Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ahi'lik Üzerine

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİLİK NEDİR?
"Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça "kardeş" anlamına gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık, cömert, yiğit anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği kaydedilmektedir.
Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın ikinci yarısına kadar Anadolu'da, Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.
Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren, dost, yiğit anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.
Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı; Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasada tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİ EVRAN

Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş, 1172-1262 yılları arasında yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı "Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini, iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra Horasan'a giderek ünlü alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran gençliğinde Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, Hac vazifesini yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan Bağdat'a gitmiştir.

Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da Kayseri'ye gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları (dericileri) ve diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına ve esnaf-sanatkarların teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat dalındaki birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlandı.

Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişti. Bu dönem Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu. Denizli iline de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi. Kırşehir'de debbağlık (dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi Baba"lığa yükseldi. Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.

Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan "Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün ki adıyla Anadolu Kadınlar Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba sarf etti. Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32 çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran'ın Anadolu'da kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört temel esas üzerine kurulmuştur.

Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve "Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:

"Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur: Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi gerekmektedir."

Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.

Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir. Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur saymışlardır. Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst düzey yöneticileri birer Ahi idiler.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
TRABZON’DA AHİLİK VE AHİ EVRAN DEDE
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en önemli yerleşim merkezlerinden biri olan Trabzon’un ne zaman ve kimler tarafın kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık 5000 yıllık bir geçmişi olduğu tarihçiler tarafından kabul edilmektedir.

Kurulduğu günden beri, Anadolu’da tarihi, kültürel ve jeopolitik açıdan çok önemli bir yere sahip olan Trabzon, bütün bu özellikleri yanında aynı zamanda Anadolu’nun Türkleşmesi sırasında hedef noktalarından biri haline gelmiş önemli bir ticaret merkezidir. Bu yüzden, 1071 Malazgirt zaferinden sonra değişik Türk boyları ve Selçuklular tarafından bir çok defa kuşatılmış ama 1461’e kadar bir türlü fethedilememiştir.

Her ne kadar Trabzon’un fethi XV. yüzyılda gerçekleşmiş olsa da, kalelerin dışında kalan topraklar daha X. yüzyılın sonlarından itibaren hızlı bir şekilde Türk boylarının eline geçmeye başlamıştı. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethettiği 1461 yılında kıyıdaki kaleler dışında Doğu Karadeniz Bölgesi’nin hemen hemen tamamı Türk hakimiyetine girmişti.

Anadolu’da Türklüğün yerleşip, İslâmlığın yayılışında askeri fetihlerle birlikte, bir takım Türk boylarının, Alperenler, Gaziler, Abdallar, Bacılar adı verilen teşkilatlârın büyük rolleri olduğu bilinmektedir. Bu topluluklar arasında Ahilerin de çok müstesna bir yer aldıkları görülmektedir.

Kırşehir'de Ahi Evran’la çağdaş, bazı kaynaklara göre de kardeş veya amca oğlu olduğu iddia edilen Trabzon’daki Ahi Evran Dede de aynı tarihlerde Trabzon’a gelerek Boztepe’de bir zaviye kurmuştur. Ahi Evran Dede, Orta Asya'dan Trabzon'a gelen Türklerin bölgeye yerleşmesine, meslek sahibi Türklerin yüksek kalite ve standartta mal ve hizmet üreterek gayrimüslim esnaflarla rekabet etmesine ve bölge halkının Türk-İslam kültürünü tanımasına öncülük etmiştir.

Bu sebeple her yıl Ekim ayının ikinci haftası Ahilik Kültür Haftası-Esnaf Bayramı adı altında Trabzon'da düzenlenen çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Ahilik Haftası Trabzon'un dışında 15 ilde de düzenlenen programlarla kutlanmaktadır.



Ahi Evren Dede

Trabzon’daki Ahi Evren (Evran) Dede hakkında yazılı kaynaklardaki bilgiler son derece azdır. Bugün bir ziyaretgah olan Ahi Evran Dede türbesi Trabzon'un Boztepe semtindedir. Türbe Ahi Evren Cami adı ile anılan camiye bitişik olarak inşa edilmiştir.

Ahi Evran Dede hakkındaki ilk bilgileri türbe kapısının sağında bulunan kitabeden öğreniyoruz. Kitabede şunlar yazılıdır: “Ahi Evran Dede (Veli) (1284-1351) asıl adı Hasan Ebul Hakayık olduğu bildirilen Ahi Evren Dede Kırşehir’deki Ahi Evran’in kardeşi veya Ahilerden biridir. Ahi Evran Dede Trabzon’a Rum denilen Hıristiyan krallığı döneminde padişah Orhan Gazi(1326-1362) zamanında İslam’ı yaymak için gelmiş olan Ahi tarikatından gönüllü İslam tebliğcisidir. Trabzon’daki putperestlere ve Hıristiyanlara karşı maddi ve manevi sahadaki çalışmalarıyla 1461 yılındaki Trabzon’un fethine zemin hazırlamış beş evliyadan birisidir. Kaynaklara göre Ahi Evran Dede miladi 1351 yılında 67 yaşında şehit edilmiştir. Kabri maşatlıktaki bir ceviz ağacının altında Hacı Hakkı Baba tarafından manevi olarak tespit edilip alınarak adına yaptırılan türbeye nakledilmiştir.”

Ahi Evran Dede'nin mezarı zamanla kaybolmuş ancak sonradan Hacı Hakkı Baba isimli Trabzonlu muhterem bir zat tarafından bulunmuştur. Bugünkü cami ve türbe ise II. Abdülhamid’in gönderdiği 900 altınla Trabzon valisi Kadir Paşa tarafından 1305 (1887) yılında yaptırılmıştır.

Ahi Evran Dede ile ilgi birçok rivayet vardır. Bir rivayete göre de Ahi Evran Dede’nin kabri daha önce Trabzon’daki gayrimüslümlere ait olan ve maşatlık adı verilen mezarlıkta imiş. Hakkı Baba, bir gece rüyasında Ahi Evran Dede’yi görmüş. Ahi Evran Dede kendisine: “Buradayım, sıkıldım. Gel beni buradan al!” demiş. Hakkı Baba da rüyasında gördüğü yeri kazmış ve Dede’nin cesedini çıkarttırarak Boztepe’ye defnettirmiş.

Trabzon’un manevi mimarlarından olduğu şüphesiz olan Ahi Evran Dede zaman zaman Trabzonlu şairlerin kaleme aldığı şiirlere de işlenmiştir. Ahi Evren Dede hakkında sıklıkla anlatılan bir başka meşhur menkıbede I. Cihan Harbi sırasında Rus Ordusu, Ermeni ve Rum çeteleriyle birlikte Trabzon'u işgal eder. Çocuk, kadın, yaşlı ve ihtiyarların büyük bir bölümü şehri terk ederek batı illerine göç ederler. Geride kalanlar ise çaresizlik içinde camilere koşup imamlardan yardım istemişler. İskenderpaşa Camii imamı Şükür Baba bir vâzında halka " Ahi Evran Hazretleri'nin manevi huzurunda hazır bulundukça size hiçbir halal ve zeval gelmeyecektir" diyerek halkın Boztepe'de toplanmasını istedi.

Bunun üzerine yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan Müslüman ahali Boztepe'de toplanır. Gerçekten de gerek Rus istilasının en yoğun dönemlerinde olsun, gerekse Ermeni ve Rum çetelerinin saldırıları esnasında olsun orada bulunan insanların hiçbirine zarar gelmemiştir. Rus savaş gemilerinden atılan topların Ahi Evran Dede'nin türbesine hiç isabet etmediği görülmüştür.

Ahi Evran Camii ve Türbesi bugün de Trabzon’un önemli ziyaret yerlerinden biridir. Camini kuzeyinde içinde şadırvan olan küçük bir bahçe vardır. Bunun güneyinde avlu yer alır. Bu avlunun giriş kapısı üzerinde “Ahi Evren Camii 1308” yazılıdır.

Camide camlı bir muhafaza içinde saklanan eski bir sancak vardır. Bu sancağın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte onun Ahi sancağı olduğu şeklindeki kanaat yaygındır.

Bundan on beş yirmi sene öncesine kadar türbede bu büyük sancağın dışında, başka bayrakların varlığından söz edilmektedir. Bugün kaybolmuş olan bu bayraklar hakkında elde ettiğimiz yegane bilgi onların farklı renklerde küçük bayraklar olduğu ve türbede büyük sancağın yanında bulundukları şeklindedir. Bunlardan büyük olanı iddia edildiği gibi esnaf sancağıdır.

18. yüzyılda ve hatta daha sonraya gelene kadar esnaf ve sanatkar, Osmanlı düzeninde altın çağını yaşamıştır. Ahilik gelenekleri ve daha sonra kurulan güçlü lonca teşkilatları bu sınıfı gerek nitelik ve gerekse nicelik yönünden geliştirmiştir. Ancak esnaf ve sanatkarların üretimi, talebe yeterlilik yani talebi karşılama formülüne dayalıydı. Bütün ticaret yollarının geçtiği alanlarda kervanların etkisiyle bu faaliyet biraz daha genişlemiştir. Loncalar piyasaya istikrar getirdiler. El sanatları ve küçük sanayi nitelikçe o derece gelişti ki, bazı şehirler yalnızca bazı maddeleri üretmekle ün yaptılar.

Bu durum dünyanın en önemli ticaret yollarından biri olan İpek Yolu’nun başlangıç noktasında bulunan ve Osmanlı’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Trabzon için de geçerlidir. Hatta bunlardan bakırcılık, kuyumculuk, dokumacılık gibi bazı el sanatlarında üretim bugün de devam etmektedir. Trabzon'da imal edilen telkari hasır bileziklerinin, takunyalarının ve diğer süs eşyalarının yanında Trabzon fanilalarının ünü hala devam etmektedir.

Her ne kadar bugün artık bir teşkilat olarak Ahilikten söz etmek mümkün olmasa da, onun ciddiyet, doğruluk, sözde durma, yardımlaşma ve dayanışma gibi temel prensiplerinin Trabzon esnafı tarafından bugün de yaşatılan değerler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yüzlerce yıl boyunca Trabzon’da Ahilik prensiplerine tam olarak uyulmuş, devletin verdiği narhların dışına çıkılmamış ve her alandaki üretim standartlara uygun olarak yapılmıştır. Öyle ki, Trabzon valisi Hazinedarzâde Osman Paşa, Çarşı Camii’ni Trabzon esnafının bu dürüstlüğünü mükafatlandırmak için inşa ettirmiştir.

Bugünkü Trabzon esnafının, herkes tarafından kabul edilen ağırbaşlılığı, ciddiyeti ve dürüstlüğü de, hiç şüphe yok ki, onlara atalarından miras kalan ve onların da büyük bir özenle korudukları ve yaşatmaya devam ettikleri değerlerdir.

Ahi birliklerinde iktisadi hayatın düzenlenmesi için fütüvvet teşkilatı, esaslı kaideler ve sağlam bir disiplin getirmiştir. Fütüvvet felsefesinde her mesleğin ulu kişilerinden bir Piri vardır. Meslek erbabı, pirlerini aşırı hürmetle anarlar. Debbağların piri de Ahi Evran'dır.

Tıpkı diğer şehirlerde olduğu gibi Trabzon’da da, debbağların piri Ahi Evran Dede bütün bu esnaf teşkilatlarının da kurucusu olarak kabul edilmektedir. Trabzon'da bugün Tabakhane Deresi ve Tabakhane Köprüsü diye anılan semtte yirmi yıl kadar öncesine kadar varlıklarını sürdüren deri işleyen debbağhaneler vardı.

Cumhur Odabaşıoğlu, debbağların çok ilginç peştamal kuşatma merasimlerini Kabak Meydanı'nda yaptıklarını yazmakta ve bir debbağ (derici) olan Rahmetli Fevzi Çolak'ın oğlu Sinan Çolak'ın deri üzerine " Lâ ilâhe illellah Muhammedurresulullah" yazısını kendisine verdiğini yazmaktadır. (10)

Böylece, Trabzon'da deri işlemeciliğinin yaygın ve meşhur oluşunun asıl hikmetini şehrin manevi liderlerinden biri ve debbağların (dericilerin) da piri olan Ahi Evran Dede'den geldiğini anlamış oluyoruz. Trabzon’da ticaret hayatının eskiden ne kadar zengin ve çeşitli olduğunu bugün hala kullanılan semt, çarşı ve sokak isimlerinden de anlamak mümkündür.

Bakırcılar Çarşısı, Balıkhane, Çömlekçiler, Debbağhane, Tabakhane Köprüsü, Tabakhane Deresi, Kabak Meydanı, Kazancılar, Kuyumcular Çarşısı, Kunduracılar Çarşısı, Mumhane, Pazarkapu, Sandıkçılar, Semerciler Yokuşu, Sipahiler.

Ayrıca Trabzon'da bir çok ailenin adı esnaflıktan gelmektedir. Bakkalzâde, Çizmecizâde, Tuzcuoğulları, Hamamcızâdeler, Kitaçızâde, Celepler, Kethüdazâde, Kavukçuzâde, Değirmencizâde, Kalaycızâde, Barutçuzâde, gibi bugün ki isimleriyle Kasaboğulları, Değirmencioğlu, Çizmeci, Yorgancı, Balcı, Demircioğlu, Terzioğlu, Fırıncıoğlu gibi.

Yine Trabzon'da Ahi birlilerinin en önemli yerleşim merkezlerinden olan esnaf ve tüccarların faaliyetlerini sürdürdüğü hanlar, kemerli kârgir mağazalar, bir bedesten, Büyük Çarşı denilen bir çarşı vardı. Hanlara örnek olarak Taşhan, Alacahan, Gök (vakıf) Hanı ve Bedesten gösterilebilir.

Bugün sadece Trabzon’un bir sokağını, caddesini veya semtini gösteren bu isimler bize bir zamanlar Trabzon’da hangi mesleki teşkilatlarının bulunduğunu, hangi mesleklerin daha fazla revaçta olduğunu gösterdiği gibi, Ahilik ve onun devamı olan loncaların Trabzon'daki varlığını da göstermektedir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Kırşehir'deki Ahi Evran ile Trabzon'daki Ahi Evran Dede Arasındaki İlişki
Kabri Trabzon Boztepe'de bulunan ve asıl adı Hasan Ebul Hakayık olan Ahi Evran Dede 1284-1351 yılları arasında yaşamıştır. Kabri Kırşehir'de olan ve asıl adı "Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed" olan Ahi Evran ise kesin olmayan bilgilere göre ise 1172-1262 yılları arasında yaşamıştır.

Trabzon'da vefat eden Ahi Evran Dede ile Kırşehir'de vefat eden Ahi Evran arasındaki akrabalığı araştıran Refik Soykut Trabzon'a gelerek inceleme ve araştırmalarını burada da sürdürmüştür.

Refik Soykut "Orta Yol Ahilik" isimli kitabında "Diğer taraftan Trabzon'da yaptığımız araştırmalarda türbesini bulduğumuz Ahi Evren Dede'nin isim bakımından yakınlığı dikkatimizi çekmiş bulunmaktadır. Trabzon'un Boztepe semtinde medfun (defnedilen) bulunan Ahi Evren Dede için Türbe kapısında bulunan Kamusul Alam'ın ikinci sahifesinden alındığı bildirilen " Ahi Evren Dede; Sultan Orhan Gazi Hazretlerinin devri saadetlerinde kibar'ı meşayihten (büyük şeyhlerden) olup bazı kerametleri menkuldür (nakledilmiştir)" açıklaması; bu zatın Kırşehir'deki Mahmut Nasıreddin Ahi Evran ile bir yakınlığının olduğu, onun küçük kardeşi (veya oğlu) olabileceği kanısını uyandırmaktadır.

Trabzon'daki incelemelerimizde; adı geçen Ahi Evren Dede'nin üç kardeşten biri olduğunu, Trabzon'un coğrafi ve iktisadi önemine binaen buraya vazife ile Orhan Gazi zamanında geldiğini, burada ölüp Boztepe'ye tevdi olunduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Eğer bu husus doğru ise(ki bize göre mümkündür), Orhan Gazi zamanındaki ulu kişiler arasında olduğu bildirilen Ahi Evren'in Kırşehir'deki değil, Trabzon'da yatan küçük kardeşe ait olması lazım gelir.

Görüldüğü gibi konuyla ilgili kesin bir hüküm yoktur. Şimdiye kadar araştırılmamış ve belgeleri de saklanmamış konu üzerinde kesin bir fikir beyan etmek son derece zordur. Trabzon’da Ahi teşkilatının eskiden beri varolduğunu gösteren önemli bir kaynak da Ahi Baba ve Ahi Çelebi gibi unvanların çok sık geçtiği şeriye sicilleridir.

Bunlardan, 1651 yılına ait bir Trabzon şeriye sicilinde ordu Pazar akçesinin toplanmasından söz edilirken, bu vesile ile Trabzon valisinin huzurunda toplanan meclise bakkal tarifesi, terzi esnafı, babuççiyan esnafının yanı sıra debbağ taifesinden de Ahi Mustafa Çelebi ismi zikredilmektedir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİAhiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi. Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları arasında saymıştır.

Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği sergiliyorlardı. İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların, sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek, maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.

Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından bütün dericileri ve diğer sanatkarları içine alan devrin en büyük bir sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya toplandığı bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı meslekte faaliyet gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına öncülük etmiştir. Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını sağlamıştır.

Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ Avrupa’sındaki benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak, spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve sosyal dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç, mesleki hürriyet, menfaat çatışması yerine bütün topluma hakim bir nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş ahlakı Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.

Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere, özellikle esnaf ve sanatkar olan Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade etmiştik. Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardı. Buna esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.

Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın bağışları ile çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından verilen paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre toplanan paylardan birikirdi

1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan ayında sandık hesabına Eyüp Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat edenlerin yakınlarına her türlü yardım yapılırdı.

Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup, yalnız ustaların değil, kalfaların ve çırakların da haklarını korumak durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde düzenleyecekleri kanaatı yaygındı. “Eti senin kemiği benim” felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın yanında kalfa ve usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı durumlarda çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine rastlamaktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile bunların haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.

Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri vardır.

Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen dayanışma duygusu o kadar ileriye götürmüştür ki, Ahinin kazancının geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.

Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkarların kazancı tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında toplana bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım edilmekteydi.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU



Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de 13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol istilası sırasında şehirlerde ve küçük kasabalarda mahalli halk idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren Moğollara karşı Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen mevzii ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra etmişlerdir.

Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde Ankara şehrinde yönetim faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ anlayışı teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden eğitime kadar faaliyet göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en küçük bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat verilmiyordu" tespiti sosyal ve kültürel fonksiyonla izah edilebilir.

Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı teşkilatları olduğu malumumuzdur... Mamafih bunlar, ordu kuvveti olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya koymaktadır.

Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber gönderilirdi. Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına sunulan maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece ordu ikmal kademelerini kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış ve yol boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin vazgeçilmez değerlerinden olan toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİ ZAVİYELERİ

Zaviyeler, Selçuklu Devleti zamanında kurulmaya başlanan ve Osmanlı döneminde de yapımı süren, yolculara ve misafirlere bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer temin eden "konuk evleri"ydi.

Ahi zaviyelerinde konuk ağırlama hizmetleri yapıldığı gibi, gençlere öğretmen, müderris, kadı, hatip ve emir gibi şehrin ileri gelenleri tarafından düzenli olarak dersler de verilirdi. İşyerinde işi biten genç çıraklar meslek eğitiminden sonra ahlâki eğitimi bu zaviyelerde görürdü. Kurulan zaviyelerin yakınında çok geçmeden evler yapılıyor, iş yerleri açılıyordu. Aynı iş kolundaki sanatkarlar bir yerde toplanarak sanayi sitelerinin, iş merkezlerinin ve çarşıların kurulmasına imkan veriyordu.

Ahi zaviyeleri, mesleğinde başarılı olan zengin, iyi ahlâklı ve cömert kişiler tarafından kurulurdu. Günümüzde, Ahi adını taşıyan köy ve mahallelere rastlanılmakta, ayrıca tarihi belgelerde birçok Ahi zaviyesinin adı geçmektedir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
YARAN ODALARI

Ahiler yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkarları eğitip yetiştirmekle kalmamış Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar uzanmıştı. Anadolu köylerinin pek çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar "yaran odası" ve "misafir odası" adı altında misafirhaneler vardı. Köy kahvelerinin hızla çoğalmasıyla birlikte, yüzyıllarca ahlâkî sosyal bir görev yapmış olan bu kurum da yavaş yavaş kendiliğinden ortadan kalkmaya başlamıştır.

İbn-i Batuta'nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata bitiremediği Ahi zaviyeleri bir çok köyde "konuk odası" olarak görev yapıyordu. Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan aileler tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin yeme, içme, konaklama, vb her türlü hizmetleri buralarda ücretsiz bir şekilde karşılanırdı.

Ulaşım ve haberleşme imkanlarının son derce kısıtlı olduğu dönemlerde, meslekleri gereği seyahat etmek zorunda olanlar için bu odaların önemi son derece büyüktür. Yaran odalarının bunların dışında pek çok görevleri daha vardı. Yaran odaları da, tıpkı Ahi zaviyeleri gibi eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır.

Yaran odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda köyün ve köylünün sorunları konuşulduğu gibi, dini ve milli kitaplar okunur, meslekî ve ahlâkî konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu odalarda masaya yatırılır ve çözülürdü.

Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve herkes tarafından sevilip saygı duyulan "yaran başı" adı verilen kişiler tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekalet edecek bir de "oda başı" bulunurdu. Gerek "yaran başı" ve gerekse "oda başı" seçimle iş başına gelirdi.

İbn Batuta Ahileri tanıtıp toplumla ilgili misyonlarını izah ederken "Bunlar Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarım giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir" tespitinde bulunmuştur.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİLİKTE KALİTE VE STANDART ANLAYIŞI
Ahi teşkilatında kalite anlayışı, müşteri odaklı üretim ve her kademede yürütülecek eğitim anlayışından geçmektedir. Mal ve hizmet üreten ahiler her şeyden önce müşteri isteklerini göz önüne almak zorundaydılar. Kaliteli mal ve hizmet üretimi, iyi eğitilmiş çırak, kalfa ve ustalardan oluşan personel kadrosuyla sağlanırdı. Son yıllarda dillerden düşmeyen Toplam Kalite Yönetiminin de esası müşteri odaklı; ürünlerin ve hizmetlerin üretim süreçlerinin sürekli iyileştirilmesi yöntemleriyle, sıfır hataya yaklaşma felsefesidir.

Ahi teşkilatının kurucusu sayılan Ahi Evran, ilk olarak esnaflar arasında birlik ve dirliği sağlamıştır. Esnafın denetlenmesine ve özellikle de eğitilmesine önem vermiştir. Her esnafın sağlam iş yapıp yapmadığını, müşterilere karşı davranışlarını kontrol etmiş, üretilen malların kaliteli ve standartta olmasına çalışmıştır.

Ahi birliklerinde ustaların üreteceği ürün belirli bir standarda bağlandığı gibi, alacakları çırak sayısı da standarda bağlanmıştır. Usta sadece ahi teşkilatının öngördüğü kadar çırak alabilirdi. Çünkü çırakların sayısı çok olursa işyerinde eğitim, üretim, kalite ve standart istenilen özellikte gerçekleşmeyecek ve kontrol güçleşecektir. Eğer bir usta kalitesiz mal üretir, üretim standardına uymaz, kalfaların ücretlerini vermez, çıraklarını sömürür, onlara bildiklerini öğretmez ve kendinden beklenen görevleri yerine getirmezse, ustaya işyeri kapatma cezası verilirdi.

Ahiliğin temelleri başlangıçta o kadar sağlam atılmış ve kuralları zamanın ve toplumun ihtiyaçlarına o kadar uydurulmuştur ki, bu kurallar sonradan şehir ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin denetlenmesinden örnek alınmıştır.

Örneğin, esnaf ve sanatkarların meslekleri ile ilgili hususları düzenleyen 1630 yılından önceye ait olduğu sanılan belge, ayakkabıcıların hangi kalitedeki ayakkabıyı kaça satacaklarını göstermektedir.

Türkçe'de hala mevcut olan “pabucu dama atmak” deyimi, bir Ahi deyimi olup, Ahiliğin kalite kontrol sistemini çok güzel ifade etmektedir. Bazı esnafların imalatı, standartların altına düşürmesi, sahte mal imal ederek hakiki gibi piyasaya sürmesi hususları da esnaf arasında tepkiyle karşılanıyordu. Bu gibi hallerde ikazlara ehemmiyet verilmeyip, kalitesiz imalata devam edenlerin dükkânları, Kethuda'ları (esnaf odası başkanları) tarafından kapatılırdı. Bu cezayla da kendisine çekidüzen vermeyenler daha ileri gittikleri takdirde esnaflıktan ihraç edilirdi.

Birçok üründe olduğu gibi, şişecilerin imalatında da cinsine göre şişelerin gramajları tespit olunmuştu. Bu gramajların altında imalat yasak olduğu halde riayet etmeyen bazı ustaların, dükkânları kapatılmıştı.

Düşük kaliteli nişasta imal eden ve bunu birinci sınıf nişasta fiyatına satan usta ise, uyarılara aldırmayarak, halkı aldatmaya devam ettiğinden, lonca mensupları, kendisini aralarında barındırmak istemeyerek ihracı için müracaatta bulunmuşlardır.

Kılıç kabzalarında sakız ağacı kullanıldığı halde, üzerini siyaha boyayarak, müşteriye abanos gibi gösteren ve buna benzer daha bir takım yolsuzluklarla meslek haysiyetini zedeleyen başka bir esnaf da lonca mensuplarınca aralarından ihracı istenmişti.

Ahi birliklerinde üretilen mal ve hizmette kalite ve verimliliğin artırılması için aşağıdaki kriterlere özellikle dikkat edilirdi.

Ahiliğin temel felsefesini, üretilen mal ve hizmette müşteri odaklı düşünceyi ifade eden, “Müşteri velinimettir” anlayışı oluşturmaktadır.
Ahilikte ikisi temel olmak üzere, üç yönlü eğitim vardır. Bunlar mesleki eğitim, tekke eğitimi ve medrese eğitimidir. Medrese eğitimi mecburi değildir. Ömür boyu ve her kademede devam edecek olan mesleki eğitimle tekke eğitimi Ahiliğin temelidir.
Ahi birliklerinde katılım ve paylaşım esastır, bu sebeple toplantılara önemli bir yer verilirdi. Esnaf aleyhine alınan kararlar büyük bir mecliste görüşülürdü. Ancak Ahi Baba Vekili, lüzum görürse, “olağan üstü toplantı” yapardı. Bu toplantıya büyük meclis üyeleri ile birlikte her meslek kolundan üç usta da davet edilirdi. Devlet yetkilileriyle yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamazsa, ertesi gün “Memleket Toplantısı” yapılırdı. Memleket toplantısına bütün ustalar, beldenin ileri gelenleri (uluma, eşraf) ilan suretiyle çağrılırdı.
Ahiler teşkilatında çalışanlar arasında dayanışmayı sağlamak, moral ve verimliliği artırmak için akşam zaviyelerinde toplanılır, yemekten sonra dini, ahlaki ve mesleki konularda eğitici kitaplar okunur, sohbetler edilir, ilahiler söylenirdi. Buralarda stres atılır, bilgi ve tecrübeler artırılır, ertesi güne büyük bir moralle motive olarak işe başlanırdı.
Ahilikte sosyal ilişkiler, dayanışma ve işbirliği pekiştirilmiştir. Üst yönetimden, çırağa kadar bütün çalışanların işbirliği içerisinde bulunması, bu felsefenin en önemli amaçlarından biridir.
Ahilikte üretilen kaliteli mal ve hizmeti ucuza satmak esastı. Kalitesiz bir malı fiyatından daha yüksek bir bedelle satan esnafın “pabucu dama atılırdı”.
Ahilikte israf haram olduğu ve maliyetleri arttırdığı için yasaktı. Üretilen mal ve hizmetlerde sıfır hata esastı.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
OSMANLI DEVLETİ’NİN ESNAF VE SANATKAR NİZAMNAMESİ
Ve ekmekçiler işlediği ekmeğin ve çöreklerin çiği ve karası olmaya. Gözlenip eksik ölçü ve dirhemine bir akçe cerime alalar.

Ve kasaplar koyunu geceden temizleye ve arı (pak, temiz) satalar. Ve semizini saklayıp, zaifini boğazlamıyalar. Her zaman koyun tedarik edip keseler. Halka et yetiştireler. Ve kuzu ve sığır kasaplarına dahi kanun oluna ki dikkatlice ve temiz hizmet edeler.

Aşçısının pişirdiği et çiğ olmaya, tuzsuz olmaya ve pak kotaralar. Ve kase ve bezi temiz ola. Ve kazanı kalaysız olmaya ve çanakları eski ve sırçasız olamaya. Ve hizmetkarları kafir olmaya ve bellerindeki futaları (önlükleri) temiz ve yeni ola.

Başçıların pişirdiği baş ve başçısı görüle ki, temiz tutalar, temiz pişireler. Bayat, kirli ve kıllı olmaya.

İşkembeciler işkembeyi iyice temizleyip temiz su ile yıkayıp temiz su ile pişireler ve pişkin ola ve sirkesi ve sarımsağı tamam ola.

Börekçiler de gözlene. Hamurları arı undan ola. Meyanesi soğanlı ola. Koyun etinden başka et karışdırmayalar.

Yaş ve kuru meyveler ve başka yiyecekler; üzüm, incir ve benzeri meyveler on-onbir akçe üzerine (%10 kar ile) satıla. Bahçelerden gelen yemiş yüzleme (yüzü iyi, altı kötü) olmaya. Üstü nasılsa altı da öyle ola. Pazar yerlerinden başka yerlerde satılmaya. Yolda karşılayıp satın almak isteyeni muhtesib (görevli, zabıta) tutup siyaset ede(cezalandıra).

Yoğurtçuların yoğurdu da gözlene. Nişasta ve su katmayalar. Kaymakçılar, peynirciler ve turşucular dahi gözlene. Turşu sirke ile kurula, kepek ve ekşisi kurulmaya.

Helvacılar, pekmezciler, şerbetçiler dahi gözlene. Şerbet miski ve gülabi (kokulu) ola. Ekşi ve sulu olmaya. Hoşafçılar dahi gözlene. Hoşafları ekşi olmaya ve gayet temiz ola.

Terziler dahi gözlene. Her çeşit elbiseyi verilen narh(idarece tespit edilen azami fiyat) üzerine dikeler. Dikmek için aldıkları kaftanları vaktinde vereler. Eğer bir kişinin kaftanı kısa ve dar ve yaramaz dikilmiş olsa kadı marifetleriyle haklarından geline.

İpekçiler de gözlene. İpekleri düz ola. Ve gömlekçiler de gözlene, aldıklarına göre satalar, sağlam dikeler, yenleri normal ve bol ola.

Çuhacılar, takyeciler, atlasçılar ve bürüncekçiler de gözlene. Kusurlu, eksik ve kötü işlemeyeler. Her ne dikerse yeni kumaştan dikile ve mücevvezenin astarı çok çirişli olmaya, iyi dikile.

Çizmecilerin ve ayakkabıcıların işledikleri kalp olmaya. Gayet iyi ola. Günü dolmadan delinirse ceza göre. Cezası akçe başına iki gün (hapis) hesabıyladır. Lakin gön veya sahtiyan delinirse suç debbağındır.

Ve mutaflar (kıldan ip vb şeyler dokyan kimse) ve keçeciler dahi gözlene. Keçeyi çiğ pişirmeyeler, adet üzere yapalar.

Demirciler de gözlene. İşledikleri demiri kalp işlemeyeler ve illet (özürlü) etmiyeler. Ve kazancılar dahi gözlene. Kazanın ve haranın kulpunu demirden değil bakırdan yapalar. Ve kalaycılar kalayladıkları nesneyi gayet iyi kalaylıyalar kalp ve illet etmeyeler.

Ve nalbantlar dahi gözlene. Katırı dört akçeye, eşşeği üç buçuk akçeye nallayalar. Mıh eğrilip atılsa nalbant üzerinedir. İnad ederse tedip (terbiye) edeler.

Ve bıçakçılar dahi gözlene. Dımakşi (Şam işi) diye Frengi (Avrupa işi) işlemeyeler ve satmayalar. Cinsi cinsiyle satalar. Ve iğneciler dahi işledikleri iğneyi iyi işleyler. Demir iğneyi Dımakşi diye satmayalar.

Ve kuyumcular gözlene. Emin kimse ola. İşin sadesini (düzünü) dirhemini bir akçeye; menyakar (süslü) işini ikiye işleye.

Yapı ustaları ve dülgerler günde yemekli on akçeye işleyeler. Gün doğarken gelip gün inmeden gitmeye. Kiremitçiler de gözlene, çiğ pişirmeyeler. Ve kerpiçciler kerpici sıkı ve kalın edeler.

Ve tahıl pazarında satılan buğday ve arpa ve huhubat her ne ise, samanlı ve kesmüklü olmaya, temiz ola ve tamam ölçeler. Ve kile (ölçek) damgalı ola. Eksik ya da fazlası bulunursa şiddetle cezalandıralar. Sabuncular ve mumcular dahi gözlene. Sabun iyi ola, pişmiş ola ve yarık olmaya. Mumlar ise çirkli ve kokar yağdan olmaya. Fitili yoğun (katı ) olmaya.

Ve oduncular dağda çok yükleyip şehre yakın gelince yükü eksütmeye, adetçe normal ola. Hayvana fazla yük yüklemeyeler, nalsız gezdirmeyeler, semerleri eski olmaya.

Attarlar (baharatçılar) dahi gözlene. Sattıkları şeyler zağferanili ve yağlı olmaya. Baş şekerini üç kağıttan ziyadeye sarmayalar. Frengi şekeri iyi şeker fiyatına satmayalar.

Bezzazlar (bez satan, manifaturacı) dahi gözlene. İbrişimi (bükülmüş ipek ipliği) iyisine karıştırmayalar ve arşınları eksik olmaya. Ve boyacılar her ne rengi boyarlarsa iy edeler. Bezi taş üstünde döğüp zarar vermeyeler ve boyalı bezi yol üstünde asmayalar.

Ve hamamcılar hamamı pak ve temiz tutalar. Peştemallari delikli ve kısa olmaya. Kafire ayrı rida (havlu ) vereler ve kafir yüzün sildiği rida ile müslüman yüzün silmeye. Velhasıl müslümanların her nesnesi ayrı ola. Eğer inad ederlerse muhkem ta zir edip haklarından geline.

Ve değirmenciler dahi kimsenin buğdayını, arpasını değiştirmeyeler ve değirmeni başı boş bırakmayalar ve yabana gitmeyeler. Taşlarını vakti geldikçe dişeyeler. Haklarından artık tereke almayalar ve çalmayalar. Herkes nöbetle öğüde ve bir kişinin terekesini çıkarıp bir başkasınınkini koymayalar. Değirmende tavuk besleyip halkın ununa ve buğdayına zarar vermeyeler. Vakitlerini bilmek isterlerse ancak bir horoz besleyeler. Eğer inad ederlerse muhkem haklarından geline.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
AHİLİKTE MESLEK SEÇİMİ
Ahi birliklerinde meslek seçimine ve iş bölümüne önem verilirdi. Ahiler kabiliyetlerine uygun bir işte çalışırlar. İkinci bir iş peşinde koşmazlardı. Gençler yamaklık ve çıraklık aşamasında iken bir kısım testlere tabii tutularak yetenekleri tespit edilerek, hangi meslekleri sevdikleri belirlenirdi. Gençlere kabiliyetleri ve ülke ihtiyaçları doğrultusunda gelecek vadeden mesleklerde eğitim verilirdi. Böylece meslek seçimi rastlantıya veya bilimsel olmayan sistemlere bırakılmazdı.

Ahilikte insanların iş değiştirmeleri veya birden fazla işle uğraşmaları hoş karşılanmazdı. Bu sebeple, Ahinin birkaç iş veya birkaç sanatla değil, kabiliyetine en uygun olarak sevdiği tek bir iş veya tek bir sanatla uğraşması ahlâk kaidesi haline getirilmişti. (30)

Ahi birliklerinde iş bölümü ekonomik olduğu kadar bir ahlâk problemi olarak da ele alınmıştı. Herhangi bir işte karar kılmayarak sık sık iş ve meslek değiştirmek ancak sebatsız ve istikrarsız bir ruh yapısına sahip olanların yapacağı davranış olarak kabul edilirdi. Böyle insanlar ise Ahi olabilecek ruh disiplinine sahip olarak kabul edilemezdi.

Ahi birliklerindeki iş değiştirmeme ve birden fazla işle uğraşmama ilkesi, sanatkarların kendi mesleklerinde daha rahat ilerlemelerini de sağlamıştır. Başka bir iş yapma ihtimali bulunmadığından, sanatkarlar bütün düşünce ve gayretlerini işlerine vererek bugün hayranlıkla seyrettiğimiz şaheserleri meydana getirmişlerdir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
USTALIK MERASİMLERİ
Geleneksel usta-kalfa-çırak sistemini şu şekilde özetlemek mümkündür. Yaşı ortalama 12-13 olan çocuk, velisi tarafından kabiliyetleri doğrultusunda, herhangi bir sanat dalında faaliyet gösteren bir ustanın yanına belli bir süre çalışmak ve mesleği öğrenmek üzere çırak olarak verilirdi.

Usta eğer işyerinde ya da atölyesinde yeni bir çırağa ihtiyacı varsa çocuğun fiziki kabiliyetini ve moral karakterini anlamak için geçici bir süre çalışmasına müsaade ederdi. Böylece yanında çalışmaya başlayan çocuğun başarısını, kabiliyetini küçük işler yaptırmak suretiyle gözlemleyen usta, yeni çırağın dürüstlüğü hakkında da kanaat sahibi olmak isterdi.

Öte yandan ustalar, yanlarında çalışan çırak ve kalfaların arkadaş seçimine de dikkat ederlerdi. Çünkü iyi arkadaşların, iyi bir sanatkâr olmada olumlu katkıları olacağına inanılmaktadır. Bu kısa gözlemlerden sonra çocuk kabiliyetli, çalışkan, dürüst ve güvenilir bulunursa o iş yerinde çırak olarak çalışmasına izin verilir. Böylece 3 yıldan 5 yıla kadar değişen bir zaman zarfında ustası, çırağın hem mesleki hem de manevi hocasıydı. Ayrıca usta, o sanat dalındaki manevi liderleri, meşhur şahsiyetleri ve onların hayat hikâyelerini, zaman zaman çocuğa aktararak, çocuğun bu sanatkâr grubunun bir üyesi olmasına yardımcı olurdu.

Ahilikte esnaf ve sanatkârlara işyerinde yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri öğretilirken, akşamları toplanılan Ahi zaviyelerinde de ahlâki eğitim uygulanırdı. Böylece hem kendi çalıştığı mesleğin, hem de diğer meslek kollarının bir peygambere ya da bir pîre dayandırıldığını gören ve bunların örnek alınması lazım geldiğine inanan çocuk, yıllar önce o meslekte tesis edilen disiplinin sürdürülmesine inanırdı.

İşe başlarken mesleğin pîrinin saygıyla anılması uyulması gereken kuralların başında geliyordu. Böylece manevî bir alanın denetimi ve himayesinde ekonomik hayat, Ahilik çerçevesinde düzen altına alınmış oluyordu.

Çıraklıkta geçen ilk yılı ustayı devamlı gözleme ve öğrenme dönemi olarak değerlendirebiliriz. Usta ile çırak arasındaki ilişki tarzı bir çeşit itaat ve saygıyı içerir. Usta kısmen öğretici kısmen de baba rolünü üstlenmiştir. Bu yüzden çırağı, ailesinin bir ferdi gibi görerek ona şefkatle muamele etmek durumundadır.

Ustalığa yükselebilmek için üç yıl kalfa olarak çalışmak lazımdı. Bu süre içinde, hakkında şikayet olmayan, kendisine verilen görevleri dikkatle yerine getiren, özellikle çırak yetiştirme hususunda titiz davranan, diğer kalfalarla iyi geçinen, müşterilere karşı iyi davranan, bir dükkan idare edebilecek duruma gelen kalfalar hususi bir merasimle ustalığa yükselirdi.

Ahi birliklerinde ustalık merasimi büyük bir manevi atmosferde gerçekleştiriliyordu. Estirilen manevi hava usta adayının din ve inançlarına olan bağlılığını kopmaz derecede perçinlemekte, iş ahlâkına, müşteri ilişkilerine, kalite ve standarda önem vermesini sağlamaktaydı.

Sanat kolunun diğer usta ve kalfaları, o mahallin önde gelenleri, çırağın babası ve dinî lider törene davet edilir. Yemek yendikten sonra usta ayağa kalkar, ustalığa terfi edecek çocuğun uzun zamandır yanında çalıştığını, sanatın inceliklerin öğrendiğini ve kalifiye eleman haline gelebilmek için moral karakteri de en iyi şekilde sergilediğini davetliler huzurunda ilan ederdi. Kalfanın kendi işyerini açabilmesi ve öğrendiği sanatıyla geçimini temin edebilmesi anlamına gelen "destur" verirdi.

Ustalık merasiminde Ahi şeyhi teraziyi göstererek;

" Ey Oğul!

Can ve gönül kulağı ile işit ustalığa destur istersin. Mesleğindeki ehliyetini kendin işinle ispatladın. Yol kardeşlerin, ustan seni övdüler, dünya davranışlarında sana kefil oldular. Ahiret işlerinde de seni hak yolunda yürür, dinini diyanetini bilir,söylediler. Memnun olduk, mütehassıs olduk. Yüce mevlamızdan cümle mümin kulları ile birlikte seni de dünya ve ahiret nimetlerine kavuşturmasını niyaz eyleriz...

Ey Oğul!

Hak al hak ver. Kimseye dediğinden eksik verme ki, Hak Teala kazancına ve ömrüne bereket vere. Ve her zaman teraziyi eline alasın, ahiret terazisini anmak gerekirsin. Yakında bilesin kim, helale hesap ve şüpheye itip ve harama azap olsa gerek. Haydi oğul, ona göre dirlik işin gereksin..."

Ahi Baba'nın Ustalığa yükselen gence nasihati:

“Harama bakma,

Haram yeme, haram içme,

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol,

Yalan söyleme,

Büyüklerinden önce söze başlama,

Kimseyi kandırma,

Kanaatkar ol,

Dünya malına tamah etme.

Yanlış ölçme, eksik tartma.

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini,

Hiddetli İken yumuşak davranmasını bil ve

Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”

Ustalık töreninin "helâllık" bölümünde ustası, yeni usta olan kalfasının arkasını sıvazlayarak şöyle derdi:

"Bilginlerin dediklerini, esnaf şeyhinin nasihatlerini, benim sözlerimi tutmazsan; ana, baba, öğretmen, usta hakkına riayet etmezsen, halka zulüm edersen, kafir ve yetim hakkı yersen, özetle Allah'ın yasaklarından sakınmazsan yirmi tırnağım ahirette boynuna çengel olsun"

Ayrıca ustalığı istenilen kalfaya sembolik olarak sanatla ilgili bir-iki tane aletin verilmesinden sonra usta adayı, ustanın ve diğer yaşlıların ellerini öper ve şükranlarını dualara eşlik ederek arz eder. Diğer usta ve kalfalar tarafından, bu terfiyi ve yeni kalfanın aralarına katılışını sembolize eden "peştamal kuşanma" ve Kur'an-ı Kerim'den "ayet" okunmasından sonra "ustalığa kabul ediliş töreni" tamamlanmış olur.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
ALIŞ VERİŞ MERKEZLERİ ÇARŞI VE BEDESTENLERAhi birliklerinde aynı meslekte faaliyet gösteren esnaf ve sanatkarların genellikle bir çarşısı vardı. “Bedestan”, “Arasta” veya “Uzun Çarşı” denilen bu iş yerlerinde aynı meslek kolunda çalışanlar bir arada bulunurlardı. Çarşısı olan esnafın, bazı meslekler hariç, çarşı dışında dükkân açması mümkün değildi.

Çarşılar esnafının ismiyle anılırdı. Örneğin önemli bir Ahi şehri olan Trabzon'da tarihte kunduracı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya "Kunduracılar Çarşısı", bakırcı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya "Bakırcılar Çarşısı", çömlekçi esnafının bulunduğu çarşıya da "Çömlekçiler Çarşısı" adı verilmiştir. Bu isimler bugün bile kullanılmaktadır.

Yalnız şekerci, ekmekçi, berber ve nalbantlara çarşı dışında dükkân açmaya izin verilirdi. Bu şekilde, hem tüketici, istediği ürünü daha çabuk ve de kolaylıkla seçme imkanı buluyor; hem de esnaf, birbirini kontrol edebiliyordu.

Ayrıca çarşılar müşterilere, ürün çeşitlerini görebilme ve seçip alma imkanı tanıdığı gibi, satıcılar arasındaki kalite ve fiyat farkını de izleme şansı veriyordu. Çarşı çatısı altında toplu halde bulunan esnaf ve sanatkarların mesleki ve ahlâki eğitimi kolay oluyor, teknik gelişmeleri daha yakından izleme şansı doğuyordu.

Çarşılarda yer alan esnafın bir arada üretim ve pazarlama yapması, hem kalite kontrolü bakımından hem de satış hizmetlerindeki doğruluk ve dürüstlük bakımından oldukça önem taşımaktaydı. Zira dürüst esnaf, imalatın, belli bir standardın altına düşürülmesine karşı idi.

Her esnafın kendine has bir sancağı ve bir de alemdarı vardı. Genel olarak bu sancak yeşil atlastan olur, üzerine ayetler yazılır, kırmızı beyaz ipekten bir kordonun ucunda da esnafın alameti, amblemi bulunurdu. Nalbantların alameti bir gümüş nal, ayakkabıcıların ise bir çift patikti. Ahilikte bütün sanatların pîri vardı. Ahilerin sanatlarının pirlerinden kendi ustasına kadar olan büyüklerine içten bağlanmaları istenirdi.Meslek pîrleri o sanatı yapmış peygamberler arasından ve ulu kişilerden seçilmişti. Bazı mesleklerin pîrleri şunlardı.

Tüccarların pîri Hz. Muhammed

Çiftçilerin pîri Hz. Adem

Berberlerin pîri Selman-ı Farisi

Debbağların (derici) pîri Ahi Evran

Ahiler yüzyıllar önce kurdukları çarşı sistemini ile günümüzde iş merkezlerinin, büyük marketlerin, süpermarketlerin kuruluşuna öncülük etmişlerdir. Bu kurumlar arasındaki en büyük fark hiç kuşkusuz "Ahilik ahlâkı" olduğu açıktır

Ahiler, kurdukları çarşıların kapılarını birbirinden güzel sözlerle süslüyorlardı.

Denizli Babadağ Çarşısı kapısındaki şu dizeler yer almaktaydı.

Sevgi göster herkese ha!

Selamdan kaçınma sakın.

İnsanları ayırma ha!

Hepsine adil ver hakkın.



Niyetin iyi olsun ha!

Her şeyin gerçeğini söyle.

Hayırlı'dan ayrılma ha!

İyi anlaş herkes ile.



Etrafına dostluk saç ha!

Eser kalır sen gidersin.

İyi belle unutma ha!

Önce hizmet sonra sensin.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
BEDESTENLER

Bedesten kelimesi, bezciler çarşısı anlamına gelir. Çok eskiden değerli kumaşların satıldığı yerlere denilen bezzazistan, zamanla Osmanlı toplumunda bedesten ismini almıştır. Ticari hayatın çekirdeğini oluşturan bu kompleksler, zamanla kıymetli malların (mücevher, porselen, ipekli kumaş, silah vs.) alım-satımına tahsis edilmiştir.

İstanbul’da bu isim adı altında; Cehavir, Sandal ve Galata Bedesteni olmak üzere üç bedesten bulunmaktadır. Evliya Celebi'nin seyahatnamesinde bahsettiği Trabzon'un Çarşı Mahallesi'nde bulunan bedesten Trabzon'un en önemli bir ticaret merkeziydi.

Bedestenlerin bina itibariyle sağlam ve üstü kapalı olması şarttır. Bundan dolayı bedestenler, dış etkilere ve yangınlara karşı korunması amacıyla taştan yapılmıştı.

Bedesten, çarşı olarak hizmet vermeye başladığı zaman içerisine dayanıklı ağaçlardan “dolap” adı verilen yüzlerce küçük dükkân yapılmış ve içleri oyma hücreler, çekmecelerle donatılarak hizmete sunulmuştur. Bu dolapların her biri emniyet sandığı yahut banka kasası gibi hizmet görmekle bedesteni şehrin en zengin binası yapmıştır.

Halk ve çarşı esnafı ağzı mühürlü sandıkları bedestene getirir ve el senedi gibi bir belge alarak gönül huzuru ile evlerine gidermiş. Ama hiçbir vakit kimsenin malı karışmamış ve kaybolmamış. Eğer kasayı açmak gerekirse bir bölükbaşı kasa sahibini kasasının başına götürür, sonra sandıktaki eşyanın gizliliğine riayet etmek üzere yanından uzaklaşır ve hatta ona sırtını dönerek müşterinin rahatça alacağını almasını ve koyacağını koymasını sağlarmış. Her sandık bizzat sahibi tarafından mühürlenir ve bedesten görevlileri bu mühürlerin bozulmamasından sorumlu tutulurmuş.

Bedestene emanet edilip de, uzun zaman alınmamış ve mirasçısı çıkmamış olan eşya ve mallar devlet hazinesine aktarılır, hayır işlerine harcanırdı.
 
Üst Alt