahmed İbn Hanbel'in bir rivâyeti bu hususu tavzih eder. Ona göre Aleyhissalâtu vesselâm bir seferinde: