Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdestsiz Kur'an Okumak

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
S.A
Abdesti olmayanların mushafa dokunmadan Kur'an okuyabileceklerine dair alimler arasında ittifak vardır. Zira abdestsiz kişinin Kur'an okuyamayacağı hususunda Kur'an ve sünnette bir yasaklama bulunmamaktadır. Konu, "Eşyada asl olan ibahadır."(Aksine bir delil bulunmadıkça her şeyin mubah olması esastır) kuralı çerçevesinde değerlendirilmiş ve böyle bir hükümde birleşilmiştir.

II. Kur’an’ın Boy Abdesti Olmadan Okunması

Boy abdesti bulunmayan kişilerin, yani hayızlı, loğusa ve cünübün Kur'an okumasının haram olduğuna dair de Kur'ani bir yasak görülmemektedir. Rivayet edilen hadislerin sahihlik ve zayıflık yönünden hadis alimleri tarafından net bir tesbiti de yapılamadığı için konunun bu ciheti ihtilâf makamında olmaktan kurtulamamıştır.

Her iki görüşün savunucuları haramlık ya da helâllik yönündeki iddialarını ispat sadedinde bazı deliller ortaya koymuşlardır. Bu delilleri metin ve senedindeki farklılıklarıyla ve muhaddislerin değerlendirmeleri ile birlikte zikrediyoruz:

(.......)



Abdullah b. Seleme'den rivayet edilmiştir: "Biri bizden biri de zannediyorum Beni Esed'tendi, iki kişi ile birlikte Hz. Ali'nin yanına girdim. Onları bir göreve gönderdi ve "Siz kuvvetli kimselersiniz, dininiz uğrunda mücadele edin." dedi. Sonra helâya girdi. Çıktığı vakit su istedi. (Getirdiler). Bir avuç su alıp onunla (elini) temizledi. Sonra Kur'an okumaya başladı. Ali 'nin (r.a) abdestsiz Kur'an okumasını uygun görmediler.

Bunun üzerine Hz. Ali: "Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) helâdan çıkar, bize Kur'an okutur, bizimle et yerdi. O'nu cünüplükten başka hiçbir şey Kur'an okumaktan alıkoymazdı." [1] dedi.

Hz. Ali’den (r.a) rivayet edilmiştir. "Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplük dışında her durumda bize Kur'an okuturdu." [2]

Abdullah b. Seleme'den rivayet edilmiştir: "Ben iki kişiyle birlikte Hz. Ali’nin (r.a) yanına girdim. Bize şöyle dedi: “Rasûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) helâdan çıkar, Kur'an okur, bizimle et yerdi. O'nu cünüplükten başka bir şey Kur'an'dan alıkoymazdı. [3] "

Ali'den (r.a.) rivayet edilmiştir. "Rasûlüllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplük dışında her durumda bize Kur'an okurdu." [4]

Abdullah b. Seleme'den (r.a) rivayet edilmiştir. "Ben Ali b. Ebî Talib'in yanına girdim. Buyurdu ki: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) helâya uğrayıp, ihtiyacını giderdikten sonra çıkar, bizimle beraber ekmek ve et yer, Kur'an okurdu. Cünüplükten başka hiçbir şey, O'nu Kur'an okumaktan alıkoymazdı." [5]

Bu hadisi ayrıca Ahmet, İbn Hibban, el-Hakim, el-Bezzar, Darekutni, el-Beyhaki tahriç etmişler [6] , İbnü's Seken, Abdu'l -Hakk ve Begavi sahih, Tirmizi ise hasen-sahih [7] olduğunu söylemişlerdir.

İmam Şafii, hadis ehlinin bu hadisi sahih görmediğini söyler. Beyhaki bunun sebebini şöyle açıklar: “Hadis Abdullah b. Seleme kanalı ile gelmektedir. O da yaşlılığından dolayı zihni bulanmış, bir manâda bunamıştı. Bu sebeple naklettiği hadisler kabul edilmiyordu. Bu hadisi de yaşlandıktan sonra rivayet etmiştir.”

Şûbe der ki: Tirmizi bu hadisin hasen-sahih olduğunu söylüyor, İbn Hibban ve Hakim de bunu sahih görmüştür. Halbuki ne Hakim ne de İbn Hibban Abdullah b. Seleme'yi güvenilir kabul etmezler. Ravisine güvenmedikleri bir hadise "sahih" demeleri çelişkili bir durumdur. [8]

Konuya delil olarak zikredilen ikinci hadis:


İbn Ömer'den (r.a) rivayet edilmiştir. Rasulüllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Hayızlı ve cünüp Kur'an'dan bir şey okumasın.” [9]


İbn Ömer’den (r.a) rivayet edilmiştir. Rasulûllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Cünüp ve hayızlı Kur'an okumaz.” [10] .


İbn Ömer (r.a), Rasûlüllah'ın (sallâllahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Cünüp ve hayızlı Kur'an'dan bir şey okumaz." [11]

Bu hadisi Tirmizi, İbn Mace, Darekutni ve Beyhaki rivayet etmiştir. Zehebi "Mizan", İbn Hacer de "Tezhib" adlı eserlerinde hadisin "batıl" olduğunu zikretmişlerdir. [12]

Tirmizi'nin açıklaması ise şöyledir:

İbn Ömer (r.a)'in hadisini yalnız İsmail b. Ayyaş'ın, Mus'ab b. Ukbe'den, Nafi'den, İbn Ömer'den, Rasûlüllah’dan (sallâllahu aleyhi ve sellem) olan rivayeti ile bilmekteyiz. Muhammed b. İsmail el-Buharî'nin, İsmail b. Ayyaş hakkında şöyle dediğini işittim: İsmail b. Ayyaş Hicaz ve Irak ehlinden münker [13]hadisler rivayet ediyor. İsmail b. Ayyaş'ın ancak Şamlılardan yapacağı rivayetler kabul edilebilir." [14]

Tirmizi şerhi "Tuhfe" yazarı der ki: Rivayet edilen bu hadis zayıftır. Çünkü hadis imamları İsmail b. Ayyaş'ı Şam halkından yaptığı rivayetlerde güvenilir saymışlar, fakat Hicazlılardan yaptığı rivayetlerde zayıf görmüşlerdir. Kendisi bu hadisi Hicaz halkından olan Musa b. Ukbe'den rivayet etmiştir. [15]

Bu hadisle amel eden Hanefi alimleri de hadisin zayıf olduğunu eserlerinde beyan etmişlerdir. [16]

Ne var ki sahih kabul etsin etmesin müçtehitlerden bir bölümü bu hadislerle amel etmişlerdir.

Dilerseniz bir de mezheplerin konuya bakış açılarını ve değerlendirmelerini irdeleyelim.

A- HANEFÎ MEZHEBİ [17]

Hanefi mezhebinde cünüp, hayızlı ve loğusanın Kur'an'dan tam bir ayet okuması haramdır. Hanefi alimlerinden Tahâvî [18]okunan yerin bir ayetten kısa olduğu taktirde caiz görülebileceğini söylemiştir. Zâhîdi [19] bu görüşün İbn Semâa [20] tarafından Ebu Hanife'den rivayet edildiğini ve alimlerin çoğu tarafından kabul edildiğini belirtmiştir.

Kerhi [21]bu görüşe katılmamış, bir ayetten az bile olsa cünüp, hayızlı ve loğusanın Kur'an okumasının caiz olamayacağını savunmuştur. Hidaye yazarı Merginâni [22] Kâfî yazarı [23] ve Hanefilerden bir grup da bu görüşü tercih etmişlerdir.

İbrahim el-Halebi, Tahâvî'nin "cünüp, hayızlı ve loğusa olanlar bir ayetten azını okuyabilir." sözünü şöyle yorumlar:

"Kişi uzun bir ayeti bölümlere ayırarak okumak isterse, okuyacağı her bir bölümün toplam üç kısa ayetten az olması gerekir. Meselâ bir ayetin Kevser Sûresi uzunluğunda bir bölümünü okursa Kur'an okumuş sayılır. Ama okuyacağı bölüm bundan, yani Kevser sûresinin tamamından daha kısa olursa Kur'an okumuş sayılmaz."

Hülâsâ [24] adlı kitapta Arapların konuşurken kullandıkları (........)sümme nazar-(........) lem yelid-(........) ve lem yûled gibi kısa ayetleri de okumalarının caiz olduğu zikredilir.

Sevinçli bir haber duyulduğunda (........)elhamdulillâh üzüntülü bir haber duyulduğunda (........) inna lillâhi ve inna ileyhi râciun denmesinde, ya da Kur'an niyetiyle olmaksızın besmele çekilmesinde bir mahzur yoktur. Dua maksadıyla Fatiha Sûresi, ya da (........) Rabbena âtina fi’d -dünya haseneten ve fi’l -âhireti haseneten ve kına azabe’n -nâr.âyeti kerimesi gibi dua ayetleri ya da Cenab-ı Hakkı övgü mahiyetinde onun yüce sıfatlarını belirten (........)innallahe alîmun hakîm, (........) ve hüve’l ganiyyu’l hamîd gibi âyetler de okunabilir.

Ayrıca Ebu Hanife'den, cünübün ağzını yıkadığı taktirde Kur'an-ı Kerim'i okumasının caiz olduğu görüşü de nakledilmiştir. [25]

Kur’an’ı abdestsiz okumanın caiz olduğu fakat bu amel için abdestli bulunmanın daha faziletli olduğu da belirtilmiştir. [26]

Hanefi Mezhebinin Delilleri:

Hanefi alimlerinin, hayızlı ve cünübün Kur'an-ı Kerim okumasının yasaklığına dair getirdikleri deliller, iki hadisten ibarettir. Bu hadisler Hz. Ali’nin “Rasûlüllah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka hiçbir şey Kur'an okumaktan alıkoymazdı." hadisiyle İbn Ömer’in "Cünüp ve hayızlı Kur'an okumaz." hadisleridir. Söz konusu rivayetler hakkındaki değerlendirme yukarıda geçmişti.

Ancak hemen akla takılıveren bir soruyu burada dile getirmekte fayda var. Delil aldığı hadislerden birinde hayızlı ve cünübün Kur'an'a ait hiçbir şeyi okumayacağı ifade edilmesine rağmen Hanefi alimleri gusül abdesti olmayan bu kişilere "bir ayetten daha azını okuyabilir" şeklinde bir fetvayı nasıl vermişlerdir?

Bu sorunun cevabını Hanefi alimlerinden Kemâluddîn b. Hümam şöyle veriyor: "Bir âyetten daha az bir bölümün Allah (c.c) kelâmı mı, yoksa insan sözü mü olduğu pek anlaşılmaz. Bunun için namazda bir ayetten daha az okumak kıraat sayılmaz ve bununla namaz caiz olmaz. Namazda bir ayetten daha azı kıraat sayılmadığına göre namaz dışında da sayılmaz. Bu sebeple bir âyetten daha azını okumak caizdir."

Alimlerden Kerhî hadisi yorumsuz ele aldığı için bir âyetten az bile olsa Kur’an’a ait bir şeyin okunmasına cevaz vermemiştir. [27]

Abdestsiz Kur'an-ı Kerim okumanın caiz olmasına da bu konudaki icmâ ve Hz. Ali'nin "Rasulullah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka bir hiçbir şey Kur'an okumaktan alıkoymazdı." hadisi delil getirilir. Akli yaklaşım ise: “Kişinin abdesti bozulduğunda abdestsizliği ağzına ulaşmaz, bunun için abdest alırken ağzın içini yıkamak farz değildir ve bu halde Kur'an okunabilir. Fakat cünüplük ağıza ulaşır. Cünübün Kur'an okuyamaması ve gusül abdesti alırken ağzını yıkamasının farz olması da bu sebepledir”şeklindedir. [28]

B) ŞAFİÎ MEZHEBİ [29]

Şafii mezhebinde cünüp ve hayızlının Kur'an'dan bir harf dahi okuması haram kabul edilmiştir. Okumaktan maksat, söylediğini kulağının işiteceği bir sesle okumaktır. Tabi burada kastedilen işitmeyle ilgili problemi bulunmayan bir kulaktır. İçinden okumaya bir mani yoktur. Kur'an okuma kasdı olmaksızın Kur'an'daki zikirleri de okuyabilir.

Kur'an'ı abdestsiz okumak ise caizdir.

Şafiî Mezhebinin Delilleri:

Bu konuya ait iki hadis bulunduğunu ve bu hadislerden birisinin Abdullah b. Seleme kanalıyla geldiği için İmam Şafii tarafından kabul edilmediğini söylemiştik. İmam Şafii de geriye kalan İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği "Hayızlı ve cünüp Kur'an'dan bir şey okumasın." hadisiyle amel etmiştir. Şafiiler bu hadisi hasen kabul ettiklerini de beyan ederler. [30]

C) MALİKİ MEZHEBİ [31]

Maliki mezhebinde cünübün Kur’an okuması haramdır. Hayızlının ise unutma korkusu olsun olmasın kıraatte bulunması caizdir. Mushafa dokunmadıktan sonra ezber ya da bakarak okumak arasında fark yoktur. Malikî alimlerinden bu genel hükme iki ayrı istisnai durum ekleyenler olmuştur. Bunlar:

1 Hayızlı hayız hali bittikten sonra gusül abdesti alıncaya kadar kıraatten men edilir.

2- Hayızlıda hayzına ilâveten cünüplük de varsa Kur'an okumaktan men edilir. Bunun dışında hayzın bitmesiyle gusül arasındaki zaman dahil her zaman Kur'an okuyabilir, ifadeleriyle Maliki kitaplarında yer almıştır.

Kur'an'ın abdestsiz okunması caizdir. [32]

Maliki Mezhebinin Delilleri:

Maliki Mezhebi Hz. Ali’nin (r.a) "Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem)'ı cünüplükten başka bir şey Kur'an okumaktan men etmezdi." hadisini delil alarak cünübün kıraatinin haram olduğunu söylemiştir.

Hayızlının kıraati konusunda diğer mezheplerden farklı bir görüş ortaya koyan Maliki Mezhebi, bu hususta hayızlıyı cünübe kıyas etmemiştir. Bunun sebebini büyük Maliki alimlerinden İbn Rüşd "İmam Malik bu fetvayı istihsan yoluyla vermiştir", sözüyle açıklar. [33]

İstihsan nedir?

İstihsan:Zahiren kıyası bırakıp insanların ihtiyacına uygun olanı almaktır. Diğer bir ifade ile: Kolaylık için güç olanı terk etmek ve herkesin alışık olduğu işlerde, dini yönden bir müsaadeye bağlı kolaylık tarafını arayıp benimsemek demektir. [34]

Bu tanım doğrultusunda Maliki mezhebinin izlediği yol daha net anlaşılabilir. Şöyle ki: Kur'an okumak isteyen bir cünüp gusleder ve okur. Fakat hayızlı için uzun süre temizlenme imkânı yoktur ve onun da Kur'an okumaya ihtiyacı vardır. Burada bir güçlük ortaya çıkar ki, bu güçlüğü kaldırmak için kıyas terk edilerek hayızlı cünübe benzetilmemiş ve onun Kur'an okumasına izin verilmiştir. Hayız hali sona erdikten sonra cünüple aynı hükümde olması ve yıkanıncaya kadar kıraatten men edilmesi bu halde cünüp gibi istediği zaman temizlenme imkânına sahip olması sebebiyledir.

D) HANBELİ MEZHEBİ [35]

Hanbeli mezhebi de Hanefiler gibi hayızlı ve cünübün Kur'an'dan tam bir ayet okumasını haram kabul eder.

Hanbeli alimlerinden bir grup:"Elhamdülillah","Bismillâh" gibi Kur'an'dan olduğu anlaşılmayan zikirlerin Kur'an kastıyla olmadığı taktirde okunmasının caiz olduğunu. söylemiştir. Çünkü bunların Allah’ı (c.c) zikretmelerinin caiz olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Zaten guslederken de Allah'ı zikretmeye ihtiyaç duyarlar, bunları söylemekten kaçınamazlar. Diğer bir grup da : Kur’an okumak kastedilsin edilmesin, bir ayetten az olan zikirler ile icaz hasıl olmayacağından bu gibi şeyleri okumanın caiz olacağı görüşünü savunurlar

İcaz: insanları benzerlerini yapmaktan aciz bırakan şey anlamındadır. Kur'an bir mucizedir. Ayetlerin her biri de bir mucizedir. Fakat bir ayetten daha azı mucize olmaktan çıkar. Çünkü buna benzer sözleri insanlar da söyleyebilir.

Kur’an-ı abdestsiz okumak caizdir.

Hanbeli Mezhebinin Delilleri
Hanbeli mezhebi bu konuda daha önce açıklanan Hz. Ali'nin (r.a), "Rasulûllah cünüplük dışında her durumda Kur'an okurdu" ve İbn Ömer’in (r.a) "Cünüp ve hayızlı Kur'an okumaz" hadislerini delil almış ve hadisler hakkındaki yorumlarını şu şekilde dile getirmiştir:

"İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği hadisin ravileri içinde İsmail b. Ayyaş bulunmaktadır. Buhari: "Onun rivayeti ancak Şam ehlindendir" diyerek İsmail b. Ayyaş'ın Hicaz ehlinden yaptığı bu rivayeti zayıf bulmaktadır.

Bu hadis zayıf kabul edildiği taktirde elimizde sadece Hz. Ali’nin (r.a) "Rasûlüllah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka bir şey Kur'an okumaktan alıkoymazdı”." hadisi kalır. Bu hadiste hayızlıya bir yasaklama getirilmemiştir. Fakat biz hayızlıyı cünübe kıyas ederek onun da Kur'an okumasının haram olduğunu söyleriz. Çünkü ondaki hades, yani manevi kirlilik, cünübünkinden daha çoktur. Bu sebeple ona cinsel ilişki ve oruç haram kılınmış ve üzerinden namaz mesuliyeti düşürülmüştür. [36]

E) ZAHİRİ MEZHEBİ [37]



Zahiri mezhebinde cünüp, hayızlı ve abdestsizin Kur'an'ı Kerim okuması caizdir. [38]

Zahiri Mezhebinin Delilleri:

Zahirilere göre, Kur'an okumak, mushafa dokunmak ve Allah’ı (c.c) zikretmek mendub ve ecri olan hayırlı işlerdendir. Bu hayırlı işlerin yapılmasına engel getiren varsa delil getirmek de ona düşer.

Cünübün kıraatini haram görenler, "Rasûlüllah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka hiç bir şey Kur'an okumaktan alıkoymazdı." hadisiyle amel etmişlerdir. Zahirîler bu hadisin söz konusu görüş sahiplerinin lehine bir delil olamayacağını belirtirler Çünkü Hz. Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) Kur'an okumaktan cünüplük nedeniyle kaçındığını ifade etmemiştir. Dolayısıyla başka bir sebeple kıraati terk etmiş olması da ihtimal dahilindedir. Ayrıca onlara göre hadiste bir nehiy, yasaklama da görülmemektedir. Rasûlüllah, şahsı adına cünüplük sebebiyle kıraatten kaçınmış olsa bile kimseyi böyle davranması konusunda uyarmamıştır. Allah Rasûlünün (sallâllahu aleyhi ve sellem), hiçbir zaman Ramazanın dışında tam bir ay oruç tutmadığını, on üç rekatten fazla gece namazı kılmadığını hiçbir zaman masada yemek yemediğini, dayanarak da yemediğini bilmekteyiz. Ramazanın dışında bir ay oruç tutmak, on üç rekâtten fazla teheccüt namazı kılmak, masada yemek yemek ya da dayanarak yemek bu mantığa göre haram mı kabul edilecektir? Böyle bir şey söylenemeyeceğine göre aynı manâyı ifade eden benzeri bir hadisten haram hükmünün çıkarılmasının sebebi sorgulanmalıdır. Zahirilere göre bu sadece Rasûlüllah’ın ( sallâllahu aleyhi ve sellem ) bağlayıcı olmayan bir davranışıdır.

Zahirîler hayızlı ve cünübün Kur’an okumasının haramlığını yansıtan eserlerin tamamının senedinin zayıf, sahih kabul edilebilecek özellikte olmadığını belirtirler. Ayrıca onlara göre sahih bile olsalar, bir ayeti ya da bir ayetten az bir bölüm okumayı caiz görenlere karşı delil olur. Çünkü yasaklama kabul ediliyorsa bu Kur'an'ın tamamı için olmalıdır. Kur’an’dan, sünnetten,icmadan, sahabe kavlinden, kıyastan ne de doğru olan görüşten hiçbirisinin desteklemediği cünüp, bir ayet veya bir ayetten azını okuyabilir ya da hayızlı okuyabilir, cünüp okuyamaz gibi sözler boş sözlerdir. Bir âyet şüphe yok ki Kur’an’dır. Ayetin bir bölümü de Kur’an’ın bir bölümü olur. Ayrıca bir ayeti okumayı mubah görmekle diğer ayeti okumayı mubah görmek arasında bir fark yoktur. Biri mubahsa diğeri de mubahtır. Bunu söyleyenler sahabe arasında ihtilâfın mevcut olduğu bilinmeyen bir konuda muhalif hareket ederek yanlış bir davranış içerisine girerler Bir de ayetlerin içinde (........)ve’l fecr [39] ( ) müdhâmmetan [40] gibi bir kelimelik olanları da vardır, borç ayeti [41]gibi bir sayfalık olanları da. Borç ayetinin ayete'l kürsinin tamamını veya bir kısmını okumaya izin vererek (........) “müdhammetan” gibi tek kelimelik "bir âyeti tam okumayacaksın demek" gerçekten tuhaftır denilmektedir.

Cünüple, hayızlıyı ayırarak hayzın müddeti uzun olduğu için hayızlıya kıraat izni vermek de bunun gibidir. Şayet onun Kur'an okuması haramsa müddetin uzaması ile helâl olmaz. Yok eğer helâlse, o zaman da süresinin uzun olmasını gerekçe göstermenin bir anlamı yoktur."

Zahiri uleması, muhaliflerinin görüşlerine bu akli delillerle karşı çıkmıştır. Nakli deliller ise şöyle sıralanır:

Yunus b. Zeyd, Rebia'nın: "Cünübün Kur'an okumasında bir mahzur yoktur." dediğini nakletmiştir.

Hammâd'dan nakledilmiştir:

Said b. Müseyyeb'e [42] : "Cünüp Kur'an okur mu?" diye sordum. "Nasıl okumaz. Kur'an onun içindedir" diye cevap verdi.

Nasru'l Bahilî'den nakledilmiştir:

“İbn Abbas [43] cünüpken Bakara sûresini okurdu."

Hammad b. Ebi Süleyman'dan nakledilmiştir:

"Said b. Cübeyr'e [44] Kur'an okuyan cünübün durumunu sordum. Bunda bir mahzur görmedi ve dedi ki: 'Kur'an onun içinde değil midir?' " [45]

E) DİĞER GÖRÜŞLER


Ele aldığımız konu muvacehesinde farklı bir yaklaşım ortaya koyan Zâhiri uleması bu görüşlerinde İbn Münzir, İbn Abbas ve Taberi gibi alimler tarafından da destek görmüştür.

En muteber hadis kitabımız olan Sahih-i Buhari'nin konuyla alâkalı bölümünde zikredilen hadis ve eserler de bu müçtehitlerimizi destekler mahiyettedir.

Bu hadis ve eserleri zihnî mesaimizle birlikte aktarıyoruz:

1- İbrahim en-Nehaî [46] "Hayızlı kadının âyet (Kur'an) okumasında beis yoktur." demiştir.

2- İbn Abbas cünübün kıraatte bulunmasında ( Kur’an okumasında) bir mahzur görmemiştir.

3- "Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) zamanlarının tamamında (yani her halinde) Allah'ı zikrederdi." [47]

Açıklama: Zikredilen hadis, cünüp ve hayızlının Kur'an okumalarının caiz olduğuna delildir. Zira Peygamberimiz’in (sallâllahu aleyhi ve sellem) istisnasız her durumda Allah'ı zikrettiğini haber vermektedir. “Zikr” ile Kur'an İslâm literatüründe aynı anlamı taşırlar. Bu ikisinin ifade ettiği manâyı farklı değerlendirenler sadece insanlardır. Cenab-ı Hak ( )"Zikri biz indirdik ve onu biz muhafaza edeceğiz." [48] ayetinde olduğu gibi bir çok ayeti kerimede Kur'an'ı "zikir" olarak nitelendirmiştir.

Buhari'nin rivayet ettiği bu hadisi Müslim ve Ebu Davud da Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. [49]

Rasulüllâh'ın (sallâllahu aleyhi ve sellem) eşlerinin O'nun her halinde Allah'ı zikrettiğini haber vermesi Hz. Ali'nin hadisinin hükmünü ortadan kaldıracaktır. Çünkü Hz. Ali'nin Hz. Aişe gibi Rasulullah'ın bütün cünüplük hallerini tespit etmesi mümkün değildir. Belki onun tesâdüf ettiği zamanlarda Hz. Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten bir an önce temizlenmek amacıyla Kur'an okumaktan veya onlara okutmaktan kaçınmış olabilir.

4- Ümmü Atiyye'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz hayızlı kadınlara (namazgâha) çıkmamız, mü'minlerle birlikte tekbir almamız ve dua etmemiz emrolundu. [50]

Açıklama: Cenab-ı Hakk A’raf Sûresi 180. âyette şöyle buyuruyor: "Allah'ın güzelisimleri vardır. O'na bu isimlerle dua edin."

Esma binti Zeyd’den (r. anha) rivayet edildiğine göre Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın İsmi Azam'ı şu iki ayettedir: (........) [51] "Sizin tanrınız tektanrıdır; Rahman ve Rahim olup O'ndan başka tanrı yoktur." Bir de Âl-i İmran Sûresinin başlangıcı: (........) "Elif, lâm, mîm. Allah, kendisinden başka tanrı bulunmayan Hayyve Kayyum'dur." [52]

Bu hadis hasen-sahih olup bir hanım tarafından rivayet edilmiştir. Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimizin "Allah'ın güzel isimleri vardır. O'na bu isimlerle dua edin" ayetini bildiği halde kadınlara, Cenab-ı Hakkın isimlerinin hangi ayetlerde bulunduğunu açıklamaktan çekinmemesi ve hiçbir sınırlama getirmeden dua etmelerini emretmesi kadınların bu hallerde Kur'an okumasının helâl olduğu sonucunu doğurmaktadır.

5- İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Bana Ebu Süfyan haber verdi ki; Herakliyus, Peygamberin mektubunu istemiş ve okumuştur. Bu mektupda: "Bismillahirrahmanirrahim. Ey kitap ehli: Hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayalım. Allah'ıbırakıp dakimimiz kimimizi Rabb'ler edinmeyelim." [53] sözleri vardır”. [54]

Açıklama: Yüce kitabımız Kur'an'ı Kerim'in muhtelif birçok ayetinde mü'minlere Allah yolunda cihad emredilmiş, Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimiz her fırsatta ümmetini cihada teşvik ederek, Allah yolunda cihad etmenin önemini beyan buyurmuşlardır. Hatta bir hadis-i şerifte:"Cihâda iştirak etmeden ve cihad niyeti taşımadanölen, bir çeşit nifak üzere ölmüştür." [55] buyurulmaktadır.

Dinimizin ısrarla emrettiği ve bu emri yerine getirmekten geri kalanların ağır bir şekilde tehdit edildiği bu "cihad" nedir? Savaş meydanlarında mücadele vermek, ölmek, öldürmek, ya da gazi olmakla sınırlı bir fiil midir?

Cihad: İnsanların davranışlarını öncelikle İslâm'a göre tanzim etmesini sağlamak amacıyla verilen kutsi bir mücadeledir. Bu mücadele yerine göre bazen canla, bazen malla ve bazen de dille yapılır. Nitekim Peygamberimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem): "Mallarınız, canlarınız ve dillerinizle müşriklere karşı cihad ediniz" [56] buyurmaktadır. Kendisi dille yapılan cihad konusunda da ümmetine örnek olmuş, İslâm'a daveti Kur'an okuyarak, Kur'an'dan ayetleri insanlara duyurarak yapmıştır. Çünkü Kur'an okunup anlaşılmadan sağlıklı bir müslümanlık söz olamaz. Ayrıca insanları İslâm'a çağırırken yapılacak en önemli iş onlara Kur'an okuyup anlamalarını sağlamaktır.

Durum böyle iken tebliğ için şart olan ilmi, yani Kur'an'ı öğrenmeye belki daha da güzeli ezberlemeye ya da öğretmeye çalışan ve bu şekilde cihada iştirak etmek isteyen müslümanların karşısına çıkan ve onları, tek dayanakları Kur'an'dan uzaklaştıran bu büyük engel nedir? Bir insan cünüp iken canıyla cihadda bulunabildiği ve bu durumda öldüğü taktirde Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) tarafından müjdelendiği halde diliyle cihad yapamayacak mıdır? Hayızlı kadın her ayın bir haftası, belki daha da uzun bir vakit İslâm'ı tebliğ görevinden geri mi kalacaktır?

Denilir ki Kur'an okuması şart değil, tebliğ yapmak istiyorsa İslâm'ı kendi cümleleriyle de anlatabilir.

Şüphesiz ki İslâm dinini en iyi bilen ve uygulayan tek kişi Allah'ın Rasûlüdür ve bu yüce insan, müşriklere İslâm'ı tebliğ amacıyla yazdığı mektupta muhataplarının hem kâfir, hem de cünüp olduğunu ve bu mektubu da okuyacaklarını bildiği halde onlara İslâm'ı kendi sözleriyle değil Cenab-ı Hakkın kelâmıyla anlatmıştır. Dolayısıyla kendisine peygamberi “usve” (örnek) edinmiş bir müslümanın peygamberine muhalif hareketi tasavvur edilemez.

Bu konuda ortaya atılmış başka itirazlar da olmuştur. Meselâ: “Herakliyus kâfirdir. Kur'an'ın hürmetine inanmaz ve gusülle de mes'ul değildir. Bunun için Kur'an'ı okumasında bir sakınca yoktur.” denilmektedir.

Kur'an'ı hayızlı ve cünübün okumasının yasaklanmasının sebebi, Kur'an'ın pis bir ağız tarafından okunmasının engellenmesi ve bundan dolayı Kur'an'a karşı oluşacak bir saygısızlığın ortadan kaldırılması ise, kâfirin ağzı bu kişilere karşı kıyas kabul edilmeyecek derecede pistir. Zira pisliği Kur’ani nass ile tescil edilmiştir. Kâfir Kur'an'ı kirli olarak okumaktan sorumlu olmasa bile kâfire onu okutan, yani ayetleri ona gönderen Kur’an’a yönelik bir saygısızlığa sebeb olduğu için sorumlu olacaktır. Rasûlüllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) bu ayetleri ona göndermişse, bu durum kâfirin ve dolayısıyla gusülsüz kimselerin de Kur'an okumasının caiz olduğunu gösterir.

Allah Rasûlünün Herakliyus’a gönderdiği mektup doğruluğunda şüphe olmayan ve aslı halen Topkapı Sarayı'nda bulunan bir mektuptur. Buhari şerhi Fethu'l -Bâri kitabının yazarı olan Kastalani'nin de dediği gibi söz konusu mektup, cünüp ve hayızlının Kur'an okumasının caiz olduğuna dair açık bir delildir.

6- Ata b. Ebi Rebah Cabir (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. Ayşe hayız olduğunda Kâbeyi tavaf hariç bütün hac fiillerini yapmıştı. Bir de namaz kılmıyordu.

Açıklama: Hac fiilleri tavaf, namaz gibi dua ve zikri de içine almaktadır. Ravî "Allah'ı zikretmedi" şeklinde bir tabir kullanmadığına göre Hz. Aişe (r. anha) hayızlıyken Kur'an da okumuş olabilir. Çünkü daha önce açıklandığı gibi şeriatte Kur'an ve zikir aynı anlamı taşımaktadır. Nitekim Kur'an okuyan birisine hiç kimse sen Kur'an okuyorsun, Allah'ı zikretmiyorsun diyemez.

7- Hakem b. Uteybe: Ben cünüp iken hayvan keserim. Allah da “Üzerlerine Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin; çünkü bu muhakkak bir fısktır." buyuruyor.

Açıklama: Cenab-ı Hak: "Üzerlerine Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin" buyurmaktadır. Bir kimse Kur'an'dan bir ayet okuyarak da Allah'ın ismini anabilir. Buna da herhangi bir yasak getirilmemiştir.

Buharî'nin şerhi Fethu'l- Bâri sahibi şöyle der:

"Hayızlı ve cünübün Kur'an okumasının yasaklığına dair rivayet edilen hadisler her ne kadar başkaları tarafından delil kabul edilse de Buhari tarafından sahih görülmemiştir. Zaten söz konusu hadisler te’vil edilir durumdadır"

Bu hadisler başka nasıl yorumlanabilir?
İlk önce Hz. Ali'nin (r.a) "Rasûlüllah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka hiçbir şey Kur'an okumaktan alıkoymazdı." hadisini ele alalım.

Bu hadis sahih olsa bile, sadece Hz. Peygamberin bir fiilini anlatmaktan ibarettir. İçinde bir emir ya da yasaklama bulunmamaktadır. Zaten Hz. Ali'nin (r.a) Rasulullah’ın (sallâllahu aleyhi ve sellem) bütün cünüplük hallerini tesbit etmesi mümkün de değildir.

Kitaplarımızda sarımsak, soğan yiyenlerin mescide gelmelerinin adaba uygun olmadığı zikredilir. Oysa ki Hz. peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem), müslümanları kokulu yiyecek yedikten sonra mescide gelmemeleri hakkında defalarca uyarmış, hatta bu gibi şeyleri yiyenleri mescitten çıkarıp Baki mezarlığına göndermiştir.


Hz. Peygamber’in (sallâllahu aleyhi ve sellem) bu derece sert bir şekilde yasakladığı bir şeyi yapmak âdaba aykırı kabul edilirken, hiç emretmediği, ya da yasaklamadığı bir fiili işlemeyi haram saymak ne derece doğru olur? Üstelik bu hadiste hayızlıdan hiç bahsedilmemektedir. Hayızlıyı cünübe kıyas etmek ve sen de ömrünün büyük bir bölümünde Kur'an-ı Kerim'den uzak kalacaksın demek için elimizde ciddi deliller bulunması gerekir. Zira bu sözümüzle bir çok hafızın yavaş yavaş Kur'an'dan uzaklaşarak hıfzını unutmasına veya kadınların Kur'an-ı Kerimi öğrenmeye olan heveslerinin kırılmasına sebep oluruz. Bu da az bir sorumluluk değildir.

Gelelim "Hayızlı ve cünüp Kur'an okumaz"hadisine

Dikkatle incelenirse cünüp ve hayızlıya kesin olarak yasaklanan ibadetler namaz, tavaf ve hayızlıya mahsus olmak üzere oruçtur. Bunlar farz olan ibadetlerdir. Yani haram sözü farzın karşıtıdır. Kur'an okumak ise sünnettir. Sünnet bir ibadette yapılan yasaklama ya mekruhluk ya da efdaliyet ifade etmekten öteye gitmeyecektir.

Ayrıca hayızlıya getirilen bir yasağı Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimizin kendi eşlerine veya mü'min hanımlara değil de, sadece bir erkeğe söylemesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
İKİNCİ BÖLÜM
.ABDESTSİZ KUR'AN'A DOKUNMAK




I. Kur’an’a Abdestsiz Dokunulması:







Abdestsiz kişilerin Kur’an’a dokunmasının hükmü ile alâkalı müçtehitlerin ortak bir görüşü bulunmamaktadır. Zira – sıhhati tartışılmış da olsa- meselenin cevazı ya da haramlığını yansıtan deliller mevcuttur. Bu deliller inşaallah detaylarıyla ileride incelenecektir.



II. Kur’an’a Boy Abdesti Olmadan Dokunulması:
Alimler Kur’an-ı Kerime dokunma konusunda abdest şartını ele alırken abdestsizlik ile boy abdestsizliği arasında bir ayırım gözetmemişlerdir. Dolayısıyla abdestsiz kişinin Kur’an’a dokunması hakkında oluşan ihtilaf boy abdesti olmayanlar hakkında da tekerrür etmiştir. İhtilafın sebebi bu konuda esas alınan ayet ve hadislerin biraz kapalı oluşudur.



Konuyla İlgili Deliller:



Kur’anla abdest arasında bir irtibat ihtimalini gündeme getiren deliller şöyle nakledilir:



Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:



"Şüphesiz O şerefli bir Kur'an'dır. Korunmuş bir kitaptadır. O'na temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz." [57]



Rasulûllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) Yemen’de bulunan Amr b. Hazm’a yazdığı mektupda şöyle buyurmuştur: “ Kur’ an’a temiz olandan başkası dokunamaz. [58] .



Cenab-ı Hakkın Vakıa suresinde “ O’na temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz”. âyetiyle kastettiği “temizlik” vasfından kasdın ne olduğu ; bu vasıfdan uzak kişilerin dokunamayacağı şeyin elimizde bulunan mushaflar mı yoksa Kur’anın da içinde saklı bulunduğu gökyüzündeki kitap “Levh-i Mahfuz” mu olduğu; haber cümlesiyle ifade edilmiş bir ayete emir anlamı yüklemenin caiz olup olmadığı alimlerin düğümlendiği üç ayrı nokta olmuştur.



Tefsîr-u Taberî ve Tefsîr-u Kurtubî’de İbn Abbas'ın "korunmuş kitab”ı “gökyüzündeki kitap” , "temiz olanlar"ı da “melekler” olarak tefsir ettiği rivayet edilmiştir. Ayrıca Enes, Mücahid, Said b. Cübeyr, Ebu Nehik, Ebu'l-Aliye, Katade, Cabir b. Zeyd, Kelbi’nin de bu görüşte olduğu kaydedilmektedir. [59]



Katade: "Cenab-ı Hakkın yanında bulunan kitaba sadece temiz olanlar dokunur. Ama dünyadaki kitaba pis olan mecusi de, münafık da dokunabilir." yorumunu yapmıştır. [60]



Ferra ise: "O'nun faydasını, bereketini, tadını ancak temiz olan, Kur'an'a inanan kişiler anlar”. demiştir. [61]



Hüseyin b. Faddal buna: "O'nun tefsirini ve te’vilini (yorumunu) ancak Allah'ın şirkten ve nifaktan temizlediği kişiler bilirler" yorumunu eklemiştir.



Diğer bir grup alim de "korunmuş kitab"ı elimizde bulunan mushaflar, "temiz olanlar”ı da, “cünüplükten ve abdestsizlikten arınmış olanlar olarak" yorumlamışlardır. [62]



“Temizlik” kelimesinin şumûlü bağlamında aynı ihtilâfların zuhur ettiği İbn Hazm’ın hadisi üzerinde buna ilâveten bir de sıhhat değerlendirmeleri yapılmıştır.



Hadisin ravi ve metin kritiği şöyledir:



"Zühri"yi, Ömer b. Abdulaziz zamanındaki alimler güvenilir buldular. Yahya b. Muin ravilerden "Süleyman b. Davud el- Havlani"nin,aleyhinde konuşmuştur. Abdurrahman b. Ebi Hatem bab--asının, Muhammed b. Ebu Hatem'de Ebu Zur’a'nın onun hakkında "bir zararı yoktur" ifadesini kullandığını söylemişlerdir. Ahmed b. Hanbel ve diğerleri bu zatın güvenilir olduğu görüşündedirler. Hadisin başka tarikten rivayetinde Süleyman b. Erkam bulunmaktadır. Nesei, onun hadislerinin metruk [63]olduğunu, kabul edilemeyeceğini söylemiştir. İbn Rüşd İbn Hazm’ın hadislerinin “musahhah” (bazı harflerinin yerlerinin değiştirilmiş ) olması sebebiyle alimler arasında ihtilâfa sebep olduğunu söylemiştir. [64] Müteahhirinden bir grup huffaz (hadis hafızları); hadisin her ikisi de zayıf görülen iki ravi üzerinde dönüp dolaştığını, tercih edilen ravinin Süleyman b. Erkam olarak takdim edildiğini, ancak onun da metruk rivayetleri sebebiyle hadislerinin kabul edilemeyeceğini beyan etmişlerdir. [65]



Söz konusu mektubun "Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz" ibaresinin bulunduğu bölümünü Hakim tahric etmiştir. Mektubun isnadının sahih olduğu savunan Hakim :"Bütün çabalarıma rağmen bu mektubu şerhsiz hiçbir yerde bulamadım, mektup bana insanlar tarafından yapılan açıklamalarıyla metinle şerh birbirine karışmış olarak ulaştı." diyerek "sahih"lik ifadesinde ciddi bir çelişki göstermiştir. [66] "Nasbu'r Raye' adlı eserde Ebu Davud'un bu mektubu “Merasil”inde [67] zikrettiği kaydedilmektedir. Ancak Nasbur'r-Raye'nin haşiyesi Buğyetu'l- Elmai fi Tahrici’z- Zeylâi Ebu Davud'un "Merasili"nde bu mektubun bulunmadığını haber vermektedir. [68]Ve yine mektubu Nesei'nin de tahric ettiği belirtilmesine rağmen Nesei’de sadece sadakalarla (zekâtla) ilgili izahlar bulunan bir mektup bulunmakta “Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz” gibi bir ibare yer almamaktadır. Dolayısıyla Hakim'le Nesei'nin rivayetleri farklılık arzetmektedir. Ahmed b. Hanbel ise mektubun diğer kısımlarının değil sadece sadakalarla (zekâtla) ilgili bölümün sahih olduğuna dikkat çekmiştir.



A) HANEFİ MEZHEBİ
Hanefi mezhebinde cünüp, hayızlı ve abdestsizin mushafa dokunması haramdır. Mushafdan tamamen ayrı, ona yapışık, bağlı veya dikili olmayan kılıfı ile tutmaya izin verilmiştir. Bu kişilerin üzerinde tam bir ayet yazılı olan kağıda, paraya veya levhaya dokunması da haram kabul edilmiştir. Mushafı kılıfı, paraları da kesesi ile tutabilirler denmektedir. [69]"Kâfi" yazarı kabın bitişik veya ayrı olmasını zikretmeyip sadece kılıfı ile tutabilir demiştir. [70] Buna göre herhangi bir şarta bağlı kılınmaksızın Kur’an’ın cildine dokunmak caiz olmaktadır.



Mushafı elbisenin kolu ile tutmayla ilgili olarak iki ayrı görüş zikredilir:"Hidaye" yazarı Merginani mushafa yen (elbisenin kol ağzı) ile dokunmanın mekruh olduğunu, sahih olan görüşün de bu olduğunu savunurken, Mevsılî, "El- İhtiyar" adlı kitabında bunun bir sakınca arzetmediğini belirtmiştir. Müçtehitlerin çoğu da bu görüştedir. [71] Kişinin üzerinde bulunan ve onunla birlikte hareket eden her kumaş parçasının elbisenin kolu hükmünde olduğu da beyan edilmektedir. [72]



Ebu Hanife'den cünübün elini yıkadığı taktirde Kur'an'a dokunmasının caiz olduğu görüşü rivayet edilmiştir. Sahih olan ise cünüplükten tamamen temizlenmeden Kur’an’a dokunmanın haram olmasıdır. [73]



İmam Ebu Yusuf'a göre cünüp, hayızlı ve abdestsizin kişilerin Kur'an'ı yazmalarında bir sakınca yoktur. İmam Muhammed ise; yazmamalarının daha güzel olacağını söylemiştir. [74]



Ebu Yusuf'un; "Kur'an'ı yazmalarında bir sakınca yoktur" sözünü Hanefi alimlerinin açıklamaları farklı boyutlarda olmuştur.



Bir grub: “Kur’an yazılırken el ile levha arasına bir engel konur, ve elin levhayla teması engellenebilirse Kur'an'ın yazıya dökülmesinde bir mahzur olmaz,fakat böyle bir engel bulunmadan yazmak caiz değildir”.derken diğerleri de; “mekruh olan yazıya dokunmaktır, yazısız bölüme dokunabilir”.demişlerdir. [75]



Kur'an'ın tercümesi ve tefsirine dokunma hakkında Hanefi kitaplarında haramlığı [76] -mekruhluğu ve cevazına yönelik üç ayrı görüşe rastlanmaktadır. Ebu Hanife’nin fetvası ve esah (daha doğru kabul edilen) görüş. Kur’an’ın tercüme ve tefsirine dokunmanın caiz olmasıdır.



Kur’an’ın tercüme ve tefsirine dokunma konusunda oluşan ihtilâf hadis ve fıkıh kitapları için de söz konusu edilmiştir. İmameyn bu tür kitaplara dokunmanın mekruh olduğunu savunurken, İmam Ebu Hanife cevazına yönelik fetva vermiştir. Burada da esah olan görüş Ebu Hanife’nin görüşüdür.



Tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarına çıplak elle dokunmanın mekruh olduğunu söyleyenler elbisenin kolu ile dokunmaya izin vermişlerdir. [77]



Ebu Yusuf, kâfirin de Kur'an'a dokunmasının haram olduğunu söylerken, İmam Muhammed guslettiği taktirde dokunabileceğini belirtmiştir. [78]



Çocuklara Kur'an-ı Kerimi veya üzerinde Kur'an yazılı bir levhayı vermek mahzurlu görülmemiştir. [79]



Mushafın yangın, sel gibi bir afette zayi olması tehlikesi karşısında, yahut kâfirlerin İslâm memleketini işgal etmesi halinde ya da pis yere atılmış olan bir mushafı kurtarmak niyetiyle abdestsizin, hatta cünübün onu taşıması vacibdir. Mushafın saygınlığı bunu gerektirir, denilmektedir. [80]



Hanefi Mezhebinin Delilleri:
Hanefi alimleri bölüm girişinde hakkındaki ihtilâflardan bahsedilen Vakıa Sûresinin 77-78 ve 79. ayetleri olan(Arapça)" O şerefli Şüphesiz bir Kur'an'dır. Korunmuş bir kitaptadır. O'na arınmış olanlardan başkası dokunamaz." kelâm-ı ilahisini delil almışlardır. Onlara göre "O'na arınmış olanlardan başkası dokunamaz" ayetinde Cenab-ı Hakkın (â) zamiri O'na ifadesi ile kastettiği şey ya “Levhi Mahfuz” ya da elimizde bulunan mushaflardır. Fakat her ne şekilde olursa olsun sonuç aynıdır; mü'minlerden istenen Kur'an'a abdestsiz dokunmamalarıdır. Çünkü ayet-i kerime Kur'an'ı övmek için nazil olmuştur. Kur'an yücedir ve temiz olmayanlardan korunmuştur. Bundan Kur'an'a saygı göstermenin vücûbiyyeti ve korunmasının gerekliliği anlaşılır. Kur'an'a abdestsiz dokunmak ta'zim sayılmaz ve temiz olmayanın dokunmasından da onu korumak gerekir. [81] Velhasıl bu ayeti kerime kendisiyle nehiy (yasaklama) murad edilmiş haberdir. Amr b. Hazm’ın "Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz" hadisi Hanefilerin ayete bu yorumla yaklaşmalarında önemli bir etken olmuştur.



Hanefi alimleri bir ayet ve hadisten oluşan nakli delillerini sıraladıktan sonra Kur’an’ı yen ile tutmanın mekruhluğuna dair verilen fetvayı şu akli delile dayandırarak açıklarlar:



Kişinin Kur'an'a dokunmasının hükmü ne ise üzerinde bulunan ve onunla birlikte hareket eden şeylerin hükmü de aynı olmalıdır. Çünkü elbise sahibine tabidir. Tabi olana ise ayrıca hüküm verilmez. Nitekim bir kişi yerde oturmayacağım diye yemin etse de üzerindeki elbise ile otursa yeminini bozmuş olur. Ve yine namaz kılarken yerde bulunan necasetin üzerine elbisenin kolunu yaysa namazı caiz olmaz. [82]



Bu izahlardan sonra ister istemez akla gelen bir soru vardır. “Tabi olanın hükmü farklı verilmiyorsa Kur'an'a el ile dokunmak haram kabul edilirken niçin yen ile dokunmanın hükmü mekruhtur ? ”



Bu soruya maalesef Hanefi kitaplarında açık ve net bir cevap bulunamamaktadır. Fakat bilinen bir gerçek var ki; Hanefi kitaplarında kayıtsız olarak zikredilen mekruhluk ifadesi harama yakınlığı gösterir. Yani bu meselenin hükmü “mekruhtur” denildiğinde onun hükmünün tahrimen mekruh olduğu anlaşılır. Şayet tenzihen mekruh ise bu açık bir şekilde belirtilir. Bu konudaki hükmün haram değil de ”mekruh” ifadesiyle ortaya konmuş olması muhtemelen delilin kuvvetli olmamasından kaynaklanmaktadır.



Kur'an'a yen ile dokunmanın caiz olduğunu söyleyenler yenin, yani elbisenin kolunun bir engel teşkil ettiğini, yasaklanan "mess" (dokunma) olayına mani olduğunu söylemişlerdir. Bunun gibi Kur'an'a yapışık dahi olsa cildinin kişi ile Kur'an arasında engel oluşturması sebebi ile ciltli Kur'an'lara da dokunmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir.



Fıkıh, tefsir, hadis kitaplarına dokunmayı mekruh kabul edenler;bu kitaplarda ayet bulunacağını,dolayısıyla kitaba dokunanın ayete dokunmuş sayılacağını belirtmişlerdir. Fakat bu tür İslâmî ilimleri ihtiva eden kitaplara dokunmaya duyulan şiddetli ihtiyaç ve bu kitapların Kur’an-ı Kerim gibi ezbere okunabilir bir özellikte olmaması onlara zaruret icabı yen ile dokunulmasını caiz hale getirmiştir.



İçinde ayet yazılı kitaplara dokunmayı şartsız olarak caiz gören Ebu Hanife kitapların içinde bulunan ayetlerin o -kitaba ait olduklarını ve bu tür kitaplara da Kur'an denmediğini, yasak olanın ise Kur'an'a dokunmak olduğunu belirtmiştir. Bu görüşe göre içinde ne kadar çok ayet bulunursa bulunsun Kur’an ismini taşımayan her kitaba dokunulabilir. [83]



B) ŞAFİİ MEZHEBİ
Şafiiler; cünüp hayızlı ve abdestsizin Kur'an'ı Kerim'e dokunmasının haram olduğu görüşündedirler. Kur'an'ı Kerim'in yazısız yapraklarına, kendisine bitişik kılıfına, hatta kendisinden ayrı fakat onun için hazırlanmış ve içinde Kur'an bulunan çanta ve sandığa dahi dokunulması haramdır. Bu çanta ve sandık Kur'an’ın haricinde şeyler de konma düşüncesiyle hazırlanmışsa o zaman dokunulabilir.



Kur'an öğretmek için yazılmış olan kitaplara , içinde bir ayetin anlamlı bir bölümü bulunuyorsa dokunmak haramdır.



Üzerinde bir ayet ya da sûre yazılı paralara dokunmak caizdir.



Kur'an ve ondan başka bir kitap bir cilt altında toplansalar, cildin her iki tarafına da dokunmak haram olur.



Abdest almaya, hatta teyemmüm dahi yapmaya gücü yetmeyen kişi, Kur'an'ın pisliğe bulaşmasından, yanmasından ya da düşman eline geçmesinden korkar, emanet edeceği birisini de bulamazsa onu taşıyabilir ve üzerine oturabilir. Sadece zayi olmasından korkarsa taşıyabilir fakat üzerine oturamaz. Çünkü üzerine oturmak daha kötü bir harekettir. Çalınma korkusu bulunmadığı taktirde değerli ilim kitaplarının üzerine oturmak da haramdır.



Şafii Mezhebinin Delilleri:







Şafiiler bu konuda rivayet edilen Amr b. Hazm’ın: "Kur'an'a temiz olanlardan başkası dokunamaz". hadisini sahih kabul ettiklerini beyan etmişler ve onunla amel etmişlerdir.



İçinde Kur'an bulunan Kur'an için hazırlanmış sandık veya bohçaya dokunmak ise Kur’an için hazırlanmış şeylerin onun cildi yerine geçeceği düşüncesinden yola çıkılarak haram kılınmıştır.



Üzerinde sûre veya ayet yazılı paralara dokunmanın caiz olmasının sebebi; bunlar ders ya da ezber için paranın üzerine yazılmamıştır, bu nedenle Kur'an hükmü para üzerinde cereyan etmez şeklinde açıklanmıştır. [84]



C) MALİKİ MEZHEBİ
Maliki mezhebinin abdestsiz Kur'an’a dokunmayla ilgili hükmü Kur’an okumayla ilgili hükmüyle paralellik arzetmektedir. Malikîler diğer meşhur üç mezhepden farklı olarak öğrenci, öğretmen ya da Kur’an’ı yerine kaldırma ihtiyacı duyan hayızlı ve abdestsiz kişilerin Kur’an’a dokunmasına izin vermişlerdir. Onlara göre Kur'an'dan bir ayete bakmaya ihtiyaç duyan kimse de talebe hükmündedir.



Hayızlı veya abdestsiz olanlar eğitim için ellerinde bulundurdukları levhaya (kitaba) dokunabilirler. Öğretmen talebelerin levhalarına, öğrenci ise sadece kendi levhasına dokunabilir.



Malikî alimlerinden Acc öğrenci ve öğretmen konumunda bulunan hayızlı kadında cünüplük de bulunursa, cünüplükten temizlenmeden Kur'an'a dokunması caiz değildir demiştir. Ali el -Adevi ise, hayızlının cünüp olup olmadığı önemli değildir diyerek verilen fetvayı genellemiş ve her durumda dokunmanın caiz olduğunu belirtmiştir.



Çocukların Kur'an'a dokunmak için abdestli olmaları farz değildir. [85]



Malikî Mezhebinin Delilleri:



Malikîler cünübün, talebe ve hoca konumunda bulunmayan hayızlı ve abdestsizin Kur’an’a dokunmasını Cenab-ı Hakkın "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" kavli şerifi sebebiyle haram görmüşlerdir.



Talebe, hoca ve Kur'an'ı yerine kaldırmak isteyen hayızlı ve abdestsiz hakkında sağlanan kolaylık İmam Malik'in Kur'an okuma mevzuunda olduğu gibi istihsânı esas alması sebebiyledir. Yani zorluğu gidermek için şer’i bir müsaadeye bağlı kalarak ihtiyaca uygun olan tercih edilmiştir. Bu şer’i müsaade cünüp için geçerli değildir. Çünkü cünüplüğü gidermek kişinin kendi elindedir. Belki abdestsizliği gidermek de insanın elindedir, ama abdestsizlik hali cünüplük gibi değildir, sık sık tekrarlandığı için, her defasında abdest almakta zorluk vardır. [86]



D) HANBELİ MEZHEBİ
Hanbeli mezhebinde cünüp, hayızlı ve abdestsizin Kur'an'a engelsiz dokunmaları haramdır. Kılıfı ile birlikte ya da eşya içerisinde taşımalarına izin verilmiştir.



Tefsir, fıkıh kitapları gibi içinde ayet bulunan kitaplara ve mektuplaşmalarda yazılan ayetlere dokunmak caizdir. Kağıda dokunmadan Kur'an'ın yazılmasında da sakınca yoktur.



Hanbelî Mezhebinin Delilleri:



Cenab-ı Hakkın; "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz." kavli şerifi ve Amr b. Hazm’ın "Kur'an'a ancak temiz olan dokunur." hadisi Hanbelilerin bu konudaki delilleri olmuştur.



İçinde ayet bulunan kitap ve mektuplara dokunmanın cevazı hususunda Hz. Peygamber'in Kayser'e gönderdiği içinde ayet bulunan mektup esas alınmıştır. Bir gayr-i müslimin oradaki ayetlere dokunması caiz ise herkesin dokunması caizdir. Ayrıca bu kitaplara mushaf denmez ve içinde ayet var diye mushafın haramlığı bunlar üzerinde tahakkuk etmez.



Bir engelle Kur'an'a dokunmanın caiz olması aradaki engelin yasaklanan "mess" yani dokunma olayına mani olması sebebiyledir.



Bir Hanbeli kitabı olan ve metin bölümünde yukarıda zikredilen görüşler bulunan el-Muğni'nin haşiyesinde ise adeta metne reddiye tarzında şu ibareler yer almaktadır:



"O'na temiz olandan başkası dokunamaz." ayeti ile delil getirmekte şüpheli bir durum vardır. Çünkü ayetteki “kitap” saklı olarak vasıflanmıştır. O da Kur’an’ın indirildiği “Levh-i mahfuz” dur. Temiz olanlar da meleklerdir. Cenab-ı Hakkın “Güvenilir kâtiplerin elleriyle yazılıp tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde yazılmış bu âyetler bir hatırlatma ve öğüttür." [87] ve "Hakikatte onların yalanladıkları aslı Levh-i Mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an'dır." [88] kavli şerifleri de bu kabildendir.



Amr b. Hazm'ın hadisi ise üzerinde hadis alimlerinin büyük ihtilâfları bulunan bir hadistir. Hadis sahih bile olsa ibarede "temiz" kelimesi yer almaktadır. Temiz olanlar ise Cenab-ı Hakkın "Ey iman edenler ancak müşrikler pistir. [89] ." kavli şerifinde olduğu gibi şirk pisliğinden temiz olanlardır denerek mezhebin görüşü ciddi bir biçimde tenkit edilmiştir. [90]



E) ZAHİRİ MEZHEBİ
Zahiri mezhebinde cünüp, hayızlı ve abdestsizin Kur'an'a dokunmaları câizdir. [91]



Zahiri Mezhebinin Delilleri:



Zâhirî alimleri abdestsizlik halinde bulunanlar için Kur'an'a dokunma yasağı getirenlerin delillerinin sahih olmadığını ileri sürmüş ve onlara karşı kendi görüşlerini el-Muhallâ adlı eserde şöyle ortaya koymuştur:



Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem), dokunacağını yakînen bildiği halde Hristiyan olan Herakliyus’a içinde: "Bismillâhirrahmanirrahim. Ey Kitap ehli! Hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvi bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabb'ler edinmeyelim" [92] ) ayeti bulunan bir mektup göndermiştir.



Peygamberimizin (sallâllahu aleyhi ve sellem) mektuba yazdığı sadece bir ayettir denilecek olursa, deriz ki; evet Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) sadece bir ayet yazmıştır, fakat bundan fazlasını da yasaklamamıştır. Sonra sizler kıyas ehli kimselersiniz. Niçin bir ayeti ondan daha çoğu ile kıyaslamıyorsunuz?



Şayet delil olarak, "Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem), Kur'an ile düşman topraklarına gitmeyi düşmanın eline geçme korkusu ile yasaklamıştı" hadisini zikredecek olurlarsa, bu kendisine uyulması gereken bir gerçektir deriz. Hadiste kâfir veya cünüp Kur'an'a dokunmasın şeklinde bir ifade yer almamaktadır. İstenilen O'nun ehli harbin, yani düşmanın eline geçmemesidir.



Cenab-ı Hakkın (........). “O korunmuş kitaptadır. . O'na temiz olandan başkası dokunamaz”, ayetini zikredecek olurlarsa, bu ayette onlar için bir delil olmadığını söyleriz. Çünkü içinde emir değil sadece haber vardır. Açık bir nass ve yakînen bilinen bir icma bulunmadıkça haber lâfzına emir anlamı vermek caiz değildir. Allah'u Azimuşşân (c.c); temiz olmayanların Kur'an'a dokunamayacağını haber vermiştir ve şüphesiz O'nun söylediği doğrudur, gerçektir. Bizler mushafa temiz olanın da, olmayanın da dokunduğunu görüyorsak anlarız ki Allah Azze ve Celle orada mushafı değil başka bir kitabı kastetmiştir.



(........)



Muhammed b. Said, bize Said b. Cübeyr'in : "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz' ayetiyle kastedilenin gökteki melekler olduğunu söylediğini haber vermiştir.



(........)



Alkame'den nakledilmiştir:



Süleyman b. Farisi'ye gitmiştik. Tuvaletten çıkıp yanımıza geldi. Biz; Ya Eba Abdillah, abdest alsan da bize şu sûreyi okusan dedik. Süleyman bize: "O saklı bir kitaptadır. O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" ayetini okudu ve âyette zikredilenin semada bulunan kitap olduğunu ve O'na meleklerden başkasının dokunamayacağını söyledi. [93]



(........)



İbrahim en-Nehaî'nin bildirdiğine göre, Alkame b. Kays bir mushaf edinmek istediği zaman bir Hristiyan'dan kendisine bir nüsha Kur'an yazmasını isterdi. [94]



E)DİĞER GÖRÜŞLER:



Şimdiye kadar aktarılan bilgilerden, ortada birbirine taban tabana zıt iki ayrı görüş bulunduğunu müşahede ediyoruz Bunlardan birisi Hanefi, Şafii ve Hanbeli mezhebinin müdafisi olduğu abdestsizlik halindeki kişilerin Kur’an’a dokunmasının haramlığı görüşü;bir diğeri de Zahirilerin üzerinde durduğu kâfir olsun abdestsizlik halindeki mü’min olsun her durumda Kur’an’a dokunulabileceği görüşü. Bu arada talebe ve hoca konumunda bulunan abdestsiz ya da adetli kişilerin Kur’an’a dokunabileceklerini söyleyen Mâliki mezhebinin fetvası her iki görüşün orta noktası durumunda bir görünüm arzediyor.



Dokunmanın haramlığı hakkında iki delil zikrediliyor. Bunlar, bir âyeti kerime ve bir hadisi şerif. Ayetin nüzûl sebebine ve ilk dönemden bu yana yapılan yorumlarına baktığımızda bu âyetin Kur'an'a dokunmanın haramlığı hususunda açık ve net bir delil olmadığını görüyoruz. Hadisi-i şerif ise hem zayıf, hem de haramlık ifade eden bir emri içermiyor. Hükmün haramlığını savunanlar dönüp dolaşıp bir fikir üzerinde birleşiyorlar: “Deliller kesin olmasa bile Kur'an'a abdestsiz dokunmak saygısızlıktır. Kur'an'a saygısızlık ise haramdır”. Öte yandan Zâhirî uleması görüşlerini Ashab-ı kiramdan yaptığı nakiller ve en önemlisi açık ve sıhhati sabit bir hadis-i şerif ile ortaya koyuyor. Bu hadis Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimizin bir Hristiyana gönderdiği -aslı halen Topkapı Sarayında mevcut- içinde ayet bulunan bir mektup. Rasûlullah (sallâllahu aleyhi ve sellem).Kur'an'ı bir gayri müslime göndermiş ise anlaşılan âyette geçen ve pek çok ihtilâflara sebep olmuş temiz kelimesinin anlamı abdestli demek değildir. Zira gayri müslimlerin abdestsiz olacağı şüphesizdir ve Allah Rasûlü bu durumu yakînen bildiği halde bir Hristiyan’a dokunması gereken ayet yazılı bir metin göndermiştir.



İslâm litaratüründe .(........)"temiz" kelimesi başka ne gibi anlamlara gelmektedir ve bu anlamlardan her biri,“O’na temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz” âyetini ve"Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz" hadisini nasıl etkiler?



1- (........) "Temiz" kelimesi itikadi temizlik anlamında kullanılmıştır. Cenab-ı Hakkın (........) “Ancak müşrikler necistir (pisliktir)” [95] kavli şerifi ve Hz. Peygamberin (........) “Mü'min necis olmaz” [96] hadis-i şerifi "necis"in manevi pislik, imansızlık hali ve dolayısıyla "tahir"in de mümin olarak kullanıldığına delildir.



Tahiri mü’min olarak algıladığımızda âyet,O’na (Kur’an’a ya da Levh-i Mahfuz’a mü’min olanlardan başkası dokunamaz; hadis ise"Kur'an'a mümin olandan başkası dokunamaz şeklinde anlaşılacaktır. Levh-i Mahfuz’a mü’min olsun, kâfir olsun beşerin teması mümkün olmadığına göre bu âyetle Kur’an yazılmış sayfalara mü’minlerin dışındakilerin dokunamayacağı belirtilmiş ya da mü’min olanların dışındakilerin Kur’an’a dokunması yasaklanmıştır denilebilir. İlk ihtimalin imkânsız olduğu zaten pratikte gözlemlenmektedir, çünkü mü’mini de, münafığı da, kâfiri de Kur’an’a dokunmaktadır. İkinci ihtimal ise sahih hadislerle çakışması ve haber lâfzıyla ifade edilmiş âyet ve hadise emir anlamı yüklemeyi gerektirdiğinden çok isabetli gözükmemektedir. Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) Kur’an yazılı sayfalara mü’minlerin dışındakilerin dokunmasını yasaklayıp da bu yasağı bir Hristiyan olan Herakliyus’a ayet yazılı mektup göndererek çiğnemesi düşünülemezdi. Allah Rasulünün bu uygulaması –bir âyet Kur’an sayılmaz- düşüncesine rağmen gayr-ı müslimlerin Kur’an’a dokunabileceğinin en açık delilidir. Zira Kur’an-ı Kerim Rasulûllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) zamanında yazı malzemeleri üzerinde zaten âyet âyet bulunuyordu, toplanarak kitap haline getirilmesi Hz. Ebu Bekir zamanında olmuştur. Dolayısıyla Hz. Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in, yazılı haldeki Kur'an’dan bahsettiğinde bir veya birkaç ayetten fazlasını kastetmesi mümkün değildi.



2- "Tahir", hakiki pisliklerden uzak olma, bedende kan, idrar, dışkı gibi maddi olarak hissedilen bir necasetin bulunmaması, ya da sadece örfi olarak değer verilen bir şeye veya kişiye dokunma durumunda pis olarak kabul edilen çamur vs. gibi şeylerden arınmış olma halidir. “Necasetten taharet” terimi tahir kelimesinin bu anlamda kullanıldığının en bariz örneğidir.



Bu tanıma göre ayetin anlamı O’na (Levh-i Mahfuz ya da Kur’an’a) dünyevi bir pislikle dokunulamaz ;hadisin anlamı ise"Pislik bulaşmış bir uzuvla Kur'an'a dokunamazsınız" olur. Herhalde saygısızlık kavramına en yakın olan da bu olacaktır. Zira yeryüzünde tabiatı bozulmamış hiçbir insan yoktur ki böyle bir davranışı hoş karşılasın ve kirli ellerle kutsal bir şeye dokunmayı hakaret kabul etmesin.



3- "Tahir" kelimesi, hükmi pisliklerden, yani cünüplük, hayız ve abdestsizlikten uzak olma anlamına gelmektedir.



Cenab-ı Hakk Maide Sûresi ayet 6'da mü'minlere namaz kılacakları zaman abdest almalarını, cünüp olanlara boy abdesti ile temizlenmelerini emretmiş ve "Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak istiyor, umulur ki şükredersiniz" buyurmuşlardır. Bir hadis-i şerifte de Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem): (........)Allah taharetsiz (abdestsiz) hiçbir namazı kabul etmez buyurmuştur [97] .



Ayeti kerime ve hadis-i şeriften anlaşıldığına göre cünüp, hayızlı ve abdestsiz de dışarıdan bakanın anlayamayacağı hükmi bir pislik bulunmaktadır ve temizlik bu hallerden uzak olma anlamında kullanılmıştır.



Hadisi şerife "tahir" kelimesinin bu anlamı yerleştirildiğinde, hadisin anlamı "Kur'an'a ancak abdestli olan dokunur" olacaktır. Fakat bu yorum şekli de pek çok nakli ve akli delile ters düşmektedir. Çünkü Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimizin Kur'an'ı yazmakla memur bulunan vahiy kâtiplerini abdestsiz bulunduklarında bu vazifeden nehyettiğine dair hiçbir rivayet bulunmamaktadır. Her gün Kur’anla iç içe bulunan Ashab-ı kiram tarafından abdestsiz Kur'an'a dokunmalarının haram kılındığını belirten tek bir açıklama yapılmamıştır. Kur'an'ı Kerim’e son derece ilgi ve muhabbet besleyen, hayatını Kur’anla yönlendiren bu insanların en küçük ayrıntıları kendisinden sonraki nesillere naklettikleri halde böylesi önemli bir yasakla karşılaşıp da sükût etmelerinin tasavvuru dahi mümkün değildir. Ayrıca "Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz" hadisini rivayet eden tek bir sahabi de yoktur. Hadisin mürsel olması bunu göstermektedir. Rasulullah'ı görmeyen tabiinden bir zat kimden duyduğunu belirtmeksizin Rasulullah'tan hadis rivayet etmiştir.



Dikkate alınması gereken diğer bir husus da “ Kur’an’a temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz âyetinin Mekke’de nazil olmasıdır. İlim ehlince ma’lum bir gerçek var ki Mekke’de nazil olan âyetlerde amelî değil itikadî konular ağırlıklıdır. Mekki sûreler îmana dâvet eden, Allah’ın varlığını, birliğini vurgulayan, âhiret hayatına yönelik kıyamet, cennet, cehennem tasvirlerini ön plânda tutan âyetlerle doludur. Zira akide binanın temelidir ve temeli atılmayan binâya kat çıkmak mümkün değildir. “Allah ve Rasulü ile savaş”olarak nitelendirilen “faiz”in Medîne’de ve dört merhalede yasaklanmış olması ve yine kötülüğü hakkında dört ayrı uyarı bulunan içkinin yasaklanmasının Medine’de gerçekleşmiş olması hep bu sebepledir Dolayısıyla “Oku” emriyle başlayan bir kelâma ulaşmaya daha Mekke’de sınır getirilmesi ilâhi kanuna muhâlif bir tavır olarak gözükmektedir.



Müslümanlara namaz dışında hiçbir ibadet için abdestin farz olmadığı Kur'an'da abdest emrinin namaza kalkma şartına bağlı kılınmasından da anlamak mümkündür



. Alkame b. Fağva Hz. lerinden ve benzer manada Ebu Cehm'den rivayet edildiğine göre Maide sûresinin abdestle alâkalı 6. âyeti indirilinceye kadar Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem).abdesti bozulduğunda yeniden abdest alıncaya kadar ne konuşur, ne konuşulana cevap verir, ne selâm verir, ne de selâm alırdı. [98] Ashab-ı kirama da deve eti ya da diğer bir rivayette ateşte pişmiş bir taamı bile yediklerinde abdest almayı emrettiği beyan edilmektedir. [99]



Medine-i Münevvere’de nâzil olan ve en son inen sûreler arasında bulunan Maide sûresinin 6.ayeti ile bu uygulamanın hükmü neshedilmiş ya da en azından abdest ve guslün namaza kalkma eylemiyle kayıtlanması namaz harici ibadetler için alınan abdestin farz olmadığını belgelemiştir.



Bu manâya uygun olarak Ebû Dâvud ve Tirmîzi’de zikredilen ve hasen olarak kabul edilen bir hadis ise şu mealdedir: "Allah Rasulü abdestini bozmuştu. Kendisine bir yemek takdim edildi. Abdest suyu getirmeyelim mi diye sordular. Bunun üzerine: "Ben ancak namaza kalktığımda abdest almakla emrolundum." [100] buyurdu.”



4) “Tahir” kelimesini hükümlerini kabul etsin etmesin Kur'an-ı Kerim’e saygı gösterebilecek, O’na hakaret edip zarar vermeyecek kişi ya da kişiler olarak düşünmek de mümkündür. Kelimenin bu anlamda kullanıldığına dair bir delil bulunmamakla birlikte Rasulüllah (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimizin Kur'an ile düşman topraklarına seferi düşmanın O'na zarar vermesinden korktuğu için yasakladığı rivayeti [101]bizleri bu anlayışa götürmüştür. Zira Hz. Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) burada Kur'an'ı kâfirden değil düşmandan korumayı emretmiştir. Maksat kâfir olsaydı Medine'de bulunanlar için de bir yasaklamanın getirilmesi gerekirdi.



Bu yorum şekline göre kâfirler de iyi niyetli yaklaştıktan sonra Kur'an'ı alıp okuyabilirler. Zaten bunun aksini tatbik etmek İslâm'ın yayılmasına büyük bir darbedir. Ma’lûmdur ki; nice gayr-i müslim, sadece Kur'an'ı okuduğu ve O'nun mûcizevi yönünü müşahade ettiği için müslüman olmuştur.



Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) Yemen'in yeni fethedilen bir bölge olması ve orada bulunan "İslâm düşmanı" kâfirlerin zaten az sayıda bulunan âyet yazılı nüshalara zarar vermelerini önlemek niyetiyle mü'min olanları "Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz" şeklinde düşmana karşı temkinli davranmaları için uyarmış olabilir.



5- "Tahir" kelimesiyle meleklerin kastedilmiş olması da mümkündür. Vakıa Suresinin "O'na temiz olanlardan başkası dokunmaz" âyetinin nüzul (indirilme) sebebinde açıklandığı gibi; kâfirler Kur'an'ın şeytanlar tarafından indirildiğini iddia ediyorlardı. Cenab-ı Hak: "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" âyeti kerimesi ile inanç hususunda pisliğiyle şöhret bulmuş şeytanın pisliğinin Kur'an'dan uzak olduğunu ve Levh-i Mahfuz'daki Kur'an'a sadece temiz olan meleklerin dokunup O'nu dünyaya indirdiklerini haber vermiştir.



En'am suresinin indirilişini anlatan rivayetler de bu manâyı destekler mahiyettedir. Bu rivayetlerde Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Kur'an'da En'am Suresinden başka bir sure bana tümü birden inmedi ve şeytanlar bu süre için toplandıkları kadar hiçbir süre için toplanmamışlardı. Bu süre bana Cibril ile emrinde elli bin melek olduğu halde gönderildi. Bunu kuşatmışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler." [102]



Tahir kelimesinin anlamını “melek” olarak algıladığımızda Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) yeni fethedilen bir yere ve İslâm'dan habersiz bulunan Yemenlilere bir mektup ile İslâm'ın bazı hükümlerini bildirmiş ve orada bulunan kâfirlerin müslümanları olumsuz yönde etkilemesine mahal vermemek için Kur’ân’ın vasfını, yüceliğini, şeytanın pisliğinden berî tertemiz olduğunu “O’na temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz” âyetinin tefsiri mahiyetinde izah buyurmuştur, denilebilir.



Hz. Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in söz konusu mektubunu incelediğimizde mektubun emirler, nehiyler ve İslâmî konuların îzahı olmak üzere üç bölüme ayrıldığını müşahade ediyoruz. "Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz" cümlesi emir ya da nehiylerin değil izahların bulunduğu bölümde yer alıyor.



Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) efendimizin Amr b. Hazm’a yazmış olduğu ve içinde “Kur’an’a temiz olandan başkası dokunamaz” ifadesinin yer aldığı mektubun ilgili bölümünü öncesi ve sonrasıyla aynen naklediyoruz:



(........)



"Umre küçük hactır. Kur'an'a temiz olandan başkası dokunamaz. Evlenmeden boşanma olmaz. Satın almadan köle azad edilmez."



İbare bütünüyle incelendiğinde birbiri ardına gelen cümlelerin aksini tatbîke imkân vermeyen konuları içerdiği görülüyor. "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" cümlesi bağlantılı olduğu cümleler itibariyle bizi şöyle bir anlayışa götürüyor: Evlenmeden önce boşanmak ve satın almadan köle azad etmek ne kadar imkânsız ise temiz olandan başkasının Kur'an'a dokunması da o kadar imkânsızdır. Böyle bir şey olur diyenlerin sözü, satın almadığı bir köleyi azad ettim diyen kişinin sözü gibi boştur.



Mektubdan naklettiğimiz cümlelerin hemen akabinde: "Sizden hiçbiriniz bir yanı açık namaz kılmasın, sizden hiçbiriniz saçları örülü namaz kılmasın" gibi nehiy cümleleri bulunmaktadır. Şayet, Rasulullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) "Ona temiz olandan başkası dokunamaz" cümlesi ile bir yasaklama murad etmiş olsaydı ibare yukarıdaki izah cümleleri arasında değil bu bölümde yer almış olurdu.



Tahir, kelimesine şimdiye kadar değindiğimiz anlamlarından en çok yakışan İbn Abbas, Enes, Mücahid, Saîd b. Cübeyr, Ebû Nehik, Ebu’l Aliye, Katade, Cabir b. Zeyd, Kelbî



ve Katade’nin de tercihiyle “melek” anlamdır. Zira Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde Kur'an'a abdestsiz dokunmayın ya da sadece abdestliler dokunsun tarzında açık bir emir ya da yasaklama cümlesi bulunmamaktadır. Bizlere sadece Kur'an'a temiz olanlardan başkasının dokunamayacağı haber tarzında ifade edilmiştir. Dünyada kirli olarak kabul ettiğimiz kişiler Kur'an'a dokunuyorsa ki dokunuyor, o taktirda âyette kastedilen Kur'an Levh-i Mahfuz’daki Kur'an . olmalıdır. Nitekim Cenab-ı Hakk “ Hayır yıldızların yerleri üzerine yemin ederim. Gerçekten bilseniz bu büyük bir yemindir. Şüphesiz O şerefli bir Kur’an’dır, korunmuş bir kitaptadır. O’na temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz. Alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. Siz bu sözü mü küçümsüyor sunuz ?” [103] buyurmuş öncelikle Levh-i Mahfuz’un bulunduğu bölgeye yıldızların yerleri üzerine yemin ederek burada bulunan Kur’an’ın özelliklerini belirtmiş ve onun yüceliğine dikkat çekmiştir. Hemen akabinde devam eden âyette de bu Kur’an’ın dünyaya indirildiği haber verilmektedir. “O’na temizlenmiş olanlardan bakası dokunamaz” âyetinin “Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir” ayetinden sonra değil “O saklı bir kitaptadır” âyetinin ardında yer alması da temiz olmayanların dokunamayacağı şeyin Levh-i Mahfuz’daki Kur’an olduğunun bir göstergesidir. Ayrıca âyetin devamında siz bu sayfaları, Kur’an yapraklarını mı küçümsüyorsunuz denmemiş, “Siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz.” buyurulmuştur. Çünkü yazılı olan şey Arapça’da Kur’an değil mushaf, sahife ya da mektup gibi kelimelerle ifade edilir. Mushaflara Kur’an denilmesi halk diline yerleşmiş hatalı bir kullanımdır. Ve Cenab-ı Hakk âyet-i kerimede manâsı okunan demek olan “Kur’an’ı methetmektedir.



Dikkatleri çeken diğer bir husus da Kur’an’ın içinde bulunduğu kitabı tasvir ederken kullanılan “meknûn” kelimesidir. Vakıa suresinin 23. âyetinde incinin gizliliğini ifade ederken kullanılan “meknûn” kelimesi burada Kur’an’ı içinde bulunduran kitabın vasfını beyan için tercih edilmiştir. Elimizde bulunan mushaflar istiridye içindeki inci gibi insan eli ulaşmayacak ya da nadiren ulaşacak şekilde saklı tutulmadığına göre inci gibi saklı tutulan temizlik vasfını haiz meleklerin dışındakilere kapalı bulunan “Levhi Mahfuz” dan başka bir şey olmamalıdır.



Bu arada elimizde bulunan mushafları Levh-i Mahfuz’da bulunan Kur’an’a kıyas etmek ve bunlara saygı amacıyla abdestli dokunmayı elzem görmek “saygı” kavramını bir kere daha gözden geçirmeyi gerekli hale getirmektedir. Cenab-ı Hakkın zatının isimlerine ya da, peygamberlerine ya da Beytullah olarak adlandırılan kâbeye ya da diğer kutsal kitaplara dokunmak haram mı ki bunlara kıyasen onlar gibi kutsal bir değere dokunmak haram olsun ? Allah’ın saygısızlık olarak addetmediği ya da böyle bir şeyi açıkca izhar etmediği bir fiilden yola çıkarak Kur’an ile insanlar arasına girmek yakîn (kesin) bilgi varken zanna tabi olmaktır. Yani Kur’an yazılı bir nüshaya abdestsiz kişilerin dokunabileceğini sahih ve açık bir şekilde belgeleyen bir Herakliyus hadisi varken manâsı müphem bir âyet ve hadisin peşine düşmektir ki, bu hareketle Cenab-ı Hakkın: “Onlar sadece zanlarına tabi oluyorlar” [104]âyet-i kerimesindeki kınanan “zanna tabi olma” fiili işlenmiş olunur.



Saygı sebebiyle Kur'an'dan uzak kalma düşüncesi ilk bakışta önemsiz gibi gözükmesine rağmen belki de İslâm âleminin Kur'an'dan uzaklaşmasında en büyük rolü oynamış ve Kur'an'a yapılacak gerçek saygısızlığın tohumlarını atmıştır. Kur'an mü'minlerin rehberi, kılavuzudur ve oku emriyle başlayan kılavuz sadece okuyana kılavuzluk eder. Gerekçesi saygı da olsa rehberinden uzaklaşanların elde edeceği en iyimser sonuç yolunu şaşırmak olacaktır. İnsanların kılavuzlarına dokunmalarına birtakım engeller getirmek onları ya bu rehberden soğutacak ya da bıkkınlığa yol açan sıkıntılara girmelerine sebep olacaktır. Şeker hastalarını ya da sıkça tuvalet ihtiyacı hisseden kişileri düşünecek olursak durumun güçlüğü daha iyi anlaşılır. Oysa ki Allahü Azimüşşa'n Kelâm'ı Mecidinde (........) "Allah size dinde bir güçlük yaratmamıştır" [105] buyurmaktadır.



Ortada sübûtî ve manâya delâleti kat’i bir delil bulunmadan verdiğimiz hükümler insanların sıkıntıya girmesine sebep oluyorsa bu hükümleri değiştirmek Cenab-ı Hakkın yukarıda zikredilen kavli gereğince üzerimize vacib derecesinde bir vazife olmalıdır.



Şüphesiz en doğrusunu Cenab-ı Hakk bilir.







DİPNOTLAR



[1] Ebû Davud, Kitabu’t-Tahâre,229.
[2] Tirmizi,K.Tahâre,146.
[3] Sünen-i Nesei, K. Tahâre,171.
[4] Sünen-i Nesei, K. Tahâre,171.
[5] İbn. Mace, K. Tahâre,594.
[6] Tahric:Bir hadisi kaynak eserlerden bulmak,çeşitli yönlerden değerlendirmesini yapıp ilk eserlere nisbet ederek kendisinin veya başkasının senediyle rivayet etmek., Sahih-i Buhari Tercemesi İndeksi,çev. Hikmet Tekin, İstanbul 1990, s. 41.
[7] Hasen-sahih:a) Senetleri çoğalarak sahih derecesine ulaşan hadis. b) Birden fazla senedi olup bunlardan bazısı hasen bazısı da sahih olan hadis. c)Bazı alimlerce hasen, bazılarınca da sahih kabul edilen hadis. Sahih-i Buhari ve Tercemesi İndeksi,çev. Hikmet Tekin, İst.1990, s.20.
[8] Hattabî, el-Menhelü’l-Azbu’l-Mevrud, y.s 1351, c.2, s.305; İbn. Hümam,Kemâluddîn, Fethu’l-Kadir, Bulak 1315, K.Tahâre, c.1, s.116.
[9] Tirmizi, K.Tahâre, 131.
[10] İbn. Mace, K.Tahâre, 595.
[11] İbn. Mace, K.Tahâre, 596.
[12] Tirmizi, K Tahâre, 131.
[13] Sadece zayıf bir ravi tarafından rivayet edilen hadise “münker hadis” denir. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985, c.1, s.29.
[14] Sünen-i Tirmizi Tercemesi, çev. Mollamehmetoğlu, Osman Zeki, İstanbul 1981, K. Tahâre, 596.
[15] İbn. Mace, Sünen-i İbn. Mace Tercemesi ve Şerhi, Hatiboğlu, Haydar, İstanbul 1983, K. Tahâre, 131.
[16] Hattâbi, a.g.e., c.2, s. 302.
[17] Mezhebin kurucusu Ebu Hanife’dir. Kendisinin adı Nûman, babasının adı Sabit’dir. Hicri 80 tarihinde Kûfe’de doğmuş, 150 tarihinde Bağdat’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1990, s. 34.
[18] Ebu Cafer Abdülmelîk el- Ezdî et-Tahavi. Mısır’ın yetiştirdiği en büyük Hanefi fıkıh alimidir. Hicri 239 tarihinde Mısır’da doğmuş 321 tarihinde yine Mısır’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Özel, Ahmet, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara 1990, s.30.
[19] Ebu’r-Reca Mahmud b. Muhammed ez-Zahidî el-Gazmınî. Tanınmış Hanefi fıkıh alimlerinden olup hicri 658 tarihlerinde yaşamıştır. Özel, Ahmet,a.g.e.,s.66.
[20] Muhammed b. Semaa b. Ubeydullah b. Hilâl et-Temîmi el- Kûfi. Hicri 130-233 tarihleri arasında yaşamıştır. Ebu Yusuf Şeybâni, Hasan b. Ziyad ve Leys b. Sa’d’ın talebesidir. Güvenilir alimlerden olup halife el-Me’mun zamanında Bağdat’ta kadılık yapmıştır. Özel, Ahmet, a.g.e., s.27.
[21] Ebu’l –Hasen Ubeydullah b. Huseyn b. Dellâl el-Kerhi Büyük Hanefi müçtehitlerindendir. Hicri 260 tarihinde Kerh’de doğmuş, 340 tarihinde Bağdat’da vefat etmiştir. Özel, Ahmet, a.g.e.,s.32.
[22] Ebu’l Hasen Burhanuddin Ali b. Ebû Bekr b. Abdulcelîl el-Fergani el- Merginani er- Riştanî.Hicri 593 tarihlerinde yaşamış büyük Hanefi alimi ve müçtehit. Metinde geçen el-Hidaye adlı fıkıh kitabını 13 senede te’lif etmiştir. Özel, Ahmet, a.g.e.,s.57.
[23] Hakimu’ş-Şehid Ebu’l-Fadl Muhammed b. Muhammed el-Mervezî el-Belhi, Büyük Hanefi alimlerinden olup hicri 241-334 tarihleri arasında yaşamıştır.”el-Kâfi” adlı eseri , İmam-ı Muhammed’in “Zahiru’r-Rivaye” diye anılan altı eserinden derlenerek te’lif edilmiştir. Daha sonra bu kitap Serahsi tarafından otuz cilt halinde şerh edilmiştir. Özel, Ahmet, a.g.e., s.32.
[24] Hanefi fıkıh alimlerinden Hüseyin b. Muhammed es- Semenkani ( hicri 8. Asır.) tarafından yazılmış fıkıh kitabıdır. Özel, Ahmet, a.g.e., s.76.
[25] Halebî, İbrahim, Halebî Kebir, İstanbul 1925, s.56 vd.
[26] Hattabi, a.g.e., c.2, s.305.
[27] Halebi İbrahim, a.g.e.,s.57.
[28] Hattabi, a.g.e., c.2.,s.305, Burhanuddîn el-Merginanî, el- Hidâye, K.Tahâre, Kahire, 1938, c.1, s.18.
[29] Mezhebin kurucusu İmam Muhammed b. İdris eş-Şafii’dir. Hicrî 150 tarihinde Askalan’da veya Şam beldelerinden Gazze’de doğmuş, 204 tarihinde Mısır’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
[30] Ahmed b.Hacer el- Heytemi, Tuhfetü’l-Muhtâc, y.t. yok, c.1, s.271.
[31] Mezhebin kurucusu İmam Mâlik b. Enes’dir. Hicrî 93 tarihinde Medine-i Münevvere’de doğmuş, 179 tarihinde yine Medine’de vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
[32] Muhammed el- Huraşî, ( el-Huraşî veya Haraşî ) alâ Muhtasarı Seydi Halîl, Dâr-ı Sâdır, Beyrut, c.1, s.209, Haşiyetü’ş-Şeyh Ali el- Adevi
[33] İbn Rüşt, Bidâyetü’l-Müctehit ve Nihayetü’l Muktesid, K. Tahâre, Kahire 1333, c.1,s.38.
[34] Bilmen, Ömer Nasûhi, Büyük İslâm İlmihali, K. Kerâhe ve’l İstihsan, İstanbul 1990, s.435.
[35] Mezhebin kurucusu İmam Ahmed. B. Muhammed b. Hanbelî’dir. Şeyban kabilesine mensubtur. Aslen Mervez’lidir.Hicri 164 tarihinde Bağdat’da doğmuş, 241 tarihinde yine Bağdat’da vefat etmiştir. Bilmen Ömer Nasûhi, İslâm İlmihali, s.35.
[36] İbn Kudame, Muğnî, Mısır t.y.,c.1, s.144.
[37] Mezhebin kurucusu Ebu Süleyman Davud b.Aliyyü’l Isfahânî’dir. Hicri 202 tarihinde Kûfe’de doğmuş, 270 tarihinde Bağdat’da vefat etmiştir. Zahirilerin kavillerine, hilâflarına mutlaka itibar olunur. Ebu Mansûri Bağdadî’nin kanaati böyledir. Şafiilerce sahih görülen de budur. Bilâhare reyler, bu vecihle karargih olmuştur. Eimme-i müteahhirin , Davudi Zahirî’nin mezhebini kitaplarında irad etmişlerdir. Şeyh Ebu Hamid, Maverdî, Kadı Ebuttayyib gibi meşahir bu cümledendir. Bilmen, Ömer Nasûhi, Hukuki İslamiyye Kamusu, c.1, s.348 vd.
[38] İbn Hazm, el- Muhallâ, Beyrut 1984, K. Tahâre
[39] Fecr, 89 /1.
[40] Rahman, 55 / 64.
[41] Bakara, 2 / 282.
[42] Tabiinin büyüklerinden bir zattır. Medine-i Münevvere’deki “Fukaha-i Seb’a “ dandır. Kendisine “Fakîhu’l- Fukaha” yani “fakihlerin fakihi” denilirdi. Hicrî 91 tarihinde vefat etmiştir.
[43] Rasûlüllah efendimizin amcası Hz. Abbas’ın oğludur. Kendisine ilminin çokluğundan dolayı bahr:deniz ve tefsire pek ziyade vukufundan dolayı “Tercümetü’l-Kur’an” ünvanı verilmiştir. Hicrî 68 tarihinde Taif’de vefat etmiştir.
[44] Tabiinin büyüklerindendir. Tefsir, hadis, fıkıh ilimlerinde mütehassıs olmuştur. Hicrî 95 tarihinde vefat etmiştir.
[45] İbn Hazm, el- Muhallâ, Beyrut 1984, K. Tahâre, c.1, s.96.
[46] Kadîm ulema ve fukahadandır. Hz. Aişe validemize mülâkî olmuştur. Hicri 96 tarihinde vefat etmiştir.
[47] Sahih-i Buhari, K. Hayz, 8.
[48] Hicr, 15/ 9.
[49] Müslim, Müsafirin, 139, Ebu Davud, Menasik, 45.
[50] Sahih-i Buhari, K. Hayz, 8.
[51] Bakara, 2 / 163.
[52] Tirmizi, B. Dua , 3705.
[53] Al-i İmran, 3 / 64.
[54] Sahih-i Buhari, K. Hayz, 8.
[55] Müslim, İmare,158, Ebu Davud, Cihad, 2502.
[56] Ebu Davud, Cihad, 2504.
[57] Vakıa,56 / 77,78,79.
[58] Hakim el-Müstedrek, tarih ve yer yok, K.Zekât, c.1, s.395 vd.
[59] Taberî, Tefsir-u Taberi, Beyrut 310 h.,Vakıa suresinin tefsiri, c.11,s.660 vd.; Kurtûbi, Tefsir-u Kurtûbi, Beyrut 1408 h.,Vakıa suresinin tefsiri, c.17, s.145.
[60] İbn Kesir, Tefsir-i ibn. Kesir, Vakıa 79’un tefsiri.
[61] Kurtubî, Tefsir-i Kurtubi, Vakıa 79’un tefsiri.
[62] İbn Kesir, Tefsir-i İbn Kesir, Vakıa 79’un tefsiri.
[63] Yalancılıkla itham edilmesi , aşırı yanılması, fazla gafleti veya açık fasıklığı gibi bir nedenle zayıflığı hakkında icma edilen bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadistir. Hatiboğlu, Haydar, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1982, c.1, s.xxxvıı.
[64] İbn Rüşd, a.g.e.,K. Tahâre, c.1,s. 32.
[65] Cemâluddin Ebi Muhammed Abdullah b. Yusuf (v.562 h.), Nasbu’r-Raye, Kahire 1357 h., K.Zekât,c.2, s.340.
[66] Hakim, a.g.e., c.1, s.395.
[67] Merâsil: Rasulûllah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) görmeyen tabiinin sahabe ismi zikretmeksizin “Rasulûllah şöyle buyurdu.” diyerek rivayet ettiği hadislerin bulunduğu kitap.
[68] Abdullah b. Yusuf, Cemaluddin Ebi Muhammed,a.g.e., c.2, s.340.
[69] Halebî, İbrahim, a.g.e., c.1, s.58 vd.
[70] MÜLTEKA
[71] el-Merginani, Burhaneddin, el-Hidaye, K.Hayz, Kahire, 1356, c.1,s.18, el-Mevsıli, Mahmud b. Mevdud, el-İhtiyar, K. Tahâre, İstanbul 1989, s.13.
[72] İbn Hümam, Kemaluddin, a.g.e.,c.1,s.117.
[73] Halebi, İbrahim, a.g.e.,c.1,s.58 vd.
[74] el-Kâsâni, Ebu Bekr b. Mes’ud , Bedayiu’s-Sanai, Lübnan ts., c.1, s.37 vd.
[75] Halebi, İbrahim, a.g.e.,c.1,s.58 vd.
[76] el-Kâsânî, a.g.e.,c.1,s.37 vd.
[77] Halebî,İbrahim,a.g.e.,c.1,s.58 vd.
[78] el-Kâsâni, a.g.e., c.1, s.37.
[79] Halebî, İbrahim, a.g.e.,c.1,s.58 vd.
[80] Hattabî, a.g.e.,c.2,s.304.
[81] el-Kâsânî,a.g.e., c.1, s.33 vd., Halebi, İbrahim, a.g.e.,s.58 vd.
[82] İbn Hümam, a.g.e.,c.1,s.117.
[83] Halebi, İbrahim, a.g.e., s.58 vd.
[84] el-Heytemî, Ahmed b. Hacer, a.g.e., c.1, s.145.-153.
[85] el-Huraşî veya Haraşî alâ Muhtasarı Seydi Halîl,Dar-ı Sâdır, Beyrut ts., c.1, s.161.Hamişindeki kitap: Haşitetu’ş-Şeyh Ali el-Adevi; İbn Rüşd, a.g.e.,c.1, s.42.
[86] el-Huraşi alâ muhtasarı Seydi Halil,c.1,s.161.
[87] Abese,80/ 11-16.
[88] Buruc,85/ 21-22.
[89] Tevbe,9/28.
[90] İbn Kudâme, a.g.e.,c.1,s.147 vd.
[91] İbn.Hazm,a.g.e.,s.97 vd.
[92] Al-i İmran,3/ 64.
[93] Bu rivayet zinciri içinde bulunan Yahya b. el-Alâ el-Beceli için Ahmed b. Hanbel ”yalancıdır”, “hadis uydurur”; İbn Maîn, ”güvenilir değildir”, Veki de”yalan söylerdi” ifadelerini kullanmışlardır. İbn Hazm’ın adı geçen eserine Abdulgaffar Süleyman el-Bendarî tarafından yazılmış haşiye, c.1, s.98.
[94] İbn Hazm,a.g.e.,c.1, s.97 vd.
[95] Tevbe,9 / 28.
[96] Sahih-i Buharî, K.Gusl, B. 23, H.34.
[97] İbn Mace, K. Tahâre, 271.
[98] İbn Rüşd, a.g.e.,s.36-37; Emiroğlu, Tahsin, Esbab-ı Nuzül, Konya 1969, c.4, s.29.
[99] Tirmizî, K. Tahâre, 79, 81.
[100] Ebu Dâvud, K. Et’ıme, 11, Tirmizî, K. Et’ıme, 1908.
[101] Müslim, K. İmâre, 94.
[102] Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dîni Kur’an Dili, İstanbul ts.,c.3, s.375.
[103] Vâkıa, 56/ 75-81.
[104] En’am, 6/ 116.
[105] Hacc, 22/ 78.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
,imkanı olan yapabilir bu hürmete daha uygundur,bu yönde bir kanaat ve ortak fikirde vardır,bunu bozmaya biliriz,cevaz verme açısından değil,haddimiz de değil lakin ters görüşlerde vardır.Bu biraz kişinin Kur'an ile arasındaki bağada bağlıdır.Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.
 
Üst Alt