Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
İsfehan'da yetişen evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarından. Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî'nin üç
büyük talebesinden biridir. İsmi, Abdullah bin Şemseddîn Muhammed bin Eymen en-Nûrî
el-İsfehânî el-İsfehbezî, künyesi Ebû Muhammed'dir. Lakabı Kutbüddîn ve Necmeddîn'dir.
Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. Vefât
târihinde de kaynaklarda değişik rivâyetler bulunmaktadır. Nefehât-ül-Üns'te 1321 (H.721)
olarak bildirilen bu vefât târihi Keşf-üz-zünûn'da 1361 (H.763) olarak bildirilmektedir. İlim
öğrenmek için Şam'a ve başka yerlere gidip oralarda bulunan âlimlerden ilim öğrendi.
Kendisinden de birçok kimse istifâde etti.
Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, Acem beldesinde ders okutan bir âlimin kendisine Mısır'a
gitmesini, orada zamânın kutbu olan büyük âlim ile görüşmesini söylemesi üzerine yola
ştü. Giderken yolda kendisini câsus zannederek yakalayıp bağladılar ve hapsettiler. Bundan
sonrasını kendisi şöyle anlatmıştır:
Beni hapsedip yalnız bıraktıkları zaman, nûr yüzlü bir mübârek zât havadan yürüyerek geldi.
Yanımda durdu. Beni çözdü ve; "Gel ey Abdullah! Senin matlûbun, aradığın, istediğin kimse
benim." dedi ve gözden kayboldu. Fakat, ben o zâtın kim olduğunu bilemedim. Dışarı çıkıp
oradan uzaklaştım. Mısır'a ulaştığımda, aradığım zâtın kim olduğunu ve nerede bulunduğunu
bilmiyordum. Aradan bir müddet geçti. Birlikte kaldığımız dervişler; "Bulunduğumuz
beldeye Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî hazretleri gelmiş. Haydi gelin, kendisini ziyâret edelim,
sohbetinde bulunalım." dediler. Gittik. Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî hazretlerini gördüğümde, yolda
beni zindandan kurtaran zât olduğunu anladım. Bundan sonra kendisine bağlandım. Vefâtına
kadar sohbetinde ve hizmetinde bulundum.
Abdullah-ı İsfehânî, hocası Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin sohbet ve hizmeti ile
şereflenerek, tasavvufta yetişti. Evliyâlık yolunda çok üstün derecelere, anlaşılamıyan
yüksekliklere kavuştu.
Hocasının vefâtından sonra oralarda duramayıp, Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı.
Yolda, hocasının hocası olan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerinin kabrini ziyâret etti. Bu esnâda
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri kabrinden seslenerek; "Mekke-i mükerremeye git! Orada
otur!" buyurdu. Bu emir üzerine Mekke-i mükerremeye varıp, Harem-i şerîfin etrâfına
ulaştığında, gizliden bir sesin kendisine hitâb ettiğini duydu. O ses; "Öyle bir beldeye geldin
ki, o belde, hayırlı bir beldedir. Fakat bu beldede bulunanlar bu beldenin kıymetini
bilemiyorlar." diyordu.
Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, vefâtına kadar orada ikâmet etti. Vefâtında Fudayl bin Iyâd
hazretlerinin yakınına defn olundu.
Evliyâdan bir zât şöyle anlatmıştır:
Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye gittim. Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret
ettim. Herkes Abdullah-ı İsfehânî'nin Mekke'den ayrılmadığını, orada bulunduğunu
söylüyorlardı. Ben ise; "O büyük zâtın Resûlullah efendimizi ziyârete gelmemesi mümkün
değildir." diye düşündüm. Bu düşünceler içinde yoluma devâm ediyordum. Bir ara başımı
yukarıya kaldırmıştım. Bir de ne göreyim. Abdullah-ı İsfehânî havada yürüyor. Resûlullah
efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret için Medîne-i münevvereye geliyordu. Bana ismimle hitâb
etti. Bâzı şeyler konuştuk. Sonra ayrıldı. Yolumuza devâm ettik.
Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulundu.
Cenâze defnedildikten, kabre konulduktan sonra, birisi telkine başlıyacaktı. Telkîn için
kalkınca, Abdullah-ı İsfehânî hazretleri tebessüm etti. Talebelerinden birisi sebebini sordu.
 

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
Buyurdu ki:

O hoca telkîne başlayınca, kabre koyduğumuz bu mübârek zât bana; "Ey Necmüddîn! Hiç

hayret etmiyor musun ki, kalbi ölü olan bu hoca, hakîki hayâta yeni başlayan diri bir kimseye

telkîn veriyor." dedi. Bunun için tebessüm ettim.

Kendisinden nasîhat isteyenlere buyurdu ki:

"İlmi, ibâdete zarar gelmemesi için taleb ediniz. İbâdeti de, ilme zarar gelmemesi için

isteyiniz. Kulun hakkı, ancak bu ikisiyle meşgûl olmasıdır. Akıllı kimse, îmânını korumak

için, Allahü teâlânın emir ve yasaklarında gevşeklik göstermez ve sâlih amellerde kusûr

etmez. Allahü teâlânın, mü'minlerin kalblerine verdiği îmân, tabîat ve hevâ zulmetiyle

perdelenmiştir. Bunun açılması için perdeleri ortadan kaldıracak şeye ihtiyaç vardır. Allahü

teâlâ, sâlih amellerle îmânı kuvvetlendirmek için, emir ve yasak, vâd ve vaîdlerde

bulunmuştur. Kökü, yakîn toprağında bitmeyen, dalları amellerle meydana gelmeyen her

îmân, Azrail aleyhisselâm canı almaya geldiği zamandaki şiddetli korkular karşısında sâbit

kalamaz. Böyle kişinin, sonunda îmânsız ölmesinden korkulur. Bu da ancak son nefeste ve

ölüm korkuları zuhûr ettiği zaman belli olan bir durumdur. Bu hâl meydana geldiğinde, çok

az insan îmânında sebât eder. Onun için akıllı kimsenin, sâlih amellerin faydasına kavuşması,

Ehl-i sünnet îtikâdında olması lâzımdır. Güzel ahlâk sâhibi olmalıdır. Farzlar, sünnetleri ile

birlikte yapılmalıdır. Farzların yardımcısı ve tamamlayıcısı, sünnetlerdir. Kim Kitâb ve

sünnet ilmiyle, Selef-i sâlihîn ve Ehl-i sünnet yoluna göre îtikâdını düzeltmezse, çalışmaları

zâyi olur. Gayreti boşa gider."

İlme çok önem verirdi. Talebelerini ve sevenlerini hep ilme teşvik ederdi. İlim husûsunda

şöyle dedi:

Hazret-i Ali buyurmuştur ki:

"Allahü teâlâya ilimsiz ibâdet eden kimse, değirmene bağlı merkep gibidir. Gün boyunca

yürür, fakat hep aynı yerindedir."

Câhil de böyledir. Cehâletle, Allahü teâlâya çok çok ibâdet eder. Fakat bu ibâdeti, onun Allah

indinde yakınlığını arttırmaz. Bâzan kul çok ibâdet yapar, fakat câhil olduğundan ibâdeti

emre uygun olarak yapamaz, dolayısıyle boşu boşuna yorulmuş, meşakkat ve zahmet çekmiş

olur. Bir iş, ancak emrolunduğu şekilde yapılırsa, ibâdet olur. Bu da ancak ilimle bilinir.

Peygamber efendimiz; "İlim öğrenmek, her kadın ve erkek müslümana farzdır." buyurdu.

Bu, sâhibinin îmânını, tevhîdini, amelini sahîh kılan, mutlaka bilmesi lâzım olan ilim, ilm-i

hal bilgisidir. İnsanı tevhîde ulaştırmayan her ilim bâtıldır. Bu sebeple, ibâdetlerin ancak

ilimle doğru yapılabileceği anlaşılmaktadır.

İbâdetlerden lezzet alamamanın sebeplerinden biri de, haram ve şüpheli yemeklerdir. Eğer

yenilen lokma şüpheli ise, ondan; hırs, şehvet, hased, adâvet, düşmanlık ve riyâ doğar.

Büyüklerimiz buyurdular ki: "Kim şüpheli bir şey yerse, Allahü teâlâya giden yolu doğru

olarak bulamaz. Kim haram yerse, kendisine o yol kapanır. Kim yemede isrâf ederse, kalbi

kararır. Kim Allahü teâlâdan gâfil olarak yerse, kalbine kasvet gelir. O zaman ömrü boyunca

yaptıkları boşa gider."

Abdullah'ı İsfehânî hazretlerinin Mi'yâr-ül-Mürîdîn, Risâlet-ül-Mekkiyye, Nûr-ül-Akâid,

Dıyâ-ül-Fevâid ve Sülûk-ül-Ülemâ gibi kıymetli eserleri vardır.

Yemen âlimlerinden birisi şöyle anlatmıştır:

Bir sene hacca gitmiştim. Yola çıktığımda da, babam ağır hasta idi ve yatıyordu. Mekke-i

mükerremeye ulaştım. Hac vazîfesini edâ ettim. Fakat devamlı babamın durumunu düşündüğüm

için, gönlüm perişân bir vaziyette idi. Abdullah-ı İsfehânî hazretleri de orada idi. Durumumu ona

anlattım. Babamın durumunu anlayıp bana bildirmesi için yalvardım. Başını önüne eğip bir müddet

düşündü. Sonra; "Babanız o şiddetli hastalıktan kurtulmuş, sedirinin üzerinde oturuyor. Elinde

misvâkı var. Etrâfına kitaplarını koymuş." buyurup, babamın şeklini ve şemâlini de tarif etti.

Hâlbuki daha önce onu görmüş değildi.

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s.111

2) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.458

3) Keşf-üz-Zünûn; s.893,1744

4) Îzâh-ul-Meknûn c.2, s.685

5) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s.648

6) Sülûk-ül-Ulemâ (Süleymâniye Kütüphânesi, Şehid

Ali Paşa kısmında 1358/1 nolu kitap)

7) Nefehât-ül-Üns; s. 521

8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.330
 
Üst Alt