Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

70 li yıllarda Adıyaman'da Türkmen şivesiyle bir gün!!!

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Yer, Hacımar Goca, Civanali Goca, Gocakiya, Tecilli Ali, Ütük Apdullah, Gomov, Hoppov Hacı, Nalbat Bayram ve Çil Mehmet’in evlerinin çevrelediği mahallemiz Ulupınar’dan köyün içine doğru çıkılan yokuşun başındaydı.

Sokağın başında Hoppov Hacı’nın evinin altında Civan Ali Goca’nın bakkal dükkanının önünde, çocuklar cibeliyor. Hepisinin ayağında kelik, başları gasgavlak. Kimi elindeki çubuk şekerleri iştahla emerken, kimi de yumsuluk olmuş onları seyrediyor. Çocukları başından savan Civanali Emmi, Kuran okumaya duruyor. Abidin ile Cinik Cuma, sokağın hemen başında dinelmişler cor ederken çocuklara çıkışıyorlar:

-Cibelmeyin la, gene mırgımıımı biriktiniz buruya.

Çocuklara söylenseler de biraz sonra aralarında lavgaralığa başlıyorlar. Aralarında, biz çocukların anlamadığı bir radyo tamir meselesinden bahsedip bahsedip, son sesleriyle gülüyorlar. Cinik Cuma’nın neşesi bütün mahalleyi sarıyor.

Biraz sonra da Abidin Cinik Cuma’yı gıcıktırmış olacak ki ‘’Dalaanı…’’ diye bir küfür yiyor. Çocuğu için ölüklükten öllük getiren hanımı, Cinik Cuma’ya söylenerek evine yöneliyor. Nalbat Bayram, evinin addüzüne kurduğu işyerinde, patlak satan Pembâli bir adamın katırını nallıyor.

Derviş Emminin evinin caadinden, gusgunu gevşemiş, yükü ağdırmış bir eşek, hızlı ve yanpeş adımlarla aşağıya iniyor. Hemen köşe başındaki kahvenin önündeki güneçede birkaç adam hanek ediyor.

Hacımar Emmi, evinin önündeki depinginin içinde gejgerelerini onarıyor. Hacımar Emminin küçük hanımı Fadime Bibi, avluda ocaktaki sacın üzerinde elindeki evraaci çevirerek pişirdiği hıtapları hılanın üzerine diziyor, küçük hanımı Fatık Garı kirmen aariyor.

Pat Goca, ‘’Fadime Bacıı kömbe mi pişiriyon kömbe?’’ diye yoldan ünleniyor. Oradaki herkes Pat Gocanın kömbe istediğini anlıyor. Fadime Bibi; ‘’Ula gel gel Memmet’’ diye onu acak başına çağırıyor. Gocakiyanın Hanımı ilaande asbab yıkayan kızına, ‘’Honçuk honçuk iş yapma, horaaçer yıka horaaçer! Yaptığın iş onarıberi olsun acık’’ diye söyleniyor. Çil Memmedin gelini Sultan Teyze apırcın olmuş, damda yorgan köpürken kaybettiği abinnesini arıyor. Evin hemen önünde, sokağın başında koca bir kazanda Çalgın Ammet’in bitli elbiselerini kaynatmak için su kaynatılıyor. Gumov’un evinin ön damında birkaç avrat, süyüğün altındaki duldaya oturmuş cor ediyor.

Ütük Abdullah’ın hanımı, evinin önündeki gapısalığı olmayan, siyeci çökmüş çitillikte ateş yakmış, kazanda çömçe çevirirken, etrafında dolaşan tavukları ‘’Kişe şişealasıcalar!’’ diye kovalıyor. Babam addüzün önünde, katırın kürtününün gusgununu düzeltip golanını berkitiyor. Dahresini beline yerleştirip her zamanki gibi Değirmen’in yoluna koyuluyor. Üstü başı açık, tumanı düşük, iki yaşındaki yalbırdak bir çocuk, Gocakiyanın evinin önünden aşağıya giden dereye inmiş, hiniğini çeke çeke yere çövdürüyor.

Ellerinde hengilleriyle birkaç kız, gülüşerek Ulupınar’dan sudan geliyor, yokuşun başında Civanali Emminin dükkanının önünde soluklanıyorlar. En küçük olanından, yaşlı bir garı su istiyor. Oturduğu yerde hengili başına dikip, suyu duncukarak içiyor ardından da kızlara; ‘’Gızım, gız gısmısı acık aar başlı olur. Beyle köyün ortasında fingir fingir gülünerek gedilmez’’ diyor, kızların suratı bir batman oluyor. Çil Memmet Emmi, evinin duvarının dibinde ellerini bastonunun üstüne dayamış, dua mırıldanıyor. Çarşıdan hafif bir damdıra sesi geliyor.

Hoppov Muhammet ile Niyazi Çıtlık, Gocakiyanın evinin hemen önünde, mahallenin çocuklarını başlarına toplamış dâme oynuyorlar. Herkes dâmesine, fark edilsin diye bellilik koymuş. Bıldırdan kalma bastık çukasına, kesmesine oynuyorlar. Niyazi Çıtlık damesini hızla fıncıtarak, diğerinin dâmesini kırıyor. Niyazi yanaz yanaz gülünce rakibi kızıyor:

-Galaklanma olum galaklanma! Şimdi seni malamat edersem görürsün.

Duruma sinirlenen Hoppov Muhammet elini savuruyor. Hemen ardındaki çocuk, cayırtıyı basıyor. Hoppov Muhammet , yanlışlıkla vurduğu çocuğa teselli veriyor:

-Maa edem gafıldak oldu tama, ağlama!

Niyazi çıtlık küçük çocukları başından savıyor.

-Hadin edem siz gedin lottik oynayın! Aha şo derenin altındaki zibillikte goggiç oynayın.

Biz küçükler Hacımar Emminin tudunun dibine ayrılıyoruz. Vehbi Çıtlık abisinin Kıbrıs’ta savaştığını, bir kamiyon düşman öldürdüğünü anlatıyor. Bir diğeri, benim emmimin oğlu da elli düşman öldürmüş, diye öne atılıyor. Derken, bir kamiyon düşman mı daha fazla yoksa elli düşman mı daha fazla tartışması başlıyor. Yukarıdan, elindeki patlağı yiyerek gelen Yahya Evrin haneğe karışıyor.

- La kemçik ağızlılar, saf mındık çocukları bulmuşsunuz lavgaralık edip ahkem kesiyonuz dee mi. Lan olum, maymıkı öyle oldu, düşmanın eli armıt mı topluyo’’ diye onları kercalıyor.

Vehbi kızıyor:

-Maymıkı ahkem kesiyom sanane, abuat abuat konuşup durma başımızda! Sen get peşkir yıka, ananın sandarasına tabak çanak diz.( Anasının ev işlerini genellikle Yahya yapardı da)

Damda çinko teştin içinde asbap yıkayan bir kadın süyüğün başına gelip dineliyor, etrafı annakladıktan sonra bağırıyor:

-Ula olum hemen neriye gaçtın, gel çimdireceem tama seni!

Çocuk oyuna dalmış, oralı bile olmuyor. Kadın sesini daha bir yükseltiyor bu kez.

-Bak hele başkaka duymamazlıkdan geliyo, çıkla babası, yaşın kesilmiye beleykim!

-Gız ana biddik daha seyredip geliyom aha.

- Gözün kör omluya beleykim. Sen biraz soona gelirsin zaar, diye tehditle baş sallıyor anası.

Birden Nalbat Bayram’ın tiz sesi kaplıyor ortalığı.

-Ula yavrum bu hayvan değil bir cenavarımış daha! Gijgirip gijgirip üstüme saardiyo la hayvan.

Nalbat Emminin alnından kan diğdiriyor. Ortalık bir anda karışıyor. Nalbat Yaşar elindeki bezi babasına uzatıyor. Avradı, hemen saardip süllümü sıypar gibi hızlı hızlı iniyor. Yukardaki kahvenin önündekiler, vığıltıyı kesip hemen yekiniyorlar. Avratlar yelçeklerini bağlayarak damlara çıkıyor. Bütün çocuklar Nalbat Emminin başına yöneliyor. Birisi; ‘’Maov anam bu çaalar niye toplandılar beyle. Hadin la evinize hadin, yaşı kesilesiceler sizi.’’ diye sokurdanıyor.

Biraz sonra her şey normale dönüyor. Eve yöneliyorum. Gocakiyanın evinin önünden geçerken gene gafil avlanıyorum. Gocakiyanın ortanca kızı bir leğen bulaşık suyunu başımdan boca ediyor. (Buradaki bazı konuşmalar eski kelimeleri kullanmak için uydurulmuştur ama bu olay gerçek. Hem de kaç defa gerçek) Yedi sekiz yaşının küfür lügatiyle uzaklaşıp küfürler savuruyorum. Hacımar Gocanın küçük hanımı ‘’Amov anam goca gızın ettiğine bak hele. Babası oy vermediyse çocuğun suçu ne anam!’’

Sudan çıkmış sıçana dönmüyorum. Biraz sonra anam gene söylenecek.

Herşeye rağmen çok güzeldi mahallemizin resmi.

Anam söylene söylene, elindeki lifi başıma yavaşça sürerek değil, adeta vurarak teştin içinde çimdiriyor beni.

Vakit öğlene yöneliyor. Ali Ağa Hoca tok sesiyle öğle ezanını okumaya duruyor. Yemeğimi yer yemez dışarıya yöneliyorum. Anam ardımsıra bağırıyor.

-Ula oğlum, saf saf gene o balkonun altından geçme, karşı caatten get.

Tam aşağı indiğimde Teyzeoğlu Kemal karşımda duruyor. Hemen ellerimizi birbirimizin omzuna atıp, aşağıya yöneliyoruz. Hacımar Emminin evinin duvarına sürtüne sürtüne geçiyorum bu kez. Sokağın başındaki su kazanı kaldırılmış. Köşebaşındaki avratlar Sultan Teyzeyi kutluyorlar:

-Gız anam eyi bir sevap işledin. Çalgın fıkara, kimi kimsesi yok köyde. Bu arada Pat Gocanın sırtını da pakladın eyi ettin anam.

Aşağıya yöneliyoruz. Garamısaların evinin altındaki Durana Cumalinin dükanından humbus kokusu yayılıyor etrafa. Hemen aşağıda Galeyçi Emminin tiktakları duyuluyor. Karşısında, Terzi Emminin makine tıkırsısı… Longov İbrahim Emminin evini geçip meydana gelince Ulupınarın serin şırıltısı karşılıyor bizi. Pınarın başındaki evin sekisinde Simsar Davut mahramayı omzuna tmış elindeki bakır ırbıktan döktüğü suyla yüzünü yıkıyor. Belli ki yeni uyanmış. Boyunlarındaki beşibiryerdeleri şangur şungur sallanan iki gelin pınara suya gidiyor, içlerinden biri; ‘’Gız anam bu benim boynu altında galasıca gaynanam var ya yeen füroon bir avrat.’’ diye kaynanasını çekiştiriyor.

Sola dönüp köyün diğer meydanına yöneliyoruz. Çamaşırhanenin karşısındaki Gadı Osman Emminin evinin altındaki Papov Ahmetin dükkanının önünde eğleşiyoruz. Yanındaki berber dükkanında birkaç genç, Çalgın Ahmet’le Pat Gocayı kapıştırmaya çalışıyor. Kelov Mustafa Çalgın Ahmet’e ayıp işler yaptırıyor, görmeyelim diye de bizi oradan kovuyorlar. Yürütüyoruz. Karşıda Küçov Hasan dükkanının önüne oturmuş, onlara bakıp söyleniyor. Garabaş’ın ve Mıdılının evinin karşısındaki Derik Topal Emminin fırınından taze somun kokuları geliyor. Camiyi geçip meydana yöneliyoruz. Bakkal Alinin dükanının hemen yanındaki kahvehanede Maltepeli Dede, ekibiyle kesik kesik bir şeyler çalıyor. Anlaşılan akşama düğün var. Şimdiden yavaş yavaş başlamışlar. Sesler bir mıknatıs gibi çekiyor bizi. Dede, buğulu gözlerle etrafa bakarak ciddi bir edayla damdırasının tellerine dokunuyor. Gözlerinin altı torbalanmış esmer kemancı, başını seri hareketlerle oynatarak keman çalıyor. Dedenin bonus saçlı oğlu klarneti öttürürken, küçük oğlu yeni öğrendiği darbukaya, her tarafını oynatarak vuruyor… Meydanın hemen karşısındaki okulun bahçesine, düğün hazırlıkları için tahta sandalyeler diziliyor. Okulun yola bakan duvarı boyunca dizilmiş akasya ağaçlarında kuşlar ötüşüyor. Okul bahçesindeki çam ağacının önüne doğru uzanmış bahçede boy veren, vişne, ayva, elma ağaçları okula ayrı bir güzellik katıyor.

Köy meydanı yavaş yavaş kalabalıklaşıyor. Okulun dış avlu kapısının önünde üç beş adam dinelerek sohbet ediyorlar. İçlerinden biri ökeleniyor:

-Ula bu Demirgıratlılar var ya….

Demirgırat’ı demirden at zannediyorum. Demirgırat derken eski Demokrat Parti kastedilirmiş meğer. Bu adamların söylediğine göre Demirgırat kötü bir şey olmalı ama neden kötü olsun ki? Oysa büyükler demokrasiden sanki övgüyle söz ediyorlar. Ne güzel, demokrasi işte! Sonra, bir at neden bu kadar öfkelendirir insanları, diye meraklanıyorum. Bu büyükleri (!) anlamak zor.

Biraz ileriye yöneliyoruz. Hocaalinin kahvesinin önünde birkaç kişi öbeklenmiş. Karşı taraftakileri kişifler gibi bakıyorlar. Onların da içlerinden biri ökeleniyor:

- Ula bu halk partililer var ya…

Halk partisi neden kötü olsun ki diye düşünüyorum, bu kez. Adı üzerinde halkın partisi işte. Biz küçüklerin bir türlü anlayamadığımız, sağ- sol diye saçma bir ayrılık başlamış köylüler arasında.

Biraz sonra teyzemin oğlu Ali omzumuza dokunuyor. Kemal’e kızıyor:

-La avel avel ne dolanıyon, anam çaarıyo. Hadi yemeğe!

Kemal’i yalnız bırakmıyorum. Köy meydanının hemen diğer köşesindeki eve yöneliyoruz. Merdivenlerden çıkarken Dezemin şefkatli sesi duyuluyor.

-Maov Arifim de geliyo. Allahınıza gurban sizin emi.

Teyze anne yarısı derler. Kemal’ le beni sarmaş dolaş görünce ayrı bir seviniyor teyzem. Her zamanki sorusunu yöneltiyor.

-Anan neediyo guzum.

Bu soru o kadar zor ki. Teyzemin bu soruları karşısında hep anamın en son halini hatırlamaya çalışıp onu söylemeye çalışıyorum: ‘’Bılaşık yıkıyo, çamaşır yuyo. Addüzde geçileri yemliyo. Allef ayıklıyo. Akif’i çimdiriyo.’’

Ben yemek yedim diyorsam da ısrar ediyor teyzem.

-Ossun osun ye ye guzum, yumsuluk olun sona hadi ye.

Dama serdiği hılayı dizlerimize kadar çekiyoruz.

Birden yıraktan,Tames’in düdüğü kesintisiz ve acı acı ötmeye başlıyor. Damdıranın , klarnetin, darbukanın sesi kesiliyor. Kadınlar süyüklerin ucuna çıkıp birbirine soruyor.

-Kim ölmüş gıı?

-Anam ne bilem, ellaham şimdi belli olur.

-Gız, bacının oolu Kırbıs’ta askerdeedi o omluya?

-Amaan, de hadi vetsiz vetsiz gomnuşma gı. Ettiğin cora bak hele şom aazlı. Bacım az şu kemçik aazını hayra açsana?

-Gız ökelenme hemen hele!

Ağzımıza son lokmaları tıkıştırıp hızla merdivenlerden iniyoruz. Teyzem endişeden fark etmiyor bile gittiğimizi.

Çarıkkel’in Tames’i korna çalarak köy meydanına girince, köy ahalisi koskocaman bir sessizlik oluyor. Kulaklarda hiç durmadan sadece acı acı öten klakson sesi… Biz çocuklar arabanın arkasından koşturmaya başlıyoruz. Araba her zamankinden daha hızlı gidiyor. Yoldaki gubar etrafa savruluyor. Bu hengamede, bir çocuk caminin köşesinde yol kenarındaki harığa düşüyor. Caminin önündeki kavak ağaçlarının başında bir baykuş ötüyor. Karakolun bahçesindeki büyük asmanın altında mıntıka temizliği yapan jandarmalar, merakla düdük çalan tamese bakıyorlar. Tames, Ulupınarın oradan sağa kırıp bizim mahallenin yörebine yöneliyor. Avratlar yelçeklerini düzelterek kapı önlerine çıkıyor. Galeyçinin evini geçince biraz rampada yavaşlıyor.

Arkasında bir tabut…

Kemal’i o kargaşada kaybediyorum. Hemen yanımda bir kız, merakla arabanın ardından koşuyor. Hoppov Muhammet kızın yanında beliriyor birden.

-Amaa gız Fadime tamesteki ölü senin baban tama!

Kızın beti benzi geçiyor. Ama yine de inanmak istemiyor.

-Get gonuşma la, deli sen de!

-Amaa inanmıyo la!

Tames, Gocakiyanın evinin önünden yukarı doğru yönelince kız, elini göğsüne bastırıyor. Köyün bütün kadınları ya yollarda ya da süyük başlarında elleri koyunlarında dinelmişler ve höfleniyorlar.

Tames, Köse Gocanın evinin önünde durunca mahalleye bir figan yürüyor. Cibelgen çocukların sesi soluğu kesiliyor.

Goraş Zeynep Teyze ellerini dizlerine vurmaya başlayınca, arabanın ardı sıra koşan kızı Fadime, ölenin babası olduğunu anlıyor.

Resmin bundan sonrasını anlatmak ne mümkün?

******

Yazı sözlüğü


Cibeliyor: şımarıyor

Kelik: plastik yazlık ayakkabı

Gasgavlak: Makine ile traş edilmiş

Yumsuluk olmuş: elde edemeyen insanın ruh hali

Dinelmiş: ayakta durmuş

Cor etmek: konuşmak, sohbet etmek

Mırgımıımı: karınca gibi

Lavgaralık: boş konuşma
Gıcıktırmak: kızdırmak

Öllük: çocukların uyurken altına serilen toprak

Addüz: alt kat

Caadinden: köşesinden

Gusgunu: palanı, binek hayvanının sırtına vurulan semeri bağlayan el genişliğindeki bağ

Ağdırmış: yükü bir tarafa eğilmiş

Güneçede: güneşlenmede

Hanek ediyor: konuşuyor

Depingi: üzümün suyunu çıkarmak için betondan yapılan küçük alan

Gejgere: iki kişinin üzerine yük koyup elle taşıdığı düzenek
Bibi: hala

Evraaci: ateşin üzerinde pişen ekmeği çevirmeye yarayan metal ya da tahtadan yapılan alet

Hıtap: içine muhtelif yiyecekler konularak saç üzerinde pişirilen börek

Hıla: bez sofra

Kirmen aariyor: eliyle küçük bir düzenekle yünü ip haline getiriyor

Kömbe: böreğin kor ateş üzerinde pişen şekli

Ünleniyor: sesleniyor

İlaande: büyük çukur tepside

Asbab: esvap, çamaşır

Honçuk honçuk: dört elle sarılmadan ucundan tutarak iş yapmak

Horaaçer: iyice, hakkını vererek

Onarıberi: olması gerektiği gibi

Acık: biraz

Apırcın olmuş: telaşlanmış, panik olmuş

Ağabeynnesini: yorgan dikmede kullanılan büyük iğne

Süyüğün altındaki: evin ön çatı çıkıntısının altındaki

Dulda: bir tarafı kapalı sığınak
Gapısalığı olmayan: dış kapısı bulunmayan

Siyeç: bahçeyi koruyan dikenli çalılarla oluşturulmuş engel

Çitilik: evin önünde etrafı çevrili sebze fidanı yetiştirilen küçük alan

Çömçe: büyük kepçe

Şişealasıcalar: “şişip kalasıcalar” anlamında beddua

Kürtün: semer

Golan: semeri tutan el genişliğinde ipten yapılan uzun bağ

Berkitiyor: sıkıştırıyor, sağlamlaştırıyor

Dahresini: bitki kesmeye yarayan küçük alet

Tumanı düşük: kemeri düşük, donu görünen

Yalbırdak: üzeri perişan ayağı çıplak

Hiniğini çeke çeke: burnundan akan sümüğünü çekerek

Çövdürüyor: idrarını yapıyor

Hengil: pınardan su taşımaya yarayan bakır kap, bakraç

Duncukarak içiyor: nefeslenmeden içiyor

Gız gısmısı: kız olanlar

Suratı bir batman oluyor: suratı asılıyor

Damdıra: ritimli bir müzik aleti

Dâme: çocukların çevirerek oynadığı topaç

Bıldır: geçen sene

Bastık çukası: üzümden yapılan pestilin katlanmış şekli

Fıncıtarak: fırlatarak

Yanaz yanaz gülme: karşısındakini sinir edecek şekilde gülme

Galaklanma: kendi kendine övünme

Malamat edersem: rezil edersen, utandırırsam

Maa: yakınma nidası

Edem: abim

Gafıldak: istemeden, gafil olarak

Tama: değil mi anlamında tamamlama edatı

Lottik: taşlarla oynanan çocuk oyunu

Zibillik: ev hayvanlarının gübrelerinin biriktiği alan

Goggiç: yere kazık çakarak oynnana oyun


Patlak: incir

Saf mındık: ne söylesen inanan

Maymıkı: ne zaman oldu ise

Kercalıyor: karşısındaki ile dalga geçiyor, alaya alıyor

Abuat abuat: bilgiç bilgiç, avukat gibi

Peşkir: havlu

Sandara: mutfakta kap kacağın dizildiği tahtadan yapılmış raf

Annakladıktan: elini alnına götürerek uzakları gözetleme

Çimdireceem: banyo yaptıracağım, yıkayacağım

Başkaka: bilerek

Çıkla: tıpkı, aynen

Yaşın kesilmeye: yaşamaya devam et anlamında. Aslında “yaşın kesile” şeklinde beddua olarak kullanılması daha yaygın.

Biddik: birazcık

Beleykim: “olsun” anlamında tamamlama edadı

Zaar: zahir, elbette

Gijgirip gijgirip: geri çekilip çekilip tekrar harekete geçme

Saardiyo: saldırıyor

Diğdiriyor: fışkırıyor

Süllüm: merdiven

Sıypar gibi: kayar gibi

Vığıltı: uğultu, kendi aralarında konuşma

Çaalar: çocuklar

Sokurdanıyor: çıkışır gibi kendi kendine konuşuyor

Teşt: içinde insanın yıkanabileceği büyüklükteki leğen

Caatten: cihetten, taraftan

Humbus: beyaz leblebi

Seki: evin dış kapısı önündeki çıkıntı

Mahrama: havlu

Irbık: ibrik

Yeen: yoğun, fazla

Füroon: firavun, acımasız, merhametsiz

Ökeleniyor: öfkeleniyor, kızıyor

Kişifler: gizli gizli takip eder gibi, keşifler gibi

Avel avel: aval aval, boş boş

Deze: teyze

Allef: tahılların içindeki yabancı maddeler

Yırak: uzaklardan

Ellaham: herhalde

Vetsiz vetsiz: yersiz yersiz

Gubar: toz

Harık: su arkı

Yörebine: yokuşuna, yamacına

alıntıdır...
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Hemşire Şenay Karaaslan'ın anısı:
''1991 yılında ilk görev yerim Erzurum Araştırma Hastanesi'nin acil servisine başvuran kadın hastaların büyük çoğunluğu şikayetlerinin nedenleri sorulduğunda 'ben bilmem beyim bilir'' diye cevap verirdi. Acile başvuran kadın doğum hastalarına da rutin olarak son adet tarihi sorulduğunda da yine aynı cevap alınırdı. İşin ilginç olanı, gerçekten de beyleri son adet tarihlerini tam olarak bilirlerdi.''
Sağlık Memuru Sinan Aslan'ın anısı:
''Acil servise başvuran gebe bir hastanın anamnezi (bilgileri) alınırken 'suyunuz geldi mi acaba'' diye sordum. Kendisi ise 'kör olası muhtar, üç gündür suyumuzu kesti' şeklinde cevap verdi.
-BEYAZ ÖNLÜK TAMAM DA KASKET UNUTULMUŞ-
Hemşire Naciye Sarıbaş Yurtçu'nun anısı:
''Diyarbakır'da çalıştığım dönemde, hasta yakınları tanıdığı çalışanlardan beyaz önlük alarak hastane çalışanı gibi binaya girerlerdi. Ancak bir gün koridorda kasketli, bıyıklı ve şalvarlı bir adamın beyaz önlük giyerek içeri girmeye çalışmasını unutamam.''
Hemşire Cennet Mutlu'nun anısı:
''Dermatoloji servisinde bir nöbetimde, yumurta alerjisi olan bir hasta sabah kahvaltıda gelen yumurtayı yemiş ve alerjisi gelişmişti. Hastaya, 'yumurtaya alerjiniz olduğunu biliyorsunuz neden yediniz' diye sorduğumda, hasta bana kızıp bağırarak hemşire gözlem kağıdını gösterdi ve 'suç sizin, buraya yazmamıştınız ben de yedim' dedi. Bu olaydan sonra hemşire gözlem formlarındaki alerji bölümünü daha dikkatli doldurmaya çalışıyordum.''
Hemşire Selma Karakaplan'ın anısı:
''Hasta yakını yoğun bakımdaki bir hastasını görmek isteyince hemşire arkadaş, 'galoş giy gel' dedi. Bir süre sonra, birde ne görelim... Hasta yakını galoşları ellerine ve kafasına geçirmiş hastasının yanında duruyordu.''
Hemşire Nurhan Ulusoy'un anısı:
''Yıl 1997, Ege Tıp Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi Yoğun bakım servisinde gece nöbetindeyim. Kalp ameliyatı olmuş entübe bir hastayı takip ederken, saat gece 02 civarında yoğun bakımda genel müzik yayını yapıldığı için radyo programında, bir anda sunucunun 'bir tokat atın ve kendinize gelin' dediğini duyduğum an, hastanın kendi suratına indirdiği tokadı görünce şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırdım. Sunucunun aynı sözü tekrar etmesiyle hasta elini yukarı kaldırdığı an, 'ne yapıyorsun, o sadece bir radyo programı' dedim ve hastanın elini tuttum. Yapılan yayın yarı uyanık hastamı çok etkilemişti.''
Hemşire Niymet Hazar'ın anısı:
''Kemer Devlet Hastanesi Acil Servisine başvuran hastaya, önce girişe gidip orada hasta kaydını yapması gerektiğini belirttik. Hasta uzun zaman geçtikten sonra gelip, 'Kiriş'e gidip geldim, şimdi hasta kaydını nasıl yapacağım' dedi. O sıra herkes birbirine bakıp, 'bu hastayı Kiriş'e kim gönderdi' derken, yanlış anlaşılma olduğu, hastanın giriş yerine Kemer'in beldesi Kiriş'e gittiği anlaşıldı.''
-NİYE SARI SUYLA YIKAMADIN-
Hemşire Neriman Küçük'ün anısı:
''1998 yılında yenidoğan servisinde çalışırken, sarılık tanısı ile bir bebek yatırıldı. Bebeği servise kabul ettiğimiz sıra, kaynana gelinin sürekli kafasına vurarak söyleniyordu: 'ben sana demedim mi? Bebeği sarı su ile yıka dedim. Beni dinlemedin bak ne hale geldi. Gelin, hem dayak yiyor hem de ağlayarak, 'Anne, ne dediysen yaptım. Sarı tülbent ört dedin, örttüm. Sarı ip bağla dedin, bebeği sarı ipe doladım. Ben ne bileyim sarı su nasıl oluyor?' Ben de kaynanaya, bu söylediklerinin hiç birisi bebeği iyileştirmez, boşuna gelinine kızma. Bebeğin kanının değişmesi lazım. Daha erken hastaneye gelmeniz gerekiyordu' dedim, ama kaynananın öfkesini dindirmek mümkün olmadı.''
 
Üst Alt