Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden. İsmi Abdullah
bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî'dir. Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi, türbesi
İstanbul'da bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i
Ensârî'ye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. 1005 (H.396)te Herat'ta doğdu.
1088 (H.481) senesinde Herat'ta vefât etti. Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir. Hadîs
ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir. Ayrıca
tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi.
Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı. Dokuz yaşından îtibâren Kâdı Ebû Mensûr ve
Caruzî'nin sohbetlerine devâm etti. Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi. Mektepte duyduğu ve
yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi. Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi.
Gece-gündüz ilimle uğraştı. Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Sa'îd
es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden de; Ebü'l-Vakt Abd-ül-Evvel,
Ebü'l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icâzet, diploma aldılar.
Onun büyük bir âlim ve evliyâ olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir. Şöyle ki:
Hâce Ebû Âsım, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabâsından idi. Bir gün
ziyâretine gitti.Hocası kendisine yemek ikrâm etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti. Ebû
Âsım'ın hanımı ihtiyar idi. Evliyâdan mübârek bir hâtun idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim
öğrenirdi. Bu hâtun diyor ki:
Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah'ı görüp kim olduğunu sordu. Böyle sormak
onun âdetidir. Bildiği hâlde yine sorar. Ben; "Filân kimsedir." dedim. Buyurdu ki: "Doğudan
batıya kadar herkes onun adını duyar. Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhûr olur. Şimdi on yedi
yaşındadır. Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez. Zamanında ondan büyük kimse olmaz.
Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz."
O gerçekten müjdelendiği gibi yetişti. Kendini tamâmen ilme verdi. Geceleri kandil ışığında
hadîs-i şerîf yazardı. Yemek yemeğe vakit bulamazdı. Annesi, ekmek parçalarını lokma
lokma edip yedirirdi. Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti. Çok sıkıntılara
katlandı.
İlim uğruna emsâline az rastlanan gayret ve fedâkarlıklar gösterdi.Bir defâsında Nişâbûr'dan
Dezbad'e gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu. Koynunda hadîs-i
şerîflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı. Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol
boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü.
Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i
sünnet idi. Hiç biri bid'at sâhibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî'den öğrendi.
Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden
öğrenip kemâle erdi.
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları,
yasakladıklarından sakınmaları için gayret etti. Ömrünü insanların seâdete kavuşmaları,
Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı. Dünyâya düşkünlük göstermedi.
Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi. Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek
bir velî idi. Kerâmetleri pek çoktur. Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve
bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin,
evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi. Bu yolda ilerleten vâsıtaların,
onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi. O büyüklere dil uzatanların
zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları
tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor. Yâ Rabbî! Her kimi felâkete
düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın."
buyurmuştur.
Şöyle anlatmıştır:
bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî'dir. Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi, türbesi
İstanbul'da bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i
Ensârî'ye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. 1005 (H.396)te Herat'ta doğdu.
1088 (H.481) senesinde Herat'ta vefât etti. Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir. Hadîs
ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir. Ayrıca
tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi.
Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı. Dokuz yaşından îtibâren Kâdı Ebû Mensûr ve
Caruzî'nin sohbetlerine devâm etti. Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi. Mektepte duyduğu ve
yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi. Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi.
Gece-gündüz ilimle uğraştı. Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Sa'îd
es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden de; Ebü'l-Vakt Abd-ül-Evvel,
Ebü'l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icâzet, diploma aldılar.
Onun büyük bir âlim ve evliyâ olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir. Şöyle ki:
Hâce Ebû Âsım, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabâsından idi. Bir gün
ziyâretine gitti.Hocası kendisine yemek ikrâm etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti. Ebû
Âsım'ın hanımı ihtiyar idi. Evliyâdan mübârek bir hâtun idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim
öğrenirdi. Bu hâtun diyor ki:
Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah'ı görüp kim olduğunu sordu. Böyle sormak
onun âdetidir. Bildiği hâlde yine sorar. Ben; "Filân kimsedir." dedim. Buyurdu ki: "Doğudan
batıya kadar herkes onun adını duyar. Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhûr olur. Şimdi on yedi
yaşındadır. Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez. Zamanında ondan büyük kimse olmaz.
Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz."
O gerçekten müjdelendiği gibi yetişti. Kendini tamâmen ilme verdi. Geceleri kandil ışığında
hadîs-i şerîf yazardı. Yemek yemeğe vakit bulamazdı. Annesi, ekmek parçalarını lokma
lokma edip yedirirdi. Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti. Çok sıkıntılara
katlandı.
İlim uğruna emsâline az rastlanan gayret ve fedâkarlıklar gösterdi.Bir defâsında Nişâbûr'dan
Dezbad'e gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu. Koynunda hadîs-i
şerîflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı. Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol
boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü.
Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i
sünnet idi. Hiç biri bid'at sâhibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî'den öğrendi.
Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden
öğrenip kemâle erdi.
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları,
yasakladıklarından sakınmaları için gayret etti. Ömrünü insanların seâdete kavuşmaları,
Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı. Dünyâya düşkünlük göstermedi.
Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi. Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek
bir velî idi. Kerâmetleri pek çoktur. Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve
bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin,
evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi. Bu yolda ilerleten vâsıtaların,
onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi. O büyüklere dil uzatanların
zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları
tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor. Yâ Rabbî! Her kimi felâkete
düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın."
buyurmuştur.
Şöyle anlatmıştır: