Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Af

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Suç, kusur, kabahat, hata ve günahı bağışlamak, yapılan suçtan dolayı cezalandırmamak, suç işleyeni kınamamak. Suçlu veya maznun hakkındaki infazdan, hukukî uygulamadan vazgeçilmesi anlamında bir İslâm hukuku ıstılahı.
Affetmek, Cenâb-ı Allah'ın sıfatlarından biridir. Allah'u Teâlâ kendisine ortak koşma (şirk) suçu dışında kalan diğer suç ve günahları hesap gününde affedebilir. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın kullarına merhametini ve büyüklüğünü göstermektedir. Günahlarından tevbe eden kulları affetmesi ise daha büyük bir ihtimaldir.
"Ey iman edenler, içten gelerek yapılan bir tevbe ile Allah'a tevbe ediniz. Umulur ki, Rabbiniz günah ve kötülüklerinizi örter..." (Tahrîm, 66/8)
Cenâb-ı Allah bu ayet ile tevbeden sonra affetme ihtimalini göstermiştir. Tevbe ile birlikte günahkâr bir kulun yapması gereken husus Rabb'inden af dilemesidir.
Cenâb-ı Allah'ın günahkâr kullarını affettiği gibi, müminler de birbirlerini affetmesini bilmelidirler. Diğer insanlara karşı kin ve nefret duygusu beslemek mümin kişinin benimseyeceği bir davranış değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke'de kendisine eziyet edenleri, Bedir, Uhud ve Hendek gazvelerinde kendisine karşı savaşıp İslâm'ı yok etmek isteyenleri bile sonradan İslâm'a girince affetmiştir.
Cenâb-ı Hakk: "Güzel söz söylemek ve affetmek, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah Gani'dir, (Hiçbir şeye muhtaç değildir) Halim'dir (Yarattıklarına karsı yumuşak davranandır)" (el-Bakara, 2/263) diye buyurup, affetmenin faziletinden bahsetmektedir. Ayrıca şöyle buyurur:
"(Ey rasulüm) sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillere aldırış etme." (el-A'raf, 7/199)
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de "af" tabiri fazlalık anlamında kullanılmıştır:
"Sana (hayır yolunda) neyi infak (ve tasadduk) edeceklerini sorarlar. De ki: "Affı (yani ihtiyacınızın dışında kalanları) veriniz." (el-Bakara, 2/219)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
"Elinizden geldiği kadar müslümanların cezalarını kaldırmaya çalışınız. Onun için bir çıkış yolu varsa serbest bırakınız. Devlet başkanının afta hata etmesi cezalandırmada hata etmesinden daha iyidir."[1]
İslâm'ın geldiği dönemde Cahiliye devri insanları herhangi bir suç işleyen kimseyi kesinlikle cezalandırma eğiliminde idiler. Af ancak üst düzeydeki kabile şeyhleri ve akrabaları için uygulanırdı. Bunun dışında kalanlar mutlaka cezaya uğratılmakta idiler. Kur'an-ı Kerîm'in şahsi mağduriyetlerde suçluyu affetmeyi tavsiye ettiği[2] görülmektedir.
Ancak günah ve suç işleyenlerin suçları sabit olduğunda ve bunun affedilmesi halinde toplumda kötü örnek olacaksa İslâm devletinin yöneticileri bunu affedemezler. Ancak kısas ve ta'zirlerde cezaların affı genel bir prensip olarak uygulana gelmiştir. Fakat hadlerin tatbikinde affetmek pek câiz görülmemiştir. Kısas ve ta'zirlerde af durumu daha çok mağdur ile suçlu arasında olan bir olay kabul edilmiştir. Mağdur isterse affeder. Bu durumda haksızlığa uğrayan taraf suçluyu affettiğinde onu mükâfatlandırmak Allah'a aittir.[3] Bu affı yapan mümin mağdur olmasına rağmen böyle bir affi yapmasının takvâya daha yakın olduğunu Cenâb-ı Hakk'ın şu mesajlarından bilmektedir:
"Onu bağışlamanız takvâya daha yakındır." (el-Bakara: 3/237)
Böylece affetmek İslâm kardeşliğinin bir gereği olduğu gibi müslümanlar arasında da minnet duygusunun gelişmesine ve müminlerin birbirlerine şükran duygularıyla yaklaşmalarına zemin hazırlayacaktır. Nitekim insanı cezalandırmaya yetkili ve hak sahibi olmasına rağmen af yolunu tercih eden kişi daima toplum tarafından takdirle karşılanmıştır. Bu da İslâm ahlâkının bir tezahürüdür. Suçluyu affetmek asla adâletsizlik değildir. Zira Cenâb-ı Hakk küfür ve şirkin dışında kalan her hata ve günahı dilediği takdirde affedebileceğini ifade buyurmaktadır:
"Allah kendisine ortak koşulmasını mağfiret etmez. Ancak ondan başkasını dilediği kimseler için mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48)
Buna karşılık Allah'a karşı isyan ve İslâmî emirlerin çiğnenmesinde uygulanacak hadlerin kadı tarafından kesin olarak karara bağlanmasıyla devletin affetme yetkisi ortadan kalkar. Ancak delillerin ve suç unsurlarının tesbitinde eksiklik söz konusu olursa devletin cezayı düşürmesi mümkündür. Mağdurun olmadığı ve bir mağdur tarafından açılmamış davalarda ve hadlerin uygulanmasında af kesinlikle mümkün değildir. Hırsızlık ve zina iftirası gibi durumlarda mağdur doğrudan doğruya kendisi af yetkisini kullanarak suçluyu affedebilir. Dava açılmadan önce böyle bir af söz konusu olursa ceza düşer. Böyle durumlarda gerçekleşen af suçun işlenmiş olması halinde sadece dünyevî cezası affedilmiş olur. Ahirette ise hesabı Allah'a aittir. Hırsızlık gibi suçlarda mahkeme bir hüküm vermiş ise mağdur affetse bile infâzın durdurulması söz konusu değildir. Böyle durumlarda ceza uygulanır.
İslâm'da kul hakkının daha çok olduğu kısaslarda cezanın düşmesinin prensip olarak kabul edilmesi davada kul hakkının ağır bastığı zaman mümkündür .
"...Öldüren, ölünün velisi tarafından affedilirse, örfe uymak ve diyeti güzellikle ona ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden size bir kolaylık ve rahmettir..." (el-Bakara, 2/178)
"Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarının affına bir sebeptir. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." (el-Mâide, 5/45) ayetleri mağdurun affetme imkânı ve yetkisinin olduğunu göstermektedir. Bu gibi durumlarda af kul hakkı olduğu için suçluyu mağdur veya velisinin affetmesine ve kısasın uygulanmamasına rağmen devlet suçluyu ta'zir etme hakkına sahiptir. Ancak mağdurun ölmesi halinde onun veli ve yakın akrabaları bu kısasta yetkilerini kullanma hakkına sahiptirler. Mağdurun velisi veya varisleri suçluyu affedebilirler. Ancak böyle bir affın yapılabilmesi için akıl ve bülûğ şart koşulmuştur. Yani affedecek kimsenin âkil ve baliğ olması gerekir. Bazen diyet veya mal karşılığında suçlu affedilebilir. Bu da aslında af olmaktan çok sulh kapsamına girer.
Kamu hakkının söz konusu olduğu ve kamuya karşı işlenmiş bulunan suçlarda devlet affetme yetkisine sahiptir. Kul hakkının çiğnendiği durumlarda ise affetme yetkisi öncelikle mağdurundur. Her iki durumda yani hem kamu hakkının hem kul hakkının birlikte ihlâl edildiği bir suçun işlenmesi halinde ise, bir tarafın affetmesiyle diğer tarafın hakkı düşmez. Affetmeyen taraf cezanın uygulanmasını isteyebilir.[4]
Arapça bir kelime olup, "Bir şeyin eserini gidermek, ortadan kaldırmak" manâsına gelir.[5] Afv kelimesi ile birlikte mütalaa edilmesi gereken bir ıstılâh da "istiğfar"dır. Bunu şu şekilde tarif etmek mümkündür. "Bir kimsenin Allahû Teâla (cc)'dan günahlarının bağışlanmasını istemesine istiğfar denir." Bu kelime ga-fe-re aslından gelir. Bir işi düzeltmek mânâsınadır. Aynı zamanda örtmek, bir nesneyi zarf içerisine koymak mânâlarını da içine alır. Esma-i Hüsna'dan birisi de "Gaffar"dır. Gaffar, "kullarının ayıplarını örtüp, günahlarını ve hatalarını bağışlayan" demektir.
Allahû Teâla (cc)'nın emirlerine aykırı olarak yapılan her iş "günah"tır. Günah kelimesi Farsça'dır. Arapça'da lemen, seyyie, zenb ve kebire günah mânâsındadır. Arapça mütehassısları lemen ve seyyieyi küçük günah, zünûb ve kebair'i büyük günah olarak tarif etmişlerdir. Kur'ân-ı Kerim'de: "Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah)lardan kaçınırsanız, sizin öbür kabahatlerinizi örteriz" (Nisâ: 4/31) buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimede büyük günah kebair, kabahatler de seyyie olarak alınmıştır.[6]
Resûl-i Ekrem (sav)'in "Allahû Teâla (cc) affeden bir kulun, izzetini ve şerefini artırır"[7] buyurduğu bilinmektedir. Mü'minlerin birbirlerine karşı şefkatli olmaları zarûridir "Hukuku'1 ibad" diye isimlendirilen "kul hukuku" ancak karşılıklı rıza ve helâlleşme ile giderilebilir. Ayrıca "Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah (cc)'da, kıyamet gününde onun ayıplarını örter"[8] hadis-i şerifi; mü'minlerin birbirlerini afvetmelerinin lüzümuna işaret etmektedir.
Allahû Teâla (cc)'nın emirlerini, nefsine uymak ve tembellik sebebiyle yerine getiremeyen her insan, "tevbe ve istiğfar" etmek durumundadır. Bunun neticesi, o fiilin tesiri ortadan kalkarsa, afvedilmiş olur. Ancak kat'i olarak bilinemiyeceği için mü'minler "ümid" ile "korku" arasında yaşamaya gayret ederler.
Müslüman, Allahû Teâla (cc)'nın emirlerine teslim olan mânâsınadır. Allahû Teâla (cc)'nın dininin düşmanlarını kendine dost bilmez ve onlardan afv dilemez. Bilhassa küfür ahkâmının galip olduğu beldelerde, bu hususa azami dikkat gerekir.[9]
‘Afv’ Türkçedeki affetmenin karşılığıdır. ‘Afv’ sözlükte, yok etmek, silip-süpürmek, bir şeyi elde etmeye yönelik niyet, fazlalık, artıp çoğalma gibi anlamlara gelir.
Çirkin bir şeyi veya kötülüğü görmezden gelme, yapılan bir suçtan dolayı suçluyu cezalandırmama, ceza uygulamasından vaz geçme demektir.
Şu âyette sözlük anlamı olarak ‘fazlalık’ manasında geçmektedir: “…Ve sana neyi infak edeceklerini (harcayacaklarını) soruyorlar. De ki: Afv’ı, yani ihtiyaçtan arta kalan fazlalığı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.” (2 Bekara/219)
A’raf Sûresi 199. âyette ‘afv’ bağışlama, affetme anlamında gelmektedir. ‘Afv’ bunun dışında otuzbeş kadar âyette türevleriyle birlikte yer almaktadır.
‘Afv’, Allah’ın ilâhlık özelliklerindendir. Allah’ın en güzel isimlerinden (Esma-i Hüsna’dan) biri de ‘Afüvv’dür. Bunun anlamı ‘çok çok bağışlayan, affeden’ demektir.
Bu isim dört âyette ‘Ğâfur-bağışlayıcı’ ismiyle beraber geçmektedir. ‘Ğâfur’ da bağışlayan, örten demektir. Ancak ‘Afüvv’ ismi ‘Ğâfur’a göre biraz daha geneldir. Çünkü Ğâfur, günahı örten demektir. Silip-süpürmenin örtmekten daha iyi olduğu açıktır.
“Umulur ki Allah bunları affeder. Allah Afüvv’dür (affedicidir), Ğâfur’dur (bağışlayıcıdır).” (Nisa: 4/99)[10]
Bir âyette bu isim ‘Kadir’ ismiyle beraber kullanılıyor. Bu âyet, Allah’ın günah işleyenleri cezalandırmaya güç yetirebildiği halde, onlara ceza vermeyip bağışlayabildiğini ifade ediyor.[11]
Allah (cc) sonsuz bağışlayıcı ve affedicidir. O’nun bu bağışlayıcılığı öncelikli olarak diní emirleri ve yasakları (teklifleri) hafifletmede görülür.[12]
Rabbimiz, kul olarak yarattığı insanın günah işleyeceğini, hata ve isyan edeceğini, hatta inkârcı olup küfre düşeceğini biliyordu. Buna rağmen ona günah işleme ya da ibadet etme özelliğini verdi.[13] Yani insanın iradesini kendi eline vermiştir. Ancak onu başıboş ta bırakmamıştır. Bütün insanlara ‘tağuta kulluk yapmayın, Allah’a ibadet edin’ diye davet yapması için elçiler (peygamberler) göndermiştir.[14] Elçilerin davetine uymayıp, Allah’ın gönderdiği âyetlere sırtını dönenler azgınlık, sapıklık ve isyan içinde kalırlar. Peygamberlere iman edip müslüman olanlar da zaman zaman hata edebilir, günah işleyebilirler. İşte kim bu şekilde hataya düştükten sonra, hatasından vazgeçer ve Allah’a tevbe ederse Allah (cc) onu affedebilir. İnkârcı iken mü’min, isyancı iken itaatkâr, günahkâr iken takva sahibi olanı (korkup-korunanı) affedilebilir. Afv yetkisi Rabbimizin elindedir. Dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır.
Eğer Rabbimiz bütün isyanlara ve günahlara ceza verseydi, hiç affetmeseydi şüphesiz yeryüzünde kimse kalmazdı.[15] İnsanların yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat (çarpıklıklar, bozulma) meydana gelir.[16] Bazı insanlar veya topluluklar daha dünyada iken cezalandırılır. Ancak bütün bunlar, insanların ürettikleri kötülüklerden Allah’ın affının dışında kalan fazlalıklardır. Allah (cc) kullarını sürekli affediyor. Ancak bazılarının ceza alması da kâinat düzeni ve ibadetin değerinin bilinmesi açısından Allah’ın adaletinin gereğidir.
“Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazanmakta olduğu dolaysıyledir. (Allah,) çoğunu da affeder.” (Şûra: 42/30)[17]
Allah (cc) Uhud savaşında Peygamberin sözünü dinlemeyenleri[18], hacc ibadetinde daha önceden yapılan hataları[19], buzağıyı tanrı edinip sonra tevbe eden İsrailoğullarını[20], affettiğini bildiriyor.
Kötülükleri bağışlayıp affedenler[21], güçsüz ve zayıf olduğu için Allah yolunda hicret veya cihad edemeyen müstez’aflar[22], Allah’a şirk koşmaksızın başka günah işleyenler[23] Allah (cc)ı affedici olarak bulurlar.[24]
İslâma göre bir kötülüğün cezası-karşılığı yine onun kadarıdır. Fazlaya kaçmak helâl değildir. Ancak hak sahibi bu hakkını bağışlarsa, bu bir fazilettir. Kur’an bağışlamayı tavsiye ediyor. Bir yanağına vurana öbürünü çevirmek olmadığı gibi intikam peşine düşmek te yoktur. Haksızlığa uğrayan, hakkını kullanmaz sabreder ve bağışlarsa bu güzeldir.[25]

 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Kur’an, mü’minlerin affedici olmalarını da tavsiye ediyor. Affedenleri Allah’ın seveceğini haber veriyor.[26]
Kur’an, Peygamberimize de affedici olmasını öğütlüyor.
“…Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlama dile ve iş konusunda onlarla müşavere et (danış)…” (Âli İmran: 3/159)
“Sen affı tercih et, ma’rufu (iyiliği) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf: 7/199)
Peygamberimiz tebliğinde son derece başarılı idi. Çünkü O, güzel ahlâk sahibiydi. Anlattığı şeyleri yaşıyordu ve insanlara en güzel örnek oluyordu. İntikamcı değildi. Bağışlayıcı ve affedici idi. Bu özellik Allah’ın kullarına bir rahmetidir. Allah (cc) bu rahmetinden kullarına da vermiştir. Hz. Muhammed (sav) ise rahmet peygamberi idi. Affın ve bağışlamanın en güzel uygulayıcısı olması gerekirdi.
O’nun yumuşak huyluluğu, tatlı sözü, merhametli bir kalbe sahip oluşu, hata yapanları affetmesi, ceza vermekten kaçınması, kendisine büyük kötülük yapanları bağışlaması, insanları etkiliyordu. O’nun insan eğitimindeki en güzel metodlarından biri, af ve bağışlamadır. Şöyle buyuruyor:
“Allah (cc) mutlaka kötülüğü affeden kişiyi aziz (güçlü ve yüce) kılar.”[27]
Hz. Enes (ra) anlatıyor:
“Allah’ın Rasûlünü, kendisine her ne zaman kısas olan bir dava getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.”[28]
Kur’an mü’minlerin özelliklerini sayarken onların affedici ve öfkelendikleri zaman kızgınlıklarını yenen kimseler olarak tanıtıyor.[29] Afv ahlâkı, şüphesiz ki takva’ya (Allah’tan korku-sakınma’ya) daha yakındır. Bu tutum, olgun müslümanların belirgin özelliğidir.[30]
Olgun mü’minlerin bir özelliği de ‘ihsan sahibi’, (yani sürekli iyilik etmek ve güzel davranışlar yapan) olmalarıdır. Afv ahlâkı da bunun bir parçasıdır. Mü’minler bu güzel davranışları sürdürürlerse, yani ihsan eder, sabır gösterir ve affedici olurlarsa; düşmanlıklar dostluğa; kargaşalar, kavgalar, kaoslar barışa dönüşebilir.[31]
Mü’minler şöyle dua ederler:
“….Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla. Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı da bize yardım et.” (Bakara: 2/286)[32]
[1] Ahmed b. Hanbel, 5/160.

[2] Ali İmrân, 3/124; Mâide, 5/13.

[3] eş-Şûra, 42/40.

[4] Ahmed Ağırakça, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/48-49.

[5] İbn-i Manzur, Lisanu'l Arab, Cevherî, es-Sıhah ve el-Müncid.

[6] İbn-i Kesir, Tefsiru'l Kur'ânil Azim, Beyrut, 1969. D. Ma'rife Yay. c. I, sh. 481.

[7] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. II, sh. 386.

[8] Sünen-i İbni Mace, İst.1401, c. II, sh. 850, Hd.No: 2547.

[9] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılap Yayınları: 35-36.

[10] Ayrıca bak. Hacc: 22/60. Mücadile: 58/2. Nisa: 4/43.

[11] Nisa: 4/149.

[12] Bakara: 2/187. Nisa: 4/43. Maide: 5/101.

[13] Şems: 91/7-10.

[14] Nahl: 16/36.

[15] Fatır: 35/45.

[16] Rûm: 30/41.

[17] Ayrıca bak. Şûra: 42/34, 40.

[18] Âli İmran: 3/152, 153.

[19] Maide: 5/95.

[20] Bakara: 2/52. Nisa: 4/153.

[21] Nisa: 4/149. Teğabün: 64/14.

[22] Nisa: 4/99.

[23] Nisa: 4/48.

[24] Nahl: 16/126.

[25] Bakara: 2/178.

[26] Nûr: 24/22. Bakara: 2/178, 237.

[27] A. b. Hanbel, 2/235, 238. nak. TDV. İsl. Ans. 1/394.

[28] Ebu Davud, Diyat: 3, Hadis no: 4497, 4/169. Nesâí, Kasâme: 27, 8/33.

[29] Âli İmran: 3/134.

[30] Bakara: 2/237.

[31] Fussilet: 41/33-34.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Af; Anlam ve Mâhiyeti

Af; Anlam ve Mâhiyeti

Af kelimesinin aslı “afv”’dır. ‘Afv’ Türkçe’deki affetmenin karşılığıdır. ‘Afv’ sözlükte, yok etmek, silip-süpürmek, bir şeyi elde etmeye yönelik niyet, fazlalık, artıp çoğalma gibi anlamlara gelir. Istılah (terim) anlamı: Çirkin bir şeyi veya kötülüğü görmezden gelme, yapılan bir suçtan dolayı suçluyu cezalandırmama, ceza uygulamasından vazgeçmektir.
Bazı insanlar vardır ki, hatasız olmak peşindedirler. Toplam kalite kavramı içinde olayı düşündüğümüzde ve tüm günah ve yanlışlardan kaçmaya çalışmanın faziletini değerlendirdiğimizde bu, iyi bir tavır olarak görülebilir. Ancak, insan olduğu halde hatasız olmak mümkün değildir. O yüzden “insan beşer, şaşar” denir. Hata yapmayanın sadece Allah olduğu vurgulanır ve yargıya varılır: “Hatasız insan olmaz.” Hata edip tevbe etmek, insanın şanından; affetmek de Allah'ın şânındandır. Allah'ın afüvv, ğafûr, rahîm, tevvâb gibi nice isimleri, hata yapılmamış olsa tecelli etmeyecektir. İnsanın fıtratına da takvâ da fücur da ilham edilmiştir.[1] Hata yapmak, insan olmanın kaçınılmaz bir yansımasıdır.
"Eğer siz, hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah işleyip hemen arkasından tevbe eden bir kavim yaratırdı."[2]
Bazıları, kendilerini ellerinden geldiğince kusursuz bir insan gibi göstermeye ve görmeye çalışırlar. Çünkü hata yaptıklarını kabul ettiklerinde küçük düşeceklerinden korkmaktadırlar. Onlara göre ideal insan, kendisine hiçbir hata kondurmayan insandır.
Oysa, sözünü ettiğimiz bu “hatasızlık” arayışı, bir bâtıl inançtan başka bir şey değildir. Nitekim Kur’an, bizlere böyle bir mü’min modeli göstermez. Çünkü böyle bir model mümkün değildir zaten; İnsan, Allah karşısındaki âcizliğinin bir sonucu olarak, hayatı boyunca hatalar yapmaya, günah işlemeye mahkûmdur. Elbette ki elinden geldiğince bunlardan kaçınmalı, Allah’ın dinini uygulama konusunda hata işlememeye ve günaha girmemeye gayret göstermelidir. Ancak, Allah’ın âciz bir kulu olduğu için, hatadan kaçınmayı dahi tümüyle başaramaz.
Bu nedenle, Kur’an, yeryüzündeki her insanın Allah'a karşı hatalı ve günahkâr olduğunu haber verir:
“Eğer Allah yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirlenmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Zira Allah, kullarını görmekte (gözetlemekte)dir.” (Fâtır: 35/45)
Bu ilâhî hüküm gereği, Allah’ın mü’minden beklediği tavır, hatasızlık ya da günahsızlık değildir. Mü’minden beklenen, işlediği tüm hata ve günahlar için sürekli Allah’tan af dileyip bağışlanma istemesidir. İnkâr edenler ile mü’minleri birbirinden ayıran en önemli vasıflardan biri de budur: İnkârcı kâfirler, kendilerini hatasız ve günahsız saymaya çalışırlar. Oysa mü’minin böyle bir iddiası yoktur. Elbette mü'min, Allah'a karşı hiçbir günah işlememek için büyük bir çaba gösterir. Ancak insan, doğası gereği, kimi zaman geçici olarak nefsine uyup günaha girebilir. Allah’ın hükümlerini uygulamakta gevşeklik göstermek gibi bir gaflete düşebilir. Ama sonuçta tüm bunlardan pişman olup Allah'a yönelmesi ve O’ndan af/bağışlanma dilemesi önemlidir.
Kur’an’a baktığımızda Allah’tan bağışlanma dilemenin doğal ve daimî bir mü’min vasfı olduğunu görürüz. Bu durum da yine bizlere mü’minlerin hiçbir zaman kendilerini günahtan ârî/soyutlanmış görmediklerini, aksine kusur ve eksikleri için sürekli O’nun rahmetine sığındıklarını göstermektedir.[3] Kur’an’ın bize gösterdiği, Allah’tan bağışlanma dilemenin bir mü’minin sürekli yaptığı bir ibadet oluşudur. İnsan, bilerek ya da bilmeyerek yaptığı tüm günahlar için Allah’tan sabah akşam bağışlanma dileyebilir/dilemelidir.[4]
[1] Şems: 91/8.

[2] Müslim; S. Müslim bi şerhi'n Nevevî, 17/65.

[3] Tevbe: 9/112.

[4] Cavit Yalçın, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 158-159. Ahmet Kalkan Kur’an Kavram Tefsiri.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hadis-i Şeriflerde Af Kavramı

Hadis-i Şeriflerde Af Kavramı

Ebûzer diyor ki, Allah’ın Rasulu (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur) deyip bu iman ve ikrar ile ölen hiçbir kul yoktur ki cennete girmesin!”
“Yâ Rasulallah, dedim, zina ve hırsızlık etse de mi?”
“Zina ve hırsızlık etse de” buyurdu. Ben aynı soruyu 3 defa tekrarladım, O da aynı cevabı üç kez tekrarladı. Dördüncüsünde:
“Ebûzer’in burnu toprağa sürülse de (yani Ebûzer hoşlanmasa da bu böyledir).” dedi.[1]
“Yüce Allah buyuruyor ki: ‘Ey kulum, sen Bana (hakkıyla) kulluk etmedin, ama Benden umdun, istedin. Ben de sende olanları bağışladım. Ey kulum, dünya kadar günahla gelsen, Bana şirk/ortak koşmamışsan, Ben de seni dünya kadar mağfiretle karşılarım.”[2]
“Yüce Allah buyuruyor ki: ‘Ben kulumun, benim hakkımdaki zannı üzereyim. Kulum Beni nerede zikreder/anarsa Ben oradayım. Bana bir karış yaklaşana Ben bir kulaç yaklaşırım. Bana bir kulaç yaklaşana Ben iki kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene Ben koşarak giderim.”[3]
“Allah’ım! Sen affedicisin, Kerimsin. Affetmeyi seversin. Beni affet!”[4]
"Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da, kıyamet gününde onun ayıplarını örter." [5]
“Sadaka hiçbir zaman malı eksiltmez. Allah, kişinin affetmesi sebebiyle ancak şerefini arttırır. Allah için alçak gönüllü davranan kimseyi Allah mutlaka yükseltir.”[6]
“Allah (c.c.), kötülüğü affeden kişiyi mutlaka aziz (güçlü ve yüce) kılar.”[7]
"Pehlivan, meydanda başkalarını yenen değil; gazaplı ânında nefsine hâkim olandır."[8]
"Bir kimse, kendisine vermeyene vermedikçe, şahsî haksızlığı affetmedikçe fazîlet sahibi olamaz."[9]
“Kul, kendisiyle münâsebeti kesen akrabalarına sıla-yı rahim yapmadıkça, kendisine zulmedeni affetmedikçe ve kendisine vermeyene vermedikçe fazilet sahibi bir kimse olamaz.”[10]
"Size iyilik yapanlara karşılık iyilik yapmak, kötülük yapanlara da kötülük yapmak yükseklik değildir. Asıl yükseklik, size zulmedenlere, kötülük yapanlara karşı da kötülük etmeyip iyilikte bulunmaktır."[11]
“Elinizden geldiği kadar müslümanların cezalarını kaldırmaya çalışınız. Onun için bir çıkış yolu varsa serbest bırakınız. Devlet başkanının afta hata etmesi, cezalandırmada hata etmesinden daha iyidir.”[12]

[1] Buhâri, Libâs 24; Müslim, İman 40, hadis no: 154.

[2] Müsned, Ahmed b. Hanbel, 5/154.

[3] Müslim, Tevbe 1, hadis no: 1.

[4] Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. C. 6, s. 314.

[5] İbn Mâce, c. 2, s. 850, hadis no: 2547.

[6] Tirmizî, Birr 81; İmam Mâlik, Muvattâ, Sadaka 12.

[7] Müsned, Ahmed b. Hanbel, 2/235, 238.

[8] Müslim, Birr 106.

[9] Mefâtihu'l Gayb, Fahreddin Râzi, IX/8.

[10] Mefâtihu’l Gayb, T. Kebir, c. 7, s. 73;Benzeri için bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/148.

[11] Tirmizî, Birr 10.

[12] Müsned, Ahmed b. Hanbel, 5/160. Ahmet Kalkan Kur’an Kavram Tefsiri.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Peygamberimiz’in Af ve Müsâmahası

Peygamberimiz’in Af ve Müsâmahası

Kur’an, Peygamberimize de affedici olmasını öğütlemektedir:
“Sen affı tercih et, ma’rûfu (iyiliği) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf: 7/199).
“Allah’ın rahmeti sebebiyle sen, onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlarla müşâvere et (onlara danış). Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever.” (Âl-i İmrân: 3/159)
Peygamberimiz’in acımasını, şefkatini, kibarlık ve nezâketini özetleyen bu âyet, kabalık ve katılığın, insanda dâvete karşı tepki ve ürküntü uyandıracağını; insanları iteceğini belirtmekte; insanların hatadan tamamen uzak olamayacağına da işaret ederek kusuru olanları affetmesini, mü’minlere hoşgörülü olmasını Elçi’ye emretmektedir. Hakk’a çağrı görevini üstlenenlerin, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i örnek alarak daima yumuşak huylu, hoşgörülü olmaları, kabalık ve katılıktan kaçınmaları gerekir. Enes (r.a.) diyor ki: “Ben Hz. Peygamber’e on yıl hizmet ettim. Ne beni dövdü, ne yaptığım bir dünya işi için ‘neden böyle yaptın?’ veya yapmadığım (ihmal ettiğim) bir dünya işi için ‘neden yapmadın?’ dedi.[1]
Hz. Âişe (r.a.) annemiz anlatıyor: Peygamber (s.a.s.)’e
“Uhud gününden sana daha şiddetli gelen bir gün ile karşılaştın mı?” dedim. O da:
“Evet, Akabe gününde senin kavminle ilgili olarak karşılaşmış olduğum hal, daha şiddetli ve vahimdi. Kendimi Abdi Yaley b. Abdi Kelâl’e tanıttım. İstediğim şeyi onaylamadılar. Yüzüm keder dolu olarak yanlarından ayrıldım. Biraz uzaklaşmış, Seâlib’in yakınlarına varmıştım. Başımı kaldırdığımda bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Cibril oradaydı. Bana seslenerek şöyle dedi: ‘Muhakkak ki Allah, kavminin sana dediklerini ve seni reddedişlerini işitti. Sana 'dağların meleğini gönderdik, onlara dilediğini yapasın' dedi. Bu esnada dağların meleği bana seslenerek şöyle dedi: ‘Ey Muhammed! Allah kavminin söylediklerini işitti. Ben de dağlar meleğiyim, Rabbim beni emrine verdi ki dilediğin şeyleri bana emredesin; dilersen şu iki dağı başlarına geçireyim.’ Ben de şöyle dedim: ‘Bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan temenni ederim.”[2]
Benû Hanife reislerinden Sümâme bin Usâl kendisinin de itiraf ettiği gibi öldürülmeyi hak eden suçlar işlemiş azılı bir İslâm düşmanı idi. Bir müfreze onu yakalayıp Medine’ye getirdiği zaman Hz. Peygamber, Sümâme’nin Mescid’de bir direğe bağlanmasını ve kendisine iyi muâmelede bulunulmasını ashâbına emretti. Namaza giriş çıkışlarında da bizzat kendisi onunla ilgileniyor ve iman teklif ediyor, fakat Sümâme kabul etmiyordu. Üç gün sonra Hz. Peygamber, hiçbir karşılık almaksızın onu affederek serbest bıraktığı zaman Sümâme, o kadar hayret etmiş ve hislenmişti ki şehir çıkışında rastladığı ilk pınarda abdest alarak Rasulullah’ın huzuruna döndü. Kelime-i şehâdetten sonra o, şöyle diyordu:
“Şimdiye kadar Sen, benim nazarımda dünyanın en nefret edilecek adamı idin. Şimdi ise ben, her şeyden çok Sana hayranım.” Rasulullah’tan gördüğü af, Sümâme’ye öylesine tesir etmişti ki memleketine dönüşünde umre için uğradığı Mekke’de müslüman olduğunu ilandan çekinmedi ve Hz. Peygamber’den izin almadıkları müddetçe Mekke’lilere Yemâme’den zırnık hububat göndermeyeceğini belirtti.[3]
Rasul-i Ekrem’e dağların meleği boyun eğdirilmiş ve Hz. Peygamber, bir sözüyle dilemiş olduğu şeyi yaptıracaktır. Bu olağanüstü kudrete rağmen onları affederek hidayete ermelerini istemektedir. Bu durum, nefsin fısıldadığı intikam sevgisinin hepsinden, itibarın iâde edilmesinden daha hayırlı olarak; “bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan istiyorum.” meşhur sözünü söylemekte ve isteğini dile getirmektedir.
Rasulullah’ın davranışlarında bağışlamak, ana unsurdur. Medine’ye zehirli bir kılıçla Rasulullah’ı öldürmeye gelen Umeyr bin Vehb el-Cumahi’ye misilleme yapmaya muktedir olduğu halde affetmiştir. Yine, Beni Hanife’nin reisi Sumame bin Âsal, Peygamberimiz’i öldürmek için plan kurar. Yakalandığı zaman onu yine affetmiştir. Allah Rasulü, kendisine insanların en sevgilisi olan Hz. Hamza (r.a.)’yı öldüreni affetmiş ve “yüzünü benden uzaklaştırın” demekten daha fazla ileri gitmemiştir. Kendisini hicveden şâirleri de affetmiştir. Elbette bağışlamak, asil bir özelliktir. Ama bu davranış, güçlü olanlarda nâdir bulunan bir uygulamadır.
Mekke fethinde Rasulullah’ın yaptığı ilk iş, Kâbe’yi putlardan temizlemek olmuştu. Namaz vakti gelip de Hz. Bilâl, Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumaya başladığı zaman, bazı diğer Mekke’liler gibi Attâb bin Esîd de hiddetle homurdanıyordu: “Allah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayalığı görmüyor.” Namazı müteakip yaptıkları bunca eziyet ve savaşlardan başları yere eğik hemşehrilerine Hz. Peygamber:
“Bugün, siz, muâheze edilecek değilsiniz. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” dediği zaman kalabalık, heyecan, sevinç, aşk ve bağlılıkla coşuyor, biraz önce hiddetinden patlayan Attâb, herkesten evvel atılarak imanını haykırıyordu. Artık o, öylesine İslâm’a bağlı idi ki, Mekke’den ayrılırken Hz. Peygamber, onu Mekke valiliğine lâyık görüyordu.[4]
Siyerinden ve hadis-i şeriflerinden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz, affetmekle başka bir şey değil; sadece insanların hidâyete ermesini amaçlamaktadır. Bu da genellikle tahakkuk etmiştir. Buna rağmen, Rasulullah her önüne geleni affetmemiştir. O’nun ahlâkı Kur’an idi; Kur’an’da affedilmesi yasaklanan zâlim ve tâğutları elbette affetmesi beklenemezdi. Rasulullah (s.a.s.) kötülüğü iyilikle gideriyordu; Çünkü Kur’an öyle tavsiye ediyordu:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.” (Fussılet: 41/34)
Allah, peygamberini birçok af mesajı taşıyan Kur’an kıssalarıyla terbiye etmiştir. Elbette bu kıssalar ve nebevî özellikler, bizler için de uyulması gereken prensiplerdir. Rasul-i Ekrem, Kur’an kanalıyla peygamberleri tanımakta, onların kendi kavimlerinin beyinsizliklerine ve işkencelerine karşı halkını nasıl affettiklerini görmektedir. Hz. Yusuf, kendisine kin tutan, komplo düzenleyerek kuyuya atan, peygamber oğlunun köle olarak satılmasına sebep olan kardeşlerini affeder. Bundan sonra kadınların desiseleriyle karşı karşıya kalır, sonra zindana atılır. Bütün bunlardan sonra, eline fırsat geçip onlardan intikam almaya güç yetirince şöyle der:
“Bugün size karşı sorgulama, kınama yok; Allah sizi affetsin. Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf: 12/92).
Elbette Rasulullah, bu hâdiseden, sadece akrabalarını affetmeyi değil; bilakis kanını helal gören, öldürmek için komplo düzenleyen, kovan ve işkence eden kavminin hepsini affetmeyi öğrenir. Onları, Mekke’nin fethi gününde güçlü olduğu halde, affetmenin hidâyetlerine bir tesiri olur umuduyla affeder. Öyle de olmuş, affetme, neticesini de vermiştir.[5]
Peygamberimiz dâvet ve tebliğinde son derece başarılı idi. Çünkü O, güzel ahlâk sahibiydi. Anlattığı şeyleri yaşıyordu ve insanlara en güzel örnek oluyordu. İntikamcı değildi. Bağışlayıcı ve affedici idi. Bu özellik Allah’ın kullarına bir rahmetidir. Allah (c.c.) bu rahmetinden kullarına da vermiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.), rahmet peygamberi idi. Affın ve bağışlamanın en güzel uygulayıcısı olması gerekirdi ve öyle oldu.
O’nun yumuşak huyluluğu, tatlı sözü, merhametli bir kalbe sahip oluşu, hata yapanları affetmesi, ceza vermekten kaçınması, kendisine karşı büyük kötülük yapanları bağışlaması insanları etkiliyordu. O’nun insan eğitimindeki en güzel metodlarından biri, af ve bağışlamadır. Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Allah’ın Rasûlünü, kendisine her ne zaman kısas olan bir dâvâ getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.”[6] Kendisi affı sevdiği gibi, ümmetine de affı tavsiye ediyordu. O, bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Allah (c.c.), kötülüğü affeden kişiyi mutlaka aziz (güçlü ve yüce) kılar.”[7]

[1] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 1, s. 167.

[2] Buhâri, VI/224; Müslim, hadis no: 1795.

[3] Buhâri, Meğâzi, 70; Müslim, Cihad 59; Ebû Dâvud, Cihad 119.

[4] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/172; Bidâye, IV, 301.

[5] Abdülhamid Bilâlî, Peygamber’in Yaşantısından Eğitici Dersler, s. 40-43.

[6] Ebû Dâvud, Diyât 3, Hadis no: 4497, 4/169; Nesâi, Kasâme 27, 8/33.

[7] A. b. Hanbel, 2/235, 238. Ahmet Kalkan Kur’an Kavram Tefsiri.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İnsanın, Kendine Yapılanları Affetmesi

İnsanın, Kendine Yapılanları Affetmesi

İnsanları affetmek, güzel ahlâk sahibi mü’minlere yakışan bir tavırdır. Kur’an, mü’minlerin affedici olmalarını tavsiye eder. Kur’an, affedenleri Allah’ın sevdiğini haber verir.[1] İslâm’a göre bir kötülüğün cezası/karşılığı yine onun kadarıdır. Fazlaya kaçmak helâl değildir. Ancak hak sahibi bu hakkını bağışlarsa, bu bir fazilettir. Kur’an bağışlamayı tavsiye etmektedir. İslâm hukukunda, bir yanağına tokat vurana öbürünü çevirmek (zulme râzı olmak) hoş görülmediği gibi, intikam peşine düşmek de tavsiye edilmez. Haksızlığa uğrayan, hakkını kullanmaz da sabreder ve bağışlarsa bu güzeldir.[2]
Kur’an mü’minlerin özelliklerini sayarken, onları, affedici ve öfkelendikleri zaman kızgınlıklarını yenen kimseler olarak tanıtmaktadır.[3] Af ahlâkı, şüphesiz ki takva’ya (Allah’tan korkup sakınmaya) daha yakındır. Bu tutum, olgun müslümanların belirgin özelliğidir.[4] Olgun mü’minlerin bir özelliği de muhsin/ihsân sahibi, yani sürekli iyilik eden ve güzel davranış sergileyen kimse olmalarıdır; Af ahlâkı da bunun bir parçasıdır. Mü’minler bu güzel davranışları sürdürürlerse, yani ihsân eder, sabır gösterir ve affedici olurlarsa; düşmanlıklar dostluğa; kargaşalar, kavgalar, kaoslar barışa dönüşebilir.[5]
Aslında ideal olan şey, kişinin hata etmemesidir. Fakat, peygamberler hariç, herkes hata edebilir/eder. Peygamberler bile zelle denilen küçük hatalardan uzak değillerdir; çünkü onlar da bizim gibi bir beşer/insandır. İnsanlar hata etmede eşittir. İnsanlar arasında bu konuda fark, hatanın çeşidi ve oranıdır. Her insanın bazı zaaf noktaları vardır ve genellikle insan, hatayı o zayıf noktalarında işler. Hata ettiğimizde kendimizi daha çabuk ve kolay affederiz ve kendimize bu konuda anlayış gösterilmesini bekleriz. Kendimize gösterdiğimiz bu anlayışı, diğer insanlara da göstermek zorundayız. Mü'min, kendisi için istediği şeyi, başka mü'min kardeşi için de istemek zorundadır.[6]

[1] Nûr: 24/22; Bakara: 2/178, 237.

[2] Bakara: 2/178.

[3] Âl-i İmrân: 3/134.

[4] Bakara: 2/237.

[5] Fussilet: 41/33-34.

[6] Ahmet Kalkan Kur’an Kavram Tefsiri.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Af İle İlgili Veciz Sözler

Af İle İlgili Veciz Sözler

"Kerim odur ki mücâzâtı afv ede hasma,
Felek müsaade-i intikam verdikçe."

"Afv eyleyelim ki belki bilmez;
Bir sürçen atın başı kesilmez."

"Affetmek, zaferin zekâtıdır."

"Affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır."

"Af, insanlık dilinin en tatlı kelimesidir."

"Suçludan öç almak, adalet; onu bağışlamaksa fazilettir."

"İnsan sevdiği müddetçe affeder."

"Affın en güzeli, hasmını ezmeğe güçlü iken yapılanıdır."

"Başkalarını sık sık affet, kendini asla!"

"Aptalı, sık sık bağışlamak onu ahlâksız yapar."

"Affetmek, güçlüyü daha güçlü yapar."

"Şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affedin; Ama dininize ve milletinize kötülük eden bir kimseyi asla affetmeyin."

"Zâlimleri bağışlamak, yoksullara cefâdır."

"Affetmenin ne olduğunu yalnız cesurlar bilir; yüreksizlerin tabiatında af diye bir şey yoktur."

"Affedebilirim, fakat unutmam' demek, 'affetmeyeceğim' demenin başka bir şeklidir."

"İyi geçinme, iki kimsenin kusursuz olmalarıyla değil; karşılıklı birbirinin kusurlarını hoş görmekle olur."

"Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur."

"Mâzeret, iyi insanların katında kabul görür."
Allah’ım! Sana, Kur’an’da öğrettiğin gibi duâ ediyoruz:

“Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla. Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı da bize yardım et.”
(Bakara: 2/286).[1]


[1] Ahmet Kalkan Kur’an Kavram Tefsiri.
 
Üst Alt